İşgalci Türk devleti Kürtlere ait tüm topraklarının işgali öncesi tüm özel savaş aygıtlarını devreye koyarak algı oluşturmak ve daha sonrası ise ‘sınır güvenliğim tehdit ediliyor’ argümanıyla soykırım planını tamamlamanın peşinde. Bunun açık yanı Başûrê Kürdistan ve Rojava’ya saldırarak işgal ettikleri bölgeleri daha da genişletmektir. Bu saldırılarla birlikte oluşturduğu suni gündemlerle Bakurê Kürdistan’ın zaten işgal altında olduğu gerçeğini unutturmaya çalışmak. Dünya tarihinde bu tür olgular her zaman vardır ancak bu son 20 yılda iktidar ve sermayedarların kullandığı bu yöntemi tarihten şimdiye kadar kullanılanın ikiye katladığı bir gerçektir.
Elbette ki savaş, bir olgu olarak, tarihsel inşanın odağında, varlığını ve aktüalitesini koruyor. Antik Yunan metinlerinden, Ortaçağ’daki dönüşümlere, Aydınlanma dönemi ve onu takip eden Sanayi çağı boyunca gerek felsefe ve sosyolojide gerekse de siyaset alanında sürekli bu temaya dair görüşler ifade edildi. Sadece çıkarların olduğu, haliyle savaşın sadece kazanmak üzerine kurgulanabileceğini; diğer tüm parametrelerden arındırılması gerektiğini söyleyen Machiavelli’den postmodern düşünürlere kadar bu konuya dair çözümlemeler sürüyor.
SAVAŞI AMAÇ UĞRUNA ARAÇ OLARAK GÖRMEK
“Çıkarlarımıza uyuyorsa yapılacaklar haksız sayılmaz, güçlü olan haklıdır” diyen Atina agoralarındaki bazı halk temsilcilerinin naraları, barış zamanını en iyi savaş olarak kodlayan 16.Yüzyıl anlayışı, tarihi gerçek bir ‘savaş aygıtı’ ve rasyonel bir araç olarak gören, sözün anlamı yoksa çözümün savaşta olduğuna inanan, savaşın fayda ekonomisi kapsamında olduğunu bilen Roma İmparatorluğu ve herkesin herkese karşı savaş halinde, diğer bir tabirle birbirinin kurdu olduğu, çarpışma ile doğa durumunun düzenlenebileceği bakışı da kendinden sonraki dönemlere damga vurmakla kalmadı; gelişen kapitalin can damarı oldular. Kapital zihin, güçlünün her şeyi yapma gücü olduğu ve zayıfı bunu kabul etmesi gerektiği fikrini perçinleyerek hayat bulma alanını çeşitlendirdi. Dikkat edileceği üzere ulus-devletlerin gelişimine paralel, yavaştan doğmaya başlayan savaş endüstrisinin kapitalizm ile bütünleşmesi hızlıdır. 19.Yüzyılın şafağında gerçekleşen bu bütünleşme; savaşı, amaç uğruna araç olarak gören politik bir eylemdir. Savaş bir şiddet hareketidir ve bu şiddetin sınırı yoktur ilkesi geçerlidir. Bu minvalde düşmanı irade kabulüne zorlamak açısından zor’un kurucu bir işlevi vardır. Bu kurucu zor, nihai olarak karşıyı yok etme üzerine şekillenmiştir. Devleti yeryüzündeki tanrı olarak kodlayan Hegel de benzer görüştedir; savaşı siyasi bir koşullanma olarak okur. Haliyle savaş, siyasetin farklı yollarla devam etmesidir. İşte tüm tartışmaların ve yorumların etrafında döndüğü temel mesele budur. 20.Yüzyılın son çeyreğinde ise bu tanım “Politika savaşın başka araçlarla sürdürülmesidir” olarak güncellendi. Bugün savaşın doğası çok değişip-dönüştü, boyut değiştirdi. Savaşsız savaşlar çağına girdik dersek yeridir. Özellikle 1.Dünya Savaşı önemli bir geçiş aşamasıdır. 2.Dünya Savaşı ise bambaşka bir savaş dünyasının kapılarını açmış, savaş teknolojisinin önlenemez yükselişi savaşın klasik doğasına dair algıları yıkmıştır. Sadece nükleer savaş değil esas olarak ‘yıpratma-yıldırma-savaşmadan zafere gitme’ bağlamında çağın savaş stratejilerine öngörülemez yöntemler eklenmiştir.
