KDP İhanetinde İkinci Aşama ve Yeni Görevleri
İran destekli Haşdi Şabi güçlerinin Şengal’e girmesiyle birlikte, KDP güçleri bir kez daha 16 Ekim 2017 tarihinde Şengali terk etmiş ve Êzîdîleri savunmasız bir şekilde yine yüzüstü bırakmıştır. Şengal’den çekilirken bazı stratejik alanlara Şengal savunma birlikleri yerleşmek istedi fakat KDP’ye bağlı Kasım Dırbo (bu şahıs uzaktan Mam Zeki’in akrabası sayılır) Êzîdî peşmergeleri bu noktaları Êzîdîlere vereceğine Irak ordusuna teslim ederek nasıl bir düşmanlık içinde olduklarını ispatlamış oldular. Bu durumun Êzîdîlikle uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur. Êzîdî peşmergeler terk ettikleri mevzilerini YBŞ Êzîdxan güçlerine vermediler fakat Irak ordusuna teslim ettiler. KDP’nin halkta meydana getirdiği bu derin yarılmadan da anlaşılacağı gibi ihanetini Şengal’e de bulaştırmış, nifak tohumlarını Êzîdî toplumunda da ekmiştir. Böylelikle KDP’nin Şengal’deki ihanetinde ikinci perde açılmış oldu.
Haşdi Şabi güçleri harekete geçtiğinde, KDP çatışma riskini göze alamadığı için önceden kazandığı birçok alanı boşaltarak geri çekilmiştir. Benzer durum Şengal için de geçerlidir. Şengal için KDP’nin risk almasını beklemek sadece saflık olur. Bu süreçte, sadece Şengal’den değil birçok alandan geri çekilmiştir. Kerkük de dahil olmak üzere kazandığı toprakların ¼’ini kaybetmiştir. Kazanayım derken ağır bir yenilgi yaşamıştır.
KDP’NİN FIRSATÇILIĞI
KDP’nin Şengal macerası bununla da sınırlı değildir. KCK Eş Başkanlığı Mart 2018’de ‘Şengal’de güvenlik sağlanmıştır, gerillamızı çekiyoruz’ açıklamasıyla kendi güçlerini Şengal’den çekmiştir. Daha sonraki süreçte, Şengal’in öz güçlerinden oluşan Êzîdxan Asayişi, YBŞ ve YJŞ birlikleri Şengal savunmasını üslenmiştir. KDP bunları da hazmedemeyerek saldırılarını her fırsatta devam ettirmiştir. Ferman sonrası Irak devlet güçlerinin ve Haşdi Şabi’nin Şengal’e yerleşmesiyle birlikte, KDP yeni yollar deneyerek farklı yöntemlere baş vurmuştur. Artık askeri olarak Şengal’e giremeyeceğini anlayınca, Irak merkezi hükümetiyle 9 Ekim 2020’de imzalanan ihanet anlaşmasıyla şansını denemiştir. Bu durum halkın büyük tepkisine yol açmış ve protestolara neden olmuştur. Söz konusu anlaşmayla Şengal’in var olan sorunlarına yenilerini de ekleyerek daha da ağırlaştırmıştır.
9 Ekim ihanet anlaşmasının temel şartları, Şengal’in sözde idari, güvenlik ve alt yapı sorunlarının ‘çözümünü’ esas almaktadır. İdari sorunlardan kasıt Şengal’den kaçan KDP’ye bağlı eski Kaymakam Mehma Xelil’in Şengal’e geri dönmesini sağlayarak Şengal idaresinin KDP’ye devredilmesidir. Kastedilen güvenlik maddesi ise Şengal’deki mevcut silahlı güçlerin Şengal’den çıkarılması ve Irak ordusunun yerleşmesidir. Güvenlik maddesinin uygulanması, Şengal savunma birliklerinin bir bütünen tasfiyesi anlamına gelmektedir. Bir başka deyişle soykırım katliamında, Irak ordusu ve KDP güçleri geri çekilerek katliama yol açarken, Şengal’i özgürleştiren ve halkı savunan öz savunma güçleri ise dağıtılıp, onun yerine kendi güçlerini ikame etmek anlamına geliyor. Alt yapı sorunu ise dışardan gelen yardım fonlarından yararlanmak istemelerinden kaynaklı bir madde olarak bu anlaşmaya ilave edilmiştir. Aslında Şengal’in alt yapısı hiç kimsenin ilgi alanına girmiş değildir. Sadece bir aldatmacadan ibarettir.
