Birinci Paris katliamında şehit düşürülen Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez yoldaşların katilini nasıl ki MİT yöneticileri organize ettilerse, 2. Paris katliamının planlanlayıcı ve uygulayıcıları da soykırımcı MİT’tir.
2023 yılına sayılı günler kala Paris’in merkezinde bir katliam yapıldı. Bu katliamda Kürdistan Özgürlük Hareketi, Kürt Halkı ve Kürt kadını hedeflenmiştir. Katliamda KCK YK üyesi Evin Goyi (Emine Kara), Hozan Mir Perwer ve Abdurrahman Kızıl şehit düştüler. Bu katliamı yapanı ve yaptıranları lanetlemek en hafif tavırdır. Daha ötesi gereklidir. Şehitlerin anısına bağlılık bunu gerektirir. Katliamı gerçekleştiren William M…. Bir Fransız olması sebebi ile SSTD (Sömürgeci Soykırımcı Türk Devleti) olayla hiçbir ilişkisini olmadığını ifade eden, kendini temize çıkaran kirli-kanlı ellerini gizlemeye çalışan bir politik tutum içerisinde bulunmaktadır. Bu saldırının SSTD tarafından yapıldığından kuşku duymak, bunu tartıştırmak düşman gerçekliliğini anlamamak, tarihi gerçekliklerden bihaber olmak demektir. Bu konuda söylenecek çok şey vardır. Gerek Kürdistan Özgürlük Hareketinin yöneticileri gerekse Avrupa’da yaşayan yurtsever Kürtler ve onların yöneticileri olayın oluş biçimine ilişkin çok detaylı bilgiler vermişlerdir. Bunları tekrarlamanın fazla bir yararı yoktur. Fakat satır başlarıyla da olsa bazı ortak noktaların altını çizmekte yarar vardır.
SSTD, Kürdistan Özgürlük Gerillası karşısında Zap’ta tarihinin en ağır yenilgilerinden birini almıştır. Buna sonun başlangıcı da diyebiliriz. Birkaç haftada Zap’ı kilitleyip planlarını uygulayacaklarını düşünürlerken Yaşar Büyükanıt’ın tabiri ile ‘yağdan kıl çeker gibi’ geri çekilmelerini başarı ya da zafer olarak bile nitelendirme fırsatını bulamadan adeta Zap, Avaşin ve Metina hatlarına saplandılar. Kuşkusuz yenilgilerini bir başarı öyküsü olarak anlatmaktan mahir ve maharetli olduklarını belirtmeye gerek bile yok. Gerilla tarafından düşürülen helikopterlerini inkâr etmek adına kamuoyunda ‘Gerilla, Türk ordusunun helikopterini düşürdü’ algısının yerleşmemesi ya da mesajının anlaşılmaması için Türk yazımını zorlayarak uyduruk ‘kaza-kırım’ ifadesini geliştiren bu devlet hangi gerçekliği örtbas etmez ki, hangi uydurmaları geliştirmez ki. Bunlara şaşırmamak gerekir. Şaşırılacak olan onların doğruyu söylemeleridir. Koca bir ülkeyi ve halkı yok sayan ve bunu dünyaya kabul ettirmeye çalışan, yine Ermeni halkının soykırımını bütün dünya bilmesine rağmen inkar eden devlet neleri inkar etmez ki? Umut Kitapevini bombalayan ve yurtseverleri katleden çeteleri ‘bizim çocuklar’ diye sahip çıkan bir devlet hangi gerçeği itiraf edebilir?
Meczup kavramını faşist Türk devletinin olayları, katilleri ve saldırganları örtbas etmek için kullanmalarından öğrendim. En son HDP’li yurtsever genç kadın Deniz Poyraz’ın katili Suriye’de her türlü katliamı, tecavüzü ve talanı yapan çeteler içinde yer almasına, bu konuda epey doküman olmasına rağmen bu gerçekliğin dışında yargılanması durumu anlamamız için yeterli bir örneği teşkil etmektedir. Katil uzun süre eğitilmiş, yetiştirilmiş, cinayete alıştırılmış olmasına rağmen ona ait olan gerçek, bir meczup kavramı içerisinde eritilerek yok edilmeye çalışılmıştır. Yine bu çeteler ile Türk devletinin organik ilişkisi açık olmasına, Süleyman Soylu denilen çete ve daha birçok devlet yetkilisi İdlib’i, Cerablus’u, Efrin vb. yerleri günlük olarak ziyaret etmelerine rağmen bu çetenin tüm bu gerçeklerden soyutlanarak yargılanması birçok şeyi açıklamaktadır. Aynı şeyi Hrant Dink’in katili Ogün Samas içinde belirte biliriz. O da ilişkilerinden soyutlanarak ele alınıp yargılandı.
