Orta Doğu’da özellikle de Kürdistan’da burjuva-feodal sistem karına kar katmak için doğayı talan etmektedir. Talan etmediği alan da kalmamıştır.
Kadın direnişini veya bu direnişi kırma üzerine her türlü ‘tiksindirici canbazlığı’ yapmakta geri durmayan erkek egemenlikli sistemin varmak istediği son noktayı anlamak için “Doğa ve Kadın” arasındaki uyumu kavramak yeterli olacaktır. Çünkü Erkek egemenliğinin kadın düşmanlığı, toplumun doğa ve kadın arasındaki ilişkiyi anladığından bu yana başlamıştır. İnsanlar ihtiyaçlarını karşılamak için doğa üzerinde etkide bulunur. İlk insanlar ihtiyaçlarını doğadan sağlıyorlardı. Doğadan yararlanma şekli doğayı yenilemek bununla birlikte de kendi ihtiyaçlarını gidererek kendilerini yeniliyorlardı. Doğayla karşılıklı bir etkileşim söz konusuydu. Bu anlamıyla olumlu bir yerde duruyordu. Ne zaman ki artı ürün elde etmeyi hesapladı doğaya da zarar vermeye başladı. Doğayla kurduğu doğal ilişki yerine yok etme ve talan etme şeklinde oldu. Bu dönem sınıfların mülkiyetin ortaya çıkışıdır. Ezenler doğayla bu ilişkiyi kurarken aynı zamanda kadının doğadan koparılmasıyla özdeştir. Kadın doğadan koparılıp kölenin kölesi durumuna getiriliyor. Ezenlerin doğa üzerindeki sömürüsü toplumda kadın üzerindeki sömürüsü ve baskısına birebir paraleldir.
İnsanlık tarihinden talan ve ezme ile kadın direnişleri her ne kadar iki farklı nehir gibi günümüze kadar gelmiş olsa da ancak erkek egemenlik sistemin hem toplumun hem de kadının canlılar için kullandığı bilgiyi, tam tersi kullanarak tüm canlılara zarar verme ve yok etme aracı olarak kullanmaya başlamasıyla, kadının bir kez değil iki defa eziliyor.
Orta Doğu’da özellikle de Kürdistan’da burjuva-feodal sistem karına kar katmak için doğayı talan etmektedir. Talan etmediği alan da kalmamıştır. Son olarak baraj ve HES’lerin yoğun yapımı buna örnektir. Doğayı kültürel alanları yok etmeyi hedeflemektedir. Özellikle barajların yapımı Dersim’den Şırnak’a, Serhad’tan, Garzan’a, Rojava’dan, Rojhilat’a, Başur Kürdistan’ından Türkiye, İran, Irak, Suriye ve bölgenin bir çok arazisini kullanılamaz duruma getirmiştir. Birbiriyle rahat iletişime geçen köyler barajların yapımıyla engellenmiştir. Barajın yapımı birçok köyün su altında kalmasına da neden olmuştur. Toprağı olan yerliler baraj nedeniyle topraksız yurtsuz duruma düşmüştür. Barajların yapımı bölge coğrafyasının daraltılmasını sınırlandırılmasını hedeflemektedir. Bu anlamıyla bölge kadının da bundan bağımsız yanı yoktur. Kadının yaşam alanlarının daraltılması, kadının doğayla ilişkisinin tümden koparılması, barajların yarattığı susuzluk kuraklık verimsizlik aynı zamanda kadının yaşamını da tehdit eden bir yerde durmaktadır.
Diğer bir şey siyanürle altın çıkarmaya yönelik çalışmalardır. Doğa tahribinin yanında esasta insan yaşamını tehdit eden bir yerde durmaktadır. Kadının yaşamının tehdit edilmesi kadın biyolojisini de etkilemektedir.
