09 Ocak 2010 Cumartesi Saat 17:15
12.00
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
Ey Kürt halkı!
Değerli kardeşlerim!
Zulüm ve baskı gören halkım!
Ben ömrümün son saatlerini yaşıyorum. Allah aşkına artık
birbirinize düşmanlık etmeyin, sırt sırta verin, zorba düşmana ve zalimlere
karşı durun. Kendinizi düşmana bedava satmayın. Kürt halkının düşmanları
çoktur, zorba ve acımasızdırlar. Her halkın, ulusun başarı sembolü, birliktir,
işbirliği ve dayanışmadır. Birliğini sağlamayan, uyumu olmayan her halk, her
zaman düşmanın baskısına maruz kalır, ezilir. Kürtlerin, yeryüzünde yaşayan
öteki halklardan eksik bir yanı yoktur. Hatta siz yiğitliğinizle, fedakârlığınızla,
baskıdan kurtulan halklardan daha ileridesiniz. Düşman, işinin gerektiği
kadarıyla sizi ister ve işi bittikten sonra size hiç acımaz, sizi hiç affetmez.
Düşmanlarının baskısından kurtulan halklar da sizin gibiydiler, ama onlar
kurtuluş için birliklerini sağlamışlardı. Yeryüzündeki tüm halklar gibi artık
siz de ezilmeyin. Birlik olursanız, birbirinizi kıskanmazsanız, kendinizi
düşmana satmazsanız, siz de kurtulursunuz.
Kardeşlerim, artık düşmanlarınıza aldanmayın. Kürtlerin
düşmanları hangi ulustan ve gruptan olurlarsa olsunlar, düşmanlarımızdırlar,
merhametsizdirler, vicdansızdırlar, size acımazlar. Sizi birbirinize
kırdırırlar, yalan dolanlarla, para-pulla sizi karşı karşıya getirirler.
Onların Kuran’a el basarak verdikleri söze inanmayın. Size
nasihat ediyorum ki yüce Allah aşkına vaatlere artık kanmayın. Çünkü onlar ne
Allah’ı tanıyorlar ne peygambere, ne kıyamet gününe, ne Allah huzurunda hesap
vermeye inanıyorlar. Onların nezdinde, Müslüman da olsanız, Kürt olduğunuz için
suçlusunuz, onların düşmanısınız, malınız onlara helaldir…
QAZÎ MUHAMMED
(Mahabad Kürt Devleti Cumhurbaşkanı)
Giriş
Gelinen aşama itibariyle Güneyli güçlere bazı sorular sormak
gerekiyor. Sorulara ne kadar net cevap verilirse, Kürt birliğine ve özgürlüğüne
o kadar daha yakın olunacaktır. Sorular ağır da gelse amacımız kesinlikle
Güney’in yükünü ağırlaştırmak değildir. Aksine destek olmak ve Kürt kamuoyunda
var olan bazı kuşkuları gidermektir. Böylece geleceği ortak paydalar etrafında
Ortadoğu’da inşa etmektir.
Nedendir bilinmez, Kürtler birbirlerine sordukları sorulara
çoğunlukla net cevaplar vermezler. Birbirlerine güvenmediklerinden mi? Yoksa
başka amaçları mı var? Ya da hala kendilerini zayıf gördüklerinden midir acaba?
Bu tür sorular çoğaltılabilir ama giriş için bunlar yeterlidir.
Kürt halkı için netleşme hava ve su kadar önemlidir. Küçük
Kürt örgütleri, büyüyen Kürt örgütlerinin yenilmesini, dağıtılmasını umut etmemelidir.
Varsa farklı talepleri bunları sömürgeci-iktidar güçlerine yapmalıdır. Hangisi
olursa olsun sömürgeci-iktidar güçlerine karşı büyüyen Kürt partilerine saygıyı
elden bırakmamak gerekir. Taleplerini uygun kulvarda birbirlerini
zayıflatmayacak şekilde yapmaları daha doğru olmaz mı?
