05 Ocak 2010 Salı Saat 17:33
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
:” ”
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık, Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç’a yönelik suikast planı yapıldığı iddiasıyla kozmik odada yapılan
aramalardaki amacın, siyasal İslamcı kesimi özel harp dairesine yerleştirmek
olduğunu söyledi. ANF’ye konuşan Bayık, zaten uzun bir süredir Fethullahçıların
da özel harp dairesinin Kürtlere yönelik yürüttüğü kirli psikolojik savaşın
benzerini yürüttüğüne dikkat çekti.
*Kürt Özgürlük
Hareketi 13 Nisan’da bir “demokratik çözüm hamlesi başlattı. Ancak Türk
devletinin operasyonlar düzenlemesi ve Sayın Öcalan’ın Yol Haritası’nı
vermemesi ile başlatılan bu “Demokratik Çözüm süreci tıkandı. Bunu nasıl izah
ediyorsunuz?
-Kürt Halk Önderi ve Kürt Özgürlük Hareketi 29 Mart
seçimleriyle birlikte klasik inkar politikasının iflas ettiğini devletin de
göreceğini düşünerek bir demokratik çözüm hamlesi başlattı. Seçim öncesi var
olan fiili eylemsizlik 13 Nisan’da resmi olarak açıklanarak devlete bir
çatışmasızlık ortamının sağlanması çağrısı yapıldı.
Kürt Halk Önderi Yol Haritası hazırlayacağını söyledi. Kürt
Özgürlük Hareketi de çözüm için temel taleplerini ortaya koyarak Türk devletine
çözüm için neler yapması gerektiğini gösterdi. Artık sorunun askeri bastırma ve
direnme ekseninden çıkarılıp demokratik siyasal çözüm kulvarına girmesi
gerektiğini vurguladı.
13 NİSAN’DAN BERİ 90 GERİLLA HAYATINI KAYBETTİ
Kürt Özgürlük Hareketi 13 Nisan’da yayınladığı açılama ve
daha sonra yayınladığı deklarasyonla kalıcı çözüm için niyetini ve
kararlılığını ortaya koyarken, Türk devleti de yeni bir Kürt politikası inşa
etmeye yöneldi. Kürt Özgürlük Hareketi inkar ve imha siyasetinin iflasını
demokratik çözümle sonuçlandırmak isterken, Türk devleti ise eski amacına yeni
yöntem ve araçlarla ulaşmayı hedefleyen bir politikayı eskinin yerine ikame
etmeyi benimsedi. 14 Nisan’da Türk Genelkurmay başkanı Atatürk’ün “Türkiye’de
yaşayan herkes Türkiye halkıdır sözünü hatırlatmış, bunu söyledikten sonra da
Türkiye’de yaşayan herkes Türk milletini oluşturur diyerek inşa etmek
istedikleri yeni Kürt politikasının çerçevesini ortaya koymuştur. Daha sonraki
tüm gelişmeler bu iki politika arasındaki mücadelenin sonuçları olarak
görülmelidir.
Dikkat edilirse bu sürecin başında DTP’ye KCK operasyonu
denilen bir siyasi darbe yapılmıştır. DTP’nin yönetici ve üyelerinden
yüzlercesi tutuklanmıştır. Genelkurmay Başkanı, tek bir terörist kalmayana
kadar operasyonlar sürecek demiştir. Nitekim gerillaların yaşamını yitirmesiyle
sonuçlanan operasyonlar tek bir gün bile durmamıştır. Buradan eylemsizlik
sürecinde ordunun operasyonlarına ses çıkarmayanlara, hatta ordu fazla
operasyon yapmamış diyenlere hatırlatmak isteriz. 13 Nisan’dan bu yana 90
gerilla yaşamını yitirmiştir. Bunların çoğunluğu da ya planlı baskın ya da
pusularda yaşanan kayıplardır.
SABIRLI YAKLAŞTIK
DTP’ye yapılan operasyonlar ve bu gerilla kayıplarına rağmen
Kürt Özgürlük Hareketi sabırlı yaklaştı. Kürt Halk Önderinin Yol Haritası’nın
demokratik çözüm için çok önemli gelişmeler yaratacağına inandı. Sadece Kürt
Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı değil, Türkiye kamuoyu ve Kürt sorunuyla ilgili
her güç bu Yol Haritası’nı heyecanla bekledi.
Önderliğin Yol Haritası’nın açıklayacağının toplumda heyecan
yaratması ve Özgürlük Hareketinin demokratik çözüm hamlesi karşısında telaşa
kapılan Türk devleti, inisiyatifi Kürt Özgürlük Hareketinin elinden almak için
açılım kod adı altında toplumu kandırma ve Kürt Özgürlük Hareketini
etkisizleştirme ve tasfiyeyi hedef alan yeni bir planlamayı devreye koydu.
Açılım kod adlı tasfiye politikasını pratikleştirmek için çeşitli kesimlerin
desteğini almayı hedefleyen bir kampanya yürüttü. Önder Apo’nun herkesin
düşüncesini alarak oluşturmak istediği gerçek bir demokratik çözümün Yol
Haritası’nın siyasal gündemi belirlemesinin önüne geçilmek istendi. Böylece
AKP’nin bir çözüm politikası olduğuna inandırma ve oyalama yaparak zaman içinde
bu devlet politikasını hakim kılmayı hesaplıyorlardı.
Ancak Kürt Halk Önderinin Yol Haritası’nı sunmasıyla birlikte
Türk devletinin gerçek yüzü ortaya çıktı. Çünkü Türk devletinin demokratik
çözüm için herhangi bir kararı yoktu. Bu nedenle Kürt sorununun gerçek anlamda
çözümünü sağlamayı amaçlayan Yol Haritası’nı engelledi. Güya herkesin
düşüncesini alan ve bu konuda düşüncesini söylemesini isteyen Türk hükümeti,
Kürt sorununun çözümünde en temel aktör olan Kürt Halk Önderinin Yol
Haritası’nı Kürt halkının ve Türkiye kamuoyunun öğrenmesini engelledi. Bu Yol
Haritası onların tasfiye politikalarını altüst edecek ve bu Yol Haritası
temelinde Kürt sorununun çözümünün gelişmesi yakınlaşacaktı. Bu Yol Haritası bu
sorunun çözümüne kilit vuran kilidin açılmasının anahtarı olacaktı. Bu nedenle
el konulmuştur.
Türk devleti kendi dar aklıyla ve şovenist yaklaşımıyla Kürt
Halk Önderinin de kendi tasfiye politikalarına aldanıp destek vereceğini
sanıyordu. Ne var ki bırakın kendi politikalarına destek sunmasını, aksine Yol
Haritası’nın bu politikayı boşa çıkarıp gerçek çözümü dayattığını görünce
kamuoyu tarafından öğrenilmesini kendileri için tehlikeli gördüler.