Bölgede ataerkil sistemin belirlediği toplumsal cinsiyet rollerine göre şekillenmiştir. Bu rollere göre otorite erkektedir. Saygınlık yaşa göre belirlenir. Kadınlar belli bir yaştan sonra belli haklar elde edebilirler. Bu haklar erkeğin otoritesine benzer, ona benzeyerek yapılır. Kadın ve erkeğin faaliyet alanları ayrışmıştır. Mekanlar bile buna göre belirlenmiştir. Kadına ait mekanlar genelde evin içi özellikle mutfakla sınırlıdır. Erkeğe ait mekanlar ise evin en geniş bölümleri, misafir odaları misafirlere ayrılmış “sosyal” alan olarak belirlenen yerlerdir.
Ekonomik olarak tarım ve hayvancılığa dayalı bölgede kadının üretimdeki yerini esasta ekonomik koşulları belirler. Bunu en belirgin yaşayanlar köylü kadınlardır. Ev, tarla ve ahır arasında harcadığı emeğin görülmemesi söz konusudur. Ürettiklerinin sadece kendi ihtiyaçlarını karşılaması temelinde olması bir yana üretimdeki aktif rollerinin görülmemesi söz konusudur. Köylü kadınların en açık hali gün boyu çocuk bakımı, yemek, çamaşır, evin temizliği bunun yanında ahır, davar bakımı, sonradan ekin ekme, biçme, bahçe işleri vs. gibi işlerin hepsinde yer alır. Erkeklerin tarla ve ek iş olarak davar olsa da kadın ve erkek arasındaki iş bölümünde kadına daha çok iş düşmektedir. Bu basit yeniden üretimin, en aktif üyeleridir. Fakat sosyal olarak hiçbir hakkı olmayan üyeleridir. Köylü kadınların üretimdeki yerlerine rağmen söz hakları yoktur. Örneğin; davara kadın bakar, peyniri kadın yapar vs. ancak satım işlemi söz konusu olunca karar veren erkek olur, tüccarla ilişkilenen erkek olur. Eğer kadın “sınırını bilmez de” fiyata dair vs. fikir belirtir, tüccarla ilişkilenirse hor görülür ve müdahale anında geliştirilir. Genelde yaşamlarına dair kararları da erkekler verir. Ya baba ya eş ya da abi gibi. Köylü kadınların evle dünyası o kadar sınırlandırılmış ki en basit kültürel sosyal faaliyetler olduğunda bile kadın yine bunların dışındadır. Hatta sağlık problemleri olmasına rağmen ev ve davar kaygısı kadını ölümle baş başa bırakma durumları bile söz konusudur.
Merkezde yaşayan kadınları iki şekilde ele alabiliriz. Birincisi ev eksenli çalışan kadınlar; ev işleri çocuk bakımı, temizlik işleri yapan “ev kadını” olarak bilinen kesimlerdir. Gündelikçi işlerde çalışan kadınlarda bu kesimin büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. İkincisi kamu alanında çalışan kadınlar; bunlar memur, esnaf vb.dir. Şehirde yaşayan kadınların yaşamları köylü kadınların yaşamından biçimsel olarak ayrılır. Gerek ev eksenli çalışan kadınlar gerekse ev bütçesine katkı için çalışan ücretli kadınların cins olarak yaşadıkları sorunlarının özü aynıdır. Ücretli çalışan kadınların ekonomik olarak bağımsızlığı görülse de esasta erkeğe bağımlılıkları söz konusudur. Dersim ülkemizdeki tablonun bir parçasıdır. Sistemin kadına biçtiği misyon iradesine rağmen erkeğin karar verdiği, erkeğin tamamlayanı, hiçleştirilen, ötekileştirilendir. Egemenler ideolojisini topluma benimsetmek için birçok araç kullanır. Medyasını, yayınını vs. okulda, resmi dairelerde, ailede yani bütün kurumları üzerinden ideolojisini yaşatır. Yaşamın bütün alanlarında insanın ilişkilerini etkileyen ve düzenleyen bir durumdadır. Dolayısıyla çalışan kadınların kadın olarak üzerindeki sömürü, tahakküm değişmez. Her ne kadar ekonomik bağımsızlığı olsa dahi kadının ikincil konumu esasta değişmiyor.