Kürt Özgürlük
Hareketi Her Şeye Hazırlıklı Olmalı
Kürtlerin ve özelikle Kürt Özgürlük Hareketinin önümüzdeki
süreçte her türlü soruya hazırlıklı
olması, buna göre yeni taktikler ve
politik stratejileri açık ya da gizli organize
etmesi önemli olacaktır. Türk derin devletini temsil eden Türk ordusu, Kürt
Özgürlük Hareketine karşı zafer ilan etmek için kendisinin doğurduğu gayrı
meşru çocuğu olan AKP hükümetinin göstermelik şamarlarını bile
“mazlum rolüne bürünerek kabul eder görünmekte ve dünya kamuoyunu
aldatmaktadır. “İşte görün, ben siyasete hakim değilim, siyaset artık bana
hakim, yatak odama bile giriliyor. Onun için bizim hükümet sizlerden ne isterse
verin, özelikle Kürt Özgürlük Hareketine yönelik bütün taleplerini kabul edin.
demeye getirmektedir.
Kozmik Oda Aramaları,
Devlet Suçlarını Örtme Politikasıdır
Sadece son bir yılı kapsayan bir aramanın hakim tarafından
kozmik odalarda yapılmak istenmesi ve bunun Türk kamuoyunca büyütülmesi aslında
Türk derin devletinin bir taktiğidir. Soruşturma derinleştirilmediği ve
Kürdistan’da işlenen karanlık cinayetler açığa çıkartılmadığı sürece Kürtler
nezdinde fazla anlamı olmayan “sanal bir operasyon olarak kalmaya devam
edecektir. Dünyanın değişime doğru gittiği, soğuk savaşa dair eski defterlerin
açılmak suretiyle tümden kapatılmak istendiği -ki ABD aldığı en son bir kararla
soğuk savaş dönemine ait eski arşivleri kamuoyuna açacağını açıklamıştır- bir
süreçte bunun Türkiye gibi ülkelere yansımasının nasıl olacağını herkes merak
etmektedir. Aslında Türkiye’nin “kozmik odalarını tartışmaya açmasını, soğuk
savaş döneminde işlediği uluslar arası suçları örtme ve şimdiden bunun önünü
kesmeye dönük çok iyi hazırlanmış bir manevra olarak değerlendirmek
gerekmektedir. Türkiye değişen dünya koşullarına göre kendisine son yedi yıldır
bir rol biçmeye çalışıyor. Kendisine Batı tarafından bu rolün verilmesi için
tehditlerde bile bulundu. “Eksen değiştireceğim tartışmalarını bunun için
yaydı. Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etme karşılığında “siyasal fahişe gibi
herkesle yatıp kalkmaya aday olduğunu gösterdi. Bu rolü de, gereğini en iyi
yapan AKP ve Erdoğan hükümetine verdi ve yaptırdı. Türk derin devletini temsil
eden ordu, bu yeni değişen dünya durumunu önce kabul etmek istemediyse de
politik şartların bunu zorunlu kıldığını görünce kabul etti. Onun için tümden
karşı çıkmak yerine değişimi lehine dönüştürmek için “tanrılara kurbanlar
vermeyi kabul etti. Kurbanları kabul eden tanrılar bir ağa gibi AKP’yi onun
emrine verdiler. Türk ordusu emrinde bulunan böyle bir ağayı dünya ve özelikle
Avrupa kamuoyunu kandırmak için çok iyi kullanmaktadır. Zorunlu olarak değişime
uğrayan Türk sistemi, yeni siyasal ve askeri ilişkilerin düzeltilmesi sürecinde
Türkiye’deki bazı sözde liberal-demokratların “demokrasiye giriş-gidiş
propagandası olarak sürekli işlenmeye başlandı.
Oysa Türkiye’nin ne kadar demokratik ve özgür olduğu,
Kürtlerin Türkiye’de ne kadar demokratik ve özgür yaşadığı ile ölçülür.
Türkiye’nin demokrasi ölçüsü Kürt halkının durumudur! Onun için Kürtler ne
kadar demokratik ve özgür ise Türkiye de o kadar demokratik ve özgürdür.
