31 Aralık 2009 Perşembe Saat 22:14
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
:” ”
PKK’nin Tasfiyesi
İçin “İyi Şeyler Olacak !
29 Mart seçim sonuçları birçok kesimi harekete geçirmişti.
ABD’nin yeni başkanı Obama’nın, ilk Ortadoğu ziyaretini, Kürt Özgürlük
Hareketinin seçim zaferinin hemen sonrasında Türkiye’ye yapmış olması dikkat
çekmişti. DTP eş başkanı Ahmet Türk’le yaptığı görüşme ardından Irak’a geçerek
orada Güney Kürdistanlı Kürt siyasetçilerle bir araya gelmesi, her ne kadar
olumlu gibi algılansa da hemen ardından DTP’ye yapılan “KCK operasyonu nun bu
ziyaretten bağımsız olmadığı daha iyi anlaşılmıştır. Kürt varlığı meşruluk
kazanırken onun legal alandaki temsilcisi DTP’ye yönelik darbeyi onaylayan
tutumu tasfiye konseptinin ABD merkezli planlanıp yürütüldüğünü göstermiştir.
AKP’nin ‘Kürt açılımı’ adını verdiği esasında PKK’nin
tasfiyesi olarak deşifre edilen planı, Obama’nın Türkiye ziyareti ardından
start alması dikkat çekicidir. Atlantik konseyinin önerileri bir bir
uygulanmaya başlanmıştır. AKP hükümeti, devletin birçok organı ve yazılı-görsel
medya bu sürecin başarıya ulaşması için yoğun bir çaba içerisine girdi. TC
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’de, AKP hükümetinin ‘açılım’ politikalarına destek
veren sözler sarf ederek “iyi şeyler olacak açıklamasını yapmıştı. 80 yıllık
Kürt inkarının tabusu yıkılmış, “Kürt vatandaşlarımız cümleleri kullanılmaya
başlanmıştı. Kürt inkârından artık vazgeçilmişti. Fakat inkar politikası
iradeli ve örgütlü Kürt için hala geçerliydi. Sisteme dahil edilmiş, teslim
alınmış Kürt kabul ediliyordu.
İnkar politikalarına rağmen ortaya çıkan bu tablonun kalıcı
bir barışa evirilmesi için KCK yürütme konseyinin, 1 Haziran’a ardında da 1
Eylül’e kadar uzattığı eylemsizlik kararı çözüm ve barışta kararlılığın bir
göstergesiydi. Sorunu muhataplarıyla çözmek için fırsatların önünü açmıştı.
Çatışmasızlık kararını alan gerillaya karşı aralıksız
sürdürülen askeri operasyonlar, DTP’ye ve Kürt halkına yönelik katliam boyuna
ulaşan saldırılar AKP’nin maskesini düşürmeye yetti. AKP hükümeti, soruna köklü
bir çözüm aramak yerine, zamana yayan, göstermelik bazı hakları bir lütufmuş
gibi açılım adı altında yutturma gayreti içerisine giriyordu. Kürt sorununu çözme niyetinin olmadığını,
asıl amacın ‘PKK’nin tasfiyesi’ olduğu söylemlerini dile getirmeye başladı.
“Milli birlik çabalarına dönüşen “açılım , milli birlik
duygusuyla Kürtlere karşı, Türkiye şehirlerinde linç kampanyasına dönüştü. Mardin’in Zangırt köyünde korucu terörü
sonucunda 44 kişi öldürülerek, olay PKK’nin üzerine atılmak istendi. Tüm bu
katliamların PKK’nin güçlendiği, hamle yaptığı, kitle desteğini arttırdığı
dönemlerde gerçekleşmesi dikkat çekmektedir. Katliamlarla verilen mesaj açıktı.
PKK’nin önü kesilmeli, tasfiye edilmeliydi.
Bunun için her bir partiye, devletin kurum ve kuruluşlarına,
kendilerine bağlı sivil toplum kuruluşlarına ve medyaya ayrı ayrı roller
verildi. Her kes rolünü oynadığı sürece Kürt Özgürlük Hareketi, DTP ve Güney
Kürdistan’da dahil diğer parçalardaki Kürtler topyekûn teslim alınarak
iradesizleştirilecekti. CHP ve MHP’ye AKP karşıtlığında kriz oluşturma görevi
verilmişti. AKP’nin “açılımı hedef alınarak Kürtlerin desteği AKP’ye
yönlendirilecekti. İyi polis-kötü polis oyununda AKP kazandırılan taraf
olacaktı. Bu şekilde AKP’nin Kürdistan’da güçlendirilmesi sağlanacaktı. Bu
görevin en hassas noktası elbette, AKP’nin teslim aldığı medya yoluyla
yapılacaktı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bu durumu: “CHP ve MHP’yi konuşturan güç- merkez ile
AKP’yi konuşturan güç-merkez aynıdır. İkisi de aynı yerden yönlendiriliyor
sözleriyle özetlemişti.
Tasfiye sürecinin aktörleri arasında işbirlikçi Kürtlerde
katılmıştır. AKP’nin işbirlikçi Kürtleri tek tek bütün televizyonları dolaşarak
AKP adına çığırtkanlık yapmışlardır. Keklik soylu bu işbirlikçiler, kendilerine
ezberletilenleri AKP ağzıyla dillendirmişlerdir. Kemal Burkay, İbrahim Güçlü,
Mehmet Metiner gibi kendi halkına ihanet eden keklik soyluların, AKP’nin
açılımına destek vermeleri, “PKK ve Öcalan karşıtı,-iftiraya varan sözleri
tasfiyenin bir parçası olarak gündemde tutulmuştur.