Yine Turgut Özal’a suikast düzenleyen Kartal Demirağ’ın MHP’nin komando kamplarında eğitim gördüğü net olmasına rağmen olayın bir şahsın öfkesi, planı, kararı ve pratiğiyle sulandırılmış olması hatırlanmalıdır. Başbakanlarına suikastı bile meczuba bağlama işgüzarlığını gösterdiler. Her türlü kirli faaliyeti yürüt, gizli siyasi suikastları düzenle, soykırımları yap; işkenceyi, tecavüzü, kaçırmayı göçertmeyi uygula ardından da ya inkar et yada ipe sapa gelmez yerlere, kişilere bağla…
Abdülhamit’in yıldız istihbarat teşkilatından Teşkilat-ı Mahsusa ’ya, ikisinin tedrisatından ve tecrübesinden sınırsız faydalanan MİT’e kadar olan irili ufaklı, dolaylı veya direkt, resmi veya gayri resmi yapılarının tarihinin olayları örtbas etme, muğlaklaştırma, inkar etme tarihi olduğunu bilmek durumundayız. Bu yapıların meşru ve yasal tek bir olayları yoktur, aydınlık bir güne sahip değiller, geçmişi temiz bir elemanlarını bulmak mümkün değildir. Bunlar Kirli, suçlu ve katil sürülü yapılardır. Bu yapıların döşediği yollarda iktidar olanların siyaset ve yaşamları da yalana, sahteliğe ve çarpıtmalara dayanır. Bu konu da öncesini saymazsak Selçuklar ile başlayan Osmanlılar ile devam eden ve ucube SSTD biçiminde somutlaşan yapının bir şeyi nasıl ters-düz edeceklerini, kitleleri ve kamuoyunu nasıl şartlandıracaklarını çok iyi bilmek gerekir.
Faşist şef Tayyip Erdoğan’ın Hitler gibi işe basın üzerinde mutlak tekel kurmasıyla başlaması, en son dezenformasyon yasasıyla ayyuka çıkarması sözünü ettiğimiz devlet geleneğiyle ilintilidir. Tüm bunlara ‘her söylediği doğru fakat kendi dışındaki her şeyin yalan ya da şüpheli’ olduğu algısını yaratmak için başvurmaktadırlar. Tarih bugünü anlama bilimi ise TC’nin ve onun her türlü kirli işlerini yürüten teşkilatının bugünü de dününde gizlidir. Paris katliamlarına da bu pencereden bakılmalıdır. Tarihsel perspektiften yoksun bakışlar olayları ya tekil olgulara ya da tekil şahıslara bağlarlar. Paris suikastları, cinayetleri yapılış şekliyle, belirlenen hedeflerle, kullanılan elemanlarıyla ve ardından bıraktıkları izlerle (bu cümleyi bilinçli seçtik, bazılarının suikastta kullanılan Fransızla kafası karışmış gibidir) MİT menşeli oldukları nettir. Fransa’nın aşırı sağcı siyasetçisi Jean-Marine Le Pen’in katliamı kınayarak olayın ardından ırkçı saikleri arayanları ve saldırıyı böyle tanımlayanları uyarması iyi okunmalıdır.
Olaya fener tutan bu yaklaşıma her kes dikkatli bakmalıdır. Bu çerçevede Paris’teki katliamı daha iyi gözler önüne sermek için Teşkilat-ı Mahsusa’nın, MİT ve JİTEM’in cezaevlerindeki insanları nasıl tetikçi haline getirdiğini bizzat teşkilatların belgelerinden yine Mehmet Eymür denilen MİT’in ağababalarından ve Mason babanın oğlu Hiram Abas’tan örnekler vererek ya da bunların övünç halinde söyledikleri itiraflarında anlayabiliriz. Tabi, Sakine Cansız Devrimci Operasyonunda ele geçirilen ve sorgulanan iki MİT yöneticisinin ifadelerinde de bunları rahat görebiliriz. Soykırımcı rejimin tetikçi kurumu MİT içinde yer aldığı suikast ve katliamları olayın sıcak atmosferinde üstlenmemiş, hatta fail olarak işaret edilmesine bile tahammül etmemiş, kendi rolünü inkar etmiştir. Ancak olayların üzerinde birazcık zaman geçince önce alttan alta, ardından da doğrudan inkâr ettiği olayları üstlenmiş, kirli tarihinin övünç anları olarak sahiplenerek kahramanlık anlatısına dönüştürmüştür. Ermenilere karşı soykırım ve suikastlarda da bu taktiği izlemiştir. 9 ocak Paris katliamını da önce inkar etmiş ardından da bir genel kurmay istihbarat subayı olan İsmail Hakkı Pekin’in ağzında dökülen beyanlarla övünç konusu yapılarak sahiplenilmiştir.
