Nasıl ki kaba işgalcilik, M. Kemal’in eline sahte bir ulusal kahraman olma fırsatı verdiyse bugün de “Ilımlı İslam” kisvesi altında yeni Osmanlıcılık ile AKP-MHP faşist şefi Tayip Erdoğan’a verildi. “Yunan işgaline karşı çıkıyorum” sloganı altında, aslında çözülen, tükenen ve yok olan Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntılarından, cumhuriyet adı altında, en köhne ve gerici bir devleti ortaya çıkarıyor ve bunu özel savaş yöntemleriyle yapıyor. Kaba işgalcilik kendiliğinden de aşılabilirdi; Yunan kuvvetlerinin Anadolu’da uzun vadeli durması mümkün değildi. Dolayısıyla uzun vadede tehlikeli olan; gelişebilecek halk hareketleriydi, komünistlerin de açık olarak yer aldığı milli hareketlerdi. Bu hareketlere karşı daha çok savaşmıştır. O halde, asıl olan Mustafa Kemal’in emperyalist işgale karşı savaştığı değil; toplumsal-ulusal muhalefete karşı savaştığıdır. Türk halkında alabildiğine gelişen demokratik muhalefete, Kürtler’in, Ermeniler’in ve diğer azınlıkların ulusal istemlerine karşı bir savaşı geliştirdiği gerçeğidir. Örtbas edilen de budur. Cumhuriyet tarihinin örtbas ettiği ve işin esas yönünün bu olduğu, bunun da bir özel savaş yöntemi olduğu açıktır. Yani halk hareketlerine karşı hiç savaş yürütmemiş gibi her şeyin üstü örtülmüştür. Bugün de Cumhuriyet adı altında yapılabilecekler yapıldı, geri kalan yönü ise tekrardan Osmanlı ideolojik kalıntıları üzerinden AKP-MHP yani emperyalistlerin projesi olan faşist şef Tayip Erdoğan ile yapılıyor. Yani nasıl ki Mustafa Kemal dış güçlere karşı değil de halk hareketlerine karşı ve daha ileri giderek kendi içindeki muhalefete ve silah arkadaşlarına karşı da aynı özel savaş yöntemlerini uygulamışsa, bugüne uyarlanmış versiyonuyla Tayip Erdoğan ve Devlet Bahçeli de yaptı/yapıyor.
90’LARDAKİ TARİKATLAR AKP-MHP ELİYLE TEKRARDAN YENİLENİYOR
Biraz daha 12 Eylül faşizmi dönemine gelindiğinde, başta basın, televizyon olmak üzere, biraz da tekniği hizmete koşturmasıyla özel savaş daha da içinden çıkılmaz bir durum yarattığı, Türkiye’de kapitalizmin biraz gelişmesiyle birlikte daha da boyutlandırdığı bu psikolojik savaşı iyi yakalamamız gerekiyor. 12 Eylül için kısaca söylenecek olan şudur; bir kaç özel psikolojik savaş silahını iyi kullanıyor. Dini baştan itibaren toplumu uyutmada kullandı. Özellikle İran’daki devrimde, din, anti-emperyalist ve sağa karşı devrimci işlevini görünce, ABD ile birlikte “ılımlı İslam” adı altında, tutucu din silahına tekrar sarıldı. İran’daki işlevinin tersine, dinin, toplumsal muhalefetin bastırılmasında nasıl kullanılacağını geliştirmek istediler.
1980’lerin başından itibaren, Ortadoğu’nun gerici dinsel merkezlerinin yardımıyla, 12 Eylül faşizminin askeri-siyasi yönden başı olan Evren ve sistemin ekonomik yürütücüsü Özal’ın tarikatları desteklemeleri ve bizzat tarikatlaşmalara önderlik etmeleri söz konusudur. Özellikle Kürdistan’da, MİT’in çok büyük bir çaba harcadığı şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Kendilerine göre çocuklar üzerinde uygulanacak on yıllık bir programı oluşturmuşlardır. Bu programa göre “bu çocuklar on yaşındaysa, on yıl sonra militan o-labilirler. Militan olmalarını önlemek için, ya Nakşi yapmak lazım, ya Süleymancı yapmak lazım, ya da Nurcu yapmak lazım” yaklaşımı esastır. Aslında hepsi de MİT teşkilatlarıdır. Hangi tarikat uygunsa, bunları bölgelere göre ayrıştırırlar. Örneğin; Şafiilik’ten Nakşicilik gelişirse o bölgeye bu tarikatı, Dersim’de Alevicilik gelişiyorsa ona göre uygun bir tarikatı, Adıyaman’da Kadiri tarikatı uygunsa ona göre Kadiri tarikatı geliştirmişlerdir. Her yörenin durumuna göre tarikatlar oluşmuş, hepsini de MİT elemanları yönlendiriyor.