Kürt Halkı ise demokratik çözümü sağlayacak bu Yol
Haritası’nı istiyoruz diyerek meydanları doldurdu. Önderliğin Yol Haritası’nı
kendi talepleri olarak ilan etti. Kürtler ne istiyor diyenler, Kürtlerin siyasi
iradesinin hazırladığı ve çözümün gerçekleşmesini sağlayacak taleplerini ifade
eden Yol Haritası’nın Türk devletinin elinde olduğunu bilsinler.
Kürt Özgürlük Hareketinin demokratik çözüm için 13 Nisan’da
eylemsizlik kararıyla başlattığı demokratik çözüm sürecini tıkatan, Türk
devletinin tasfiye politikası ve Yol Haritası’na el koyması olmuştur. Bu
nedenle Ağustos ayının sonundan itibaren demokratik çözüm isteyenlerle tasfiye
politikası yürütmek isteyenler arasında çok yönlü bir mücadele yaşanmıştır. Bir
süreçten söz edilecekse bunu Kürt Özgürlük Hareketi başlatmıştır. Bir tıkanma
varsa bunu yaratan Türk devletidir.
DTP ÜZERİNDE SİYASİ LİNÇ KAMPANYASI
*2009’da Sayın
Öcalan’ın barışçıl çözümün önünü açmak amacıyla yaptığı çağrı üzerine Maxmur ve
Kandil’den barış grupları da Türkiye’ye giriş yaptı. Bu grupların gelişi
ardından hareketiniz ve Kürt legal siyasetine yönelin yeni bir saldırı dalgası
geliştirildi. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Kürt Halk Önderi eski politikanın iflas ettiğini görerek
Türkiye’de gerçekten Kürt sorununun çözümünü getirecek yeni bir politikanın
benimsenmesi için yeni bir adım daha atarak demokratik çözümü dayatmak
istemiştir. Bunun için barış ve demokratik çözüm gruplarının gönderilmesini
istemiştir. Bu gruplarla çözüm niyeti ortaya konulacak ve bunlar meclise
giderek Kürt Özgürlük Hareketinin önerilerini sunacaktı. Ne var ki milyonlarca
halkın bu gruplara sahiplenmesiyle birlikte Türk devleti gerçek yüzünü bir daha
ortaya koydu. Böyle bir halka tasfiye politikasını kabul ettiremeyeceklerini
görerek öfkelendiler. Tepki, halkın bu yüksek iradesine ve güçlü duygularına
gösterilmiştir. Hükümet, devlet projesi olarak sunduğu açılım kod adını verdiği
tasfiye politikası karşısında iradeli ve eşit koşullarda çözümü isteyen bir
halk gerçeği görünce bundan ürkmüştür. Bu Kürt gerçeğini geriletmek için yeni
bir saldırı kampanyası başlatmışlardır. Kürt halkının bu duruşu geriletilmeden,
Kürtler üzerindeki yeni bir egemenliği ifade eden yeni Kürt politikasını inşa
edemeyeceklerini çok iyi görmüşlerdir.
Barış gruplarının gelmesinden sonra DTP üzerinde siyasi bir
linç kampanyası başlatılmıştır. Hatta bunu fiziki saldırıya dönüştürmüşlerdir.
Bunlar bir merkezden yönetilen saldırılardır. Mevcut Kürt halk gerçeğini bu
saldırılarla sindirmek ve kendi tasfiye politikalarını kabul ettirecek noktaya
getirmek amaçlanmaktadır.
Kürt Özgürlük Hareketine çok boyutlu saldırıların amacını
böyle görmek gerekir. Kürt Halk Önderinin ölüm çukuruna atılması da bu amaçla
ilgilidir.
*Gerilimin
tırmandırıldığı bir sırada Öcalan’ın cezaevi koşullarında da bir değişiklikler
yapıldı. Öcalan bu durumu 17 Kasım darbesi olarak değerlendirdi. Bu ne anlama
geliyordu?
-Önder Apo’ya karşı sürekli düşmanca politika izledikleri
biliniyor. Dünyada hiçbir tutsağa gösterilmeyen bir tecrit ve yıldırma
politikası izleniyor. Türkiye’deki en suçlu ve en disiplin cezası almış
tutuklulara uygulanmayan kısıtlama ve baskı Kürt Halk Önderine uygulanıyor.
Özellikle dış dünyayla ilişkisi en sınırlı düzeye indirilmiştir. Eğer siyasi
koşullar el verse bugünkünden daha fazla baskı ve kısıtlamayı uygularlar. Bugün
için el veren baskı ve kısıtlamaları son sınırına kadar uyguluyorlar.
Türkiye’de televizyon izleyemeyen ve istediği gazeteleri okuyamayan tek tutsak
Kürt Halk Önderidir. Verilen radyo ise TRT’nin tek bir kanalını çekmektedir.
Sadece bu gerçeklik bile durumun ne olduğunu göstermeye yeter. Bu yönüyle Kürt
Halk Önderi 11 yıldır ölüm ve delirtme çukurunda yaşamını büyük bir irade ve
dirençle sürdürmektedir.
KÜRT HALKINA YAKLAŞIM ÖNDERLİKLERDE SOMUTLAŞMIŞTIR
Önderliğe her zaman büyük bir kinle, ağır ceza çekmesi
gereken bir düşman olarak bakmışlardır. Eğer Kürt Özgürlük Hareketi ayakta
olmasaydı ve halk sahiplenmeseydi Kürt Halk Önderine halkı ayağa kaldırmanın
cezası olarak Türk geleneğinde olan fitil fitil burnundan getirme uygulaması
içinde olurlardı. Aslında böyle bir yaklaşım bir zamanlar Milli Güvenlik Kurulu
sekreteri olan Tuncer Kılıç tarafından dile getirilmiştir. Orada yavaş yavaş,
çeke çeke ölecek diyerek Kürt Halk Önderliği üzerinde nasıl bir zulüm sistemi
kurduklarını itiraf etmişlerdir.
Önderliğe yaklaşım politik gelişmelere göre sürekli
değişmiştir. 2005 yılında imha kararı almışlardır. 2007 yılında farkına varıp
deşifre etmeseydik yavaş yavaş verilen zehirle ölümü gerçekleştireceklerdi. Ne
var ki erkenden fark ettik. Şu andaki sağlık sorunlarından bir kısmı da o
zehirlenme girişimiyle ilgilidir. Kürt Özgürlük Hareketine görülmedik düşmanlık
içinde olan bir devletin bu Önderlik üzerinde her türlü kirli hesaplar içinde
olduğuna kuşkumuz yoktur. Bu nedenle sürekli bir duyarlılık içindeyiz. Zaten
halkımız bu duyarlılığı sürekli ortaya koymaktadır.
