12 Mart 2020 Perşembe Saat 17:05
0
21
TR
:” ”
:””
” “,
:” ”
Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme amaçlı
yürütülen hegemonya savaşı sürerken her güç bu savaşın kazananı olmak için
adımlar atıyor. Kuşkusuz kazanan, hem büyük bir ticaret merkezi olan
Ortadoğu’da hakimiyetini kuracak, hem de
dünya siyasetinde belirleyici güç olacak. 3. Dünya savaşı merkez olarak
Ortadoğu’yu hedef alan, öncesinde devletlerin vekil olarak yürüttüğü,
sonrasında fiili olarak devreye girdiği ve bizzat yürüttükleri bir savaş
konumuna gelmiştir. Bugün atılan adımlar önümüzdeki 100 yılın savaşı olacaktır.
Bu nedenle barış değil, proje savaşıdır. Bu savaşta bazıları yenilecek,
bazıları diğerinin şartlarını kabul etmek zorunda kalacak ve dünya savaşlarının
karakteri gereği bölgede yeni dengeler oluşacaktır. Yeni düzenin nasıl
oturtulacağı henüz belirlenmiş değil. Mevcut durumda taktik ittifaklar
yapılmaktadır. Ortadoğu’daki tüm gelişmelere bütünlüklü bakmak çok önemlidir.
Sadece bir parçada yaşanan gelişmeleri değerlendirmek bizi eksik sonuçlara
götürecektir.
Bölgede hegemonik güç olarak ABD ve
Rusya, etkileyici güç olarak ise Türkiye, İsrail ve Suudi Arabistan bulunuyor. İsrail’in
uluslararası alandaki ayağı ABD’dir. Ayrıca İngiltere, Suudi Arabistan, Ürdün
ve Mısır da İsrail’i desteklemektedir. ABD, Suriye’nin doğusundaki petrol
bölgelerinde kendi hakimiyetini, Türkiye’nin de Fırat’ın batısı ve doğusundaki
işgalini kullanarak tamamen Suriye’yi ve Irak’ı şekillendirme, Kürtler
üzerindeki etkinliğini sürdürme politikasının bir parçasıdır. Sorun sadece
petrol bölgelerini kontrol etme değildir, buralar üzerinde Suriye ve Irak
üzerinde baskısını sürdürürken, diğer taraftan da Başurê Kürdistan’daki
yönetimi de kullanarak bölge politikalarında etkili olmak istiyor. Gelinen
aşamada ABD’yle Rusya, Suriye, İran ve bunlara bağlı güçler arasında hakimiyet
sağlama mücadelesi yoğunlaşmıştır. Her ne kadar cepheden şiddetli bir savaş
içine girmeseler de her güç kendi ağırlığını artırmak, korumak, kendine güçlü
bir konum kazandırmak istiyor.
Türkiye esasta Kürt düşmanlığı
yürüterek, bölgede Kürt kazanımlarının önüne geçmek ve bu temelde destek olacak
her güç ile ittifak halinde olmayı tercih ediyor. Rojava Devrimi’nin
temellerinin atılmasıyla halk ayaklarının boyutlanması hegemonik güçlerin,
özellikle de Türk devletinin tüm
hesaplarını bozdu. Bu yüzden de AKP yönetimindeki Türk devleti devrimin imhası,
tasfiyesi ve Kürt soykırımını başarmak için tüm varlığını ortaya koydu, Suriye
stratejisine Kürt düşmanlığı temelinde yön veriyor. Rusya ise adım adım Türkiye’yi
teslim alma temelinde ilişkilerini sürdürüyor. Bu teslim alma süreci düşürülen
2 Rus uçağın düşürülmesiyle başladı. Putin, misilleme olarak sıcak çatışma
yerine tamamen erdoğan yönetimini denetime almaya başladı. Putin bir demeçte “Suriye
savaşında Türkiye’yi kazandım demişti. KGB geleneğinden gelen Putin,
soğukkanlılıkla Rus uçaklarının düşürülmesiyle oluşan krizi avantaja çevirdi.
Böyle gelişen süreçlerde Türkiye sürekli tavizler vererek NATO üyesi olmasına
rağmen ilişkilerini sınırlı tutmaya çalışsa da Suriye iç savaşında tabular
yıkıldı.
Rusya ve ABD’nin hegemonya savaşı
sürerken, önemli dinamiklerden oluşan bölge devletleri de küresel güçlerin
içine girdiği çatışma durumundan payını almaya çalışmakta. Ancak bu hesaplarda
eksik bıraktıkları, hesaba katmadıkları üçüncü bir güç olan Kürt faktörü vardı.