ÖZEL SAVAŞ BİO-İKTİDAR ÜZERİNDEN YÜRÜTÜLÜYOR
1945 sonrası ulus-devlet hegemonyasının İngiltere’den ABD’ye geçmesi ile birlikte SSCB şahsında inşa edilen iki kutuplu dünya, soğuk savaş ve yöntemlerinin hızlı bir dönüşüm geçirmesine de zemin hazırladı. Teknik önem kazandı. Savaş, zamana yayılan, psikolojik üstünlüğe ve enformasyona dayalı bir güncellik kazandı. Enformasyon eksenli ‘siber savaşlar’ da başladı denilebilir. Yakın dönemde Ukrayna’da görülen ‘hibrid’ savaş ile Suriye’de görülen Proxy (vekalet) savaşları önemli şeyler söylüyor bize. Yeni tür savaşlar anılır, konuşulur oldu. Yeni savaşlar artık kırsalda değil, kentlerde cereyan ediyor. Yukarıda kısaca çizdiğimiz çerçeve, özce Sun Tzu’nun bir savaşın başarı ölçüsü şeklinde özetlediği noktaya geliyor. Bu ölçü ‘fazla askeri güç kullanmamak’ üzerinedir. İşte bu bizi ‘özel savaş’ denilen olguya götürür. Tzu’ya göre düşmanın stratejisini boşa çıkarma, varsa ittifak güçlerini dağıtma gibi girişimler, başarıyı etkileyen en önemli unsurlardır. Hukuken özel, kamusal ve karma savaşların varlığından söz edilebilir. “Kamusal savaş, her iki yanda da savaş açma konusunda bir kamusal yetkisi olanlarca girişilmiş savaştır. Özel savaş, kamusal bir yetki olmaksızın, özel kişiler arasında yapılan savaşlardır. Karma savaş ise, bir yanda kamusal yetkiye dayananlarla, öte yanda özel kişiler arasındaki savaştır.” Bu savaş çeşitlerinden en karmaşık ve etkilisi elbette özel olanıdır. Özel savaş diğer tüm savaş çeşitlerini aşar. İçinde her türlü savaştan done içerir. Her yerdedir ama hiçbir yerdedir. Bugün özel savaş, en aktif yüzünü “Bio-iktidar” denilen alan üzerinden yürütüyor. Nedir bu alan ve iktidar çeşidi?
Modern ulus-devletlerin amaçlarını “bedenlerin zapt edilmesi ve nüfusun kontrol edilmesini başarmak için sayısız ve farklı tekniklerin uygulanışındaki bir patlama” aracılığıyla, özellikle de istatistik ve olasılığın kullanılması yoluyla, düzenleme pratiğine işaret eden bir terimdir. Burada devlet, “gözetleme ve cezalandırma aygıtlarını, kurumlarını birbirlerine bağlayan, kesiştiren, ayrıştıran veya yeni bir işlev ve işleyiş kazandıran bir tür iktidar teknolojisine dönüşmüştür.”
ALGI MESELESİ ÖZEL SAVAŞIN ÇEKİRDEĞİDİR
Bu savaşların pratikte sabit olarak kullandığı yöntem ise psikolojik savaş ve propagandadır. Bu yöntemlerin kullanıldığı savaşa özel savaş diyoruz. Özel savaş, dış alanda kullandığı gibi, en çok içeride başvurulur. İktidarcı güçler tarafından ezilenlere, muhaliflere, devrimci grup ve hareketlere, işçilere, kadınlara ve gençlere karşı kullanılır. Özel savaşın gelişimi ve en önemli aygıt olarak halklara karşı kullanımı özellikle üçüncü dünya denilen sol-sosyalist kıpırdama ve potansiyelin olduğu bölgelerdeki halk hareketliliğine karşı oldu. Buralarda örgütlenen ve ‘gerilla’ tarzı ile karşı çıkışların yaşandığı hareketler, devletleri derinden sarstı. Bu da özel savaşa yoğunluk verme ve yatırımı artırdı. Paris komününden Zapatista-Sandinist’lere uzanan ve bugün Kürt Özgürlük Hareketi şahsında dünyaya mal olan karşı çıkışlar, özel savaşın her türlü tekniği ile karşı karşıyadır. Çünkü bu halk hareketlilikleri, halkların geliştirdiği karşı itiraz; toplumu eğitti, ideolojik derinlik verdi. Derinleştirilmiş sömürü ve baskı altında özgürlük için örgütleyerek hakikati bilince çıkardı. Bundan ötürü savaşın özünü psikolojik-özel savaş sağlıyor. Basın-yayın, eğitim, kültür-sanat, sağlık, halkla iletişim gibi alanlar özenle kuşatıldı.