DİNİN ETKİSİ
Burjuva-feodal sistem toplumu din üzerinden de yönetir. Toplumun var olanla yetinmesi gerektiğini, var olanın ise insanın reva görülen, çekilmesi, yaşanılması gereken bir durum olduğunu ifade eder. Bunu da doğaüstü güçlere dayandırarak temelini sarsılmaz hale getirir. Bu durum toplumun sömürü, baskı, açlık, yoksulluk, eşitsizliklere karşı çıkmama durumunu yaratmaktadır. Kadının “kaderci” yaklaşımı esasta bunun ürünüdür. Kadında kadercilik yaşamını, durumunu sorgulatmayan, çözüm gücü olamayan bunun yaşanılması gereken alnına yazılmış bir kader olarak düşünmektedir.
KADIN VE YOZLAŞMA ÜZERİNE
Bir diğer sorun da burjuva-feodal yoz kültürün geliştirilmesinin mekanları olan birahanelerdir. Bir taraftan kadın çalıştırma kadının ucuz işgücünden yararlanma, diğer önemli yanı ise kadın bedeninin kullanılmasıdır. Buna karşılık tepkiler eylemlere dönüşse de yine de vazgeçilmemiştir. Kadın üzerinden erkek müşteri kazanma birahane sahiplerinin tercihiyken kadın bedeni üzerinden de toplumun yozlaşmasına neden olmaktadır. Bu tür mekanlara en çok karşı çıkan kadınlardır. İşsizliğin yoksulluğun olduğu bu özellikle Dersim gibi şehirlerde erkeklerin paralarını bu yerlerde harcaması evde bekleyen kadın ve çocukları etkilemektedir. Ayrıca bu tip yerlerde içip içip sarhoş olan erkekler eve geldiklerinde kadına şiddet uygulamaktan geri durmamaktadır. Bu durum birçok kadınla sohbetimizde rahatsız olmalarının esas sebebi arasında sayılmaktadır. Yozlaştırmaya neden olan ikinci etmen de fuhuş ve balidir. Özellikle genç yaşta kadınların buna yönlendirilmesidir. Feodal kapalı değer yargılarına karşı burjuva yoz değerlerin yaşam bulduğu görülür aslında.
Yukarda bahsettiğimiz nedenler egemen ideolojinin tezahürüdür. Her ne olursa olsun bu ideolojiye göre bir toplumu yok etme, bilinçlerini dumura uğratma, yozlaştırma; esasta kadın üzerinden gerçekleştirilmektedir. Kadının nesneleştirilmesi üzerinden toplumun nesneleşmesi sağlanmaktadır.
KADINA ŞİDDET
Kuzey Kürdistan denilen Kürt şehirlerinde kadın birçok şiddete maruz kalmaktadır. Şiddet ataerkil sistemin ekonomik-politik özünden bağımsız değildir. Üretim araçlarına sahip olan insan emeğinin gaspı üzerine kurulu sistem zor ve baskı yoluyla varlığını sürdürür. Zor ve baskı vazgeçilmez yasası olur. Toplumu da buna göre biçimlendirir. Buna göre kadın mülktür. Mülkiyettir, nesnedir, emeği değersizleşen görülmeyendir. Kadının emeğinin bedeli “erkeğin bütçesine katkı” olarak belirlenmiştir. Kadın emeğine biçilen bu misyon dolaylı olarak kadının erkeğe bağımlılığını yaratmıştır.