Bu ihanet anlaşmasının uygulanması için defalarca Şengal’e askeri güç gönderilmiş, Kaymakam Şengal’e girmek istemiş ve her seferinde halkın direnişiyle karşılaşmıştır. Şengal halkı her ne pahasına olursa olsun KDP’nin Şengal’e dönmesine karşı çıkmıştır. ‘Bütün gelişmelerin arkasında PKK vardır’ gerekçesiyle Türk devletinin hava saldırıları aralıksız devam etmiş ve bu anlaşmanın hayata geçirilmesi için Irak hükümetine baskı uygulanmıştır. KDP bu dönemde Türk devletinin Şengal saldırılarına PKK’yi gerekçe yaparak, destek çıkmış ve haklı göstermiştir. Bu şekilde Êzîdî kurumlarını hedef göstererek ajanlık faaliyetlerini yürütmekte, istihbarat toplamakta ve Êzîdîleri katletmesine zemin hazırlamaktadır. Yapılan bütün hava saldırılarında KDP’nin parmağı vardır ve her konuda Türk devletiyle ortak hareket etmektedir.
KDP’nin Şengal’e girmek için gerçekleştirdiği bütün girişimler sonuç vermeyince ve halk ihanet anlaşmasını kabul etmeyince, sıra Türk devletiyle birlikte Êzîdîlerin evlatlarını katletmeye gelmiştir. Günübirlik yapılan saldırılarda çok sayıda Êzidî komutan ve savaşçı yaşamını yitirmiştir. Bunun sonucunda başta Êzîdî halk önderi Mam Zeki Şengalî ve Nujiyan Erhan olmak üzere 17 kişi yaşamını yitirmiş ve 30 kişi de yaralanmıştır. Türk devletinin hava saldırılarını yoğunlaştırarak devam ettirmesinde KDP’nin sürekli Şengal’i hedef olarak göstermesi ve istihbarat faaliyetleriyle koordine ve tespit etmesinin payı büyüktür.
Özerk Yönetim’e karşı bir diğer faaliyet de siyasi – örgütsel alanda yürütülmektedir. Daha önce YBŞ Komutanlığı’nda yer alan Heyder Şeşo, KDP tarafından tutuklandıktan sonra bu görevini bırakarak kendisine ‘Partiya Êzîdiyên Demokratîk’ adında bir parti kurduruldu. Asıl amaç; Özerk Yönetim’de ve öz savunmada yer alanların koparılması ve halkın bu kurumlardan uzaklaştırılmasıydı. Tutuklanması 180 derecelik bir kişilik dönüşüne yol açtı. YBŞ’li olarak tutuklandı, KDP’li olarak dışarı çıktı. Seçim süreçlerinde KDP’nin yanında yer alarak ve KDP’nin Şengal’deki kolu gibi çalışarak, Êzîdîleri KDP saflarına çekmeye çalıştılar. Kasım ve Heyder Şeşo, Şengal’de çok olumsuz bir rol oynayarak, PKK karşıtı propagandanın aracı ve malzemesi haline geldiler. DAİŞ’e karşı savaş sürecinde bu şahıslarla gerilla komutanları arasında defalarca görüşme yapılmış, birlikte mücadelenin yolları aranmıştı. Fakat toplumun çıkarlarına hizmet etmekten ziyade, kendi bireysel çıkarlarının ve KDP siyasetinin kurbanı oldular. Ferman yaşamış halka yardıma koşan gerillaya, ‘işiniz bitti buradan çıkın, KDP gelsin’ diyecek kadar derin bir gaflet ve ihanet içine girdiler.
KDP güçleri resmen Şengal’de olmasa da KDP’nin provokatör ve komplocu karanlık ruhu, ihanet çizgisi, siyaset anlayışı Şeşo’larda yaşıyor ve yaşatılıyor. Kasım Şeşo; geçmişinde adam öldürmüş, kirli işler yapmış ve aranır duruma düşünce Suriye’ye geçmiş ve daha sonra tekrar güneye dönerek KDP’ye katılmış bir kişiliktir. Tipik bir eşkıya lideri gibi kendisini Şengal’de konumlandırmış apolitik biridir. Heyder Şeşo, akrabası olan Kasım’ın elinde yetişmiş biridir. Önce YBŞ’de görev yapmış, sonra çark ederek KDP’ye geçmiş ve kendisine parti kurdurulmuş biridir. Kasım Şeşo KDP’nin bir üyesi ve komutanı gibi hareket ederek resmen KDP’yi temsil ederken, Heyder Şeşo ise kurduğu parti ile bağımsız gibi görünerek KDP’nin gizli ajandasının uygulayıcısı durumundadır. Şeşo ailesi, ferman öncesinde (700) yedi yüz dolaylarında olan peşmerge gücünü (2000) iki bin civarına çıkararak, Êzîdî gençlerini rant uğruna ve çıkar temelinde KDP saflarına çekerek büyük bir ihanet içerisine girdiler. Amaçları Özerk Yönetim’e ve öz savunma güçlerine katılımların önünü almaktır. Paravan olarak kurdukları parti ile KDP ihanetini Şengal’de temsil etmektedirler.