TEKNİK SAVAŞ İÇİN ÜRETİLİR HALK İÇİN DEĞİL
Önder Apo bu durumu “topluma karşı bir bütün olarak ilan edilmiş savaş” olarak özetler. Teknik gelişimi tetikleyen en önemli pâyendelerden biri savaş ve kâr dürtüsüdür. Ulus-devlet süreci, bunun en başat alanıdır. Militarist alana her zaman öncelik verildi. Bugün kullandığımız internet bile orduda kullanılan bir teknoloji idi. Yaklaşık 20 yıl sonra toplumun faydalanmasına açıldı. Toplumsal olanı arka plana iten, sürekli gücü önceleyen bir mantık işletiliyor. Teknik savaş için üretilir, halk için değil. Son yüz yıllık hızlı gelişmelerin hemen hepsi bu tespiti doğrular niteliktedir.
Hegemonik iktidar güçleri özel savaş üzerinden zafer elde etmek için nasıl ki her şeyi seferber ediyorlar; onların teknik ve zihinsel inşalarına karşı bir o kadar eğitimli, dikkatli olmak gerektiği nettir. Çünkü eğitim dediğimiz şey, ömür boyu süren; kaynağını yaşamdan alan ve içinde eylemi de barındıran bir süreçtir. İdeolojik yönelimlere onları aşan bir ideoloji ile cevap verilir, aksi halde karşı tarafa eklemlenmek kaçınılmazdır. Bilincimiz en etkili silahımıza dönüşmek zorundadır. Afrika’daki en önemli halk hareketlerinden biri olan ‘Siyah Bilinci’ hareketi, şuna inanıyordu: Ezenin en büyük silahı, ezilen karşısındaki bilincidir. Özel savaş ve aygıtlarını, araçları ile yarattığı algı ve zihinsel inşayı bundan daha iyi özetleyen bir tespit azdır. Önder APO da bu tespit, ‘özgür insanın kendini nasıl ifade edeceği sorunsalı’ olarak karşımıza çıkar. Ezilen, altında ezildiği bu sistem ve dünyanın yüküne dair çıkışını, ezenin bilincini aşma iradesi gösterdiğinde gerçekleştirecektir. Özel savaşın başarı ölçütü ‘faydalanma-yararlanma’ kriteridir. Aşiretsel çelişkiden, din-mezhep çelişkisine, kadın erkek dikotimisinden (İkililik) tüketim arzusuna dek her şey bu radarın altındadır. Moral duygusu üzerindeki her tahribat, her şeyi alt üst edebilme kabiliyetini de içerir. Fayda için algı çalışması şarttır! Çünkü algı meselesi özel savaşın çekirdeğidir. Bu çekirdeğin merkezinde de elbette psikoloji-psikanaliz yatar. “Halkla ilişkiler” kavramının icadı ve sonrasındaki gelişmeler, açıktır ki bir çağı açıp kapatacak kadar büyük etkiye sahiptir. Çünkü tüketimi-seri üretimleri, insanların bilinçdışı arzularıyla ilişkilendirme süreci başladı. Bu sayede ihtiyaçları olmayan şeyleri ihtiyaç haline getirmek gerekiyordu. Şirketler de bunu kullanıp, aracı olacaklardı. İnsanlar içlerindeki bencil arzular tatmin olduğunda mutlu olacaklardı, uslu olacaklardı…
Bu kitleleri ‘uslu görme’ fikri, siyasetin de dikkatinden kaçmadı. Sinema, müzik, tiyatro gibi tüm kültür sanat alanları bu uysallaştırma projesinde araçsallaştırıldı. Çünkü nihayetinde savaş dediğimiz şey, “devletin insanın içindeki ilkel gücü açığa çıkarmasıdır. Modern anlamda “rıza mühendisliğine” giden yol böyle açıldı. Kitlelerin veya herhangi bir hedefin bilinçdışı duygularını kontrol etmek yeterliydi. Çünkü sistemler ve siyasal alan, aktif değil, pasif vatandaş ister. Senin söz hakkı sahibi olman değil, arzularının söz hakkı olmasını ister, bu önemlidir. Vatandaşın gerçek ihtiyaç alanını sahte ihtiyaçlarla dolduran herhangi bir devlet, tahakküm sahibi demektir. Devlet aygıtları en çok irrasyonel bilinçleri manipüle eder. Naziler bunun iyi bir örneğidir. Onlar, insan içindeki irrasyonel duyguları kullandı. Leni Riefenstahl Nazilerin gelmiş geçmiş en büyük propaganda yapımı olan “İradenin Zaferi” adlı belgeselin yönetmenidir.