TC devletinin bütün kurumlarıyla çözümsüzlükteki ısrarı,
yalan ve kandırmaya dayalı politikalarına karşı Kürt Halk Önderi Abdullah
Öcalan barış için ortaya koyduğu çözüm haritası, tıkanan sürecin açılması için
büyük bir şans yaratmıştı.
Kürt halkının Önderi Öcalan’ın barış haritası Kürt halkı
açısından bir umut yaratırken TC devleti açısından tam bir hayal kırıklığıydı.
Barış haritası TC devleti ve AKP’nin tüm planlarını bozmuştu. Her atılım
sürecinde olduğu gibi yine ilk tepkiyi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül gösterdi.
“İmralı’yı unutun sözleriyle linç kampanyası ve saldırıların fitilini
ateşledi. AKP hükümeti, barışın yol haritası kamuoyuna açıklanmadı ama Kürt
Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yol haritasında belirttiklerini kendi tasfiye
planları için kullanmaya başladı. Barış çabaları ve umutları devlet terörüyle
durdurulmaya, sabırlar zorlanmaya başlandı. Başta çocuklar olmak üzere,
gözaltına alınanlara ağır hapis cezaları verilerek şiddet yaygınlaştırılmaya
çalışıldı. “PKK halktır halk burada sloganlarıyla sokaklara dökülen binlerce
Kürdü açıkça tehdit eden TC Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreteri Tümgeneral
Ferit Güler, “TSK’nin bölücü terör örgütü ve yandaşlarıyla mücadelesinin son
terörist etkisiz hale getirilinceye kadar süreceği yönündeki açıklaması, devletin havuç-sopa
politikasını en iyi şekilde uyguladığını göstermişti. AKP’nin demokrasi, barış
ve açılım sözleriyle süslediği tasfiye ve imha çabalarının açığa çıkması,
devletin diğer karanlık yüzünün de açığa çıkmasını sağlamıştı.
Kürdistan’ın birçok bölgesi “yasak bölge kapsamına alındı.
Hatta buna Şırnak ve Hakkari şehir merkezindeki mahalleler bile eklendi.
Kürdistan sınırlarına 168 yeni karakol yapımı için çalışmalar başlatıldı.
Askeri amaçlı olduğu kabul edilen baraj ve yollar inşa edilmeye başlandı.
Gerillaya yönelik operasyonlara hız verildi. Savaş hazırlıkları bununla da
sınırlı kalmadı. ABD’den icazet alan Tayip Erdoğan, 17 Ekim’de sona eren “sınır
ötesi operasyon tezkeresi ni meclise getirerek AKP, CHP ve MHP tarafından
oylanarak kabul edilmesini sağladı. Barış için bir araya gelmeyenler, savaş söz
konusu olduğunda bir araya gelebilmesi hayli düşündürücü olmuştur.
Savaş karşıtı cephenin güçlenmesinin bir başka nedeni de
Türkiye demokrasi güçleri ve örgütlerinin parçalı duruşu ve süreç karşısında
bir irade gösterememeleridir. Bu durum TC devletinin Kürtlere karşı katliam ve
tasfiye politikalarına cesaret veren yaklaşım olarak öne çıkmıştır.
Savaş Çanlarına Karşı
Barış Elçileri
TC devletinin savaşa ve imhaya dönüştürdüğü süreç, Kürt Halk
Önderi Abdullah Öcalan’ın devreye girmesiyle bir kez daha boşa çıkartıldı. Kürt
Halk Önderi Abdullah Öcalan, tıkanan barış sürecinin önünü açmak için Kandil,
Maxmur ve Avrupa’dan barış gruplarının gelmesini isteyerek yeni bir sürecin
başlamasını sağladı. Bu çağrı üzerine Kandil ve Maxmur’dan Türkiye’ye barış
elçileri olarak giden 34 kişilik grubu Kuzey Kürdistanlılar 1 milyon kişi ile
karşılamıştı. Kürt halkının barış elçilerini karşılarken gösterdiği irade,
barışa duyulan özlemin ve barışta ısrarın bir göstergesiydi. Öcalan’ın ve
PKK’nin barış sürecinin muhatabı olduğunun bir referandumu niteliğindeydi
Barış elçilerinin gelişine ilk başta “olumlu bir gelişme
şeklinde yanıt veren TC devletinin Cumhurbaşkanı ve AKP hükümeti, tasfiye
planlarını devreye sokmak isterken, barış elçilerinin gelmesi ve onların
milyonlar tarafından karşılanmasından büyük korku duydular. İlk başta yapılan
açıklamaların yerini saldırgan, provokasyona yol açan “şov, kışkırtma, tahrik,
şark kurnazlığı, samimiyetsizlik, başa döneriz, hesabını sorarız sözleri aldı.
Devletin bütün ağızlarıyla yapılan bu açıklamalar, Kürtlere
karşı ırkçı-şoven saldırılarında tetikleyicisi olmuştur. Türkiye şehirlerinde
Kürtlere karşı linç girişimlerinde bulunuldu. DTP binaları ateşe verildi.
Sokaklarda ırkçı-şoven gösteriler yapılmaya başlandı.
34 kişilik barış elçilerinin gelişi ardından AKP’nin
“demokratik açılımın esas rengi de açığa çıkmıştır. Bu açılımın demokratik
değil demokrasi ile cilalanmış Kürt inkar ve imhası olduğu deşifre edilmiştir.