Biraz daha gerilere, 1975 yılına giderek KDP’nin Şengal maceralarının başlangıcından günümüze kadar gelen sürece ilişkin bazı anekdotlar düşmekte fayda vardır. KDP’nin Şengal’e adımını attığı ilk günden günümüze kadarki sürecere bakıldığında Êzîdîlere beladan başka bir şey vermediği görülecektir. Şengal dağında yaşayan halk daha güvenlikli, korunaklı, daha serbest ve daha iyi yaşam koşulları içindeyken, KDP’nin ilegal çalışmaları nedeniyle Saddam diktatörlüğü tarafından bütün köyler boşaltılmıştır. Halk ovaya indirilerek dağdan 30 km uzaklıkta çölün ortasında toplama kampları gibi (mıcema) oluşturulan nahiyelere yerleştirildi. Êzîdîlerin dağdan koparılmasına vesile olan KDP o zaman da Şengal halkına sırtını dönerek çölde yalnız bırakmıştı. İlkel milliyetçi dayatmaları ve pratik uygulamalarıyla Êzîdîleri adeta Kürtlüğe düşman hale getirmiştir. Yaygın bir düşünce olarak telaffuz edilen kimlik tanımlaması Êzîdîlik üzerinden yapılır hale gelmiştir. ‘Biz Kürt değiliz Êzîdîyiz’ demelerinin bir nedeni de KDP’nin ayrımcı politikalarıdır. Asıl büyük kırılma 1975’te yapılan köy boşaltmalarıyla başlamıştır. Güvenlik kaygılarıyla oluşturulan nahiyeler, yarı açık cezaevi gibi rahat denetlenen mimari yapıda inşa edilmiştir. Halk ovaya indirildikten sonra dağda yaşam sona ermiş ve zamanla dağ terk edilmiştir. KDP’de Şengal’i terk etmiş, ikinci Körfez Savaşı’nda Saddam yönetimi devrildikten sonra 2003 yılında tekrardan Şengal’e dönmüş ve iktidarı ele geçirmiştir.
KDP’nin hakimiyeti döneminde, Şengal’in Til Ezêr ve Siba Şeyh Xidir nahiyelerinde gerçekleşen katliamı hatırlatmakta fayda vardır. 14 Ağustos 2007 tarihinde, bomba yüklü 4 kamyonla, bu iki nahiyeye saldırı yapılır. Ne tesadüftür ki saldırı anında hiçbir Peşmerge yerinde değildir, bütün kontrol noktaları önceden boşaltılmıştır. Saldırı öncesi yerlerini terk eden Peşmergeler, saldırıların rahatlıkla yapılması için adeta hazırlık yapmışlardır. Patlayıcı yüklü kamyonların, kolayca hiçbir engele takılmadan kontrol noktalarından geçerek hedeflerine ulaşmasına yardım etmişlerdir. Êzîdî halkına reva görülen bu katliam, bu topluma duyulan kin ve nefretin bir sonucu değil de nedir? Bunun başka bir izahı var mıdır? Cevaplanması gereken soruların muhatapları bu katliamı örtbas ederek tarih karşısında hesap vermekten kurtulamazlar. Bu dünyada yargılanmasalar da mahkemey-i Kübrâ’da yargılanacaklardır. Bu sıradan basit bir olay değildir. Bu olay aydınlatılsaydı, Şengal halkı belki de bu son fermana bu kadar hazırlıksız yakalanmayacaktı. Sıradan, tarafsız ve bağımsız bir gözlemci bile bu katliamda KDP’nin parmağı olduğunu rahatlıkla görebilir. En azında şu soru sorulabilir; patlayıcı yüklü kamyonlar onlarca kontrol noktasından nasıl geçti ve Peşmergeler neden bu kontrol noktalarını terk etti? Ne yazık ki bu soruların cevabı hiçbir zaman karşılık bulmayacaktır.