Kürt Halk Önderine yönelik son saldırı, hükümetin yürürlüğe
koyduğu tasfiye politikası ve bu eksende gelişen siyasal durumla ilgilidir. Önder
Apo’nun Yol Haritası devleti öfkelendirmişti. Ancak Önder Apo, açılım kodlu
politikanın tasfiye politikası olduğunu ilan edince öfkeleri daha da arttı.
Tasfiye politikasını yutturamadıklarını görünce Önder Apo’yu cezalandırma
kararı aldılar. Aslında nasıl ki Kürt sorununda bir şeyler yapıyoruz diyerek
bir tasfiye politikasını Kürtlere, iç ve dış kamuoyuna kabul ettirme çabası
yürütülüyorsa aynı politika İmralı üzerinde de yürütülmüştür. İyileştirme adı
altında ölüm çukuru iç ve dış kamuoyuna kabul ettirilmek istenmiştir. Bu
politika ve uygulama bir daha ortaya koymuştur ki Kürt Halk Önderine en ağır
biçimde cezalandırılması gereken bir suçlu olarak bakılmaktadır.
Kürt Halk Önderi bu ölüm çukurunda nefessiz bırakılıp ölüme
sürüklenmek isteniyor. Nefes sorununu da bildiklerinden hava akımının olmadığı
ve temiz havanın yeterli giremediği hücreye atmışlardır. Bunun bir öldürme
kararı olduğu açıktır. Bu uygulamalar sadece bir kişiye yapılan uygulamalar
değildir. Bu uygulamalar bir halkın Önderine bilinçli bir biçimde yapılıyor.
Kürt tarihini öğrenmiş olanlar bilir ki Kürt halkına yaklaşım en somut biçimde
Önderliklerine gösterilmiştir. Kürt halkına yaklaşım bu Önderliklerde
somutlaşmıştır. Bu gerçeği görmeden İmralı’daki uygulamaları bir bireye
gösterilmiş yaklaşım olarak göstermek ya cahilliktir ya da Türk devletinin Kürt
halkına yönelik politikalarını bilinçli bir biçimde gözden kaçırmaktır. Hele bu
Kürtler adına yapılıyorsa en hafif deyimle gaflettir.
Türkiye hala Kürtlerin varlığını tanımıyor. Kürt Halk
Önderinin belirttiği gibi Kürt halkının mücadelesi ulusal varlığını ve siyasi
iradesini kabul ettirme mücadelesidir. Hala tek millet deniliyor. Kürtler
Türklük içinde eritilmek isteniyor ve kolektif haklar kabul edilemez
deniliyorsa ortada çok açık bir varlık sorunu vardır. Bunu görmemek, Kürtleri
Türklük içinde eritmek isteyen politikaya hizmet etmektir.
Bugün Kürt siyasal ve ulusal kimliği tanınmadığı için Önder
Apo üzerinde baskı uyguluyorlar. Kürt Halk Önderinin bu mücadeleye öncülük
ederek Kürtlerin siyasal ve ulusal varlığını dayatmasının intikamını alıyorlar.
Kürt halkına yaklaşım değişmediği müddetçe bu politika ve uygulamalar
değişmeyecektir. Kürt siyasal ve ulusal varlığını gerçek anlamda kabul ettiği
an bu politika ve uygulamalar değişecektir. Kürt Halk Önderine yaklaşımla Kürt
politikası arasında doğrudan bir bağ vardır. Şeyh Sait ve Seyit Rıza’nın
arkadaşları ve yakınlarıyla birlikte idam edilmesi, o zamanki Kürt
politikasının gereğidir. Nuri Dersimi ve İhsan Nuri Türkiye dışına çıkmasaydılar
kuşkusuz aynı akıbetle karşılaşacaklardı. İran’da Kürt liderlerinin tümünün ya
idam edildiği ya da suikastlarla saf dışı edildiği biliniyor. Irak’ın da
yakaladığı tüm Kürt kadrolarını imha ettiğini sağır sultan bile duymuştur.
Kürt demokratik siyasetine, demokratik siyasi kadrolara
yapılanlar ortadayken PKK liderliğine nasıl yaklaşılacağı anlaşılır. Kürtlerin
mücadelesine öncülük eden ve örgütleyenler suçlu görülmeye devam etmektedir.
Önderlik üzerindeki uygulamaların Kürtler üzerinde egemenliği ve kültürel
soykırımı sürdürmeyi hedefleyen yeni Kürt politikasıyla ilgili olduğu
tartışmasız bir gerçektir.
*DTP’nin kapatılması,
getirilen siyaset yasakları ve 2 milletvekilinin vekilliklerinin düşürülmesini
nasıl yorumluyorsunuz?
-DTP’nin 22 Temmuz 2007 seçimlerinden üç ay sonra açılan bir
dava nedeniyle bu kapatma gerçekleşiyor. Davanın açılmasından sonra iki yıl
bekleniyor. Yani DTP grup olarak meclise girdikten kısa bir süre sonra
kapatılma davası açılıyor. Bush-Erdoğan görüşmesinden sonra, 13 Kasım’da açılan
bir davadır. Yani bu yıl yapılan tartışmalardan çok ayrı gerekçelerle kapatma
davası açılmıştır. Anlaşılıyor ki bu iki yıl içinde her zaman kapatılabilirdi.
Türk devletinin politikaları gereği ne zaman uygun bulunsa o zaman kapatma
davası görüşülecekti. Eğer 2007 Bush-Erdoğan görüşmesinden sonra Kürt Özgürlük
Hareketine darbe vurulsaydı, arkasından DTP de ya istenilen çizgiye çekilecek
ya da kapatılacaktı.
Ne var ki Kürt Özgürlük Hareketi öngörüldüğü gibi darbe
yemeyince DTP’yi açık tuttular. Kürt halkını aldatacak bazı adımlar atıp ve
işbirlikçi kimi Kürtlerin de desteğini alıp yerel seçime gidip orada yenilgiye
uğratarak hem DTP’yi hem de kazandığı siyasi inisiyatifle Kürt Özgürlük
Hareketini kuşatıp tasfiye etmeyi hedeflediler. Hatta seçimden sonra Kürt
Özgürlük Hareketini kuşatıp tasfiye etme konusunda Güney Kürdistanlı örgütlere
de rol biçmişlerdi. Nitekim devlet desteğiyle bir seçim kampanyası yürüttüler.