“Açılım (Tasfiye)’da Güney Kürdistan’la Yola
Devam…
Kürdistan’da beklediği açılımı (tasfiyeyi)
gerçekleştiremeyen, AKP hükümeti, ‘açılım’ için “yola devam derken, dış politika ayağını da devreye
koydu. İran, Irak, Suriye ve Rusya’yı da içine alacak şekilde diplomatik
seferler başlatıldı. Dış işleri bakanı ülkeler arasında mekik dokumaya başladı.
“Kürt açılımı nın koordinatörü, aynı zamanda ABD, Türkiye, Irak ve Güney
Kürdistan hükümetinin dahil edildiği PKK’ye karşı 4’lü koordinasyonun
koordinatörü Beşir Atalay’da bu diplomasi trafiğine dahil oldu.
Bakanlar düzeyinde Güney Kürdistan’a yönelik ziyaretler
yapılmaya başlandı. İlk ziyaret TC dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından
yapıldı. Hewler’de Güney Kürdistan hükümeti yetkilileriyle görüştü. PKK’nin tasfiyesi için Güney Kürdistan
yönetiminin desteği bir kez daha istendi. Buna karşılık Hewler’de konsolosluk
açacaklarını, ticari-ekonomik ilişkileri geliştirecekleri vaatlerinde
bulunarak, Güney Kürdistan’ı resmen tanıdıklarını beyan etmişti. Ahmet Davutoğlu,
Güney Kürdistan’a yönelik ziyaretini, Kandil’i tasfiye için Kuzey Irak
yönetiminin desteği çok önemli olduğunu, bu temelde “bir taşla 1–2 kuş değil
5–6 kuş vurduk sözleriyle değerlendirmişti.
Güney Kürdistan hükümeti, AKP’nin artık açıkça dile getirdiği,
“açılımla PKK’yi tasfiye edeceğiz sözlerine rağmen AKP’nin “Kürt açılımına
destek verdiklerini ama PKK’ye karşı askeri bir operasyonda yer almayacaklarını
söyleyerek sözde dengeleri oynayan bir yaklaşım içinde olmaları olası
tehlikeleri de beraberinde getirmektedir. Ulusal birlik, ulusal kongre
çağrılarına kulağını kapatan Güney örgütleri, bu tavırlarıyla dahil edilmeye
çalışıldıkları “tasfiye “planın bir parçası durumuna gelmektedirler. “PKK’nin tasfiyesin aynı zamanda kendilerinin
de tasfiyesi anlamına geleceğini, PKK olmadan TC devletinin onlara yaşam hakkı
tanımayacağını sıradan bir Kürt bile anlamış durumdadır.
Hewler, Duhok ve Süleymaniye ile sınırlandırılmış ve çepe
çevre kuşatılmış bir Kürt iradesinin ulusal sorunlarda bir irade olması elbette
beklenemez. Sahip olunan imkanlar Ulusal birlik için değil de dar aşiretsel
çıkarlar için kullanıldığında diğer parçalarda Kürtlerin yaşadıkları görmezden
gelinecek, hatta ortaya çıkan Kürt iradesine karşı, ittifaklar içine
girilecektir. Güneybatı Kürdistan’da Suriye devletinin Kürtlere yönelik baskı
ve tutuklamalarına, Doğu Kürdistan’da İran rejiminin Kürtleri idam etmesine ve
Kuzey Kürdistan’da TC devletinin Kürtlere yönelik katliamlarına, Güney
Kürdistan hükümeti sessiz kalmış, buna karşı TC devleti dahil olmak üzere, İran
ve Suriye ile gizli ilişki ve ittifaklar içine girmiştir.
Kapatıldıkça Büyüyen
DTP, Kapattıkça Tükenen TC
Kürt sorununda çözümü değil de tasfiyeyi hedefleyen TC
devletinin iç ve dışta yürüttüğü bütün çalışmalar, diplomatik ilişkiler PKK’nin
tasfiyesi üzerine yapılmıştır. Çözüm adına kalıcı hiçbir adım atılmadı. Böylesi
bir atmosferde Kürt sorunun mecliste görüşülmesi, 80 yıllık Kürt inkar
siyasetinin kırılması olarak değerlendirilse de, açılım adı altında mecliste
söylenenlerin içinin boş olduğu, açılımla PKK’nin tasfiyesinin hedeflendiği
resmi ağızlardan bir kez daha dile getirilmiş olması, AKP’nin gerçek yüzünün
anlaşılması açısından olumlu oldu.
İttihat Terakki’nin devamı-kafatasçı CHP’nin, genel başkan
yardımcısı Onur Öymen’in meclis kürsüsünden “Dersim ve Şeyh Sait isyanlarının
bastırılmasında analar ağlamadı, o günden bugünün ne var biçimindeki sözleri,
CHP gibi bir partinin ırkçı-katliamcı sözleri olarak algılansa da TC devletinin
bu güne kadar Kürtlere karşı yürüttü katliam siyasetinin ve onun resmi
görüşünün dile getirilmesi olarak anlaşılması gerekmektedir. TC devletinin Kürtlere karşı 30 yıldır
sürdürdüğü soykırımda 17 bin faili belli olan cinayetle birlikte 30 bin kişi bu
kirli savaşta öldürülmüştü. CHP’li Onur Öymen, Kürtlere yönelik yapılan bu
katliamın az olduğunu dile getirmişti. Zaten bir katlim vardı ama bu CHP ve MHP
tarafından yeterli görülmüyordu. AKP’nin eleştirildiği noktada burası oluyordu.