Türkiye’de bir aydının, gazetecinin, sanatçının, hakimin, savcının,
siyasetçinin, bürokratın, başbakanın ve genelkurmay başkanının ne kadar
demokrat olduğu, ne kadar insan haklarını savunduğu, ne kadar hukuk ve adaleti
istediği, Kürdistan ve Kürt Özgürlük Hareketine gerçekçi ve doğru bakışıyla
ölçülür. Kürtler bunu böyle görmektedir. Dünya kamuoyu da artık bunu böyle
değerlendirmeye doğru gitmektedir. Bütün Türk aydınlarının ve Ortadoğu
kamuoyunun bunu bilmesi gerekir. Kürtler sadece Türkiye’nin değil, artık
Ortadoğu’nun da demokrasi ve özgürlük ölçüsüdür. Onun için Ortadoğu’nun ne
kadar demokratik ve özgür olduğunu anlamak için Kürtlerin özgürlük derecesine
bakmak yeterli olacaktır.
Kürtlere Zorla AKP
Gömleği Giydirilmeye Çalışılıyor
Türk devleti değişen yeni dünyanın ekonomik dengelerine göre
değişmek zorundadır. Eski kapalı tarzlarda yürütülen politikalar, bugünkü
teknik gelişmeler sayesinde artık açık yapılmak zorundadır. Kendilerini kapalı
sistemler ve gizli-kirli ilişkiler üzerine inşa etmiş Türkiye gibi devletler
ise hala geçmişin kirli ilişkilerinin hayali ile düşüp kalkmaktadırlar. Kirli
ilişkilerle düzenlenmiş ve örgütlendirilmiş 80 yıllık cumhuriyet tarihinin
gömleğini Kürt halkı ve Özgürlük Hareketi yırtıp atmıştır. 80 yıllık cumhuriyet
ve derin devleti olan ordusu geçmişte olduğu gibi “dinci yanı ağır basan AKP
ve Erdoğan hükümetini, ABD’nin desteği ile sahneye sürmüştür. Kürtlere zorla
AKP gömleği giydirilmek istenmektedir. Türk derin devleti ve ağababaları
böylece 80 yıl daha Türkiye devletinin ömrünü uzatmak istemektedir. Türkiye’yi
demokratik tarzda değiştirmek yerine, AKP aracılığı ile restore etmeye
çalışıyorlar.
Kürtler, Kürt Özgürlük Hareketi ve Önderliği sayesinde bütün
bu oyunları görüp deşifre ettiğinden dolayı hedef tahtasına konulmak
istenmektedir. Saldırılar yapılmaktadır. Kürtler kurbanlık koyun olmadıklarını,
15 yaşında kandırılacak bir kız çocuğu olmadıklarını bilinçli, hak ve
taleplerinde netleşmiş ve bunun sonucunu çok iyi bilen bir halk olduklarını
dünya aleme beyan etmişlerdir. Kim olursa olsun, artık kim Kürtlerin haklarını
kabul ederse, özgür Kürt iradesini muhatap alırsa gerçekten Kürt halkının
ulusal demokratik haklarının arkasında olduğunu pratiği ile gösterirse Kürt
halkı onu destekleyecek ve ilişkilenecektir. Aksi taktirde “işte ben diğerleri
gibi değilim, beni destekleyin, sonra sizin için bir şeyler düşünürüz diyen
Gülen Ergenekonu ve temsilcisi AKP’yi desteklemek zorunda değildir. Kimse
Kürtlerden, ille de bir tarafı tutmasını istememelidir. Hangi taraf çıkıp, biz
pratikte Kürt halkını resmen kabul edip
ulusal demokratik ve özgürlük haklarını tanıyacağız ve bunu pratiğimizle
ortaya koyacağız derse, Kürtler o tarafı tutacaktır.
Kürtler çok daha önceleri, onurlu barış ve demokrasi için
gerekirse şeytanla da görüşürüz demişti. 80 yıllık Türk cumhuriyeti, Kürtleri
sürekli bir tarafa mecbur ederek tasfiye etmiştir. 1920’lerde ulusal kurtuluş
savaşı taraftarı, ardından İslamcı Kazım
Karabekir ve laik Atatürk arasında sıkıştırılmışlardır. Eğilim olarak Kazım
Karabekir tarafına kayan Kürtlere 1925’ten 40’lara kadar tasfiye dayatılmış,
kızıl katliam yöntemiyle tasfiye edilmişlerdir. Ardından Kürtler kendi
taraflarına çekilmeye zorlanmıştır. En bariz örneği o günün AKP’si olan Adnan
Menderes ve Demokrat Parti dönemidir. Menderes ve Demokrat Parti Kürtleri
tanıyacak ve haklarını verecek denilmişti. Tıpkı bugünkü Erdoğan ve AKP’ye bazı
Kürtlerin beslediği umut gibi!
