Türk devletinin uçakları sürekli Başurê Kürdistan dağlarını, ormanlarını, bağ ve bahçelerini bombalıyor. Köyleri ve yerleşim yerleri bombalaması ve insanların ölümünü bir tarafa bıraktık, şimdiye kadar yüzlerce köylü uçak saldırılarıyla katledildi. Ancak Başurê Kürdistan hükümeti buna hiçbir tepki göstermedi. Hatta bombalanan Şengal ve Maxmur halkını suçladı. Türk devletini suçlayacağına vurulan köylerde PKK varlığından söz etti. Bu nedenle insanların katledilmesine tepki verme konusunda umudumuzu kestik. Acaba bu hükümet Kürdistan’ın ormanına, bağına, bahçesine ve havasına sahip çıkabilir mi? Bu yazıda Kürdistan’ın yok edilen ormanlarını, bahçelerini, kirletilen havasını ve suyunu konu edineceğiz.
Herhalde yurt sevgisi o topraklarda hakim olmak, buranın zenginliğine sahip olmak değildir; o topraklarda yaşanan insanları sömürüp kar ve gelir elde etmek değildir. Yurt sevgisi sadece o topraklarda egemen olmak değildir. Yurt sevgisi; ülkeye yaşam imkanı veren, o ülkeyi güzelleştiren, insanların nefes almasını sağlayan ormanlarını, bahçelerini, bağını, ovasını ve dağını sevmektir. Hatta kurdunu kuşunu, börtü-böceğini sevmektir. Özellikle bir ülkenin ormanını sevmeden, korumadan yurtseverlikten söz edilemez. Bağını bahçesini korumadan yurtseverlikten söz edilemez.
Türk devleti onlarca yıldır Kürdistan coğrafyasını bombalıyor. Eğer bu bombaların yıkıcı gücünü toplarsak 1. ve 2. Dünya Savaşındaki bombardımanların yıkıcı gücünden daha fazla bomba yağdırıldığını görürüz. Özellikle son 15 yıldır bu bombardımanlar daha da artmıştır. Yeni kullanılan bombaların yıkıcı etkisi eski bombalara göre en az 10 kat daha fazladır. Bakurê Kürdistan ve Rojava’ya atılan bombaları, bu bombardımanların yarattıklarını burada ortaya koymayacağız. Sadece Başurê Kürdistan’daki bombardımanlardan söz edeceğiz.
Son 15 yıldır Başurê Kürdistan’ın ormanlık alanları tüm yaz ve sonbahar aylarında sürekli yanmaktadır. Her gün binlerce, hatta on binlerce hektarlık orman alanları kül olmaktadır. Belki meşe ağacı köklerini derinlere saldığından ormanlık alandaki ağaçların üçte biri yada yarısı kurtuluyor. Bu yangınlarda ormanların yarısının yanması bile bir doğa yıkımıdır. Bu durum hangi yurtseverin yüreğini, vicdanını sızlatmaz. Ancak Türk devleti her gün bombaladığından, yangınlar sürekli çıktığından Kürt insanı artık çaresiz kalmış. Hiçbir bir biçimde normalleşmeyecek orman yangınları normalleşmiştir. Bazen köylüler yangını söndürmek istiyor ancak bombalanmaktan korkuyorlar, kimse yangın söndürmeye gidemiyor. Bilindiği gibi Bakurê Kürdistan’da halk ormanlarda çıkan yangını söndürmeye gittiğinde Türk askeri engelliyor.
Tüm insanlık, hatta Türkler için önemli olan ormanlar Kürtler söz konusu olduğunda rahatlıkla yakılacak ağaçlar haline geliyor. Aslında orman-insan ilişkisi bir ahlak ve vicdan ilişkisidir. Bu açıdan bu ormanları yakanların hepsi ahlaksız ve vicdansızdır. Orman da yansa bombalayın, diyenler ahlaksız ve vicdansızdır. Zaten kadın da olsa çocuk da olsa gereğini yapın, yani öldürün diyen birisinin vicdanı olur mu? Roboski katliamının emrini verenin ahlakı ve vicdanı olabilir mi? Türk devletinin cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan söz ediyoruz.
Dünyanın herhangi bir köşesinde ormanlar yandığında hassas olduğunu söyleyen Avrupa-Batı uygarlığı Kürtlerin ormanları her gün Türk uçakları tarafından cayır cayır yakılırken sessiz kalıyor. Tabi bu ahlaksızlıktır. Bu seyircilik durumuna alçaklık da diyebiliriz. Batı’nın, çıkarları dışında başka bir değeri yoktur. Çıkarı söz konusu olduğunda bir kuşun ölümü bile gündeme gelir. Birinci Körfez Savaşında birkaç kuşun deniz kenarında petrolden dolayı ölmesini haftalarca, aylarca verdiler. Hala da verilmektedir. Ancak Kürdistan coğrafyası kül olurken, burada yaşayan tüm canlılar yok edilirken gözlerini kapatıyorlar.
Türk devletini ve Avrupalıları anlıyoruz. Peki Başurê Kürdistan yönetiminin sessizliğine ne demeli? Ormanına, bağına, bahçesine sahip çıkmayanlar hangi yurtseverlikten söz edebilir? Kürdistan’ın güzel coğrafyasına sahip çıkamayanlar Kürtlükten bile söz edemezler. Artık insanların hava saldırılarıyla öldürülmesine karşı çıkmalarını beklemiyoruz. Bari ormanlara, bağlara ve bahçelere sahip çıksınlar. Bu saldırıları durdurma güçleri yoksa hiç değilse Kürdistan’ın coğrafyasının cayır cayır yakılmasını, bağ ve bahçelerin harap edilmesini, suyun ve havanın kirletilmesini teşhir etsinler. Kendileri Kürdistan’ın doğasına sahip çıkamıyorlarsa toplumun sahip çıkmasına engel olmasınlar; halk, Kürdistan coğrafyasını yok edenlerin, çöle çevirmek isteyenlerin üzerine yürüsün.
Başurê Kürdistan yönetimi bilmeli ki, Kürdistan coğrafyasına ve doğasına sahip çıkmayarak halka, tarihe ve gelecek kuşaklara karşı suç işlemektedirler. Kürdistan coğrafyası yakıp yıkan bombaların test alanı, kullanma alanı değildir. Kürdistan’ın güzel coğrafyası yakıcı-yıkıcı bombaların hedef tahtası değildir. Kendisine Kürdistan’ın yönetim gücü diyenler en başta da doğasına sahip çıkmak zorundadır. Çünkü bu doğa insanın yaşamını var ediyor. Doğa olmadan ne insan ne başka canlı var olabilir. Doğa her kuşağa bırakılmış kutsal emanettir. Bu kutsal emanete sahip çıkılmadan ne yönetici ne insan ne Kürt ne yurtsever olunabilir. Bu açıdan Başurê Kürdistan hükümeti bu yönlü sorumluluğunu bilmelidir. Yada yönetim sorumluluğunu bırakmalıdır. Bu topraklar sadece üstünde ağalık, beylik ve patronluk yapılacak yerler değildir.
Eğer Başurê Kürdistan hükümeti Kürdistan coğrafyasına sahip çıkmıyorsa o zaman başta doğaseverler ve ekolojistler olmak üzere, tüm Kürt halkı bu duruma müdahale etmeli; doğamızı yakan ve yıkanlara dur diyerek vatanlarına sahip çıkmalı. Çünkü vatan doğa sevgisiyle var olur.
Ali EREK
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi