Devlet eliyle gerçekleştirilen ölümlerin tarihi, oldukça eskiye dayanmaktadır. Her zaman ve neredeyse her toplumda, devlet meşruluğuyla (savaşların dışında da) insanlar öldürülmüş katliamlar yapmıştır. Günümüzde öldürmeye devam ediyor. Peki meşru şiddet tekelini elinde tutan tek örgütlenme dediğimiz devlet gerçekten vatandaşlarını öldürme hakkına sahip midir? Gerek direkt gerekse dolaylı yollardan bugün de çokta somut bir şekilde görüyoruz ki devlet denen aygıt, toplumların yok olmasında başat bir rol oynuyor. Bugün yaşananlar baktığımızda aslında depremin değil faşist devlet politikalarının halkı öldürdüğünü çok net bir şekilde görebiliriz. Dünyanın her yerinde gerçekleşen bu doğal afetlerin çok yıkıcı, alt üst oluşlarla sonuçlanmasının en başta gelen nedeni, egemenlikçi devletli uygarlığın doğa üzerinde kurmak istediği tahakkümdür.
SUNİ DEPREM İDDİASI VEYA TARTIŞMALARI DOĞRU MU?
Ekim 2011 yılında merkez üssü Wan olan 7.2 deprem Kürdistan’ın doğusunda başlayan Başûr Kürdistan’ın kentlerini de içine alan Hakkari, Agirî, İxdir, Erzerum, Qers, Çewlig, Mûş, Bedlîs, Sêrt, Batman, Mêrdîn, Amed ve Urfa kentlerinde de hissedilen depremde binalar yıkıldı, elektrik ve telefon hatları kesildi, on binlerce insan yaşamını yitirdi ve yaralandı. Aradan geçen 11 yıllık süre zarfında bu kez Kürdistan’ın güneybatısında Maraş’ın Pazarcık ve Elbistan merkez üssü olan 7.4 büyüklükteki depremlerde Semsur (Adıyaman), Dîlok (Antep), Edene, Hatay, Efrin, Urfa, Amed ve Batman’a kadar ki bölgede hissedilen depremlerde yine on binlerce insan (hala göçük altında olanlar var) yaşamını yitirdi ve yaralandı, birçok yerleşim yeri adeta yerle yeksan oldu.
Hem 11 yıl önceki Wan depremi hem de şimdi ki Maraş depremin etkiledikleri bölgelere bakıldığında beraberinde acaba suni depremler mi oldu şeklinde iddia ve tartışmaları da getirdi. Birçok uluslararası ve bölgesel güçlerin elinde bulunan Nükleer silahların deneme ve tatbikat yapılacağı yönünde tartışmaların yoğunlaştığı son 13 yıllı göz önünde bulundurduğumuzda, hem 2011 yılındaki Van depremi hem de merkezi Maraş olan depremlerin suni depremler olabileceği iddialar ve tartışmaları kafalarda soru işareti yaratıyor. Birçok platformda yapılan bu tartışma ve iddiaları doğrulayacak bir iki teori dışında tarihsel ve bilimsel güçlü veriler olmadığından sadece olasılık düzeyinde bırakmak zorundayız. Ancak bu tartışma ve iddiaların doğru olmadığını varsayarsak da “Deprem değil faşist devlet öldürür” gerçeğini değiştirmez.
Söz konusu iddia ve tartışmaları şurada dursun, asıl gündemimize gelecek olursak, Pazarcık ve Elbistan merkezli 10 ili vuran, 14 milyon nüfusu etkileyen depremlerin üzerinden günler geçti. Depremin vurduğu 10 kentte 12 bin 141 bina ile 66 bin 58 bağımsız bölüm ağır hasarlı ya da yıkık. Zaten yetersiz olan, bazı yerlerde hiç olmayan arama kurtarma çalışmaları, artık enkaz kaldırma çalışmalarına dönüşüyor. On binlerce insan enkaz altında kaldı. Türk faşist Erdoğan depremin yerle bir ettiği, ilk iki gün devletin görülmediği Adıyaman’da boy gösterdi. Erdoğan, AFAD ve Kızılay üzerinden yardım yapılmasını, AFAD’a para gönderilmesini istedi, her kuruşun depreme harcanacağını iddia etti. Peki daha önce AFAD’a yatırılan paralara ne oldu?