Diğer yandan İstanbul’da, burjuva çocuklarına Adnan Hoca tarikatı oluşturuldu. Süper MİT ajanı! Mükemmel çalıştı. “Devrimciliğe ilgi duyacaklarına, Adnan Hoca tarikatına güvensinler” denildi. Bizzat bir çok subay, Nakşiciliğin çok çeşitli kollarını örgütlüyorlar, Süleymancı tarikatının örgütlüyorlar, Nurculuk çok çeşitli kollar halinde örgütlendiriliyor. Tarikatlar sayılmayacak kadar çoktur, gözle görülenleri saymaya kalksak belki de kırk tane tarikat örgütlendirilmiştir Kürdistan’da. Her birisi elli bin çocuğu baştan çıkarırsa, Kürdistan’da çocuk kalmaz. Adeta aralarında parsellemişler. On yaşından itibaren kökenini unutturacaklar. Yeniçeri ocağı da Bektaşi tarikatındaydı. Şimdi de aynı o dönemdeki devşirmeler gibi, bu çocukların hepsini tarikat ocaklarında eğitmişler, baştan çıkarmışlar. Toprağına yabancı, halkına yabancı, sınıfına, ulusuna yabancı hale getirilmişlerdir. Ortaçağ’dan daha geri ve tutucu ocaklar!
Dinsiz oldukları halde, dini bu kadar kullanıyorlar. 12 Eylül faşistleri, dinle hiçbir alakaları olmadığı halde, ama dini de iyi kullanarak bu tarikatları geliştiriyorlar. Bu yönüyle, bu silah, özellikle de Kürdistan’da Kürt Özgürlük Mücadelesine karşı geliştirildi. Kuran-ı Kerim ayetlerini bildiriler haline getirdiler ve helikopterlerle dağıttılar. Dini vaaz yoluyla, müftü ve vaazcıları camilerde her gün konuşturdular; “bunlar teröristtirler, cenazelerinin namazı da kılınmaz” diyorlardı. Bütün bunlar, özel savaşın dinsel kılıflı olanı biçimleridir. Bugün de gündemi takip ediyorsak, AKP-MHP aynı arguman, aynı yol yöntemler ile özel savaşı geliştiriyor.
SPOR ÇOK ÖZENLE GELİŞTİRİLDİ
Özellikle kitle çelişkilerinin, tepkilerinin sahte bir şekilde boşalması için, futbola muazzam yatırım yapıldı. En popüler futbolcular yurt dışından getirildi. Brezilya’dan tutalım Sovyetler’e kadar, nerede bir popüler futbolcu varsa getirildi. Güreş, halter dallarında yine öyle. Naim Süleymanoğlu meselesi, tam bir özel savaş olgusudur. Turgut Özal bizzat kendisi bu işle ilgilendi. Judo’ya kadar bütün branşlar kullanılacağı kadar kullanıldı. Şimdiden stadyumlar neredeyse savaş alanına dönüştürülmüştür. Toplumsal çelişkilerin çözümlenmesi yerine; sporda futbol takımlarını tutma konusunda sahte bir çelişki yaratılarak, yüzbinlerin birbirlerine kin ve öfkeyle bağrışmaları, çatışmaları toplumsal muhalefeti çürütüyor. Bu silah da çok etkili olarak kullanıldı ve yüzbinleri toplumsal muhalefetin dışına çekti.