Ne var ki 29 Mart seçimlerinde bırakalım DTP’nin zayıflatılması, aksine daha da
güçlenerek çıkması gerçekleşti.
Referandum niteliğindeki bu seçimde devletin uyguladığı Kürt
politikası kaybetti. Bu sadece bir seçim kaybetmek değildi, aynı zamanda eski
Kürt politikasının açıkça iflasıydı. 29 Mart seçimlerinden sonra yaptıkları
değerlendirmelerde artık eski politika ve yöntemlerle Kürt Özgürlük Hareketi
karşısında başarı elde edemeyecekleri kararına vardılar. Bu çerçevede yeni bir
Kürt politikası inşa etme ihtiyacı duydular. Kürt sorununun çözümü için bir
anlam ifade etmeyen adım dedikleri bazı şeylerle politik meşruiyet yenileyip
Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye edeceklerini hesapladılar. Siyasi baskı ve
psikolojik baskıyla DTP’yi bu tasfiye politikasının parçası haline
getireceklerini sandılar. Ne var ki DTP’lilerin bu tasfiye politikalarına destek
vermemesi, varlığını bu tasfiyeye bağlamış AKP’yi öfkelendirdi. Bunun üzerine
Ağustos’tan sonra DTP’ye saldırılar arttı. DTP’liler ne konuştuysa bir
propaganda saldırısı başlatılarak DTP’liler baskı altına alınmaya çalışıldı.
Böylece geri adım attırılıp DTP tasfiyeye politikasına destek verir hale
getirilmeye ya da içten parçalanmaya uğraşıldı. Bu başarılamayınca kapatma
kararı aldılar. Böylece Kürt Demokratik Hareketi zayıflatılıp tasfiye
politikasını kabul ettirmede bir engeli daha ortadan kaldırmayı amaçladılar. Bu
yönüyle DTP’nin kapatılması siyasidir. Öte yandan DTP güçlenmiş, giderek
Kürtleri temsil eden bir demokratik güce ulaşmıştır. Mevcut devlet politikası
Kürtleri temsil edecek bir partiye tahammül etmediğinden bu tutuklamayla Kürt
halkının örgütlü, siyasi temsile kavuşması tırpanlanarak güçsüz düşürülmek
istenmiştir.
DTP’NİN KAPATILMASI HEM HUKUKİ HEM SİYASİ
Türkiye’deki anayasa ve yasalar çerçevesinde DTP gibi bir
parti her zaman kapatılabilir. Belki siyasi bir yaklaşım gösterilerek kapatmayabilirdi
çünkü kapatmak için iki yıl beklenmişse bunun nedeni de kesinlikle siyasidir.
Ancak bu kapatma aynı zamanda hukukidir. Çünkü 12 Eylül anayasası DTP gibi bir
partiyi kapatmaya cevaz vermektedir. Bu nedenle hukuki değildir demek
yanlıştır, ancak konjonktürel olarak siyasidir. Tabii ki evrensel hukuk ve
demokratik bir ülkenin hukuk mantığı açısından hukuki değildir de denilebilir.
Ama söz konusu yürürlükteki hukuksa bu hukukun demokratik karakteri olmadığı ve
demokratik bir yasal partiyi kapatmaya izin veren bir ruha ve ifadeye sahip
olduğu açıktır. DTP’nin kapatılmasının konjonktürel nedeni, tasfiyenin önünü
açmak ve bu konuda demokratik siyasi hareket üzerinde baskı yapmak içindir.
Öte yandan bu kapatma göstermiştir ki Türkiye’de özgür,
Demokratik Siyaset yapmak mümkün değildir. Devletin istediği çizgiye
gelinmediği müddetçe kapatma tehdidi devam edecektir. Tabii ki buna karşı
demokratik siyasette ısrar edilecektir. Ancak Demokratik Siyaset üzerinde ağır
baskının var olduğu bilinmelidir. Demokratik Siyaset yapanlar bu bilinçle
sabırlı, soğukkanlı, ama ilkeli ve kararlı bir biçimde demokratik siyasi
mücadeleyi yürütebilmelidirler. Türkiye’de hala Kürtler açısından demokratik
siyasi mücadeleyi kabul eden bir zihniyet yoktur. Bu konuda 1994 yılındaki anlayış
farklı biçimde sürmektedir. Kimi yöntem değişiklikleri olsa da, Kürtlerin
özgürlüğü ve demokrasisi için mücadele eden bir partiye hala Türkiye’de yer
yoktur.
Hak Par’ın kapatılmaması, Kürt Demokratik Hareketine karşı
bir zihniyet değişikliğini ifade etmiyor. Aksine Kürt Demokratik Hareketlerini
daha rahat baskı altına alma ve kolay kapatmanın argümanı olarak kullanılıyor.
İç ve dış kamuoyuna, bakın biz programından ya da Kürtlerle ilgili siyaset
yapıldığından dolayı kapatmıyoruz demek için Hak Par kapatılmamıştır. Eğer Kürt
Özgürlük Hareketi olmasaydı ve DTP güçlü bir hareket olmasaydı Hak Par da
kapatılırdı. Kürt Özgürlük Hareketi tasfiye edilirse Hak Par ya da başka bir
parti devleti zorlayacak bir tutum gösterirse derhal kapatılır. Bu açıdan Hak Par
ya da şu parti kapatılmadan Kürtlük adına siyasete izin veriliyor denilerek 12
Eylül anayasasıyla yürütülen bu sisteme kanmak, Osmanlı oyununu yutmak olur. Şu
anda devletin temel amacı gerillayı tasfiye etmek olduğundan, bu tasfiyeyi
gerçekleştirmede siyasal bir argüman olarak kullanmak için Hak Par
kapatılmamıştır.
DEVLET ARTI DEMOKRASİ
Türkiye Kürtleri siyasal ve ulusal hakları olan bir toplum
olarak kabul etmediği müddetçe Demokratik Siyaset üzerindeki baskı her zaman
sürecektir. Dolayısıyla şu ya da bu baskıyı başka nedenlerle açıklamak
Türkiye’deki siyasi sistemi görmezlikten gelmek olur. Tabii ki mücadele
ilkelerden taviz vermeden, devletin dayatmalarını kabul etmeden daha politik
tarzda sürdürülebilir. Ancak Türk devleti kendi izlediği çizgiye getiremediği
müddetçe yine kapatır. Dolayısıyla Demokratik Siyasetin, Türk devleti Kürtleri
bir toplum olarak kabul edip Kürt demokratik siyasetinin varlığını hazmedene
kadar mücadelesini bedeller ödeyerek de olsa sürdürmesi gerekmektedir.