Erdoğan ve AKP,
Menderes ve DP’nin Günümüze Uyarlanmış Halidir
Söz konusu süreçte karşılıksız bir-iki güzel söz ve hareket
karşılığında bütün Kürt umudu Menderes’e kanalize edilmişti. Çünkü Menderes
askere karşı gibi görünüyordu. O dönemde CHP’nin sert muhalefetine rağmen 6
Haziran 1950’de “darbe planladıkları gerekçesiyle başta genelkurmay başkanı
Nafiz Gürman olmak üzere, bütün üst
komuta kademesi dahil 15 general ve 150 albayı resmen emekliye sevk
etmişti. Yine Türkçe okunan ezanın Arapça okunmasına izin verdiler. Said-i
Kurdi’yi (Nursi) ziyaret etmesi ayrıca onu halk arasında popüler kılmıştı.
Cumhuriyet tarihinde birçok ilke imza atan Menderes’ti. Bugünkü AKP,
Menderes’in mirasını göz ardı ederek kendisinin Türkiye’de birçok ilke imza
attığı illüzyonlarını sahnelemektedir.
Unutulmaması gereken bir nokta da o dönemin Irak ve
Afganistan’ı olan Kore savaşına Türk tugayı gönderip, bunun sonucunda
Türkiye’yi NATO’ya üye yapmasıdır. Bugün AKP ve Erdoğan hükümetinin yargı ve
hakimler eliyle yeniden restore etmek için girdiği Özel Harp Dairesi ya da
Seferberlik Tetkik Kurulunun kozmik odalarını daha o süreçlerde Adnan Menderes
ve partisi Demokrat Parti yapmıştı. Kıbrıs’ta Rumlara, Irak ve Kuzey
Kürdistan’da Kürtlere karşı gizli karanlık kontrgerilla yöntemlerini uyguladı.
Kamuoyu tarafından bilinen bu merkezin gizli olan diğer merkezlerini ve kozmik
odalarını nedense AKP hükümeti ve Erdoğan, dillerinin ucuna bile
getirmemektedirler! Çünkü AKP sadece kendisine dokunan bölümleri açmak istiyor.
Daha derine girerse “Fethullah Gülen tarikatı ile Veli Küçük Ergenekonu
kardeşliğine dokunmuş olacak. Ne gariptir ki o dönem Özel Harp Dairesinin (o
dönemki adıyla Seferberlik Tetkik Kurulu) Türkiye’de kurulmasına muhalefet eden
CHP, bugün bu merkezlerin kozmik odalarının aramasına karşı çıkmaktadır! Roller
yeni versiyonlarla çok iyi planlanmıştır.
Kabak yeniden Kürtlerin başında patlatılmak isteniyor. O
dönem “49’lar olayı ile gündeme gelen bazı hümanist Kürt aydınlarının
gösterdiği tutum, az daha idamlarıyla sonuçlanıyordu. Oysa Türk derin devleti
ve dış bağlantıları, Türkiye’ye giydirmek istedikleri gömleği yeniden dikmiş ve
üzerine geçirmekle uğraşıyorlardı. Bu gömleği sabaha karşı saat 4’te 1960
darbesinin bildirisini radyoda okuyan, CIA tarafından eğitilen ve
görevlendirilen kurmay albay Alparslan Türkeş, Menderes’e 17 Eylül 1961’de idam
sehpasında giydirdi. O dönem ABD’nin gözdesi Alparslan Türkeş’tir. Türkeş
ABD’ye götürülüp orada eğitilir. Sonra Ortadoğu, Asya ve Sovyetler’e bağlı
Türkî cumhuriyetlerde ona gizli rol verilir. İstihbarat toplar, silahlı
provokasyonlar ve komplolar gerçekleştirir. Türkiye içinde ve dışında
efendilerinin her türlü ihtiyacını karşılar. Öldüğünde ise İsviçre bankalarında
kaynağı belli olmayan milyonlarca doların Alparslan Türkeş hesabına
yatırıldığı, miras kavgasıyla gün yüzüne çıktı!