Bu olaydan çok önce, Başkan APO, bir söyleşisinde Şengal’e dikkat çekmiş, Êzîdîlerin tehlikede olduğunu ve sahip çıkılması gerektiğini belirtmişti. Bu öngörüden de anlaşılacağı gibi, olası bir saldırıyla Êzîdîlerin hedeflenmesinin, bölgesel gelişmelerle bağlantılı siyasi ve ideolojik temelleri vardır. Bu uyarıyı dikkate alan o dönemin TEVDA çalışanları, Başkan APO’nun düşüncelerini halka aktarmışlardı. Fakat, halk böyle bir katliama ihtimal vermediği için uyarıların ciddiyetini yeterince dikkate almamıştı. KDP, halkın kendilerine güveni zayıflamasın diye yapılan bu uyarıları engellemeye çalışmıştı.
Yapılan saldırıların bilançosu çok ağır olmuştur. Olay yerinde bulunan 150 peşmergeden hiçbirinin parmağı kanamazken, yeterince netleşmeyen sayılara göre 796 kişi yaşamını kaybetmiş, 1562 kişi de yaralanmıştır. Yaşamını yitirenlerin sayısı ancak yakınlarını kaybeden kişilerin verdiği DNA örneklerinden tespit edilmiştir. Çünkü cesetler parçalanarak tanınmaz hale geldiği için, tam sayı ne yazık ki hiçbir zaman tespit edilememiştir. Patlamanın çok şiddetli olmasından dolayı Til Ezer’de kerpiç evlerden oluşan bir mahalle tümden yıkılmıştır. İnsan cesetleri parçalanarak geniş bir araziye dağılmıştır. Bu nedenle ölü sayısı hakkında net sayı söylemek mümkün değildir.
Yabancı medya kuruluşları, bu olayı ABD’de gerçekleşen 11 Eylül saldırılarından sonra en büyük saldırı olarak yorumladılar.
Êzîdîlerin yaşadığı Şengal bölgesi, Araplarla çevrelenmiş bir ada gibidir. Burası Êzîdiler için çok da güvenlikli olmayan bir inanç adasıdır. Buna etnik ve dinsel kimlik olarak kuşatma, izole etme ve çembere alma demek daha doğru bir tanım olsa gerek. Çeşitli haksızlıklara uğramaları ve uygulamalara maruz kalmaları kaçınılmazdır. İnanç çelişkisinin en çok yaşandığı bir coğrafyadır. Her zaman Êzîdîlere dönük saldırılar yapılmıştır. Yol kesip fidye karşılığı Êzîdîleri kaçırma olayları sıkça yaşanmaktadır. Fakat bu denli sarsıcı toplu katliamlar daha önce yapılmamıştı. Êzîdîlerin 11 Eylül’ü yaşanmış fakat gerekenler yapılmamıştır. Tedbir mahiyetinde en ufak bir girişimde bulunulmamıştır. Güvenlik kaygılarının ciddi olduğu böylesine riskli bir coğrafyada, KDP’ nin hiçbir koruma tedbiri almaması da bilinçli bir yaklaşımdır. Son Êzîdî fermanında da görüldüğü gibi, katliamlara bizzat ortak olduğu açığa çıkmıştır. Êzîdîlerin güvenliğini KDP’ ye teslim etmek, tabiri caizse ‘kuzuyu kurda teslim etmek’ anlamına gelmektedir.
Til Ezer katliamından bir süre önce, Musul merkezinde çalıştıkları iş yerinde, 28 Êzîdî genci katledilmişti. Kimin, niçin katlettiği de pek anlaşılamadı. Bu olay bir nevi yaşanacak katliamların ön habercisiydi. Hatta, bu gençlerin katledilmesi o dönem çok fazla gündem bile yapılmadı. Adli bir mesele olarak ele alındı. Sebebi her ne olursa olsun, esas olarak Müslümanlar ve Êzîdîler arasında din – inanç çelişkisi olarak zuhur etmiştir. Bir anlamda dinsel çelişkinin çatışmaya dönmesidir. Gerek Musul’daki gençlerin infaz edilmesi ve gerekse Til Ezer ile Sîba Şeyh Xidir katliamı, adli vakalar olarak değerlendirilemez. Soykırım fermanları, ‘Êzîdîler kafirdir, din düşmanıdır ve katli vaciptir’ diyen zihniyetin bir ürünüdür.