Türk devlet sistemi baskı koyuyor ya da kapatıyor diye
mücadeleden vazgeçmek olmaz. Demokrasi ve demokratik haklar zaten her yerde
uzun, gerilimli yıllar sonrası kabul ettirilmiştir. Demokrasi mücadelesi az ya
da çok devletle bir gerilimi ifade eder. Devlet ile demokrasi güçleri hiçbir
zaman tam bir uyum içinde yan yana olmazlar. Demokrasi ancak devleti
gerilettikçe kendini daha fazla hakim kılar. Bu nedenle ne kadar çok devlet o
kadar az demokrasi, ne kadar çok demokrasi o kadar az devlet, demokrasi
mücadelesinin temel denklemi olarak ortaya konulmaktadır. Devlet artı demokrasi
biçiminde ifade ettiğimiz sistemimizde tarafların konumu durağan değildir. Biri
diğerinin aleyhine mutlaka alanını genişletmek ister. Daha doğrusu devlet
sürekli demokrasi mücadelesi karşısında kendi güçlü konumunu korumak için
gerici bir direniş gösterir. Dolayısıyla devlete uyumla demokrasi mücadelesi
geliştirilemez. Bunu derken devletle cepheden bir savaştan söz etmiyoruz.
Sürekliliği olan bir demokratik mücadeleden ve demokratik kurumlaşmasını güçlendirerek
kendisini etkili kılan bir mücadele tarzından söz ediyoruz.
AKP, PKK’Yİ TASFİYE İLE GÖREVLENDİRİLMİŞ
*DTP’nin
kapatılmasından sonra DTP meclise dönmelidir diyenler, DTP meclise döndükten
sonra başta DTP’li Belediye Başkanları olmak üzere demokratik siyaset güçlerine
“KCK operasyonu diyerek bir tutuklama kampanyası başlattılar. Bu durumu nasıl
izah ediyorsunuz? DTP’nin kapatılması arkasından gerçekleşen bu saldırıların
amacı nedir?
-KCK operasyonu adı verilen operasyon ile DTP’nin kapatılması
aynı politikanın sonucudur. AKP, PKK’yi tasfiye etme göreviyle
görevlendirilmiştir. Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye edebilirse devletin içine
girmeye hak kazanacaktır. Devlet Kürtler dışında tüm diğer muhalefetleri
sistemin içine alma ve Kürtleri bu temelde egemenliği altında tutmak istiyor.
Bunun için de devlet içine girmek isteyenlerin Kürtleri egemenlik altında
tutacak devlet politikalarına hizmetlerini göstermesi gerekiyor. Bunu da
Kürtleri örgütsüz bırakarak, Kürtlerin siyasi mücadelesini ortadan kaldırarak
yapması gerekir. Kürtlerin demokratik siyasi birikimi ortadan kalkmadan Kürt
halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini durdurmak mümkün değildir. Kürt
halkının siyasi güçleri ve örgütlenmeleri var oldukça tasfiye politikalarını
kabul ettirmek mümkün değildir.
KCK operasyonu adı altında özellikle 14 Nisan’da başlatılan
ve 24 Aralık’ta sürdürülen siyasi operasyonlar iradeli Kürt demokratik
siyasetinin kökünü kazıma harekâtıdır. 1990’lı yıllarda serhıldanlar nasıl ki
böyle bir siyasal kök kazıma harekatıyla ortadan kaldırılmak istenmişse, bugün
de siyasi bir kök kazıma harekatı yapılıyor. Onlarca ağır bedeller ödenerek
ortaya çıkarılan Kürt siyasi birikimi bu operasyonlarla ya zindanlara atılarak
ya da sindirilerek ortadan kaldırılmak isteniyor. Tam bir siyasi soykırım
yapılıyor. 1990’lı yıllarda siyasi soykırım ağırlıklı olarak cinayetlerle
yapılıyordu. Siyasetle uğraşan Kürtler bir bir ortadan kaldırılıyordu. DEP
milletvekilleri zindana atıldı. Yine binlerce politikleşmiş Kürt örgütü yardım
ve yataklık yapma iddialarıyla tutuklandılar. Böylece Demokratik Siyaset
yapanların ortadan kaldırıldığı bir sonuç yaratmayı hedeflemişlerdir. Böyle bir
toplumu kolay sindireceklerini, toplum sinince de Kürt Özgürlük Hareketini
tasfiye edeceklerini düşünmüşlerdir.
KCK operasyonlarıyla hedeflenen de 1990’lı yıllardaki kirli
savaşla hedeflenenin aynısıdır. Yöntemler değişmiş, ama amaç değişmemiştir.
Hukuki değil de bir siyasi hedef doğrultusunda bu tutuklamalar yapılmıştır. 14
Nisan siyasi saldırısından sonra hükümetin akıl hocaları ve istihbarat
örgütleri böyle bir operasyonun sürdürülmesini istemişlerdir. Ancak başlatılan
operasyonlar sürdürülürse Kürt demokratik siyasi hareketinin gücünü
kıracaklarını söylemişlerdir. Bunu televizyonlarda ve gazetelerde açıkça dillendirmişlerdir.
Belediye Başkanları ve Demokratik Siyasetçilerin tutuklandığı operasyondan
sonra bu operasyonların neden gerekli olduğunu daha açıkça dile getirmişlerdir.
14 Nisan’da DTP içindeki güvercinlerin önü açıldı diyenler, bu defa DTP
dışındaki Kürt siyasetçilerinin önü açıldı diyerek başka hangi amaçları
olduğunu ortaya koymuşlardır.
Kürtlerle dalga geçercesine bu operasyondan sonra açılım
daha iyi olacak deniliyor. Bununla tasfiyenin rahat yapılacağı söylenmek
isteniyor. Aslında operasyonun amacının ne olduğunu daha açık ortaya koymuş
oluyorlar.1990’lı yıllarda Kürt demokratik siyasetini ve Kürt halkını sindirip
Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye ederek inkar ve imha politikasını sürdürmek
isteyenler, bugün de Kürt demokratik hareketini veya halkı sindirerek inşa
edilen yeni Kürt politikasını kabul ettirerek tasfiye amacını pratikleştirmek
istiyorlar.
Görüldüğü gibi devletin ve hükümetin politikası
değişmemiştir. Kürtler bir toplum olarak kabul edilmediği için demokratik
örgütlenmelerine ve demokratik güç olmalarına izin verilmiyor. Kürtler bir
ulusal topluluk olarak kabul edilip bu temelde Kürt sorunu demokratik çözüme
kavuşturulmadığı müddetçe bu politikalar yöntem değiştirse de devam edecektir.
