Pakistan halkının, krallıklarla idare edilen halkların, ufak bir yer parçasında bile gösterdikleri ayaklanmaların, sınırlısını bile gösterememe durumu, ancak özel savaş ve onun psikolojik boyutuyla izah edilebilir. Prusya politikacıları bile buna şaşmaktadırlar. Günümüzün demagoglarını ve en kaşarlanmış burjuva politikacılarını bile şaşırtan olgu, özünde budur. Adına “halkımız devletine çok bağlıdır, olumludur” dedikleri; aslında özel savaşın kesin koşullandırdığı, tek taraflı boyun eğdirdiği, halk yığınlarının yaşadığı durumu ifade etmekte kullanılmaktadır. Deyimin gerçek anlamı budur. Oldukça tarihsel temellerde ele alındığında iyi kavranır ve yine güncel yaşamın ayrıntılarında etkileri görülürse, hakkıyla anlam ifade edebilir.
Bugüne kadar Özgürlük Hareketinin çabaları dışında, devrimci güçlerin konunun muazzam cahili olduğunu belirtmek gerekiyor. Bırakalım konunun bilincinde olmayı, çoğu objektif olarak özel savaşın propaganda kolu durumuna düşüyorlar. Özel savaşta polis ve istihbarat biriminin, solu işlemez kılmada, genelde muhalif güçleri işlevsiz kılmada belirli bir etkiye sahip olduğunu söylemek ve esasta bu temelde yönettiğini belirtmek fazla abartılı bir yaklaşım değildir.
Türk sisteminde, özellikle de Anadolu’da, Selçuklu ve Osmanlılarla birlikte gelişen merkezi-feodal-despotik sistemlerde denilebilir ki, devlet yaşamı bütünüyle özel savaş yaşamından ibarettir. Anadolu’da yoğunlaşan Türk gücünün, özellikle egemen sınıfların devletleşmesinde en çok geliştirilen savaş şekli; özel savaştır. Yeniçeriler kuruluşunun gelişimi bu konuda örnektir. Yedi yaşından itibaren, çeşitli halklardan derlenen Hıristiyan çocukları, öyle süzgeçlerden geçiriliyorlar ki, sultanlığın merkezi gücü haline getiriyorlar. Yine Osmanlı devletini yükseltmede ve yaşatmada yüzyıllarca süren en gerici, tutucu bir savaş gücü olduğunu biliyoruz. Bunu daha çok da sindirici etkisini halen yaşayan halkların korkularından anlamaktayız. Öyle bir terör ve korku yaymışlar ki, Balkan halkları, Anadolu halkları, bugün bile Türk barbarlığı deyince o dehşeti akla getirmektedirler. “Vurun kellesini” sloganıyla, bir çırpıda istediklerini vurabilirler ve büyük bir dehşet salarlar. Başlı başına büyük bir psikolojik etki söz konusudur.
Burada karşımıza çıkan diğer bir olgu; Osmanlı sultanları kendi içinde öyle bir terör geliştiriyorlar ki, iktidar için gerektiğinde bütün kardeşler boğdurulabilmektedir. Ve bu normal görülmektedir. Bu büyük bir terör anlamına geliyor ve iktidarın yaşatılmasında neye dayanılmak istendiğini veya dayandığını açıkça gösteriyor. Halklara ve kendi içinde olası iktidar öğelerine karşı öyle dehşetli terör uygulanıyor ki, yüzyıllardır methedilen Osmanlı sistemi yürürlükte kalabiliyor. Hem halklar içinde, hem de kendi içinde alternatiflerini yok etme, bu sistemin en belirgin özelliği olmaktadır.
TÜRK EGEMEN SİSTEMİNİN ÖZEL SAVAŞTA PSİKOLOJİK BOYUTU ÇOK KÖKLÜDÜR
Denilebilir ki, temelde değer gasp etme, bu özel savaş sistemine dayanmaktadır. Kitlelerin boyun eğdirilmesi, karşıt grupların oluşmaması, her türlü gelişmeden alıkonulma ve psikolojik etki çok önemli bir yer arz eder. Bu sistemi, Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal eliyle olduğu gibi Osmanlı’dan devralmıştır. Cumhuriyet adı değiştirilmiş, maskelenmiş Osmanlı kurumudur; cumhuriyete temel teşkil eden devlet kalıntısı Osmanlı’dır. İdeoloji, politika ve uygulama tamamen Osmanlı’dan miras alınmıştır. Bizzat hayata geçirenler, Osmanlı paşaları ve bürokratlarıdır. Dolayısıyla Cumhuriyet’in oluşumundaki savaş mantığında, özel savaş büyük rol oynar. Daha sonra toplumun denetim altına alınmasında, psikolojik savaş boyutu en çok uygulanan sistem olur.
Mustafa Kemal’in bütün mahareti; sınırlı da olsa Yunan kuvvetlerine, onun müttefiklerine ve daha çok da iç rakiplerine karşı bu özel savaş sistemini çok iyi geliştirebilmesidir. Daha başlangıçta, Anadolu’da, gerçek antiemperyalist, anti-feodal bir temelde geliştirilmek istenilen ve eğer M. Kemal’in özel savaşı olmasaydı, rahatlıkla gelişebilecek olan ilerici çıkışlar özel savaş yöntemleriyle bastırılmasaydı; günümüze doğru halk hareketlerinin gelişimi çok değişik olurdu. Tarih biraz daha derinliğine kavranıldığında, özellikle Cumhuriyet tarihinin kuruluş aşamasında görülecektir ki, M. Kemal’in komutanlığı öyle bağımsızlık savaşçılığı değildir. Antiemperyalist, anti feodalliği güdükleştirmede, işlemez kılmada, tam Osmanlı geleneğine yaraşır bir çıkar grubunun diktasını oluşturmada, adeta değişik bir hanedan geliştirmede kullandığı görülecektir.
Dikkat edilirse, M. Kemal padişahın kendisine verdiği görevle, müfettiş olarak Anadolu’ya çıkar. Anadolu’da halkçı hareketler, Mudafai Hukuk Cemiyetleri, komünist hareketler vardı. Güneydoğu’da Fransızlara karşı antiemperyalist hareketler başlamıştı ve Kürdistan’da da gelişme halindedir. M. Kemal bunları bastırmak için yola çıkar. Ordu müfettişliği görevi çok somuttur. Ama M. Kemal şunu görüyor; sultanlık tarihi, artık gerek dünya çapında, gerekse Anadolu’da yaşatılamayacak kadar çürümüş bir konumdadır. Dolayısıyla onun adına onu savunmak; yenilgiyi peşinen kabul etmek demektir. Birinci saptaması budur. İkinci saptaması ise; eğer kendisini etkili olarak devlet kalıntılarına, asker ve sivil kişi ve kuruluşlara dayandırarak örgütlemezse, Anadolu’daki halk hareketleri, Kürdistan’daki Kürt ve Ermeni hareketleri başarılı olabilir. Anadolu’da daha o zaman Bolşevizm istinadı gösteren, en azından demokratik bazı hareketler kendisini aşabilir. Dolayısıyla “emperyalizmle, Yunan’la, Rum’la, Ermeni’yle savaşıyorum” adı altında, Müslüman kitleyi, Kürtleri, hatta komünistleri ve demokratları aldatması mümkündür. Halk savaşı biçimleri olan gerilla kuruluşlarını, “sonuç alamazlar” diye, daha 1920’lerin başında tasfiye ederek, el altından emperyalizmle uzlaşmak için bütün gücünü gösterebilir; yine “anti-emperyalistim” adı altında, Bolşevikleri aldatabilir. Bütün bunları göz önüne getirdiğimizde, yapılmakta olanın dört başı mamur bir özel savaş uygulaması olduğu görülmektedir.