Türkeş’in Görevi
Fethullah Gülen’e Verildi
Alparslan Türkeş’e verilen görevi bugün Fethullah Gülen
devralmıştır. ABD’ye giden Fethullah Gülen eski düzenin yeni bir versiyonu gibi
bu defa dincilik, istihbarat okulları ve medya gücüyle aynı görevi daha
“profesyonelce yapmaktadır. Kürtler, onların zehre bandırılmış tatlı dillerine
inanıp peşlerinde savrulup gidecekler mi, yoksa bedeli ne olursa olsun iradeli,
gerçekçi, bağımsız ve özgürlükçü çizgide devam mı edecekler? Yoksa Fethullah
Gülen tarikatı ve siyasi temsilcisi AKP-Erdoğan hükümetinin Mir Dengir Fırat, Beşir Atalay, Hüseyin
Çelik, Abdulkadir Aksu eliyle boyunlarına geçirmek istenilen beyaza bürünmüş
idam ipine mi başlarını uzatacaklar? Biliyorlar, Kürtlere idamı kabul
ettiremeseler onlar idam sehpasına gideceklerdir! Görevleri budur. Kürtleri
önce silahsızlandırıp sonra topyekûn soykırıma uğratacaklardır. Onun için varsa
yoksa PKK’nin silahsızlandırılmalıdır. Kürt halkının taleplerine bakan kimse
yok. Aslında dıştan başka sebepler olsa da Türkiye’de bütün darbeler Kürtlere karşı yapılmıştır. Beyaz Türklerin
ve devşirilen – memurlaştırılan Kürtlerin korkusu daima özgür Kürtler olmuştur.
27 Mayıs 1960 darbecilerinin darbe günü verdikleri demeçler
biliniyor. Bir subay 27 Mayıs sabahı ilk iş olarak Silvan’ın en yüksek yerine
çıkıp büyük bir Türk bayrağı çekmişti. Eğer darbe olmasaydı belki de şimdi bu
Türk bayrağı yerine Kürt devletinin bayrağı sallanıyor olacaktı.
1940’tan 1984’e,
Hayalet Ülke Kürdistan
Türk devleti ve egemenleri Kürtlere yönelik tarihsel
korkularını ifade ederek toplumda sürekli bölünme ve Kürt karşıtı psikolojiyi
körüklemişlerdir. Kürtler 1940’tan 1984 yılına kadar Türkiye’ye fırsat
vermişlerdir. 40 yıl Türkiye’ye karşı silahı hiç eline almamışlardır. Cılız
bazı çıkışlarla birlikte sadece ekonomik olarak bölgelerinin kalkınmasını
beklediler. Ama Türk devleti bu süre içinde iç ve diş sorunları bahane ederek
Kürtlerin özgürlük, demokrasi ve doğal insani haklarını bile görmezden geldi.
Aksine bu süreçte Kürtleri, ‘nasıl daha iyi asimile ederim’ diyerek beyaz
katliamlardan geçirdi. Kısmen başarılı olduğu da, bugün PKK’ye “silah bırakın
diyen Kürtlerden anlaşılıyor. O günkü durumlarını bugünle kıyaslamaktan bile
aciz olan bazı “Kürt aydınları ise geçmişten gereken dersi çıkarmamış olsa
gerek Kürtlerin silah bırakmasını birinci talep olarak öne sürmektedir! Bunu
talep edeceğine, varsa PKK’den daha farklı hedefleri çıkıp Türk devletinden
onları istesin! Örneğin “ben bağımsız Kürt devletini istiyorum desinler, bunun
yol ve projelerini sunsunlar. PKK ve HPG’ye karşı durmak yerine, onlardan daha
iyi ve doğru yolda olduğunu Kürt halkına kanıtlasınlar. Bahanelere oynamak Kürt
aydınlarına, örgütlerine yakışmaz. İnançlı ve çağdaş bir duruşla ölümü göze
alarak sömürgecilere karşı durmak gerek! Yoksa gerisi fasa fisodur.