Bölgede kadın ekonomik şiddete yoğun olarak maruz kalmaktadır. Erkeğe ekonomik olarak bağımlı olmaları erkeğin kadın üzerindeki tasarruf hakkını doğurmaktadır. Kadın emeğinin görülmemesi; yukarda da değindiğimiz gibi kadınların esası gerek köyde gerek şehirde yaşayan ev içi üreticilerdir. Gün boyu bu yaşamın içinde ürettiklerine rağmen emeğin hiçleştirilmesi sadece yapmaları gereken vazife olarak görülmektedir. Diğer bir durumda emeğinin karşılığını alamamalarıdır. Çalışan iş gücünü satan kadınlar özgülünde yaşanmaktadır. Çalışan kadınların kadın kimliğinden kaynaklı belirlenmiş yasalar vardır. Çalışan kadının ücretinin “aile bütçesine katkı” olarak görülüp ücretinin ona göre belirlenmesidir. Bütün bu yaklaşımlar kadının ekonomik şiddeti yoğun yaşadığını göstermektedir. Bu şiddet türü kadının erkeğe bağımlılığı iyice pekiştirmektedir.
İkinci olarak değineceğimizi fiziksel şiddettir. Bu yörede hemen hemen her kadının yaşadığı bir durumdur. Dayak şeklinde görülür. Daha çok baba, eş, abi tarafından bunu yaşamaktadır. “Erkeğe karşı gelme” olarak görülür. Ve kadının susması tabi olması istenir. Kadını “terbiye” etme aracı olarak uygulanır. Ve doğru da görülmektedir. Kadın her ne kadar rahatsız olsa da yine de erkeği haklı görmektedir. Kadının yaşadığı bir şiddet türüdür. Buna karşı intihar girişiminde bulunan kadınların sayısı da az değildir.
Üçüncü olarak değineceğimiz psikolojik şiddettir. Bölgede kadın zaten devlet aygıtlarına bağlı olan erkeğin psikolojik şiddetinin yanında ayrıca (polisin, askerin, JİTEM’in, korucuların) da psikolojik şiddetine maruz kalmaktadır. Dersim, Hakkari, Şırnak, Siirt, Batman, Mardin vb bölgelerde kadının en çok yaşadığı şiddet türlerinden biridir.
Dördüncü olarak değineceğimiz cinsel şiddettir. En bariz örnekleri son 20 yıldır Türk devleti üzerinden olmaktadır. Korucuların, polislerin, askerlerin tacizine tecavüzüne uğramaktadır. En canlı örneği; son dönemde 10 yaşındaki bir kız çocuğunun bir korucu tarafından tecavüze uğramasıdır. Ovacık’ta işbirlikçi Rıza Çolak’ın engelli bir kadına tecavüz etmesi… Aynı şekilde Pertek’te bir öğretmenin tacizine uğrayan 14 yaşındaki genç, yine son bir kaç ay içinde Şırnak, Siirt ve Batman’da uzman çavuş ve özel harekat timlerin tecavüzüne uğrayan çocuk yaşındaki kızların intihar etmeleri ve tecavüzcülerin serbest bırakılma örnekleri bunları doğrulamaktadır. Aynı zamanda kadınların fuhuşa zorlanması yaşanan şiddetin biçimleridir. Aile içinde yaşanan örnekleri de hiç de az değildir. Ancak bunlar feodal kapalı toplum yapısından kaynaklı dışa yansımamaktadır.
Bölgede yukarıda değindiğimiz gibi kadın şiddetle karşı karşıyadır. Buna yönelik Bölgedeki kadın örgütleri duyarlı olmaya çalışsa da çözümleyici bir yerde durmamaktadır. Şiddeti yaşayan kadınların birçoğu dile getirmemektedir. Korkularından kaynaklı (öldürülme vb. özellikle de düşman unsurları tarafından olmuşsa) ya da kendisinin teşhiri, ailenin teşhiri gibi kaygılarla yaşadıklarını gizli tutmaktadır. Bunu gizli tutmak adına kadının psikolojisini derinden etkilediği gibi intihar girişimlerine sürüklediği durumlar da söz konusudur. İntihar oranlarının düşük olmasına rağmen yaşanan intiharlar da azımsanacak kadar değildir.