Kürt sorununun nasıl çözüleceğinin tartışılacağı mecliste,
Kürtler nasıl katliamdan geçirilir tartışmaları öne çıkartıldı.
Bu katliam ve linç kampanyasından DTP’de nasibini aldı. TC
devletinin başbakanı Tayip Erdoğan ve başbakan yardımcısı Cemil Çiçek’in
teşvikiyle, hukuk maskesi takmış “adalet kıyafetleri içerisindeki darbeci
general zihniyetli Anayasa mahkemesinin 11 üyesi, DTP’yi kapatarak, Kürtlerin
siyasette yerlerinin olmayacağını bir kez daha gösterdi.
Kapatma kararının siyasi olduğu elbette kuşku götürmez. DTP
kapatılırken DTP eş başkanı Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekillikleri
düşürülmüş, 37 DTP’liye 5 yıl boyunca siyaset yasağı getirilmişti. Mecliste 19
milletvekili kalan DTP’nin grubu da düşmüş oluyordu. Hukuk cübbesi giymiş
darbeci generaller, DTP hakkında öldürmeyen ama yaşatmayan bir karar
vermişlerdi. Bu karar aynı zamanda bir tehditti. “Öcalan ve PKK ile bağlarınızı
koparmazsanız geri kalanınızın milletvekilliklerini düşürürüz mesajı
verilmişti. Kendilerince bir şans daha verilmişti.
Kürt halkı meclise gönderdikleri siyasi iradelerini, cübbeli
darbecilere teslim etmeyeceklerini, meydanlara dökülerek dile getirdiler.
Önderlerine ve siyasi iradelerine dokundurtmayacaklarını gerçekleştirdikleri
serhildanlarla gösterdiler. DTP milletvekillerinin Sine-i millet kararı bir
geri çekilme değil, Amed merkezli mücadelenin başka bir zeminde
yükseltilmesiydi. İç çatışmaya dönüşebilecek bu gerginlik Önderliğin devreye
girmesiyle giderildi. Kapatılan DTP’nin milletvekilleri ve belediye başkanları,
“Sayın Öcalan’ın çağrısı üzerine BDP çatısı altında tekrar siyasete geri
döneceklerini açıkladılar. Yaşanan bütün krizlerde görüldüğü gibi DTP’nin
kapatılması ardından başlayan ve iç savaş evirilen süreç yine Kürt Halk Önderi
Abdullah Öcalan tarafından engellendi. Bütün dünya bir kez daha Kürt sorunun
çözümünde tek muhatabın Öcalan olduğunu görmüş oldu.
2010: Olasılıklar,
Öngörüler
2009 yılı 2008’den aldığı kötü mirasın özünü korumuş savaş,
yıkım, ölüm, ekonomik kriz, tahrip edilen toplum ve doğa ve kar amaçlı üretilen
salgın hastalıklarla kendini yükleyerek 2010 yılına ağır sorunları
devretmiştir. Dünyayı sürekli kirleten ve geçtiği yerleri çürüten Kapitalizm,
gemisi su almasına rağmen açılan gedikleri kapatarak yoluna devam ediyor.
Nerede savaş, katliam, ölüm, yoksulluk, salgın hastalık varsa orada
Kapitalizmin izleri vardır. Kurdun sisli havayı sevdiği gibi Kapitalizm de
krizli ortamları kendisi için bir yaşam alanı olarak görmekte ve sürekli kriz
yaratarak kendi “yaşam kaynaklarını beslemektedir. Kapitalizmi besleyen ve kan
işlevi gören finans, silah ve petroldür. Bunların üzerinde kar hırsıyla rekabet
olduğu sürece Kapitalizmden kaynaklı sorunlar da çeşitli görünümler altında
önümüzdeki yıllar içinde de her alanda görülecektir.
2010’da ABD
Bush’un, “bir damla petrol için işgal ve savaşlarla kan
deryasına çevirdiği sistemi restore etme görevini alan ABD’nin yeni lideri
Obama, siyahi olması ve isminin üç dini
ifade eden “birleştirici anlamı, hiçbir
soruna çözüm üretemedi. Semboller ve renklerin, kapitalizmin motor gücü olan
ABD’nin kaynaklık ettiği sorunlara çözüm olması bir tarafa çelişki ve
çatışmaları daha fazla derinleştirdiği görülmektedir. Obama’nın “uzlaşı ve
barış stratejisinin çözdüğü tek bir sorundan bahsetmek mümkün değildir.
ABD’nin “uzlaşı ve barış ı, Türkiye’deki “açılım ve demokratikleşme ile benzer
içeriğe sahiptir. Her ikisi de ABD-Pentagon merkezli olan stratejilerdir.
Türkiye’deki “açılım ve demokratikleşme tasfiye-imha anlamına geliyorsa,
Obama’nın “uzlaşı ve barış ı da daha fazla işgal, savaş ve kriz anlamına
gelmektedir. Barış olarak ifade edilen, rejimleri kendi çıkarları doğrultusunda
değiştirmek ya da tasfiye etmek anlamına gelmektedir. Bir rejimi değiştirmenin
faturasını ABD, Irak ve Afganistan’da fazlasıyla ödemekte ve ödetmektedir.