Türk devleti Kürtleri savunmasız bıraktıktan sonra vampir
gibi dişlerini geçirip kanının son damlasına kadar emmenin gizli ve açık
politikalarını AKP ve Erdoğan eliyle yapmaya çalışmaktadır. Eğer Erdoğan,
Kürtleri bu yönlü tasfiye eder ve Kürt Özgürlük Hareketini marjinalleştirirse
mükâfat olarak ona cumhurbaşkanı veya Türkiye’nin ilk Başkanı olmanın yolunu
açacaklardır. Türkiye 40 yıl boyunca silahsız olmalarından dolayı Kürtleri ve
Kürdistan’ı inkâr ve imhaya tabi tuttu ve talan etti. Kürtler Kürtlüklerinden
utanır hale getirildi! Artık kimse “ben Kürdüm bile diyemiyordu. Kürt ve
Kürdistan gerçeği Türkiye’de yok olmayla yüz yüze kaldı. PKK tarih sahnesine
çıkana kadar, bu böyle devam etti.
PKK çıkmadan önce cılız da olsa elit bir tabakayla sınırlı
ve sadece Kürtçe konuşmak isteyen kişilere karşı Türk devleti çok sert
müdahalede bulundu. Onları tıpkı bugünkü KCK davası gibi yargıladı ve
tutukladı. Hem de Türkiye’nin “en parlak dönemlerinde, dönemin AKP’si olan
Demokrat Parti ve Adnan Menderes zamanında bunu yaptı. O dönem üniversitede
okuyan bazı Kürt öğrencileri ve aydınları, Güney Kürdistan’a destek mahiyetinde
ve cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Kürt
karşıtı faşist düşüncelerini protesto etmek amacıyla demokratik yollardan
tepkilerini dile getiren bir bildiri hazırlayarak başbakan, cumhurbaşkanı, TBMM
başkanı, Diyarbakır baro başkanı ile ABD, İngiltere, İtalya ve Almanya gibi
bazı devletlere telgraf şeklinde çekmişlerdi. Telgrafın altındaki “Türkiye
Kürtleri ibaresi nedeniyle adeta fırtınalar kopartıldı. Güney Kürdistan’da
mücadele eden peşmerge lideri Mele Mustafa Barzani’nin başarıları karşısında
şaşıran Türkiye, hıncını Türkiye’deki Kürtlerden almak istiyordu. Türk
cumhurbaşkanı bunun üzerine Türkiye’deki Kürtlerden 1000 tanesinin idam
edilmesini ister. İlkesel olarak buna karşı çıkmayan dönemin Tayyip Erdoğan’ı
olan Adnan Menderes’i, dönemin Dış işleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu
“zorunluluktan dolayı vazgeçirdi. Fatin Rüştü Zorlu’nun “dışarıda Ermeni-Rum
meselesinden dolayı itibarımız bozulmuş, buna Kürtleri de eklemeyelim demesi
üzerine daha yumuşak bir plan yürürlüğe konuldu. “Hukukun üstünlüğü ilkesi ile
yani yargı yoluyla Kürtleri idama götürme taktiği izlendi.
15 Nisan 1959 tarihli Akşam Gazetesi’nin manşetinden
duyurulan bir haberle düğmeye basıldı. “102 üniversiteli Kürt, Kürtlük
iddiasında bulundu denilerek, çekilen telgrafın Türkiye’yi böleceği yazıldı.
Gerekenin yapılması için hazırlıklara giriştikleri bir sırada, 31 ağustos 1959
günü Diyarbakır’da yayınlanan “İleri Yurt Gazetesi nde büyük Kürt direnişçisi Musa
Anter’in “Kımıl adlı Kürtçe şiiri yayınlandı. Kürtler demokratik kanallardan
kendilerine yer açmaya ve Türkiye devletine siyasi yollardan mesajlarını
iletmenin yolunu seçmişti. Ama Türk devleti bunu affetmedi ve kabul etmedi.