Bu belgeselde Hitler’in, gökyüzünden savaş uçakları ile başlayan sahnesi, hipnotize edici şekilde Naziler ve onların şahsında Hitler’in histerik propagandasına odaklanır. Faşist bir teatrallik, kitle iletişim teknolojisinin son hali ile perçinlenir ve mimariden müziğe, spordan siyasete tüm alanlar başarılı bir koreografi ile sunulur. Siz düşünmeyin, sizin yerinize düşünecek kadar büyüğünüz mesajı verilir. Zaten amacımız doğruları söylemek değil, insanları etkilemektir diyen Goebbels’ın “bana vicdansız bir medya verin size bilinçsiz bir toplum yaratayım” sözlerine uygun şekilde yapılmıştır bu belgesel. Diğer bir esaslı parametre, beş duyunun etki altına alınması, onlara hitap edilmesidir. Bu bir satış stratejisidir. Mesela Naziler, halka ucuz radyo dağıttı, çoğu yerde de bedava. Böylece her eve girdiler. Heterojen haldeki, birbiri ile doğrudan ilişkileri olmayanların beraber hareket etmesini sağlayacak bir mekanizmadır bu. Her evi birer cepheye dönüştürme amacı güdülüyordu. Ki başarıldı da…Elbette olay sadece radyoyu eve dağıtmak değildi. Radyo bekçileri oluşturuldu. Trajiktir, ikinci dünya savaşı da bir radyo istasyonunu sahte bir senaryo ile basılması sonrası başlatıldı. Nazileri ve onların propaganda-özel savaş teorisine verdiği anlamı bir hikâye ile bağlayalım! Sıkça anlatılan bu meşhur hikâyeyi hatırlamakta beis yok! “2. Dünya savaşı başlamadan önce Almanya’dan Fransa’ya istihbarat ve psikolojik harekât istihbaratçısı olarak 15 bin kişi turist görüntüsü ile gönderilir.
Fransızlar turist artışından alacakları dövizi hesap ederlerken İstihbaratçılar Fransa’nın kritik noktalarını yol, köprü, menfez, boğaz, geçit ve elektrik santrallerini tespit edip fotoğraflarını çekiyorlardı. Psikolojik Harekât İstihbaratçıları da Fransa’nın her alandaki hassasiyetlerini tespit etmek için uğraşıyorlardı. Bir uzman psikolojik harekât istihbaratçısı, Paris’te Eyfel Kulesi civarında gazetesini okurken önünde duran taksiden bir general indi. Taksiden inen Fransız generalinin ücret konusunda taksi şoförü ile münakaşaya başladığını ve taksi şoförünün de generalin arkasından küfrettiğini duyarak kaydeden Alman psikolojik harekât uzmanı, mesajını Psikolojik Harekât İstihbarat Merkezine çekti. Gelen bu mesaj üzerine Alman Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı ve Psikolojik Harekât Başkanlığı bir toplantı yapar. Değerlendirme şöyledir: “Bir ordu mensubu ve bir general normalde halkından saygı görür. Eğer taksi şoförü sokakta generalle ağız dalaşına girip, arkasından küfrediyorsa halk ordusunu sevmiyordur ve ordunun morali bozuktur. Fransız ordusu toparlanmadan, kendini halkına sevdirmesine zaman bırakmadan Fransa’ya taarruz edilmelidir.” Bu hikâye bir tarafa, Fransa’nın Almanya tarafından çok kısa sürede ve ani bir şekilde işgal edildiğini biliyoruz. Tarihsel anlatı içinde o dönem bu işgale çok büyük psikolojik savaş argümanlarının da eşlik ettiğini ve etkisinin olduğunu biliyoruz.
ÖZEL SAVAŞ ZİHİNLERİ İŞGAL ETME OPERASYONUDUR
Tekrar bugüne gelirsek, Türkiye üzerinden de somutlaştırmaya gidebiliriz. Türkiye, her şeyi ile özel savaş sistemine dönüşen ender ülkelerden biridir. Bu özel savaş kılıfı en başta Kürtlere karşıdır. Yaratılan tüm teknik, asimilasyon ve simülasyon Kürtlerin boyun eğmesi üzerinedir. Ulus-devlet inşası sürecinde tek tek tasfiye edilen halklardan sonra Kürtlere yüz çevrilmiş, fakat başarı elde edilememiştir. Her başarısızlık özel savaşı daha da derinleştirmiştir. Biraz geriye de gidersek sahne değişmez. Harpagos’un ihanete sürüklenişi, Dımdım Kalesi’inde yaşananlar, Yezdan Şêr’in tutumu, Şêx Saîd’in başına getirilenler ve hala etkileri devam eden uluslararası komplo; önemli savaş ve özel savaş süreçleridir. Hepsinde de amaç sindirmek, içten fethetmek, savaşamaz hale getirmektir. Bugün tarih tekerrür ediyor!
TC’DE ÖZEL SAVAŞIN BİR ÖZELLİĞİ PSİKOLOJİK ÖZEL HARP
İşgalci TC’de özel savaşın bir özelliği ‘psikolojik özel harp/savaş’ olarak ifade edilmesidir. Cepheyi doğrudan ruhsal alanda açan ‘psikolojik özel savaş’, daha inceltilmiş ve yanılsama boyutu daha farklı olan bir savaş türüdür. Neşterin üzerinde yürümek gibidir. Özel savaş geniş bir kapsamı mimler, psikolojik özel savaş ise dar bir alana, nokta atışına işaret eder! Düşmanın inançlarını değiştirmeden davranışlarını değiştirmeye odaklanır. Sadece aklı manipüle etmez, vicdana da saldırır. Gayrinizami yönü çetindir. Medya burada doğrudan araçtır. Yalan, hile, kurgu gibi faktörler başlıca silahıdır. Devletlerin özel harp karargahlarında üzerine en çok kafa yorulan, bilimsel metotlarla çalışılan, topluma en çok zarar veren, toplum düşmanlığını, kutuplaşmayı en fazla derinleştiren özel savaş yönüdür de. Umut kırma, irade zayıflatma, inancı düşürme; bir savaşta yapılabilecek en büyük saldırıdır. İnanç düştüyse silahın bir anlamı yoktur, umut kırıldıysa tekniğin bir anlamı yoktur, irade zayıfladıysa orada yenilgi başlamıştır. Diğer bir özelliği, herhangi bir ahlaki ilke gözetmemesi ve tanımamasıdır. Bundan ötürü öngörülemez nitelikleri vardır. Zorluğu ve tehlikesi de buradan gelir. Özel savaş ve psikolojik özel savaşın tüm normlarını içeren bir örnek yakın dönemde ortaya çıktı. “Çöktürme Planı” denilen bu plan, yüzyıllık özel savaşın en kapsamlı hallerinden biridir. Planlaması, amacı, aktifliği ve içeriği ile Kürt düşmanlığını gözler önüne sermektedir.
TABUTA MI YOKSA SAVCININ KARŞISINA MI?
