17 Nisan 2010 Cumartesi Saat 06:25
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
Mezopotamya halkları için doğal tedavi yöntemleri ve
bitkisel tedavi, doğal toplum özelliklerini hala yaşattıklarından dolayı
hayatın içinden çıkagelmiş ve adına ‘alternatif tıpî denilmeden binlerce yıldır
yaşatılan sağlık alanıdır. Bütün yörelerimizde ‘Dermanê Kurdî’ ya da ‘Dermanê
Hekîmê Loqman’ diye bildiğimiz doğal tedaviler ve bu bilgilere sahip hekimler,
doktorlar hep olagelmiştir. Bitkilerle beslenme, yetiştirme, bitkilerden
dermanlar yapma Bölge toplum yaşamının önemli bir dokusudur.
Mezopotamya’da doğal tedavi, hastaları iyileştiren bir
alanla sınırlı ele alınamaz. Beslenme kültüründen yaşam biçimine, düşünce
yapısından duygu dünyasına kadar uzanan doğal yaşam köklerini taşıyıcılığıyla
10 – 15 bin yıllık kültürü bugünlere kadar getirmiştir.
GÜCÜN VE ENERJİNİN SEMBOLÜ
Kürtler doğayla olan bağlarını en güçlü koruyan Mezopotamya
halklarındandır. İnsanın içinde olan ve Japonların Ki, Çinlilerin Çi,
Yunanlıların Prevma, Polonyalıların Mana, İbranilerin Ruah, Sanskritçe’de de
Prana denilen ‘esrarengiz’ yaşam enerjisi vardır. Kürtler için ise güneş ve
ateş enerjiyi (hêz, vejen, wuze) sembolize eder. Kürtlerin eski dini Zerdüşt
inanışında da ateş ve güneş, gücün ve enerjinin sembolüdür. Aynı zamanda
kutsallık atfedilmiştir. Güne güneşi selamlayarak başlanır. İbadetgahlarda
ateşler sönmez. Güneş ve ateş yaşamın sürdürücü ışığıdır.
DERMANÊ KURDÎ
Kürt köylerinde bitkiler üzerine yoğunlaşan ve dağ-bayır
gezen insanlar vardır. Bitkileri baharda ya da bazı özel bitkileri yazın ve
sonbaharda toplar, kurutur ve özenle kaldırırlar. Bitkilerin yaprakları,
kökleri, tohumları yapılacak dermanlarda kullanılır. Hazırlanan dermanlar
yaraları iyileştirir, hastalara şifa verir. Bölge’de bu insanlara hekîm
(otacı), nojdar (doktor), bijîşk (sağaltıcı, doktor), pîrik (ebe) denilir. Bin
yılların tecrübelerini taşıyan ve adına Dermanê Kurdî denilen sağlık alanı
günümüze kadar da şifa kaynağı olmuştur. Aslında bu alanı gizemli kılan ve
doğanın derinlerinde saklı yaşatan, şifa veren koruyucu özelliğidir.
Doğa, insan bedenine en uyumlu olan ürünlerle doludur.
Özellikle yeni geliştirilen genetiği değiştirilmiş gıdalar ve suni ilaçlar
insan vücuduyla uyum göstermez. İnsanın organik evrimi aslında karşıt bir
saldırıyla karşı karşıya kalır ve bu saldırı ‘modern besinler’ olarak ya da ‘modern
beslenme alışkanlıkları’ olarak lanse edilir. Doğadan koptukça topluma
neredeyse kapsüllerde, tabletlerde gıdalar sunulur.
HEKİMLER DOĞAYA YAKIN DURMALI
Diğer yandan şehirlerde açlık, yoksulluk çeken insanlarımız
buza kesmiş beton yığınlarıyla örülmüş hastane koridorlarında günlerce
kuyruklarda bekleyip derman aramaktadır. İnsanların bu kapılarda hastalıklarını
iyice derinleşmekte, çaresizliğe, sevgisizliğe, inançsızlığa terk edilmektedir.
Dilini bile anlayamadığı doktorlara derdini anlatıp bir umut aramaktadırlar.
Görüldüğü, bilindiği ve yaşanıldığı gibi hasta ve doktor arasında büyük bir
yabancılaşma yaşanmaktadır. Oysa ki şifacılar, bin yıllarca hastalarını başta
iyileştireceklerine inanır, adeta ruhlarına girer, şifa veren elleriyle muayene
ederlerdi. Hekim, hastanın iyileşeceğine inanmıyorsa, tek başına bu inançsızlık
bile tüm emekleri boşa çıkarabilirdi. Şimdi birçok doktor hastalarına
iyileşemeyeceklerini çok rahat söyleyebiliyor. Hastasının iyileşeceğine
inanmayan ve ona ‘tıp bilimi’ dışında deva veremeyen, hastasını aydınlatmayan,
ruhuna girmeyen, sevgisini vermeyen, hastasının anlayamadığı bir dilde yazılmış
bir kağıt parçasını ona vererek gönderen bir doktor doğayla, insanla, toplumla
bağlarını koparmıştır. Oysa ki bin yıllar öncesinde hekimler doğaya yakın
oldukları için insana da yakın olmuşlar ve hekimlere kurtarıcı gözüyle bakılmış
ve inanılmıştır.