Bu politikalar neden yapılıyor diye anlamayanlar gerçeğin böyle olduğunu
bilmelidirler. DTP şunu söyledi, bunu söylemedi denilerek kapatılıyor,
yöneticileri siyaset yapmaktan alıkonuyor. Anayasa mahkemesinin veremediği
tutuklama kararını da savcı ve polisler yapıyor. KCK operasyonu adı altında hem
seçimle iş başına gelmiş yöneticiler hem de Demokratik Siyasetçiler
tutuklanıyor. Bunların yanında çeşitli sivil toplum örgütleri içinde demokrasi
mücadelesi yürütenler de tutuklanarak toplum örgütsüz kılınmaya çalışılıyor.
Bu operasyonlarda da görüldüğü gibi siyaset yapma özgürlüğü
olmadığı gibi, örgütlenme özgürlüğü de yoktur. Siyaset yapma ve örgütlenme
özgürlüğünün olmadığı yerde demokrasiden söz edilemez. Böyle bir yerde de daha
etkili ve farklı yöntemlerle mücadele etme koşulları ve ihtiyacı var demektir.
Türkiye’de siyaset de demokratik örgütlenme de Kürtler için yoktur. Kürt
halkının temel siyasi ve ulusal hakları için mücadele verildiğinde bunun
karşılığı tutuklanma olmaktadır. İradeli ve özgür Kürt’e karşı soykırım
yapılıyor. Eğer Türk devletinin tasfiye politikasına destek olunursa ya da Kürt
Özgürlük Hareketini zayıflatma ve tasfiye politikasına dolaylı ya da dolaysız
kullanılan bir konumları varsa o Kürtlere yaşama imkanı vardır. Bunun dışındaki
tüm Kürtler siyasi soykırım içine alınması gereken Kürtlerdir.
Bu operasyonlar bir demokratik çözümün değil de bir tasfiye
politikası olduğunu çıplak bir biçimde gözler önüne sermiştir. Bu açıdan
DTP’lilerin tasfiye politikası var demeleri tamamen gerçeği ifade etmektedir.
Bu kadar tutuklanma ve siyasi baskıdan sonra hala açılımdan söz etmek ya aptal
olmakla ya da devlet ve hükümet katında sağlanan bir çıkarla izah edilebilir.
Bu kadar ağır saldırıdan sonra bazılarının hala Kürt Demokratik Siyasetine
tasfiye yok bu nedenle hükümetin açılım politikasını destekleyin demeye cüret
etmeleri ve bunu pişkince söylemeleri hiçbir söze yer bırakmayacak kadar bir
kirli ilişkinin ve tasfiye konseptinin varlığını göstermektedir.
KÜRT ÖZGÜRLÜK HAREKETİ KARŞITI BİR OLUŞUM KURMA ÇABASI
*Son operasyondan
sonra televizyon ve gazetelerde DTP geleneğine karşısında yer alacak başka bir
Kürt partisinin çıkması isteniyor. Özellikle hükümet yandaşı basın, Kürt
demokratik hareketine karşı yeni bir Kürt oluşumun ortaya çıkması gerektiğine
işaret ediyor. Kürt demokratik hareketini bölme çabaları bir sonuç verir mi?
-Devlet önceleri bir taraftan Kürdistan’da AKP gibi
partileri güçlendirmek, diğer taraftan DTP geleneğindeki partiler içinde
bölünme yaratmayı hedefliyordu. AKP Kürdistan’da güçlenirse Kürt halkının
demokrasi ve özgürlük mücadelesini sınırlandıracaklarını düşünüyorlardı. DTP
içinde bölünme yaratırlarsa Kürt halkının mücadelesini zayıflatmış olacaklardı.
Ne var ki 29 Mart’ta görüldüğü gibi AKP tüm desteğe rağmen Kürdistan’da etkili
kılınamadı. DTP üzerindeki siyasi baskılar sonuç vermedi. Bu amaçlarına
ulaşmayınca öngördükleri yeni Kürt politikasını kabul ettirmenin siyasi
koşullarını bulamadılar. Kürt Özgürlük Hareketini zayıflatmayı amaçlayan bu
hesapları tutmayınca bu defa Kürt Özgürlük Hareketi karşıtı yeni bir oluşum yaratma
ya da Kürtler arasında parçalanma ortaya çıkarma çabası içine girdiler.
Şimdiye kadar kendisine Kürt’üm diyen işbirlikçi Kürt’ü bile
tanımayan Türk devleti, şimdi işbirlikçilik yaparsa Kürt’üm demeyi sakıncalı
bulmadığı gibi, Kürt Özgürlük Hareketinin karşısına yeni bir oluşum çıkarmak
için gerekli görmüştür. Bu politika Türk devletinin istihbarat örgütleri
tarafından önerilmiş, hükümet de bunu onaylamıştır. Şimdi başta hükümet yandaşı
basın olmak üzere tüm basın ve demokratlıkları, liberallikleri Kürt’e gelince
biten çevreler böyle bir oluşum yaratmak için seferber olmuşlardır. Düne kadar
DTP karşısında AKP’yi güçlendirmek isteyenler, AKP bölgede güçlendi deyip bunu
Kürtlerin bölücülüğe destek vermemesi biçiminde yorumlayanlar, şimdi söylemi ne
olursa olsun Kürt Özgürlük Hareketini zayıflatan bir parçalanma yaratmayı can
simidi olarak görüyorlar. Bunun ne anlama geldiğini artık Kürtler çok iyi
biliyor. Bunun bir Kürt sevgisi olmadığını, aksine Kürtlerin mücadelesini
zayıflatmak ve devleti rahatlatmak için yapıldığını çok az politik bilinci
olanlar bile anlamaktadır.
Kürtler tarihlerinde hep bölünüp parçalanarak zayıflatılmış
ve bu temelde üzerlerinde egemenlik kurulmuştur. Kürtlerde bu parçalanmışlık
hep bir ulusal yara olarak acısı her gün ve derinden hissedilmiştir. İlk defa
PKK bütün bölgeleri, tüm mezhepleri, tüm aşiretleri bir araya getiren, hatta
dört parçadaki Kürtler arası birlik bilincini geliştiren bir siyasi hareket
geliştirmiştir. Zaten sömürgeci egemenlik altında tutulan, siyasi ve ulusal hakları
gasp edilen halklar ancak ulusal ve siyasi birliklerini sağladıkları taktirde
özgürlük ve demokrasi mücadelelerini geliştireceklerini bilirler. Bu tür
konumda olan halklar için ulusal birlik bilinci ve bu temelde siyasi birlikler
yaratmak özgürlük ve demokrasinin kanunu haline gelmiştir. Bu nedenle bu tür
halklar ve ulusların en önemli siyasi amaçları böyle bir birlik yaratmak
olmuştur. Hele Kürtler gibi sürekli parçalı kalan ve bu parçalılıkları
nedeniyle egemenlik altında tutulan bir halk için birlik daha da önemli bir
hedef olmuştur.
Kürtler bunu 1990’lı yıllarda ortaya çıkan Kürt demokratik
hareketleri etrafında toplanarak sağlamaya çalışmıştır. Bu açıdan HEP’ten
DTP’ye süren gelenek tarihsel bir rol oynamıştır. Kürtleri Kürtlük bilinciyle
Demokratik Siyaset etrafında toplamak çok önemli bir gelişmedir. Günümüze
geldiğimizde Kürtlerin birliklerine önem vermeleri ve güçlerini bir parti
etrafında birleştirmeleri onların acılarla kazandığı tarihsel bilincin bir
ifadesi olarak görülmelidir. Kürtlerin acılarını yaşamayanlar Kürt halkının bu
konudaki hassasiyetlerini de anlayamazlar. Son yerel seçimlerde Kürt Demokratik
Hareketinin Kürdistan’ın önemli alanlarında yerel yönetimleri kazanması,
Kürtlerin ulusal demokratik bilincinin geliştiği düzeyi gösteriyor.
DTP’nin yarattığı birlik önemli bir düzeydir ancak bunu da
yeterli görmemek gerekir. Kürtlerin daha büyük bir kesimini demokrasi ve
özgürlük mücadelesinde birleştirmek gerekir. Yeni kurulan partinin bunu
başarmada daha fazla bir çaba göstereceğine inanıyoruz. Bir halk kendini
özgürleştirmek istiyorsa güçlü bir örgüt ve bu örgüt etrafında kapsamlı bir
birlik yaratması gerekir. Bu örgütlenmeyi ve birliği kim sağlarsa ister istemez
o örgüt ve o halk içinde en güçlü hareket olacaktır. Bunu da Kürdistan’da PKK
sağlamıştır. Bu mücadele halk serhıldalarını ortaya çıkararak güçlü bir
demokratik mücadelenin, dolayısıyla Demokratik Siyasetin önünü açmıştır. Bu
Demokratik Hareket Kürt halkının demokrasi ve özgürlük mücadelesini en zor
koşullarda ve en sınırlı örgütlenme imkanlarıyla yürütmüştür. Bunun için
dünyanın hiçbir demokratik siyasi hareketinin ödemediği bedeller ödemiştir.
Kürt halkının siyasi ve ulusal demokratik haklarını kazanması için her türlü
baskıya göğüs gererek halkın mücadelesini demokratik siyasi alanda yürütmeye
çalışmıştır.
Şimdi bu hareket etkisizleştirilip bölünmek isteniyor. Kürt
Özgürlük Hareketine karşı çıkmadığı, Kürt Özgürlük Hareketiyle karşı karşıya
gelmediği için suçlanıyor, kapatılıyor. Bu nedenle psikolojik savaş merkezi
tarafından üzerinde ideolojik ve siyasi baskı yaratılıyor. Kürt Özgürlük
Hareketine karşı çıkmadığı, gerilla eylemlerini terör eylemleri olarak görüp
karşı çıkmadığı müddetçe bu baskı sürecektir. DTP doğru yapmıyor, Kürt Özgürlük
Hareketiyle arasına mesafe koymuyor dedikleri şey, Kürt Demokratik Hareketinin
gerillayı, dolayısıyla Kürt Özgürlük Hareketini bir terör örgütü olarak
görmemesidir. Bu konuda devletin politikası doğrultusunda hareket etmemesidir.
İradesi yok, PKK’nin dediğinin dışına çıkmıyor diyerek
kışkırtmaya ve provoke etmeye çalışıyorlar. Aslında tüm dertleri gerilla
direnişini zayıflatarak kendi politikalarını Kürt halkına, tabii ki Kürt
demokratik siyasetine kabul ettirmektir. Yoksa Kürt Demokratik Hareketi kadar
iradeli ve demokratik duruşlu siyaset yürüten başka bir güç yoktur. Bu iradeli
duruşu da, demokratik ve özgürlükçü siyaseti de Kürt halkının gücüne dayanarak
yapmaktadırlar. Eğer böyle bir tabana dayanmasaydı ve iradeli duruş olmasaydı
şimdiye kadar çoktan diz çöktürülürdü. Bu gerçek de ortaya koymaktadır ki
Türkiye koşullarında demokratik ve özgür duruşlu siyaset ancak toplumsal bir
tabana dayanılırsa yapılabilir.
Eğer Demokratik Siyaset yapmak ve özgür duruşlu olmak
gerillanın direnişine karşı çıkmak gerilla direnişinin tasfiyesinde bir aktör
olmak Kürt Özgürlük Hareketi ile karşı karşıya gelmekse böyle sözde özgür
duruşu Kürtler kabul etmeyecektir. Hiçbir Kürt uğursuz bu oyuna gelmeyecektir.
Kürt sorununun çözümünde engel olan bir şey varsa o da Türk devletinin Kürtleri
bir ulus olarak tanımamasıdır. Kürtlerin siyasi ve ulusal hakları tanınmadığı
için Kürtlerin çok boyutlu direnişi ve Meşru Savunması sürmektedir.
AKP YANDAŞI MEDYA
Çoğulculuk ve demokrasi adına Kürt demokratik hareketi
bölünmeliymiş! Bunu da en çok AKP yandaşı basın yapıyor. AKP birçok eğilimi
içinde barındırırken, Türkiye’de bugünkünden daha fazla bir siyasi güce
ulaşmayı hedeflerken, Kürdistan’da bile en büyük güç olmak için çaba
gösterirken Kürt Demokratik Hareketinin bölünmek istemesinin çoğulculukla ve
demokrasiyle alakası olmadığı açıktır. Kürt sorunu gibi bir sorununun karakteri
nedeniyle doğru bir çözüm ve mücadele ortaya konulduğunda halkın parçalı
durması değil de tüm toplumsal katmanlarıyla, hatta farklı siyasi
düşünceleriyle böyle bir çözümün arkasında durması gerekmektedir. Kürtlerin bir
varlık yokluk mücadelesi verdiği tartışmasızdır. Kendileri ulusal kurtuluş
mücadelelerini sağıyla, soluyla, İslamcısıyla, tüm inançlarıyla birlikte verdik
derlerken, Kürtlerin varlık mücadelesi verdiği bir durumda demokrasi adına
Kürtlerin parçalanmasını istemek, Kürtlerin ulusal varlığını tehdit edenlerin
stratejisinin sol, liberal ya da sözde Müslüman ayağı olmaktan başka bir anlam
taşımaz.