BİR DE EĞLENCE KÜLTÜRÜ VAR
Festivaller geliştiriliyor, özellikle arabesk yaygınlaştırılıyor. Hatırlanacak olursa Kürt Özgürlük Hareketi etkisini az çok etrafa yaymaya başladığında, bugün Özal’ın eşinin bile yanına almaktan eksik etmediği İbrahim Tatlıses, bir no’lu türkücü diye topluma sunuldu. Diyarbakır’da Emrah diye bir soytarı ortaya çıkarıldı. MİT’in hazırladığı bir tip olarak sunuldu. Aslında bunları önceden hazırlıyorlar ve birincilik ödülleri verdiriliyor. Bunlar da sahte burjuva çığlıklarını konserlerinde konuşturuyorlar. Toplum ne kadar hayranmış, ne kadar seviliyorlarmış!… Bu tür propagandalarla, daha sonra bunları Kürdistan’a da yolluyorlar. “Hayran olmanız gereken büyük halk sanatkarları” diyorlar. Aslında bunlar, MİT’in toplumsal muhalefeti içinden boşaltmak için hazırladığı tiplerdir. Bunların söylediği türkülerde, en ufak bir halk direnişi veya sesi yoktur. Daha önce devrimci sanat etkinliği olan türküler oldukça bastırıldı. Onların yerine, bu sahte tipler geniş bir propaganda temelinde etrafa yayıldı. Yurt dışında bunlar ezilmiş, yoksul, daha çok da Kürdistan’daki gençler için, onları bu yönden baştan çıkarmak için dayatılıyor.
ÖZEL SAVAŞIN DAYATIĞI YAŞAMI REDDEDİYORUZ!
Buna karşı ne yapılması gerektiği konusunda ise; her şeyden önce, bu gerçekleri tarihsel temelde yakalamalı, güncellik içinde bu uygulamaların adım adım nasıl zenginleştirilerek uygulandığını teorik ve kevramsal düzeyde görebilmek gerekir. Ardından özel savaşın etkilerini benimsemeyi, özümsemeyi değil; tasfiye etmeyi gündemleştirmek gerek. Dayattığı yaşam biçimini ve istemlerini reddetmek gerek. Bugün Türkiye ve Kürdistan’da hatta Ortadoğu’da PKK neden alternatiftir? Çünkü bu dayatılan yaşam biçimine karşı savaş ilan edildi. Bu yaşam biçiminin etkilerini PKK saflarında ve yurtseverler içinde yansıtmamak için büyük savaş verildi/veriliyor.
Kürt Özgürlük Hareketine karşı yöneltilen eleştirilerden birisi de şudur; “bunlar yaşamasını bilmiyor” diyorlar. “Doğru, biz özel savaşın dayattığı yaşamı bilmiyoruz ve reddediyoruz” diyeceğiz. Bu reddi yapmadan, bu savaşın yalnız ideolojik boyutundan bile başınızı kaldıramazsınız.
Uygulanan özel savaşın, çok açık bir biçimde baskı ve sömürüye alabildiğine açık bir kitle yapısını ve kişiyi teslim aldığı açıktır. Bu kırılmadan, sıradan bir demokratik halk savaşımı bile verilemez. Bırakalım devrimi, kurtuluş savaşını, ekonomik ve demokratik bir savaşım bile kazanılamaz.
Ben “anadan doğma böyleyiz, bunlar vazgeçilmez özelliklerimizdir” söylemlerine karşı çıkmak gerek. Genelde insan, özelde devrimci kişi ve hareketlerde her şeyin devrimle halledildiği bir ortamda birey boyutunda değişme hızlıdır. Hele hele devrimsel gelişme her şeyin çözümleyicisi ise, üslubundan ruhuna kadar “değişmeme” diye bir olgudan bahsetmek; geriliğin, bu anlamda da dayatılan özel savaşın savunulmasından başka bir anlam taşımaz. Burada “gücümüz yetmiyor” demek; objektif olarak özel savaşı savunmaktan başka bir anlam ifade etmemektedir ve sorumsuzluktur. Israr edilirse, objektif ajanlıktır. Çünkü özel savaşın konuşturduğu bir kişiliği, bir oluşumu savunma anlamına gelir. “Yaşam budur, bunu yaşamak istiyorum” demek; içine girilecek en olumsuz durumdur. Buna karşı verilecek en doğru ve en çözümleyici cevap; “Biz özel savaşın dayattığı yaşamı bilmek istemiyoruz ve reddediyoruz” demektir.
EDİTÖRDEN