Bu güçler için Kürtler hem bir müttefik, hem de amaçlarına ulaşmada bir
pazarlık konusu oluyordu. Devletlerin sistem krizine karşı Kürtler öncülüğünde
gelişen halk ayaklanmaları ile yeni bir sürece girildi. Hegemon güçler de
toplumun sisteme karşı bu tepkilerine zemin açarak bölgeyi yeniden dizayn etmek
istedi. Hakimiyetin önünde engel olan güçler için de planlar yapılarak hem
etkisini azaltıp zayıflatmak, hem de gerekirse o devleti tasfiye etme arayışlarına
gidildi. Örnek olarak İran’ı verecek olursak Kasım Süleymani’nin Bağdat’ta ABD
tarafından öldürülmesi önemli anlamda dengeleri değiştirmiştir. ABD askeri ve
siyasi ağırlığını ortaya koyarak, Ortadoğu’da esas dikkate alınması gereken güç
olduğunu ve kendisini dikkate almadan herhangi bir yeni Ortadoğu düzeni
gelişmeyeceğini vurgulamak istedi. ABD’yle İran çok şiddetli karşı karşıya
gelecek bir savaş içine girmeseler de savaş farklı yol ve yöntemlerle
yoğunlaşarak sürecektir. İran’ın bu hamle karşısında ABD’ye direnmekten başka
yolu kalmadı. Dışarda vereceği mücadele ne kadar güçlü olursa içerdeki
egemenliği o denli ayakta kalır, stratejisini buna göre kuruyor. ABD ise İran’ı
teslim alıncaya kadar savaşını sürdürecek. İran’ın zayıflaması ve kendi zenginliklerinden
taviz vemesi durumunda, oluşacak boşlukta yerini alacak güç dengeleri
değiştirecektir. Türkiye gibi çıkarcı devletler ise önümüzdeki süreçte bu
boşluğu doldurmak için kendisine pay çıkarma peşindedir. İran ABD ile savaşa
girerse ve güçlü bir direnç gösterirse ya İran’a müdahale olacak, ya da ABD’ye
geri adım attırılacak. Rusya, İran’la ABD’nin şiddetle karşı karşıya gelmesini
istemez, çünkü Rusya İran’ın müttefikidir. Buna Çin de dahil edilebilir. Bunlar
dikkate alındığında mücadelenin çok taraflı ve karmaşık düzeyde süreceği
görülüyor. Deyim yerindeyse bölgenin kaderini belirleyecek olan bu savaştır.
Türkiye, yeni dizaynın dışında
olmayacak, bu yüzden İran’ın dış siyaset taktiğini uygulayarak kendince bazı
adımlar atıyor. Tayyip-Bahçeli, devletin yeniden biçimlendirilmesi yönünde
ittifak kursa da bu ittifak içi boşalmış, çöküşe uğramış bir yönetim doğurarak
bir çok güçle karşı karşıya gelmiş bir rejim olmuştur. Başkalarının savaşını
yürütür hale gelmiş vekil bir rejim konumundadır. Kendisini “Oyun bozucu
tanımlamasıyla gücünü gösterme arayışlarına girmiş ve son aşamada Rusya’yı
karşısına almıştır. İç ve dış siyasetinin ömrü tükenmiş ve son demlerini
yaşıyor. TC devleti şimdiye kadar ayakta kalmışsa bunun nedeni İngilizlerle
yaptıkları Lozan Anlaşması’dır. Başka bir güce dayanmadan, ittifak kurmadan
ayakta kalması mümkün değildir. Şimdiye kadar varlığını dış devletlere
dayanarak koruyan Türkiye artık tutunamıyor. İdlib’de kaybederse Suriye’de
kaybedeceğini ve Suriye’de işgal altına aldığı tüm bölgelerden çekilmek zorunda
kalacağını söyleyerek bu savaşı yürütüyor. Bunu “Beka sorunu diye
tanımlamasının nedeni budur. Türkiye’nn İdlib’de zaman kazanma arayışları olsa
da kaybedeceği açıktır. Çetrefilli bir durumda olduğundan hem ABD’ye, hem de
Rusya’ya demir atmakta ve boğulmakta olan siyasetine nefes aldırmaya
çabalamaktadır.
İdlib’de girilen çıkmaza karşı ABD
Türkiye’ye bir proje sunmaktadır: “Rusya ilişkilerinde geri adım at, ben de
senin varlığını tanıyayım ABD’nin yeni dönem stratejisi Suriye’yi Rusya için
yaşanılır bir alan değil, altından kalkamayacağı bir yük konumuna getirmektir. Türkiye
şimdiye kadar, süren çelişki ve çatışma ortamında her iki taraftan da
yararlanmaya çalışıyordu. Kürt politikasında, soykırımında kim destek verirse
ona daha yakın durarak bazen ABD ve Batı tarafına, bazen de Rusya tarafına
eğilim gösteren bir politika izlemiştir. Şimdiye kadar Ortadoğu’daki
mücadelenin boyutu, karakteri Türk devletine bu imkanları verse de, bu imkanlar
daralmış ve Türkiye artık bir karar verme aşamasına getirilmiştir. Yakın zamana
kadar ABD ve Avrupa’ya karşı Rusya’yı kullanma ve bu Rusya ilişkisinden
yararlanarak özellikle Kürtlere karşı belirli saldırılar yürütme koşulları bulmuştu.
Özellikle Efrin açısından bu durum söylenebilir. Yine Bab, Cerablus gibi
yerlerde de Rusya TC’nin işgaline göz yummuştur. ABD ise kendileriyle sorunlu olsa bile NATO üyesi
olarak Türkiye’nin sonunda kendilerinin yanında yer alacağını düşünerek
Türkiye’nin saldırılarına, işgallerine ses çıkarmamış, hatta işgale teşvik
etmişlerdir.