Türk basını aynen bugün olduğu gibi göbekten Türk MİT’ine bağlı ve Türk
devletinin hizmetinde olan yayınlarıyla adeta Kürtler üzerinde kıyametler
kopardı. 6 Eylül 1959 tarihli Cumhuriyet Gazetesi, “Doğu illerimizden birinin
merkezinde çıkan bir gazetede anlaşılmaz sebeplerle Kürtçe bir şiir
neşrediliyor diye yazdıktan sonra, “İnsaf edelim. Bu Doğu ili İstanbul değil
ki, 20-30 gazete çıksın da insan meşgul bir gününde hepsine bakamasın. Sonra
hadi kendisi bakamadı, o il merkezinin zabıtası yok mu, adliyesi yok mu? diye
açıkça ajanlık yaparken, 19 Eylül 1959 tarihli Ulus Gazetesi ise “Bir soru da
benden: Bu gazeteye kim kâğıt veriyor diye Kürtçe şiir basan gazetenin
ekonomik olarak çökertilmesini talep etmekteydi. “Kürtçe şiir şerefimize
dokunuyor diyenlerin sayısı az değildi.
Durum Türk devletinin canını o kadar sıkmıştı ki Celal Bayar
hemen Diyarbakır Valisi’ne telefon açıp, Musa Anter’in ‘kafasının ezilmesi’ni
istedi. Hükümet, bu olaylardan sonra MİT’e emir vererek bir ‘Kürt raporu’
hazırlamasını istedi. Tutuklanması gereken kişiler için bahaneler bulunmasını,
savcı ve polislerin bunun alt yapısını hazırlayarak idam edilecek Kürtlerin
onayına şimdiden ‘evet’ demeleri kararlaştırıldı. Raporda, 1.000 ile 2.500
kişilik bir Kürt grubunun ‘tenkil’ edilmesi öneriliyordu. Celal Bayar’ın “bin
kişiyi sallandıralım şeklindeki meşhur sözünü bu öneri üzerine yaptığı
anlaşılıyordu. “Kürtlerin idam edilmesi ne prensip olarak karşı çıkmayan Adnan
Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun uyarısı ile 50 kişilik bir
idam listesi ile yetinmeye karar verdi. Yani 1950’lerde izlediği CHP karşıtı
politikalarla Kürt oylarını DP’de toplamayı başaran Bayar ve Menderes,
uluslararası konjonktürün de etkisiyle, bir öğrenci protestosu karşısında
devletin iliklerine kadar işlemiş olan Kürt düşmanlığının gereğini yapmaya
başlamışlardı. Tıpkı bugünkü AKP politikaları ve KCK operasyonu gibi! Türkiye’nin dört bir
yanındaki tutuklamalar, 17 Aralık 1959 günü başladı. Savcının tutuklama
listesinde isim yoktu! MİT kimi öneriyorsa, (şimdi ise Fethullah tarikatı ve
Erdoğan kimi öneriyorsa) 50 kişilik listeye onun adı yazılıyor ve
tutuklanıyordu. Polisin iddiasına göre Bitlis bağımsız milletvekili Ziya
Şerefhanoğlu’nun evinde üzerinde el yazması Arap harfleriyle “Kürt İstiklal
Partisi yazan birkaç sayfalık bir tüzük taslağı bulunmuş, ayrıca bazı
üniversite öğrencilerinin üzerinde ve ev aramalarında Mele Mustafa Barzani’nin
resimlerine rastlanmıştı. Fakat o dönemler Türkiye’de aktif olarak çalışan bir
Kürt örgütü ve silahlı militanları dağlarda yoktu.
Tarih Bilinci
Dermandır
Bugün Kürtlere “silahlarınızı bırakın gelin Türk adaletine
sığının diyenlere o günleri tekrar hatırlatmak gerekir. Belki “dönemler
ayrıdır diyeceklerdir. O zaman sormak gerek: Kürtlere ve gerillalarına
silahları bırakma karşılığında hangi ulusal-demokratik hak garantilerini
verebilirsiniz? Varsa böyle garantileriniz açıklayın, Kürt halkı görsün.