KADIN, DOĞA VE HEKİMLİK
Mezopotamyalılar doğadan şifayı görmüş, iyileşmişler ve
doğayla yaşamışlardır. Anneler bu geleneği taşımada değerli bir yere
sahiptirler. Tek bir bitkiyi tanımayan bir kişi bile annesi sayesinde
hafızasında doğayla ilgili birkaç bilgiye yer edindirmiştir. Bizim doğayla
bağımızı koparmamamızı sağlayan annelerimizdir. Bin yıllarca kadınlar doğaya
tutkun yürekleriyle, doğa ana gibi çocukları beslemiş, insan toplumunun
yaratıcısı olmuşlardır. Bölge’de analarımızın hafızamıza kazıdıkları bitkiler
dışında derin bitki bilgisine sahip, uygulayıcı kadın hekîmler (sayıları az da
olsa) bu köklü geleneği günümüze kadar getirmişlerdir.
DOĞADAN AKAN ŞİFA NEHRİ
Mezopotamya’da her bitkinin bir hikayesi, her yemeğin bir
doğa-insan kaynağı vardır. Doğadan akan şifa nehri sofraları da
zenginleştirmiştir. Baharda otlar pişirilerek, salataları yapılarak bolca
yenir. Toplanır, kurutulur, baharatları yapılır. Kahvaltılıklar, kışlık
hazırlıklar doğal ürünlerle hazırlanır. Köylerde halen ekmekler kendi
buğdaylarıyla yapılır, ateşte, tandırlarda ya da sac üzerinde pişirilir.
Botan’ın şifalı bitkileriyle dermanlar yapılır, Gever
Yaylası’nın siyabo, kenger ve mendê otlarıyla keladoş pişirilir. Mehîr
Bölge’nin hemen hemen her yerinde adeta baharı karşılayan bir yemek olarak
çeşit çeşit otlarla, ayranla, dövülmüş buğdayla ateşte pişirilir. Yaz sonu
buğdayların toplanıp kaynatılması ardından damlara serilip kurutulması,
ayıklanıp değirmene gönderilmesi de ayrı bir şölen havası verir. Çünkü bu işler
kolektif yapılır. Aileleri, komşuları, köylüleri bir araya getirir. Hepsinde
geçmişten gelen doğanın nimetlerine karşı teşekkürlerini ifade eden doğa ritüelleri
vardır. Toplumun kutsal-kolektif işleridir. Tüm bunlar Bölge toplumunun
kültürel yaşantısını geliştirip zenginleştirmiştir.
Bir çobanın dağlarda özgürce koyunlarını, keçilerini
otlatması, kavalının sesiyle dağlardan aşağılara kadar tüm canlılara gazeller
okuması kadar insanı doğayla bütünleştiren vakitler, bugün mega kentlerde
insanların mumla aradığı, nice paralar döktürdükleri ruh-beden sağlığı, bu
sadelik ve doğallığıyla bulunabilir mi? İnsanlar için kırda bir saat yürümek,
otların, çiçeklerin, toprağın kokusunu içine çekmek, yürüdükçe terleyip
vücuttaki zehirli maddeleri atmak başlı başına dermandır, iyileştirici ve
arındırıcıdır.
Her ne kadar günümüzde yoğun nüfuslarla patlayan şehirlerde
bu gelenekler pek uygulanmıyorsa da Bölge’de birçok yöremizde hâlâ doğayla
yaşam, doğayı tahrip etmeden, yakıp yıkmadan doğadan beslenme, şifasına
inanarak dermanlar yapma köklü bir gelenek olarak devam etmektedir.
Mezopotamya’nın teknolojiden, endüstriden uzak yerlerinde doğayla yaşayan
insanlar daha sağlıklıdırlar. Mezopotamya’nın toprakları zengin florasıyla
insanlarını yaşatacak, iyileştirecek öze ve eşsiz güzelliğe sahiptir. Bizler bu
köklere tutunarak, onu yok edicilerden, kemiricilerden koruyarak, bu uğurda
mücadele vererek doğaya dönüşü sağlayabiliriz.
Pelin Dicle
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info