AFAD’IN SİCİLİ KABARIK
Son yaşanan depremin devletin kurumlarının göstermelik olduğunu bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Bunların başında AFAD gelmektedir. AFAD şeffaflık ve yardımların yerine ulaşması konusunda sınıfta kalmış bir yapı. Bunun dışında da şu ana kadar halkın verdiği yardımların kimseye ulaştığına veya ne kadar yardım toplanıp ne kadarının dağıtıldığına dair hiçbir bilgi yok. Türkiye’de oluşturulan AFAD kampları sözde mağdur durumdaki insanlara yardım ettiğini iddia ediliyor fakat gerçeğin bu şekilde olmadığı daha önce birçok kez ortaya çıkmıştı. Özellikle Suriye’de, yaşanan savaş nedeniyle kaçıp Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan kadınlar Türkiye’de AFAD kamplarında organize bir şekilde fuhuş sektörüne sürüklendiği birçok kez belgelerle kanıtlandı. Yine bu kamplar çetelerin örgütlendiği, çetelerin ekonomik ihtiyaçlarını karşıladığı, silahlı eğitim kamplarına dönüştürüldü bir gerçekliktir. Bu kamplar üzerinden her türlü kirli iş yapıldı günümüzde de yapılmaya devam ediyor. Devlet denilen aygıt bu sektörün içindedir ve hatta bu sektörü bizzat devletin kendisi geliştiriyor. Bu şekilde her felaketten kendine rant sağlıyor. AFAD kamplarının ve devletin gerçek yüzü son yaşanan depremde bir herkes daha ortaya çıkmıştır. Herkes bu gerçeği net bir şekilde görmelidir.
DEPREM VERGİLERİ RANTA VE ÇETELERE PEŞKEŞ ÇEKİLDİ
AKP-MHP faşist iktidarı, deprem vergilerinden elde edilen 88 milyar 240 milyon TL ile 2023 yılı için kullanılacak 4 buçuk trilyon bütçeyi harcayarak tüketti. Bu kaynakların savaş, rant, çete gruplarına ve Saray’a peşkeş çekildiğini değerlendirmek mümkün. 17 Ağustos 1999 depreminin ardından ekonomik kayıpları gidermek ve sözde halkın yaralarını sarmak için “deprem vergisi” uygulaması adı altında halktan vergiler alındı. “Deprem vergisi” başlangıçta geçici bir uygulama olarak devreye girse de daha sonra faşist Erdoğan’ın talimatıyla kalıcı hale getirildi. 2002-2022 yılları arasında “deprem vergisi” kapsamında 83 milyar 621 milyon 940 bin lira toplandı. Bu paralar savaşa ve saray harcamalarına gitti. 1999 Gölcük depremi Türkiye için milattı aslında fakat bundan da gerekli dersler çıkarılmadı. İşgalci Türk devleti bugün de büyük çoğunluğu Kürt olan coğrafyayı ölüme mahkum etti. Bu deprem sadece doğal bir afet değildi. Ayrıca Kürtlerin İşgalci Türk devleti içinde 100 yıldır maruz kaldığı sistemin, rejimlerin ve devlet aklının Kürtlere ve halklara ölüm getirmesiydi. 1999 Gölcük depreminden sonra 496 olan deprem toplanma alanlarının 70 ile 100 arasına düştüğüne dikkat çekmekte fayda var. 20 yıllık zaman diliminde deprem toplanma alanlarının imara açılarak yerlerine AVM’ler ve toplu konutlar yapıldığını gizlenemez bir gerçekliktir. Evet, halka zalimce saldırarak bir yılgınlık ve teslimiyet yaratmaya çalışıyorlar. Bu vergilerin nereye gittiğini sormak her vatandaşın hem hakkı hem de vicdani görevidir.
KIZILAY DA AKP’NİN ARKA BAHÇESİ
AKP-MHP Faşist iktidar ancak savaş ve şiddet politikalarıyla ayakta kalabileceğini çok iyi bildiğinden savaş yanlısı politikaları, aralıksız sürdürdü. Geliştirdiği uygulamalar ve sermayeye para akışının yolsuzluk ve rant üzerinden sağlandı. Şirket, kurum, vakıf üçgeninde meydana gelen skandalların ardı arkası kesilmedi. Bunların başında gelen ve adeta AKP-MHP’nin arka bahçesi haline gelen Kızılay oldu. Başkentgaz şirketinin 29 Aralık 2017 tarihinde Kızılay aracılığıyla Ensar Vakfı’na yaptığı 8 milyon dolarlık bağış gündeme gelmişti. Çocuk tecavüzü, tacizi ve kayıt dışı yurtlarla gündeme gelen böylesi bir vakfa bağış yapılmasının her şeyden önce çürümüşlüğün resmi olduğunu o dönem çok net bir şekilde ortaya çıkmıştı. Ortaya çıkan belgelerle, çok kazanan büyük şirketlerin vergileri nasıl kaçırdıklarının bir kez daha ortaya çıktı. Yine deprem alanlara yardımları da engellemesi AKP-MHP’nin faşist zihniyetinin hangi boyuta ulaştığını gözler önüne sermektedir. AKP-MHP faşist iktidarı toplumu kaos yaratarak yine toplumu birbiriyle çatıştırarak ayakta kalmaya çalışıyor. Buna karşı doğru örgütlenerek mücadeleyi her boyutta yükseltmek şarttır. Bu duruş aynı zamanda inkârcı, katliamcı devletin bugün deprem sonrası hayata geçirmek istediği soykırım politikasına karşı tarihsel görevdir.
EDİTÖRDEN