Kürtlerin kendi mücadele ve direniş emekleriyle elde etmiş oldukları
kazanımları, onlara bahşediyormuş gibi yapmakla çocukları bile kandıramazsınız!
Türkiye’de Kürtçe bir şiirin yayınlanması hala namlunun ucundadır! Kürtler hala
muhatap alınmadığına göre Kürtler inkâr ediliyor demektir. Bu Kürt iradesini
kabul etmemektir ve inkârcı zihniyetin devam ettiğinin bir göstergesidir.
Tutuklananlar hep TCK’nın “Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını
yabancı devletin hâkimiyeti altına koymaya veya devletin birliğini bozmaya veya
devletin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden
ayırmaya matuf bir fiil işleyen kimse ölüm cezası ile cezalandırılır diyen
125. maddeye göre yargılandılar. Bu madde Erdoğan ve AKP hükümeti döneminde
ölüm cezası yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olarak varlığını
sürdürüyor. Değişen ne o zaman? Kürtlere idam yerine ağırlaştırılmış müebbet
hapis cezası mı?
Kürt tutuklular beş ay hücrelerinde mahkemeye çıkarılmayı
beklediler. 27 Mayıs darbesi oldu. Başta Adnan Menderes ve Celal Bayar olmak
üzere önde gelen DP’liler Yassıada’ya gönderildi. Kürt tutuklular
“demokratikleşme vaadiyle iktidara gelen darbecilerin kendilerini
salıvereceğini ummuştu ama yanıldıklarını kısa sürede anladılar. Çünkü
darbeciler 26 Ekim 1960’ta çıkardıkları genel
aftan Kürtlerin yararlanmasına izin vermediler.
8 yıl süren davaların neticesinde tutuklanan birçok kişi Kürtlüğünden pişman
olmuş, çoğu umudunu ABD’ye, Avrupa’ya ya da İsrail’e bağlamış, bazıları da
devletin kolları arasına özelikle Süleyman Demirel’in eteklerine sığınmıştı.
Kürt halkıyla kader birliği yapmış çok az kişi ise bu gruplardan onurlu direnişini
günümüzle harmanlayarak getirebilmişti. Ama onların idam edilmemesinin altında
yatan diğer bir gerçek ise sürekli gözlerden kaçtı. Bu da Güney Kürdistan’da
aynı yıllarda süren peşmerge mücadelesi ve silahlı direniş olmuştur. Kürtler
kendi taraflarını seçmediklerinden ve oluşturmadıklarından dolayı sürekli
başkalarının tarafına esir oldular. Dış güçler hangi tarafı işaret etti ise o
tarafa geçtiler. Peki, dış güçleri kendi taraflarına mecbur edecek bilgi,
yetenek ve demokratik ulusal birlik cesareti neden oluşturulamadı? Niye şimdi
yapılamasın? Güney Kürdistan yönetimi bu sorumluluğun ne kadar bilincindedir?
Kürtler 1970’lerde aynı tarzda demokratik ulusal
sorunlarının halledilmesini Türkiye’den beklediler. Devlet ise sadece ‘kültürel
bağımsızlık’ talepleriyle ortaya çıkan DDKO gibi Kürt örgütlerinin taleplerini
bile yerine getirmedi, muhatap almadı. Aksine Kürtleri birbirine karşı
çatıştırmak için her türlü yol ve yöntemi kullanarak onların kendi kendilerini
tasfiye etmesinin yolunu açtı. Tıpkı bugün Güney yönetimine ve partilerine
dayattıkları “PKK ve HPG’ye karşı silahlı ve siyasal savaşa girin dayatması
gibi!
Türk solu ise Kürtlere, “Bize yardım edin, Türkiye’yi
değiştirelim, sonra sizleri düşünürüz diyordu. Tıpkı bugünkü Fethullah Gülen
tarikatının siyasi uzantısı AKP ve başbakanı Erdoğan’ın, “Orduyu
hadımlaştırayım, yedeğime alayım, sonra sizleri düşünürüz. Bugün söylediklerimi
o zaman yaparım dediği gibi!
Mehmet Botan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info
Mehmet Botan