“Biz operasyon yaptık diğer Kürt siyasetçilerinin önünü
açtık demek kadar utanmazca ve alçakça bir şey olamaz. Bunu söylemek sadece
DTP’lilere değil, tüm Kürtlere hakarettir. Hala Kürtlerin varlığını, ulusal ve
siyasi haklarını reddeden, toplumsal haklar vermem, farklı bir ulus yaratacak
haklar tanımam diyen bir devlet, Kürt Demokratik Hareketine operasyon yapacak
ve başka Kürtlerin önünü açacak! Bu söylem, tüm Kürtleri aptal yerine
koymaktır. Tam da egemen ulus zihniyeti! Hiçbir onurlu Kürt böyle bir yaklaşımı
kabul etmez. Bu operasyonlarla hiçbir Kürt’e demokratik siyasetin önü açılmaz. On
yılların birikimiyle ağır bedeller ödeyerek demokratik mücadele veren ve bir
siyasi birikimi ortaya çıkaran hareketi tasfiye etmek, olsa olsa Kürtler için
Demokratik Siyaset imkanlarını ortadan kaldırmak olur. Bunu başka Kürtlerin
önünün açılması olarak izah etmek, Kürtleri aptal ve zavallı gören egemen ulus
zihniyetinin utanmaz bir cüretidir.
Bu egemen ulus zihniyetinde olanların bilmediği bir şey var.
O da Kürtlerin tarih içinde birlik olmamanın ve parçalı durmanın acısını ve
utancını yaşamış bir halk gerçekliği olduğunu anlamamaktır. Bu halkın binlerce
yıllık edindiği en büyük tecrübe parçalı olmaktan kaçınmasıdır. Belki de en
büyük kazancı bu acılardan edindiği birlik bilincidir. En büyük Kürt ozanı
Ahmedê Xanê bile Kürtlerin bir siyasi güç olmamasının acısını hissetmiştir. Mem
ile Zin’in birleşmesini engelleyen Beko en kötü Kürt figür olarak tarihe
geçmiştir. Mem û Zin, Ahmedê Xanê’nin Kürtlerin birleşme özlemini bu destanda
dile getirmesidir. Bu nedenle Kürtler Kürtleri demokrasi ve çoğulculuk adına
parçalama söylemlerine sadece gülüp geçmiyorlar, aynı zamanda öfkeleniyorlar
da.
Kürtler hem kendi tarihlerinden hem de çevresindeki
halkların mücadelesinden parçalanmanın ne kadar kötü olduğunu görmüşlerdir.
Herkes şunu bilmelidir ki, bugün Kürt toplumu Türkiye toplumundan daha
demokratik ve ileridir. Türkiye’deki demokrasi mücadelesini ve oluşan birikimi
küçümsemiyoruz, ama bugün Kürtlerin bu alanda her bakımdan Türkiye’den daha
ileri olduğu inkar edilemez bir toplumsal gerçekliktir.
Bir toplumda demokratik kültür olup olmadığı, farklılıkların
haklarını tanımayla ölçülmelidir. Kürtler, bütün baskılara rağmen hala bölge
halklarıyla birlikte yaşamak istiyorsa, en ağır acıları bile unutabileceğini
söylüyorsa bu, Kürtlerde gelişen demokratik bilincin sonucudur. Örgütlenme
bilinci ve haklarını arama düzeyi de bir toplumun demokratik olup olmamasında
temel bir ölçüttür. Kürt halkı en ağır baskılara rağmen ulusal ve siyasal
haklarını talep etme mücadelesinden vazgeçmiyorsa, bu kazandığı demokratik
irade ve bilincin soncudur. Günümüzde en başta da kadınların örgütlenme ve
mücadele düzeyi bir toplumun demokratikleşme ölçütüdür. Türkiye’de hala
kadınların siyasette yeri çok sınırlıdır. Ama Kürt toplumunda kadın artık
siyasetin her yerindedir. Toplumsal mücadelelerinin öznesi haline gelmiştir.
Tüm bu konularda Kürt toplumunun ileri olduğu kesindir. Sömürgeci baskıyı en
ağır yaşayan bir toplumun bu düzeyi yakaladığı düşünülürse, bu demokratik
gelişmenin değeri daha da iyi anlaşılır.
Kürt analarının demokratikleşme bilinci bile Türkiye’deki
emsallerine göre çok gelişkindir. Kaldı ki Türkiye’deki demokratikleşme bilinci
egemen ulus kompleksi tarafından zehirlenmiştir. Bu yönüyle Kürt halkının
Özgürlük Mücadelesi aynı zamanda Türkiye’yi demokratikleştirme ve özgürleştirme
mücadelesidir. Sözüm ona bir Kürt aydını ezilmişliğin psikolojisiyle Türkiye’ye
demokrasiyi Türkler getirecektir Kürtlerden bunu beklemek yanlıştır, demiş.
Kendi toplumunu küçümseyen ya da egemen ulus çevrelerine kendini yarandırmaya
çalışan bu zat en başta kendi toplum gerçeğinden kopmuştur. Kürt toplumunun
yaşadığı dinamizmi ve ulaştığı demokratikleşme bilincini çeşitli duygularla
görmezlikten geldiği anlaşılmaktadır.
Bu zata göre Kürt Demokratik Hareketi ve Kürt halkı çok ağır
bedeller ödeyerek demokrasi mücadelesi vermiyor. Herhalde ona göre Kürtler
çelikçomak oynuyor. Halbuki başka bir yerde kesintisiz süren böyle bir halk
hareketinin toplumu ve değerlerini değiştirdiğini, demokratik ve özgür yaşam
için çok elverişli bir toplumsal gerçeklik ortaya çıkardığı söylenirdi. Ne
diyelim aynı köyden peygamber çıkmazmış. Kürtlerin üzerinde o kadar bir
ideolojik hakimiyet kurulmuş ve psikolojik savaş yürütülmüş ki kendini aydın
gören bazıları bile kendi toplumunun büyük demokrasi mücadelesini vereceğine inanamaz
hale gelmiş!
Bugün Kürtler Ortadoğu’da demokrasinin en temel gücüdür.
Amed de Ortadoğu’da demokrasinin merkezidir. Kürtler kendi
demokratikleşmelerini geliştirerek, buna dayanarak mücadele vererek tüm
ülkeleri de demokratikleştirme mücadelesi vermektedir. Herhalde bu zat da
Kürtlere akıl ve demokrasi dersi veren egemen ulus zihniyetinin ideolojik ve
siyasi saldırısı altında kalmış ya da bu çevrelerin kendisini keşfetmesinden
memnun olmuş!-ANF
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info