Mevcut durumda Ortadoğu’da mücadele
eden güçlerin safları belirginleşmiştir. Eskiden ilişki ve ittifaklar daha
kaygan olsa da bu zemin giderek azalıyor. Artık tüm güçler konumlarını ve saflarını
yeni düzene göre belirliyor. Türkiye’yle ABD’nin ilişkilerinde sorun yaratan
önemli noktalar var. Türkiye’nin yakın zamandaki politikalarıyla Mısır ve Suudi
Arabistan’la karşı karşıya gelmesi, şu anda Libya’ya müdahale etmesi, yine
Irak’ta belirli bir etkinlik kurmak istemesi, çeteleri desteklemesi, bunlar
Arap dünyası açısından sorunlar yaratmaktadır. Bu yönüyle de ABD Araplarla sıkı
ilişki içindeyken, diğer taraftan da Türkiye’nin NATO üyesi olması ilişkileri
sorunlu hale getirmektedir. Bu çelişkiler bir süre daha devam edecektir.
Tüm bu çerçeveler ışığında Kürtleri
ele alacak olursak Rojava’da Kobanê zaferinden sonra Kürt özgürlük güçleri
öncülüğünde elde edilen kazanımlar AKP faşizmi tarafından bir tehdit olarak ve
Neo Osmanlı hayalleri önünde en büyük engel olarak görüldü. Kürt varlığı ve
özgürlüğü gelişimini sürdürdükçe, Kürdistan’a yayılıp örgütlü ve eylemli bir
güç haline gelerek kendisini özgürce yaşayan bir düzeye ulaştırma yolunda
ilerledikçe, tarihsel suçların bir bir açığa çıkacağını ve herkesin, tüm
insanlığın hesap soracağını, tarihin lanetleyeceğini çok iyi biliyordu. Başlatılan
işgal saldırıları ve hegemon güçlerle yapılan hesaplar, Kürt, Arap, Süryan ve
halkın birçok kesiminden bir araya gelen güçlerin direnişi karşısında bozguna
uğrayarak, Türk faşizminin ve yayılmacı hayallerini boşa çıkardı. Kuşkusuz Türk
devleti ve AKP faşizminin bu saldırgan tutumu çöküşe kadar sürecektir. Osmanlı
imparatorluğu talan savaşları ve işgallerle var olup yine savaşla yok oldu.
TC’ninde aynı kaderi yaşaması kaçınılmaz olacaktır.
Kürdistan’ın ve Kürtlüğün, Özgür
Kürtlüğün ruh olarak, duygu olarak, düşünce, davranış ve mücadele olarak 41
yıldır sürdürülen gerilla savaşına dayalı olarak yaratıldığı, kazanıldığı
tartışmasız bir gerçekliktir. Bu direniş için her şey söylendi. En güzel sözler
de söylendi, en ağır hakaretler ve küfürler de edildi. Gerillacılık kutsandı
da, neredeyse lanetlenir düzeyde kötülendi de, herkes her şeyi kendi çıkarı
doğrultusunda söyledi, ama tarih Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan çizgisinde,
gerilla temelinde hükmünü icra ederek bugüne kadar gelmeyi başardı ve bu yılda da
bütün hakaretlere, saldırılara, engellemelere karşın zorlukları yenen,
engelleri aşan büyük bir mücadelecilikle bugün faşizm karşısında tüm
ezilenlerin kurtarıcı gücü, özgürlük umudu haline gelmeyi başardı. Tarihin
hükmü bu doğrultuda oldu. Binlerce, on binlerce devrimci yurtsever, fedai
militan insan her gün kahramanca direnerek, onlarca şehit vererek özgür yaşam
iradesinin, tutkusunun ayakta kalmasını, büyümesini, sağlamaya çalıştı.
Milyonlarca insan yemeyerek, içmeyerek bu özgürlük umudunu canlı tutmaya, yaşanır kılmaya çalıştı ve çalışmaya devam
ediyor. Bu gelişmelere bakarak önümüzdeki
100 yılın Kürtlerin kaderini önemli oranda değiştirecek yıllar olacağı
kesindir. Bu yüzden ulus çapında ve hatta insanlık çapında düşünmeyi bilerek,
son derece ilkeli ve kararlı bir pratik tutum içinde olmak, dönemin en gerekli
ve vazgeçilmez eylemi olmaktadır. Kapitalizmin ilkesizleştirme, sindirme ve
kendi kirli sistemine entegre etme çabaları ancak direnişle boşa çıkacaktır. Bu
noktada daha da fazla ve her düzeyde direnmeyi göstermek gerekiyor. Halkların
özgücüne dayalı bir mücadele olmadan, varolan bir takım gelişmeler varsa da
sadece bunları peşkeş çekmekte kalmak değil, aynı zamanda ebedi köleliğe zemin
ve imkan hazırlamak demektir.
Editorya’dan
0
21
TR
KO
:” ”
:””
” “,
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html
Editorya’dan