“Genelkurmay Strateji Şube Müdürlüğü, İlgili Birimlere” diye gönderilen bu belgede güvenlik güçlerin olası yargılanma aşamalarından, morallerin nasıl olması gerektiğine kadar detaylar mevcuttur. Bu planda orduya, polise istediği gibi ‘vur’ emri var. Asker ve polislere, savaşta kullanılan çete gruplarına (Esedullah vb.) “Tabuta mı girmek istiyorsun, yoksa savcının karşısına mı çıkmak istiyorsun?” denilerek hiçbir savaş kuralı ve hukuk kuralı tanımaması telkin ediliyor. Tam ifadelerle “Her türlü baskın, sabotaj, taciz ve saldırılara mutlaka ateşle karşılık verileceği, tüm personellere tebliğ edilecek ve öğretilecektir. Savcının karşısına çıkma korkusuyla silahını kullanmaktan çekinen personelin yapmış olduğu davranışın sonuçlarının çok ağır olabileceği, bu sebeple şehit verebileceğimiz, silahını kullanmayarak devletin, milletin bekasını tehlikeye düşüreceği, vatan hainlerinin, teröristlerin ve devlet düşmanlarının kendilerinden daha fazla güç bulacaklarını, tüm personeller akıllarından bir an bile çıkarmayacaktır. Hain bir saldırı sonucu tabuta girmek yerine savcının karşısına çıkmanın tercih edileceği tüm personel tarafından benimsenecektir. Emir tüm personele tebliğ edilerek devletimizin zor bir dönemden geçtiği hatırdan çıkarılmayacak. Silah kullanımı konusunda yasal prosedürler düşünülmemeli. Bir seferberlik ve olağanüstü durum yaşandığı unutulmamalı. Ve askeri mahkemelerde gereken her türlü düzenlemenin yapılacağı bilinmelidir” şeklinde ifade ediliyor.
Yine medyanın işlevi ve nasıl çalışması gerektiğine, sivil ölümlerinin nasıl ele alınması gerektiğine dair sözler; “Harekatın medyaya yansıtılmasında provokasyonları ve dezenformasyonu engellemeye, kamuoyunu bilgilendirmeye ve güvenlik güçlerimizin moralinin bozulmamasına özen gösterilmelidir. Anadolu Ajansı tarafından bilgi ve görüntü dağıtımı yapılarak bölgede gerekmedikçe gazete ve ajansların muhabir bulundurmamaları, operasyonların selameti için gerekli olduğu gibi, ihtiyaç duyulması halinde operasyon komutanlarından izin alınarak, alana girilip, gerekli görüntülerin alınması ve bunların yayınlanması gerekmektedir.
Bölgelerde özellikle Anadolu Ajansı ve TRT muhabirlerinin bulunması ve yapılan haberler, çekilen görüntülerin diğer basın kuruluşlarıyla paylaşılması, yabancı basının ise gözetim ve denetim altına alınması ve alana sokulmaması gerekmektedir. Basının özellikle öldürülen terörist sayısında serbest bırakılmasının daha uygun olacağı, aksi takdirde rutin rakamların kamuoyu nezdinde kafa karışıklığı yaratacağı bilinerek, özellikle bu konuda hassas olmak gerekmektedir. Sivil ölümlerin duyulmasının önüne geçilmesi, operasyon güçlerimize moralmen çöküntü yaşatabilecek haber ve görüntülerin kullanılmamasına dikkat etmek, yönetici konumundaki personelin sorumluluğu dahilindedir. Yapılan harekatın isimlendirilmesi, bölgede terör örgütünü küçültücü ve moralmen çökerten ifadelerin kullanılması, basın yöneticilerinin marifetine bırakılmalıdır. Operasyonun en önemli ayağının ve dayanağının basın olduğu unutulmamalıdır” soğukkanlılıkla ifade ediliyor. Güncel bir okuma üzerinden, Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) dönük psikolojik özel savaş da kayda değerdir. Kapatma davası açılan, intikam dürtüleri ile yıpratılan, düşman hukuku ile tüm yönetici ve çalışanlarının cezaevlerine alındığı bir aralıkta, en çetin saldırılar medya üzerinden sabah akşam durmadan yapılıyor. Türkiye siyaset tarihinde HDP kadar ötekileştirilen ve hakkında özel savaş yürütülen bir parti yok gibidir. Bu elbette HDP’nin gücünden duyulan korkudan ileri gelmektedir.