NATO ve BM’nin daha fazla işgal politikalarına ortak edilip
öne çıkarılması Obama’nın yeni dönem politikası olarak geçerliliğini korumaya
devam edecektir. Tekelleri için yeni pazarlar ve petrol alanları arayışı 2010
yılında da devam edecek. Doların düşen
değeri nedeniyle dünya piyasasında kullanımının azalması ve yanı sıra Euro’nun
dünya piyasalarında istikrarını koruması nedeniyle tercih edilir olması, ABD
ekonomisinde yaşanan krizleri tetiklemektedir. Bu yüzden Doların istikrara
kavuşturulması ve dünya piyasalarında tekrar tercih edilir hale getirilmesi
önümüzdeki yıl bu ülkenin temel çalışmaları içinde yer alacaktır. Öte yandan “sorunlu devletler e karşı
diplomatik yolla baskı oluşturma bu olmazsa “sopa yı devreye koyma yoluyla
sisteme dahil etme çabaları 2010 yılının siyaseti olarak varlığını
sürdürecektir. Kısaca ABD hegemonyası krizle ve katliamla yönetme siyasetini
önümüzdeki yıl da sürdürecektir.
ABD’nin Kırılma
Noktası: Afganistan
Afganistan’da onbinlerce asker bulunduran ABD, burada sözünü
ettiği sözde istikrarı sağlayamamıştır. Asker sayısı yüzbinlerce de olsa, Afgan
nüfusu kadar NATO ve ABD askeri de getirilse sorunun çözülemeyeceği
açıktır. Afganistan’da savaş uzadıkça,
ABD Afganistan ile meşgul oldukça bırakalım çözüm gelişecek olan daha fazla
katliam ve çözümsüzlük olacaktır. Afganistan’da başlatılan savaş, Pakistan gibi
başka alanlara, ABD karşıtı destekçileri de arkasına alarak yayılacaktır. ABD
ve NATO, Afganistan’da kanlı bir labirente girmiştir ve bir türlü çıkış
kapısını bulamamaktadır. İran, Rusya, Suriye, Suudi Arabistan ve Mısır faktörü
olduğu sürece de Afganistan labirentinden çıkabilmesi zor görülmektedir. Bunun
yanı sıra ABD karşıtlarının sıcak savaş alanı Irak’tan daha fazla Afganistan
olmuştur. ABD’nin bu ülkeye daha fazla güç kaydırdığına bakılırsa 2010 yılı da
katliamlarla geçecektir. Hatta Afganistan’dan daha fazla Pakistan ziyadesiyle
karışacaktır.
Küreselleşen Çin
Gerçeği
ABD Başkanı Obama, Çin ziyareti öncesi bu ülkeyi, “önemli
ortak ve aynı zamanda bir rakip olarak gördüğünü belirtmişti. Çin, ABD ile
ticari ve ekonomik ilişkiler geliştirirken Asya ve Ortadoğu’da ABD’nin nüfuz
ettiği alanlarda ittifak arayışları içine girmekten geri durmayacaktır. ABD ile olan ilişkilerine rağmen İran ve
Rusya ile ilişkilerini stratejik düzeyde sürdürecektir. Dünyanın en büyük dolar
rezervine sahip olan Çin’in, bunu ABD ekonomisine karşı dönem dönem kullanacağı
açıktır. ABD’nin Çin karşısındaki bu zafiyeti, Çin’in Ortadoğu, Asya ve Afrika
politikalarında ABD engeline takılmamasını sağlamaktadır. Çin, Şanghay
işbirliği örgütünü önümüzdeki dönemde büyütmeyi hedeflemektedir. Enerji
rezervlerine sahip Orta Asya ve Afrika ülkelerini Şanghay İşbirliği Örgütüne
katma çalışmalarını hızlandıracaktır. Çin önümüzdeki yıl gelişmeyi daha da
sürdürecektir.
Petrol Boru
Hatlarında Rusya Faktörü
Rusya, Avrupa’nın enerji ihtiyacındaki belirleyici
pozisyonunu 2010 yılında da koruyacaktır. Kendisini devre dışı bırakmayı
hedefleyen Nabucco gibi ABD merkezli seçeneklerin uygulanabilir olmasının önüne
ne şekilde olursa olsun geçmeye çalışacak ve bu konuda tarihi politik
tecrübelerini konuşturacaktır. Bu temelde Kafkas-Azerbaycan gazında daha fazla
söz sahibi olabilmek için baskı ve taviz politikalarını iç içe yürütecektir.
Kafkas ve Orta Asya ülkelerinin de, dışa açılımları Rusya üzerinden
gerçekleştiği sürece Rusya’nın baskı ve tehditleri karşısında tavizkar olmak
zorunda kalacaklardır. ABD ve NATO’nun
Rusya’nın arka bahçesi olarak gördüğü alanlara yayılma politikaları, Rusya’nın
bütün engelleme girişimlerine rağmen sürecek, buna karşı da Rusya, bu ülkelere
karşı yürüttüğü baskı politikasını arttıracaktır.
Yine Rusya ABD karşısında taktik amaçlı bazı manevralar
yapsa da, İran’ı desteklemeye devam edecektir. İran kozunu sürekli elinde
bulunduracaktır. Çin ile geliştireceği ittifaklarla NATO’ya karşı Şanghay
İşbirliği Örgütünün geliştirilmesi için çalışacaktır. Afganistan’da süren
gerginlik, Rusya’nın güvenliği açısından da bir tehdit oluşturmaktadır. Sınırlı
da olsa Afganistan konusunda ABD’ye desteğini sürdürecektir. Daha çok da
ABD’nin alttan alta gürleştirmeye çalıştığı Çeçenistan sorunu konusundaki katı
ve bastırmacı tutumunda ısrar edecektir.