Bu olaylarda KDP’ni rolü çok açık bir şekilde ortadayken ve KDP eliyle işlenen katliamlar iken, halk cesaret edip gerçekleri söylemekten kaçınıyor. Halka uygulanan baskı ve yaratılan korku iklimi nedeniyle olaylar aydınlanmıyor, araştırılmıyor,failleri bulunamıyor ve yargılanamıyor. Bu şekilde ‘Kol kırılır yen içinde kalır’ misali Êzîdîler, çaresizlikleriyle, acılarıyla, kanayan yaralarıyla baş başa sahipsiz ve kimsesiz yaşamaya mahkûm edilmiştir.
DAİŞ çetelerinin ortaya çıkışından önce Ürdün’ün başkenti Amman’da bir toplantı yapılır ve bu toplantıya KDP yetkililerinin de katıldığı bilinmektedir. Bu toplantıya katılanların, DAİŞ’in ortaya çıkışından haberleri vardır ve önceden hazırlıklarını yapıp işlerini planlamışlardır. KDP, bu planlamalar gereği Şengal’deki ağır silahlarını çok önceden güneye, güvenlikli alanlara taşır. Hatta üst düzey yöneticilerini dahi alandan çıkarır. Böylelikle DAİŞ’in yayılmasına önceden zemin hazırlanmış olur. DAİŞ’e karşı savaşmayacaklarını önceden kararlaştırmışlardır. Buraya kadar belki anlaşılır fakat, katliam öncesinden köy köy, kasaba kasaba gezerek bütün halka ‘yerlerinden ayrılmamalarını ve güvenliklerini sağlayacaklarını’ söylemeleri ve bu konuda ‘namus – şeref sözü’ vererek halkın güvenlikli alanlara gitmesini engellemiş olmaları anlaşılamaz. Halkın kendisini koruması – savunması en doğal hakkı iken, bu hakkın ellerinden alınması hiçbir biçimde anlaşılamaz. KDP’nin, insanların savunma hakkını ellerinden alması bile bir insanlık suçudur. Bir topluluğa yapılabilecek ne kadar kötülük varsa fazlasıyla yapılmıştır.
Aslında, olacakları önceden kestirmek zor olmasa gerek. Şengal’de ‘perşembenin gelişi çarşambadan belli’ olmuştur. Musul ve Telafer şehirleri hiçbir mukavemet olmadan DAİŞ’in eline geçmiş ve hiçbir direnişle karşılaşmadan şehirleri kasabaları ele geçirerek ilerlemesine sesiz kalınmıştır. Böylece Amman’da gerçekleşen toplantıda işlerin planlandığı gibi sorunsuz bir şekilde gerekleri yerine getirilmiştir. KDP de kendi cephesinden önceden hazırlık yaptığı için ağırlıklarını Şengal’den çıkarmıştır. Sıra halkı ikna etmeye kalmıştır. Savunmasız ve korumasız bir şekilde evlerinde kurbanlık koyun gibi bekletip, katliamın gerçekleştirilmesine hazırlık yapmıştır. Halka şeref – namus sözü verilmiş halk da buna inanmıştır. Bu görevlerini de çok soğukkanlı ve ikna edici bir tarzda yerine getirmişlerdir. Toplu katliamın gerçekleşmesi için ikna çabaları yoğun bir şekilde bütün yerleşim alanlarında yürütülerek halk kandırılmıştır. Şengal’deki halkın bizzat anlatımlarından ve olayın tanıklarından olanlar ‘yerlerinizden çıkmayınız, siz bizim şerefimizsiniz, sizi asla yalnız bırakmayacağız, sizi koruyacağız’ diyerek halkı nasıl ikna ettiklerini dile getiriyorlar. Katliamın gerçekleşeceği günün akşamı, KDP güçlerinin tümü Şengal’i terk ediyor. Halkın güvenlikli alanlara çıkmasına izin verilseydi, fermanın bilançosu belki de bu kadar ağır olmayacaktı ve halk kendisini koruyacaktı. Maalesef halkın dağa çıkışı engellendi. Çünkü toplu katliamın kararı Amman toplantısında alınmış ve KDP de bu kararın uygulayıcısı olmuştur. Fermanın karanlıkta kalan yüzü aydınlatılmadan KDP’nin soykırım suçundan aklanması hiçbir zaman mümkün değildir.
Rauf KARAKOÇAN