NEDEN SİLVAN VE ETRAFI ?
Çünkü Silvan, Kürdistan’ın tarihi bir merkezidir. Kürdistan tarihinde “Farqînê” adında bir devlet burada kurulmuştur, merkezi burasıdır. Yurtseverliğin en iyi boy vereceği bir alandır. Özel savaş, bu sefer erken davranarak, daha değişik bir tarzda “Nakşi tarikatı” veya “Humeynicilik” maskesi altına girerek örgütlenmek istiyor. Eskiden beri devam ettirilen sahte milliyetçilik politikası her yönüyle devreye konulmuş. Kontrolü MİT tarafından yapılan Kürt milliyetçiliği ve işbirlikçiliğinin, 12 Eylül faşist darbesi döneminde de özel savaşın en etkili bir maskesi olarak işlev görmesi ilk burada görülmüştür. Yine Hakkari ve Botan’da koruculuk geliştirilmiştir, Van’da aşiret beyleri vardır. Onlara da sınırsız silah ve para verilerek bir kuvvet derlenmiştir. Kars ve Ağrı boşaltılmıştır. Erzincan’dan Sivas’a, Malatya’dan Maraş’a doğru indiğimizde artık birer sınır bölgesi olan buraların Kürdistan olmaktan çıkarıldığını, yoğun bir Türkleşme politikası yaşanıldığını görüyoruz. Tüm diri nüfus, çok usta bir biçimde işsiz bırakılarak, sahte bir yaşam felsefesiyle yurt dışının kapısını açma temelinde ülkeden uzaklaştırılıyor.
Yöntem şudur: Bazı aileleri palazlandırıyor, hatta eline parayla adam çıkarma temelinde pasaport yapma yetkisi de veriyor. Aynı zamanda her pasaport başına gelir de sağlıyor. İşbirlikçi aile bu yönlü propagandalara başlıyor; sürekli “çok güzel bir yer, para bol, zaten iyi bir yaşam imkanı da var” diyor. Emperyalist metropollerin polis teşkilatlarıyla, MİT ve Türk polisi teşkilatı arasında anlaşma var. Artık her bölgeden insan veya halk kesimlerini boşaltma işlemine girişiliyor. Avrupa’da, hatta Türkiye metropollerinde, özellikle de İstanbul’da mahalleler oluşuyor. İzmir’de, Adana’da, Mersin’de, Antalya’da, hatta Bodrum’da. Buralar Türk büyük burjuvazinin yaşadığı alanlardır; şimdi oralarda hemen hemen bir Kürt kolonisi veya mahallesi oluşmuştur. Bunların oluşum hikayesine bakarsanız; hepsinin özel savaş temelinde oluştuğunu açıkça görürsünüz. Bursa’da, İstanbul’da, birer Dersim mahallesi var. Mardin mahallesi, Urfa mahallesi, Bingöl mahallesi, Kars mahallesi, Ağrı mahallesi gibi mahalleleşmeler hızla oluşturulmaktadır.
Bu mekanizmanın başında polis ve asker ayarlaması vardır. İşbirlikçilere önce iyi bir yaşam ve güvence verir, daha sonra bunlar da diğerlerini misafirlik yoluyla çağırırlar; “gelin, bakın, eski yaşamımıza göre cennet gibi bir yaşam var” propagandasını yaparlar. Diğerleri başka aileleri görür, o aileler de kendi yakınlarını görür ve olaylar zincirleme devam eder. Kendi yakınlarını çağırırlarken, sonuçta beş yüz hanelik köyden yüz tane çocuk, kadın ve ihtiyarlardan ibaret insan kalır ya da kalmaz. Zaten kalanlar da çalışamaz veya iş göremez kesimdir.