Rusya, Mavi akım boru
hattıyla Türkiye’yi ABD’ye karşı dengeleme siyasetini yürütmektedir.
Gerektiğinde bunu Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanacak, ticari ilişkileri
bir yaptırım aracına dönüştürecektir.
Elinde bulundurduğu kozlarla Türkiye’yi ABD’den uzaklaştırmak için
bundan sonra da her türlü seçeneği devreye sokacaktır. Yeri geldiğinde de
Ermenistan – Azerbaycan ve Ermenistan – Türkiye sorunlarında olduğu gibi
ABD’nin bölge politikalarıyla ahenkli bir tutum içerisindeymiş gibi
görünecektir. Ama ortaya çıkacak politik kazanımların meyvelerini toplamaya
çalışacaktır.
Puslu Bir Ufuk: İran
İran, içte artan toplumsal başkaldırılar, dışta da ABD ve
müttefiklerinin artan baskıları arasında sıkışıp kalmıştır. Dışa karşı
gösterdiği saldırgan tutumu içte kendi iktidarına yönelik muhalefet ve topluma
karşı da göstermektedir. ABD ve İsrail’e karşı verdiği mücadele nedeniyle
içeriden hiçbir aykırı sesin çıkmaması için cezaevi, katlim ve idam tehdidiyle
uygulamalarını 2010 yılında artırarak devrede tutacaktır. Seçimler ardından
İran’da başlayan rejim karşıtı gösteriler, muhalefetin bir çıkış kapısı
bulduğunda İran rejiminde derin çatlaklar oluşturacağını göstermiştir. İran
toplumu bir yol ayrımına gelmiş ve mevcut rejimi artık hazmedememektedir. Fakat
iç dinamikleriyle örgütlenme sorunları yaşadıkça rejimin kanlı katliamlarına daha fazla maruz
kalacaktır. Bu konuda Doğu Kürdistan ve PJAK’ın rolü, örgütlü gücü nedeniyle
daha fazla öne çıkacaktır. Kürtlerin diğer halklarla kapsayıcı bir ilişki
geliştirmeleri durumunda İran’da gerçek demokrasinin kapılarının açılması imkan
dahiline girecektir. ABD ve İngiltere ise bu toplumsal yarayı sürekli kendileri
için kaşıyacaktır. Bu güçler içte bir hareketlilik olmadan dıştan müdahalelerle
İran’ı alt edemeyeceklerinin farkındadırlar. Öte yandan ABD İran içerisinde iç
karışıklıkları körüklediği sürece, İran da Afganistan, Irak ve Filistin’i
karıştırmaya devam edecektir.
İran Rusya, Çin ve Almanya gibi ülkelerle ilişkilerini
geliştirerek ambargo ve tecride karşı önlem geliştirmektedir. Yine ABD ve
müttefiklerinin bütün yönelimlerine rağmen hem silahlanma hem de nükleer
faaliyetlerini sürdürecektir. Ayrıca bugünlerde İran-Irak sınırındaki petrol
alanlarının İran ile ABD/Irak gerginliğine yol açtığı düşünüldüğünde İran’ın
önümüzdeki yıl Irak’ta daha fazla hesap-kitap yapacağı öngörülebilir. Irak’ta Şii kartını önemli ölçüde elinde
bulunduran İran, bunu gelişmelerin seyrine göre oynamaya devam edecektir.
İran, mevcut çözümsüz politikalarında ısrar ettiği sürece
farklı müdahaleler ile karşı karşıya kalabilecektir. İran’a yönelik uluslar
arası bir yönelimin nasıl olabileceği tam kestirilemese de nükleer tesislerin
hedef kapsamına alınabileceği söylenebilir. Yine 2010 yılı içerisinde Rusya ve
Çin’in politik hesaplarına göre uluslar arası ambargo daha da
sıkılaştırılabilecektir.
Diğer taraftan sıkışık İran rejimi Kürtler konusunda,
Türkiye ile işbirliğini derinleştirme politikalarıyla PJAK’a karşı daha sert
müdahalelerde bulunmayı hedefleyecektir. Fakat başkaldıran Kürdün tüm İran’da
daha fazla çekim merkezi olması ve sempati toplamasını önleyemeyecektir.
İran’da kabaran iç toplumsal muhalefet gerçekliğinde Doğu Kürdistan esaslı bir
dinamo rolü oynayabilecektir.
ABD ile İran Arasında
Gel-Git’li Suriye
Suriye bir taraftan Türkiye’ye yamanarak ABD ile ilişkilenme
politikasını sürdürürken diğer taraftan da Lübnan-İsrail ve Filistin-İsrail
sorunlarında baş aktör olma çabasını sürdürecektir. İran ile ilişkilerini de
siyasi iklime göre sürdürmeye devam edecektir. Irak’ta patlayan bombalar,
Lübnan ve Filistin’deki istikrarsızlık ve Sünni-Şii çatışmaları gibi kanlı
konular, Suriye’nin bundan sonra da “rol oynayacağı alanlardır. Fransa’nın
NATO’ya girmesi ve son dönemlerde Fransa-Suriye ilişkilerinin gelişmesi Suriye
açısından bir nefes borusu haline gelebilir. Bunun yanında TC devleti ile
birçok konuda yapılan antlaşmalar, sınır kapısında vizenin kaldırılması, ticari
ilişkilerin daha da gelişeceğini göstermektedir. Doğal olarak ticari ilişkiler
siyaseti de etkilemektedir. Buna paralel olarak Suriye’nin Kürtler ve PKK
konusunda TC devleti ile ittifakı ise AKP misyonu üzerinden daha da
derinleşecektir. Güneybatı Kürdistan’daki PKK’nin örgütlenme çalışmaları,
Türkiye’deki uygulamalara denk bir şekilde engellemelerle karşı karşıya
gelecektir. Gerillaya katılımları engelleme bu temelde ailelere baskı uygulama,
saflardan kaçırtma ve ajanlaştırma çalışmalarını sürdürecektir. Fakat
Ortadoğu’da gelişen Kürt siyasallaşma ve bilinçlenmesi Suriye’yi gitgide daha
da zorlayacaktır. Suriye’nin İran gibi katliamcı politikaları Kürtleri
durduramayacaktır. 2010 yılı da Suriye açısından ABD-İran kutuplaşması arasında
gel-git’li geçecektir.