Tüm ulus devletler istihbarat kurumlarına aşırı dayanmayı iktidarı ve egemenliği koruma yasası olarak siyasete dönüştürürler. İstihbaratlar ise ulus devletin tüm kirli işlerini kirli ve suçlu kişilikler üzerinde yürütürler. CIA’nın gestaponun artıkları üzerinde gladio’yu örgütlediği, komünizme karşı mücadele temelinde katil sürülerini toplumun içine saldığı, topluma karşı suç işleyen cani ve katilleri devlet adına birer suç işleme makinasına dönüştürdüğü akıldan çıkarılmamalıdır. Yakın döneme kadar CIA’nın maaşlı kurumu olan MİT’in yıldız teşkilatı ve Teşkilatı Mahsusa kadar CIA’nın kirli yöntemlerinin en tortularının bir sentezi olarak soykırımcı rejimin saldırı gücüne dönüştürüldüğü görülmelidir. Bu durumu sınırlı bazı örneklerle somutlamak sanırız konunun anlaşılmasına yeterli katkıyı yapacaktır: Türk gazeteci ve Milletvekili Fatih Rıfkı Atay yazılarında Teşkilatı Mahsusa’nın nasıl katillerden oluşturulduğunu bolca anlatır. Bu katil sürülerinin karakol cemiyetinin faaliyetlerinden tutalım, cumhuriyetin tüm kirli organizasyonlarında yer aldıkları belgelerle sabittir. Yine bir katil olan Mehmet Ali Ağca’nın papa suikastı için cezaevinde nasıl kaçırıldığı bilinmekle birlikte Abdullah Çatlı gibi bir caninin Ermeni halkına karşı suikastlar yapmak için cezaevinden nasıl kaçırıldığı unutulmamalıdır. Hırsız evin içinden olduktan sonra hiç kimse hırsızı bulamaz. Mehmet Eymür, Önder APO’ya karşı 6 Mayıs 1996 tarihinde bombalı saldırıyı anlatırken Suriye Muhabaratından (istihbarat) iki elemanı nasıl örgütlediklerini anlatır. Yani ‘Secaad arz eylerken, Sirkatin söyler’.
Paris katliamını gerçekleştiren William M denilen kişinin 10 gün önce cezaevinden çıktığı, akli dengesinin yerinde olmadığı, meczup, milliyetçi-ırkçı olduğu vb. etiketlemelerle olay üzerine sis perdesi indirilmekte, yönlendirme algılar yaratılarak olayın arkasında ki güçler görünmez kılınarak gizlenmeye çalışılmaktadır. Adeta normal insan aklıyla alay edercesine sanki 69 yaşında bir unsur cezaevinden çıkmış, Fransa gibi bir yerde rahatça bir cephaneliğe ulaşmış, ardından da biriktirdiği kişisel ırkçı öfkesiyle çağın 72 milletli Babalin de herkesi atlaya atlaya kendisini önce Kürtlere, Kürtlerinde Türk devletini rahatsız edenlerine ulaştırmış ve hiçbir yol göstereni, akıl vereni, koruyanı-kollayanı yokmuşçasına katliamını yapmış. Buna hadi be demek dışında ne denilebilir ki. Hiç kimse gösterilen fotoğrafa bakmamalı. Çünkü bildiklerimiz bize doğruyu gösterme yeterliliğindedir. Hiç kimse aklıyla alay edilmesine müsaade etmemeli, söylenenlere inanmamalı. Çünkü katillerin bilinmesi kadar onların arkasında ki güçleri de biliyoruz. Herkes bilinen bu doğrular temelinde gerçek suçlulardan hesap sorma gücünü göstermelidir.
Ola ki bu doğrulardan ve gerçeklerden bi haber olanlar varsa onlara da yaşanan bir iki gelişmenin altını çizerek durumu anlatmak isteriz: Kuzey Doğu Suriye’de yapılan operasyonlar sonucu ele geçirilen MİT elemanlarının birçoğunun yerel ve Arap olduğu bilinen bir husustur. Şimdi bunlar QSD, Demokratik Özerk Yönetimlerine ve Kadın öncülere karşı saldırı yaptıklarında sırf Arap kimliğinden hareketle bunların arkasındaki MİT denilen soykırımcı şebekeyi görmeyecek miyiz? Yine bazı hainleşmiş Kürt unsurların yaptıkları saldırıları ele alırken MİT çete başı Hakan Fidan’ı görmeyecekmiyiz?
Birinci Paris katliamında şehit düşürülen Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez yoldaşların katilini nasıl ki MİT yöneticileri organize ettilerse, 2. Paris katliamının planlanlayıcı ve uygulayıcıları da soykırımcı MİT’tir. Hitler yenilip çözüldüğünde istihbarat örgütü ve kadroları saklanacak delik arıyorlardı. Bazıları kendilerini sakladılar fakat bazıları da bulundukları yerden çıkarılarak yargılandılar. Çöküşün eşiğindeki SSTD iktidarına bağlı MİT şefleri, kadroları ve muhbirleri de kaçacak delik arayacaklardır. Şunun şurasında fazla bir zaman kalmadı Zap zaferi Kürt soykırımında şu ya da bu biçimde yer alanları sanık sandalyesi üzerinde yer alacağı günleri müjdelemektedir. Buna karanlık odalarında oturarak sağı-solu telefon ile arayıp tehdit eden MİT mensupları ve onlara inanan zavallı hainlerde dahildir. Onun için bu telefon tehditlerine kanan, korkan ve çekinen insanlarında bu gerçeği görerek bir an önce halka özgürlük mücadelesinin olduğu ilgili kurumlara başvurarak af dilemeleri onlarında hayrına olacaktır.
Yasin Navdar