TAM OLARAK İHANETE SAVRULMA FIRTINASI GELİŞİYOR
Sonuçta, özel savaşın yoğun çalışması, psikolojik etkinin harekete geçirilmesiyle, “adeta güzel yaşamaya gidiyoruz”, “param boldur”, “köyümüze göre cennet sayılır” denilerek, tam anlamıyla ihanete savrulma fırtınası gelişir. Çok tuhaf! Sıra şimdi yetmişlik ihtiyarlara gelmiştir. Onlarda da Avrupa aşkı başlamıştır. Yetmişlik ihtiyar dedeler ve nineler, ellerine almışlar pasaportu, Avrupa tutkunu olmuşlar. Öldürseniz bir Avrupalıyı bizim köylerde bir hafta yaşatamazsınız, ama bizimkiler gözü kara gidiyorlar. Bu eşi görülmemiş bir özel savaş ve psikolojik yöntemin sonucu gerçekleşiyor. En büyük ihanet hareketlerinden birisi olarak bunu görmek gerekiyor.
Nitekim, 1960’lardan beri, özellikle Kürdistan’ın Türkiyelileştirmeye tabi tutulan kısımlarının yarısından fazlası boşaltılmıştır. İyi incelenirse, bunda halk yığınlarının yoksul bırakılması, terörle ve katliamla korkutulmasının olduğu görülecektir. Dersim’in, Erzincan’ın, hatta Kars’tan tutalım Maraş’a kadar ülkenin boşaltılmasında faşist-terör şebekelerin etkisi vardır. Maraş katliamı, aslında bu konuda çok önemli bir işlev görmüştür. Önemli oranda bu sahaları boşaltmada psikolojik etkiyi sağlamış ve hemen hemen her yerde buna benzer çelişkilerle korkutulmuşlar, aç bırakılmışlardır. Dediğim gibi, yol açık tutulmuştur ve emperyalizm de Türkiye’ye yardımcı olmuştur. Sonuçta bu alanların tasfiyesi gerçekleşmektedir.
KÜRDİSTAN’DA DAHA DEĞİŞİK KESİMLER DE VARDIR
Örneğin, Yezidiler, Süryaniler gibi azınlıklar vardır. Polis ve askerler MİT’in perspektifleriyle bir yandan işbirlikçiler eliyle bunlara karşı da terör uygularken, diğer yandan da “gel sana pasaport verelim” diyorlar. Birkaç şebekenin ele başısını da Avrupa’da ve İstanbul’da iyi yaşatıyorlar. Bu azınlıklar da korkudan ve yoksulluktan ötürü buraları boşaltıyor. Şimdi neredeyse bu kültürel topluluklardan eser bile kalmayacak.
Kaba görünümüyle özel savaş; devrimci savaşımıza karşı geliştirilen sahte dinsel tarikatlar, korucu ve aşiret teşkilatlanması vb. şekillerde geliştirilirken, burada daha çok üzerinde durmamız gereken, onun psikolojik sonuçları ve oluşan kişiliğin durumudur:
Ana hatlarıyla değindiğimiz, kısaca tarihsel temeline ve özelliklerine baktığımız özel savaş, günümüzde daha yoğun olarak yürütülmektedir. Aslında bir yandan Kemalizm’in okul sistemi, diğer yandan ekonomik çökertme yöntemleri; kişiliği oluşturmanın temelleridir. Okullarda, bütünüyle ulusal-toplumsal değer yargılarından boşaltma, kendi tarihi değerlerinden uzaklaştırma söz konusudur. Onun yerine Kemalizm’in çarpıtmaları, “Kemalist ilkeler ve devrimler” (Atatürk ilkeleri ve inkılap tarihi) adı altında, toplumu baştan çıkarma ilkeleri egemen kılınıyor. İnsanlar vatansızlaştırılıyor, anti-demokratlaştırılıyor. Bunları sonuna kadar empoze ediyorlar. Sonuçta karşımıza çıkan tip; tam bir ucubedir! Hali hazırda Türkiye’de ve Kürdistan’da oluşan tip bambaşka özelliklere sahiptir.