Irak ve Güney
Kürdistan Nereye?
Önümüzdeki yıl Mart ayında yapılacak Irak seçimleri bu ülke
açısından önemli olmaktadır. Seçim yasası hayli sancılı ve patlamalı geçen
Irak’ı seçim sürecinde daha zor günler beklemektedir. Özellikle Kerkük
konusundaki belirsizlik tehlike arz etmektedir.
Bu genel belirsizlik ortada iken ABD’nin 2010 yılı ortalarında
askerlerini çekmeye başlayacağını açıklaması, inanılır değildir. Sadece Güney
Kürdistan ve Körfez ülkelerindeki üsler daha fazla öne çıkabilir. Yani ABD
esasen varlığını sürdürecektir. Özellikle de İran’ı hedefe almışken Irak’tan
askerlerini çekmesi olası değildir.
Ortadoğu’daki İran, Türkiye ve Sünni-Arap ülkeler ellerinden
geldiğince Irak seçimlerini lehlerinde etkilemeye çalışacaklardır. Böyle bir
durumda Şii-Sünni ittifakı da baş gösterebilir. Böyle olursa Kürtler başta
Kerkük ve petrol konuları olmak üzere zorlu bir sürece gireceklerdir. Kürtlerin
elinde bulunan imkanlar peyderpey kısıtlanarak 36. paralele
sıkıştırılacaklardır. ABD kendi petrol çıkarlarını esas aldığından Kürtleri
hayati konularda yine yüzüstü bırakabilecektir. Sünni ve Şiiler tarafından sıkıştırılacak
Güney Kürdistan yönetiminin Türkiye’ye daha fazla yakınlaşması öngörülebilir.
ABD de Güney Kürdistan’ın Türkiye ile yakınlaşmasından yanadır. TC devletinin
bakanlar düzeyinde Güney’e başlattığı ziyaretlerin başbakanla ve daha sonra
Mesut Barzani’nin Türkiye ziyareti ile devam etmesi güçlü olasılıktır. Yine
gelecek yıl, TC’nin bir Kürt bölgesindeki ilk konsolosluğuna da tanıklık
edecektir.
Diğer taraftan Güney Kürdistan yönetimi, Kerkük ve Musul
konularında daha ilkeli ve basiretli bir tavır sergilemediği sürece bu iki
şehri tümüyle kaybetmesi kaçınılmazdır. Kerkük referandumunun yapılması için
daha sonuç alıcı bir politikanın izlenmesi zorunluluğu vardır. Kerkük ve Musul,
dar aşiretsel çıkarlara feda edilemeyecek kadar hayati bir konudur. TC devletinin
Kerkük konusunda sonuç alamamasının tek nedeni PKK’nin Güney Kürdistan’daki
varlığıdır. Güney Kürdistan hükümeti, kendi güvenliği ve geleceğini
ilgilendiren bir konuda TC devletine destek vererek bindiği dalı kesmektedir.
Güney Kürdistan hükümeti PKK’nin varlığını güce dönüştürmek
yerine, kendine karşı kullanmaktadır. İçine girdiği Irak merkezi hükümeti ve TC
devletinin kıskacından kurtulabilmenin tek yolu bütün parçalardaki Kürtlerin
bir araya getirildiği Ulusal konferansın bir an önce gerçekleştirilmesinden
geçmektedir. Bunun dışındaki çözüm arayışları teslimiyetten başka bir sonuç
getirmeyecektir.
2010 yılında Güney Kürdistan, ABD ve Türkiye tarafından daha
fazla içselleştirilecektir. Yanı sıra PKK konusunda “daha net tutum göstermesi
için baskılar arttırılacaktır. Bu alan Kürt Özgürlük Hareketinin tasfiyeci için
esaslı bir karargah yapılmaya çalışılacaktır. Bir yandan Kürdün özgürlük
iradesi tasfiye edilmeye çalışılırken aynı güçler Güney’de kendi “model
Kürt ünü oluşturmaya devam edecektir. PKK’den kaçanların Türkiye’ye teslimi ile
Maxmur kampı pazarlık konusu olmaya devam edecektir. Özellikle Maxmur
üzerindeki baskılar ve kampın boşaltılması çabaları artarak sürecektir. Bu
yönlü TC güçleri tarafından çeşitli provokasyonlar dahi geliştirilebilecektir.
Özcesi gelecek yıl Irak’ı daha hareketli süreçler
beklemektedir. Güney Kürdistan ile Bağdat çelişkileri artacaktır. Güney
Kürdistan’ın kendi içerisinde de demokratikleşme sancıları hız kazanacaktır.