Tamamen iktidarın tekeline geçmiş ana akım medyada her dakika karalanan, tek bir sözüne yer verilmeyen, TV’lere çıkarılmayan ve buralarda sürekli öcüleştirilen, terör damgası ile hedef yapılan HDP’ye rahatlıkla soykırım çağrıları da yapılabilmekte, itlaf edilmesi gereken haşere sürüsü ilan edilerek, katliama giden dehümanizasyon aşaması uygulanmaktadır. Örneğin İzmir’de vahşice katledilen Deniz Poyraz’ın durumu ana akım medyada “çatışma” olarak verildi. DİSK-Basın İş’in “Tüm toplumun gözü önünde bir katliam girişimi çatışma olarak gösterilmeye çalışılıyor. Şans eseri orada bir kişi bulunuyor. Yoksa bir katliam gerçekleşmiş olacaktı. Buna rağmen bu başlıklar atılıyor. Katilin kim olduğunu da fotoğraflarıyla gördük, öğrendik. Bunlar topluma karşı yürütülen özel savaşın aparatları” tepkisinde dediği üzere, tüm medya özel savaş aparatları olarak işlev görüyor.
Sürekli şiddete maruz kalan, her sözü fezlekeye, her çalışması cezaya çevrilen, sürekli MİT yöntemleri ile oluşturulmuş kurgusal durumlarla karşı karşıya kalan, gizli tanıklar üzerinden belediye eş başkanları, çalışanları tutuklanan HDP, Türkiye’de örneği az rastlanır bir sistematik özel savaş altındadır. TV dizileri üzerinden iktidarın propagandası yapılırken, aynı anda HDP ve temsil ettiği çizginin anti-propagandası yapılıyor. Sürekli dost-düşman çerçevesinde ele alınan HDP, herkesin her şekilde rahatça yönelebileceği bir ‘düşman’ olarak tüm alanlarda, büyük bir iştahla faşist aygıtlarca aktarılıyor.
HDP’ye dair geliştirilen kavram setlerini sürekli dolaşıma sokan, bu tanımları ve ithamları sürekli tekrar ederek yeniden üreten, her alanda abartarak müsebbip olarak kodlayan, yalanı manşetleştiren, onu çoğaltan, daha fazla çoğaltan, bunu yaparak da gerçekleri kalabalık içinde görünmez kılan, marjinalleştirerek azaltan, azaltarak suskunluk sarmalına koyan, suskunluk içinde onu daha rahat tasfiye etmeyi arzulayan ve tüm bunların hikayesini kuran, hikayeleştirerek ikna etme yoluna giden iktidar; propagandadan ve psikolojik harp tekniklerini de kullanmaktan geri dönmüyor. Bunu sadece ulusal alanda değil, diplomasinin yettiği tüm sahalarda tekrarlıyor. Özetle, özel savaş ve onun temel aygıtları durmadan çalışıyor.
Arzularımızdan tükettiklerimize, gördüklerimizden izlediklerimize, okuduklarımızdan dokunduklarımıza, inandıklarımızdan savunduklarımıza dek; tüm alanlarda varlık gösteren ve yaşamın normal akışına eklemlenmiş tüm sistemsel öğretilerin içinde duran özel savaşı ancak bilince çıkararak, çözümleyerek karşı durabiliriz. Çözümledikçe, üzerine düşündükçe de olası savaş türlerini de engelleme şansına sahibiz. Böylece, toplumu savunabilir, dağılmasını engelleyebiliriz.
Bilinçsizlik ve belirsizlikten güç alan, bilgi kirliliği ile güven duygusunu ortadan kaldıran, direniş çizgilerini silikleştiren, sadece özel mülkiyet değil aynı zamanda bilgiyi de tekelleştirip devlet denen kavramı en tepesine oturtan, elindeki yasayı şiddet ve toplum kırımı örtbas etmede aracı kılan özel savaşta; devlet ya da egemenlik aygıtlarının en görünen yanı zor aygıtlarıdır. Ama egemenliğin süreklileşmesinin temel koşulu da zihinsel inşa çalışmasıdır. O nedenle özel savaş esas olarak, zihinleri işgal etme ve yapılandırma operasyonudur. Her özel savaş aparatı yapı dağılmaya, hakikatin karşısında tuzla buz olmaya mahkumdur. Yeter ki örgütlülüğün gücüne olan inanç eksilmesin.
EDİTÖRDEN