TAHRİBATI EN DERİNDEN YAŞAYAN ALAN KÜRDİSTAN’DIR
Afrika’nın Zambiya ülkesinde, yüzde on zam yapıldı diye halk ayaklandı ve az kalsın diktatörü devirecekti. Türkiye’de ise, her gün yüzde elli zam vardır, ama sonuçta daha derinliğine işleyen bir pasifikasyon yaşanıyor. Bunun izahını, önemli oranda karşı devrimin pasifikasyonunda veya özel savaşında aramalıyız. Bunlar gerçektir. Tahribatını en derinden yaşayan alan da Kürdistan’dır.
Önce oyuna getirildi, katliamla terörize edildi, korku iliklerinize kadar işletildi. Daha sonra aç bırakıldınız ve Kemalist okullarda sahte bir yaşam felsefesine ulaştınız. Sonuçta, sadece yurdunuzu, malınızı-mülkünüzü bırakmakla kalmayıp, Türkiye ve Avrupa’nın metropollerinde de her şeyinizi mahfedecek, insanlığınızı bitirecek sahte talepler etrafında buna yatacak kadar geriletildiniz. Belki “eski yaşamımızdan daha iyi yaşıyoruz” diyebilirsiniz, ama vatan gitmiştir, özgürlük gitmiştir ve bir daha elde edilmemecesine gitmiştir. Birkaç yıl süre için iyi yaşayabilirsiniz, ama giden senedir, tarihtir ve kaybedilmiştir. Toprak da kaybedilmiştir, bu da en kötü kaybetmedir. Günü kurtarma peşinde olan, maaşı kurtarma peşinde olan kişi, belki bunun ne kadar tehlikeli olduğunu bilmez. Zaten bu tip düşkünün tekidir. “Bugünü kurtarayım da ne olursa olsun” der. Bu tip Kürdistan’da olsun, yurt dışında olsun, nerede olursa olsun, en tehlikeli tiptir. Bunlar, bu vatanın çorak, insanlarımızın da bitkin hale getirilmesinin esas nedenleridir. Bu tiplere karşı, ailede, mahallede, köyde ve kentte mücadele etmek gerekir ve bu şarttır. Bu mantık; güncelliğe iliklerine kadar batmış, ama güncelliği de kurtaramayan adamın mantığıdır. Kaldı ki önder geçinir, ailede reis geçinir, kabilede veya mahallede kabadayı geçinir. Bunlar alaşağı edilmeden, halkın kendini bulması ve uzun vadeli çıkarlarını savunması mümkün değildir. Vatanı ucuz terk etmeyle, “bu oyuna nasıl geldim, nereye gidiyoruz, sonumuz ne olacak?” sorusuna cevap vermeden sağlıklı bir yurtseverlik gelişmez. Aldanmayalım!
SAĞLIKLI BİR YURTSEVERLİK GELİŞMİYOR
Avrupa’da, Türkiye’nin metropollerinde sadece erinmez, kaybolunur, sonuçta oranın köleleri olunur. Hem kölelik yapıyor, hem de hizmetkarlık yapıyorlar. Asla özgür bireyler haline gelinemez. Bütünüyle tortu işler yapılıyor. Afrika’nın zencileri, üç yüz yıldır Amerika’da neyseler, Kürtlerin köleliği de Batı’da aynıdır. Bu statü yeni gelişiyor, ama çok kötü gelişiyor. Öyle kolay yenilir, yutulur şeyler değildir. Müsebbibi kimdir? İflas etmiş bir çiftçi, işinden kovulmuş bir işçi, memur ve günlük yaşam tutkunlarıdır. “Giderim denizi görürüm, sokaklarda sürterim” yaşam edebiyatına kanan gençliktir. Adeta sarhoş olmuş veya afyonlanmıştır. Kendisiyle birlikte bir tarihi götürdüğünün, bir ülkeyi inkar ettiğinin farkında bile değildir. Kapana kıstırılmış ve oyuna getirilmiştir. Geriye “köyümüzün yarısı gitti, bölgemizin yarısı gitti” diyen yaşlılar kalıyor. Savaşarak mı gittiler? Hayır! Kendi kendilerine gittiler. Niçin? Daha iyi yaşam varmış, iş varmış!? Gelen haberlere göre durumları da iyi değildir, çocukları perişan oluyorlar. İkinci kuşak, üçüncü kuşak farklı yetişiyor. İşte, emperyalizmin istediği kadar kullanabileceği insan böyle ortaya çıkıyor.