Kürtlerin ulusal birlik ve konferans ihtiyacı daha fazla dile gelecektir.
Kuzey Kürdistan’daki savaşın tekrardan alevlenmesi ise
Güney’i direk etkileyecek hatta Zap’ta olduğu gibi çatışmanın merkezi
kılabilecektir. TC’nin yeni sınır ötesi operasyonları uzak ihtimal değildir.
Güney Kürdistan bölgesel dengeler ile kendi KDP-YNK’den
oluşan iç dengeleri ve toplumsal sorunları arasında bocalamaya devam edecektir.
AKP’nin Serencamı ve
Kürtler
Son aylarda iyice tırmanan AKP-Ergenekon çatışması ya da
AKP-Ordu çatışması olarak da formüle edilecek devlet iktidarını ele geçirme
faaliyetleri, TC ordusunda görevli subayların şüpheli intihar vakaları,
Ergenekon ile ilişkileri olduğu iddiasıyla tutuklanan subaylar, peş peşe çıkan
tasfiye-suikast planları, casusluk oyunları, hukuk skandalları ve AKP’nin
desteklediği İslami sermayenin yolsuzlukları Türkiye fotoğrafı olarak 2009
yılına hakim olmuştur. Kıran kırana bir iktidar ve rant mücadelesi
verilmektedir. İddialar çoğaldıkça bilgi kirliği de artmaktadır. Herkes
birbirine karşı psikolojik bütün araçları devreye sokmuştur. Her kesim,
desteklediği medya patronları aracılığıyla psikolojik savaşın bir parçası
olmuştur.
Hükümet-Ordu çatışması devam ederken, AKP karşıtı ittifak
arayışları partiler arasında sürmektedir. 2011 yılında yapılacak seçimler
öncesinde güç birliği arayışları hızla sürecektir. Anayasa mahkemesi, Yargıtay
ve Danıştay, AKP karşısında direnişi
sürdürseler de yasa değişiklikleriyle etkisizleştirilmeleri hedeflenmektedir.
Emniyet ve MİT’i önemli ölçüde denetimine alan Fetullahçılar ve AKP, bütün bu
olanaklarını Orduya karşı kullanmaktadır.
AKP’nin “Ergenekon olarak ifade edilen klasik-statükocu
devlet güçleri karşısındaki başarısı Kürt sorununa yaklaşımıyla bağlantılıdır.
Bir bakıma AKP’nin kaderi Kürtlerin elindedir. AKP, Kürt sorununun çözümünde
şiddet seçeneğini öne çıkardığı ve çözümsüzlükte ısrar ettiği sürece yürüttüğü
iktidar savaşında kaybedecek ve günü geldiğinde ipi çekilecektir.
“Açılım koduyla PKK’yi tasfiye görevi verilen AKP, bu
görevinde başarılı olamamıştır. Başarısızlığı cezalandırılmak istenecektir. AKP
karşıtı ittifak her şeye rağmen güçlenmektedir. AKP’nin Kürt karşıtı tutumu, bu
ittifak oluşumlarının önüne geçememiştir.
AKP bu politikalarıyla devam ederse, bugüne kadar
yaptıklarının hesabını çok ağır ödeyecektir. Bu gerçeğin farkında olan AKP
hükümeti, “açılım adı altında Kürtleri kandırarak “Ergenekon culara karşı
Kürtlerin desteğini tekrardan alabilmek için yeni oyunlara başvuracaktır.
Elbette, anlık ve dönemlik politikalarla, dengelerin kurulabilmesi artık çok
zordur. Hele bu Kürtler olduğunda iş daha da zorlaşmaktadır. Çünkü Kürt halkı yaşanan tiyatronun
farkındadır ve ardından hangi perdelerin açılacağını öngörecek siyasallaşma
düzeyi ve iradesini yakalamıştır. Kürtlerin basit bazı şeylerle
kandırılamayacağı artık anlaşılmış durumdadır. Yani aslında meseleye biraz
sağduyu içerisinde yaklaşan kesimler açısından şu anlaşılmıştır: Kürt sorununda
muhatapsız çözümde ısrar, çözümsüzlükte ve doğalında kendi bitişinde ısrar
anlamı taşımaktadır.
2010 yılı Türkiye açısından büyük ve hatta beklenmedik
gelişmelere gebedir. Uluslar arası hegemon güçlerin ve Fetullah Gülen
cemaatinin hükümeti AKP çok boyutlu bir savaşım içerisindedir. Asli savaşı
Kürtlere karşıdır. Ama rejim içerisinde de bir iktidar savaşı vermektedir. Tüm
bu yönelimleri dengelemek için de tutarsız, kaba pragmatist ve istikrarsız bir
çizgi izlemektedir. Adeta serseri bir mayın gibi hareket etmektedir. Geri
dönülmez bir noktadadır. Ya savaştığı güçleri tasfiye edecek ya da kendisi un
ufak yok olacak. Bu durumun gayet iyi farkında olduğu için panik bir ruh hali
içerisindedir. Fakat meselenin yaşamsal boyutu Kürdistan’dır ve AKP de yaşamsal
hatalarını daha doğrusu suçlarını burada işlemektedir. Öyle görünüyor ki
Kürdistan’dan kredisini ve vizesini alan AKP yine bu coğrafyada batacaktır.
Bundan sonra TC devleti Kürdistan’da “devlet işi yapabilecek bir hükümet bulur
mu? Bu son derece şüphelidir. Peki ya sonrası? Sonrası Kürtlere kalmış!
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info