DERSİM’DEKİ KATLİAM ÇOK İYİ BİLİNİR
Kemalistler tarafından özenle hazırlanmış, adım adım geliştirilmiş, daha sonra bir kaç imha darbesiyle yerine getirilmiş, geride kalanlar üzerinde de psikolojik terörle birlikte tamamlanmıştır. Korkma, kaçma, beyaz terör dediğimiz dönemi ardından getirmiştir. Sonuç; günümüze doğru geldiğimizde, nüfusun üçte ikisinden fazlası metropollerde, yurt dışında ve geride kalanların da bir an önce kaçmak istedikleri bir bölge akla gelmektedir. Daha da kötüsü, sahte bir Dersimcilikle, bu temelde yüzde yüz Dersim gerçeğine ihanet ederken, ona karşı en ufak bir yurtseverlik görevini bile yerine getiremeyenler söz konusu. Bunlar Avrupalar’da, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere metropollerde, “Alevi milletvekilleri”, “Dersim kökenli aydınlar” adı altında ve tamamen düşmanı örtbas eden bir durumla, yurtseverliğe karşı yer almaktadırlar.
Çocuk yaşta devşirilenler, -Yeniçeri ocaklarında Hıristiyan çocukların devşirilmesi gibi- çoğu anasız-babasız bırakılmıştır. En çok okullar, hatta öğretmen okulları buralarda kurulmuştur. Devşirilen bu çocuklar, en halis Türkleşme muamelesine tabi tutulup, İstanbul Türkçesi’yle ve yaşam tarzıyla yetiştirilmektedirler. Kendilerine verilen cumhuriyet memurluğu -ki, buna eskiden “Kapıkulu” denilirdi, biz “cumhuriyet kulları” diyebiliriz- yeniden Cumhuriyet kullaşması temelinde, yaşam tarzı, felsefesi ve hareket tarzıyla kısaca tüm yaşamdan anladıkları, tam bir Kemalist’in yaşam tarzıdır. Doğa ve fiziki yapıları, tamamen Kürdistanlı ve Dersim gerçeğiyle bağlantılıdır. Bu çok tehlikeli bir oluşum anlamına geliyor. Gövdesiyle, fiziğiyle Kürdistanlı; ruhuyla ve beyniyle Kemalist! Ucubelik böyle ortaya çıkıyor. Böyle bir ucubeleşme de, bir halkın başına getirilebilecek en büyük beladır. Maalesef böylesine bela tipler oldukça fazladır. Yalnız Dersim’de değil, bütün bölgeler böyledir. Dersim’de uygulanan en gerici biçimidir.
Unutmayalım ki, Dersim, Kürdistan tarihinde en çok işgal ve istila edilen yer durumundadır. Daha 1940’lara kadar da, Kürdistan’da “isyan” denilince akla gelen bir no’lu bölge anlamına gelmektedir. Orada geliştirilen ve başarıya götürülen özel savaş yöntemleri, adım adım Kürdistan’ın bütün bölgelerine taşırılmıştır. Günümüzde revaçta olan ve oldukça çarpıcı bir biçimde karşımıza çıkan bazı tarikatlaşmaların merkezine baktığımızda, Silvan, Batman gibi yörelerde, Refah Partisi gibi bir MİT oluşumu, %25’le en birinci parti durumuna yükselebiliyor. Günlük basını izlediğimizde, “Silvan’da ve Batman’da, her türlü dini yayın sınırsız bir özgürlük altında muazzam satılıyor ve kitle temeli buluyor” deniliyor. Dolayısıyla karşımıza çıkan olay; daha değişik bir dini teşkilatlanma adı altında, bir özel savaştır. Hatta “Humeyni taraftarları örgütlensin” deniliyor. Aslında bu büyük bir sahtekarlıktır. Bu sefer de “Humeynicilik” maskesi altında örgütlenmeye çalışılıyor, özündeyse Humeyni’ye karşıdır. Fakat etkisini çarpıtmak için bu kılığa giriyor.
Mahsum Kormaz ve Haki Karer gibi değerli yoldaşlarımızın kardeşlerini bile, özel savaş psikolojik yönelimleriyle kendi militanı haline getirebiliyorsa, bu onun ne kadar sonuç aldığını ve bu konuda ne kadar usta çalıştığını ispatlar. Bizim birçok savaşçımızın yakınlarını bu tip tarikatlar yoluyla karşımıza çıkarabilmektedirler.
EDİTÖRDEN