Koşarak yanına gittiğiniz Avrupalıları, hatta Egelileri, Batı Anadolu insanını getirin Dersim’e, Güneydoğu’ya; valiler ve paşalar dışında bir tanesini bir hafta tutamazsınız. Peki biz niye oraya koşuyoruz, niye orada yaşıyoruz ve o kadar tutkunuz? Binlerce yıllık ata topraklarına bu kadar uzak düşmek ve bunu normal görmek kadar zillet tutkunluğu olmaz! Bu duruma gelmenin iyi olduğundan bahsedilebilir mi? Yeryüzünde bir Filistin vardır. İsrailoğulları iki bin beş yüz yıl önce Filistin’i terk etmişler, şimdi bu halk gelip Filistin’e kavuşmak için her şeyi yapıyorlar. Sovyetler gibi sosyalizmin o kadar geliştiği bir alandan “İki bin beş yüz yıl önce buradan çıkmışız” diyerek ayda on binlercesi buralara koşarak geliyor. Gelir gelmez her biri önce toprağını öpüyor. O kızgın güneş altında “vatan” deyip mutlu oluyorlar veya mutluluk onlar için bu oluyor.
BİZ NE YAPIYORUZ?
Dört bin yıl önce yerleştiğimiz vatan topraklarını, adeta kaçarcasına ve arkamıza bakmamacasına terk ediyoruz. Elimize bir pasaport veriyorlar, öteki taraftan da “gelin” diyorlar. Gidiyoruz ve oraya kapaklanıyoruz. Çok basit bir yaşam uğruna, bütün gelenek-görenekleri, toprak sevgisini, bizzat toprağımızı ve toplum sevgisini kaybediyoruz. Bazıları “çok şükür, aileyi ve çocukları kurtardık” diyor. İçine düştükleri durum budur. Bizimkiler “cennet” diye tabir edilen bir ülkeden, dünyanın öbür tarafına savrularak, “kurtardım” diyerek kendi kendilerini avutuyorlar. Diğer yandan da iki bin beş yüz yıl sonra ve çok haksız bir temelde, gelip toprağa kapananlar var. “Vadedilen topraklara geri dönüyoruz” diyorlar.
Afrikalı bu kadar siyah ırktan insan, Amerika’ya köle olarak götürüldü, ama onlar zincire vurulup köle olarak gemilere doldurulup öyle götürüldü. Biz gönüllü olarak, özel savaş oyunuyla uçaklara dolduruluyoruz. Frankfurt hava alanıdır, Macaristan’dır, Viyana kapılarıdır. Her yere bırakılıyoruz. Sonuç ortadadır. Orada gericiliğin gelişmesine yol açılıyor, burada da ülkenin boşalmasına yol açılıyor. Sonunda kaybeden insanlık oluyor, kendimiz oluyoruz, doğal özelliklerimiz oluyor. Aslında “benim kişisel gelişim, huyum, suyum” dedikleriniz, düşman tarafından direkt tarihsel temeli olan ve çok sistemli politik, ekonomik, sosyal politikalarla geliştirilen ve sizde zafer kazanmış bir yaşam tarzının kabulüdür. Kişilikte iflasın, kişilikte yenilgiyi kabul etmenin sonucudur.
EDİTÖRDEN