GÖÇ VE KADIN
Bölgede özellikle düşmanın zorla köy boşaltmalarında toprağından göç ettirilen insanlar açlık ve yoksullukla yüz yüze bırakılmıştır. Bunu en derinden hisseden kadınlar olmuştur. Köydeyken birebir üretimin içinde olan kadın şehirlere göç ettirilerek ev yaşamının içine hapsedilmiştir. Birçok kadının ifade ettiği “köyde yaşam koşullarımız zor olmasına rağmen üretimde yer alıyorduk” sözleri anlamlıdır. Şehirde ise tümden dışında tüketen pozisyonda olduklarını ifade etmektedirler. Ayrıca şehirlere sürülen kadınların birçok kayıt dışı işlerde çalıştığı da söylenebilir. Bunun yanında yaşam mücadelesini verirken de kültürel olarak da yabancılaşmanın içine itilmektedirler.
KADIN VE POLİTİKA
Ataerkil sistemin kadını toplumsal üretimden kopararak ev içine hapsetmesi kadın gücünün dağınık olması durumunu da yaratmıştır. Kadının eve hapsedilmesi ya da düşün dünyasının evle sınırlı olması kadının politik güç olma durumunu da engellemektedir. Politikayla sadece erkeklerin ilgilenmesi kadınların da güç olmak yerine tamamlayan destekleyen duruma itmektedir. Ya da hiç ilgilenmeme durumunu da doğurur. Bölgede kadının sistemle geçmişten gelen çelişkilerinden kaynaklı sisteme muhalif sistemden beklentileri olmayan bir yerde durmaktadır. Fakat bu kadının politik güç olduğu anlamına gelmemektedir. Çünkü politik güç olma örgütlü olma durumudur. Bu anlamıyla kadın özgülünde bu tamamıyla söz konusu değildir. Kadın evle sınırlı bir yaşamı vardır. Belki tek tek kadınlar ev yaşamının dışına çıkabilseler de bu istenilen yerde değildir. Nedenlerine inersek kadınların geleneksel rollerinden vazgeçmemeleri, ikincisi devrimci ve komünist hareketlerin kadına yönelik politikalarındaki zayıflıktır. Birinci neden kadınların geleneksel rolünden vazgeçmeleri kadının kurtuluşuna doğru atılan adımdır. Bu anlamıyla kadının geleneksel rolünü isteyerek yaşatma durumu söz konusu değildir. Bu noktada kadının rolünü kanıksama yaşatma durumu kurtuluşunu da etkilemektedir. Bölgede kadın mevcut yaşamdan hoşnutsuzdur. Fakat kurtuluş mücadelesine katılmakta zayıf kalmaktadır. Bu noktada erkeğe havale eden durumda kalmaktadır. “Bir kadın olarak ben nasıl yaparım?”, “elimden ne gelir?”, “annem babam ne yapar?”, “eşim ne der?” gibi söylemler kadının kendine dair değil, esasta başkalarına göre, başkaları ne der anlayışı ile kadın kendine güvensizleştirmekte bir güç olmasını engellemektedir. Kadının başkalarına göre hareket etmesi tam da o gelenekseli koruyan bir yerde durmaktadır.
İkinci neden; bölgede kırk yılı aşkın bir mücadele tarihi vardır. Bunun yanında devrimci kurumun da faaliyeti söz konusudur. Genel olarak uzun süren mücadele dönemleri açısından bölgede kadın mevcut olanın dışında değildir. Savaşa katılan kadın sayısı da az değildir. Fakat kadının politik güç haline getirilmesi noktasında zayıf kalınmaktadır. Daha çok erkeklerin yer alması dikkat çekicidir. Her ne kadar kadını ön plana çıkarma, örgütleme temelinde adımlar olsa da zayıf kalmaktadır.
Ancak tüm bunları tersine çevirmek veya düzeltmek için özgür, eşit bir yaşam felsefesi ile kadın özgürlük mücadelesine katkıda bulunulabilir.
Leyla ÊGİT
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi