Öncelikle Orta Doğu özelinde gelişip hem Batı’yı hem de Uzak Doğu’nun politikalarını doğrudan etkileyen savaştaki öncü aktör, sahada savaşanlar haricinde görüş, tutum ve değerlendirmelerine ihtiyaç duyulan ismin Önder Apo olduğu geçtiğimiz ay özelinde yaşanan olaylarda somutluk kazandı. Önder Apo’nun savaşın çözüm gücü olduğu herkesçe anlaşılır bir nitelik kazanıyor. Önderliğin özgürlüğünü talep eden kampanyalar birçok Avrupa ülkesinde başlatılmışken, önderliğin özgürlüğünü talep eden ve isteyen Avrupalı kurum ve kuruluş sayıları artış gösteriyor. Aynı zamanda hükümet yetkililerinin yaptığı ziyaretlerin yanında Kürt Özgürlük Hareketine karşı son dönemlerdeki mahkemelerde alınan kararlar değerlendirildiğinde, önümüzdeki süreçte PKK öncülüğünde yürütülen demokrasi mücadelesinin Avrupa nezdinde desteklenen ve Avrupanında rol sahibi olabileceğine gebe olduğu söylenebilir. İngiltere’de işçi sendikasının Önderliğin özgürlüğünü talep eden kampanyasından tutup İsveç Dış İlişkilerine bağlı bir heyetin Kuzey Doğu Suriye Hükümetini ziyaret edişi ve Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron’un Kürtlerin DAİŞ karşısında geliştirdiği direnişe minnet duydukları açıklamaları bu yönlü yorumlara kapı aralamaktadır.
Avrupa ve Rusya’ya Bakış
Ülke dışındaki gelişmelerden Kürtleri etkileme kapasitesine sahip olaylar; Fransa’daki bıçaklı saldırılar, Viyana’da silahlı saldırı ve Almanya’da araçlarla kalabalığın içine dalarak yapılan saldırılardır. Bu saldırılar Tayyip Erdoğan’ın başta Fransa karşıtı söylemlerinin Avrupa’daki yansıması oldu. Bu saldırılarda her ne kadar Macron’un Ilımlı İslam açıklamaları ve Charlie Hebdo dergisinin Erdoğan üzerine yaptığı karikatür’ün manipüle edilerek gerçekleştirildiğine inanılıyor. Fakat saldırıların Avrupa’nın son dönemlerde Özgürlük Hareketine karşı kısmi olumlu yaklaşımlarına cevap olduğu açıktır. Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki savaş’ta da Rusya Başkanı Putin’in geçtiğimiz günlerde yaptığı “Türkiye barış masasında olmalı” açıklaması, bir takım yorumlara sürüklemektedir. Bunlardan ilki, Rusya’nın Suriye’nin İdlib kentinden bir türlü temizleyemediği çetelerin arka bahçesine getirilip orada savaştırılması Rusya’yı rahatsız ediyor. Ancak Karabağ sorununun çözüme kavuşturulmaması ile Azerbaycan’ın Rusya’ya ciddi bir tehdit oluşturacağı da çok açık. Rusya’nın Ermenistan’ın yardım çağrılarına verdiği cevaba özet niteliğinde yine Kremlin’den yapılan şu açıklama hafızamızda yer almıştır “Saldırılar Ermenistan sınırları içine taşarsa, müdahale ederiz.” Rusya, Karabağ’ı Ermenistan sınırları içerisinde görüyormu? Hayır! Karabağ savaşına karşı Rusya’nın bu tutum sahibi olması Irak Savaşında ABD’nin talebi ile Irak’a resmi asker gönderip, mevcut durumda da ABD üslerini ülkesinde barındıran Azerbaycan’ı Türk Devleti’ne Suriye’de yaptığı gibi göz yumup yanına çekmek istediği, Rusya’nın neden Karabağ savaşına müdahale etmediği sorusuna verilebilebilecek bir cevap oluyor. Aksi vaziyette ki Rusya bu savaşta doğrudan Ermenistan’ı destekleyecek olursa Azerbaycan’ın bir çete üssü ülkesine dönüşüp sınırında bulunan diğer islam ülkesi Özbekistan üzerinden yıllardır Rusya ile savaşan Çeçenistan’a ulaşması ile ABD’nin Rusya etrafına örmek istediği yeşil kuşak, tohumunu patlatıp filizlenir.
Kuzey Doğu Suriye ve Suriye Nabız Yoklaması
Öncelikle ENKS ve PYNK arasında devam eden görüşmeler, ENKS’nin dolaylı yoldan Türk Devleti’nin isteklerini masaya getirmesi ile ara ara tansiyonun yükselmesine neden olup bu istekler hem basın üzerinden teşhir edilip, hem de başta Rojava kürtleri olmak üzere tüm kürtlerin farklı eylemleri ile protesto ediliyor. ENKS’nin “eğitim dili Arapça olsun” ve Eşbaşkanlık sistemine karşı oluşları taleplerin gündeme girmesi ile Türk Devleti’nin kandırmaca kanalı TRT6’de yayınlanan Eşbaşkanlık sistemini konu alıp dalga geçilen skeç, aynı vakitlere denk geldi. Şöyleki ENKS Eşbaşkanlık kalksın dedi, TRT6 bunun skecini yaptı. Kürtçe Dil Eğitimine yeterli ölçüde toplum nezdinde sahip çıkılsa da Eşbaşkanlık sistemine aynı ölçüde sahiplenişin gelişmediği, bu yönlü bir boşluk yaşandığı görünürlük kazandı. Meclislerin bu konuya ilişkin yaptığı açıklamalar ortaya koyduğu tepkiler olsa da geliştirilen eylemlerde Eşbaşkanlık konusu ön plana çıkmadı. Türk Devleti’nin tekrar Rojava saldırısını gündeme alıp sınır bölgelerine askeri sevkiyat yapması ve Dêrazor’da arap aşiret liderlerine yönelik gerçekleştirilen suikastler birbirine paralel gelişen olaylardır. Türk Devleti’nin kendi sıkışıklığını örtbas etmek ve çıkış yolu için tekrar bir saldırıya yeltenmesi olarak görülmesi gereken sevkiyatlar Kürtleri tehdit ediyorken, Rejim istihbaratının Arap aşiret liderlerine yönelik gerçekleştirdiği suikastler, Kürtlerle olan ilişkileri tehdit ediyor. Öte yandan İdlib çıkmazı kendi başına bölgeyi doğrudan etkileyebilen nitelikte iken önümüzdeki süreçte tüm bölgenin Türk Devletinden temizleneceği veya Rojavaya tekrar bir saldırının gelişebileceği ihtimalleri tartışılmaktadır.
Dış ülkelerin Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik yaptığı açıklamalardan ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi sıfatlı James Jeffrey bölgeye ilişkin yaptığı bir açıklamada “PKK’nin Suriye’deki varlığı, sorunlara yol açıyor” demişti. Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron’un bir röportaj da SDG’ye ilişkin “DAİŞ’i onlar sayesinde yendik” açıklamaları ve İsveç Heyetinin Kuzey Doğu Suriye ziyareti geçtiğimiz ay bölgede öne çıkan konulardan birkaçıydı. Macron, Fransa ve Avrupa’nın diğer birkaç ülkesindeki terör saldırıları sonrası bunları söylemiş ve İsveç Heyeti, İsveç Dış ilişkiler Bakanı Ann Linde’nin Türkiye ziyareti sonrası Kuzey Doğu Suriye’ye geçmişti. PKK’nin suikaste kurban giden İsveç Başbakanı Olof Palme olayıyla herhangi bir ilişkisinin olmayışı kararı sonrası heyetin bölge ziyareti anlamlı olsa da söz konusu olumlu yaklaşımlar sergileyen ülkelerin hiçbiri somut adımlar atmamaktadır.
Bakur Kürdistan ve Türkiye’de Ne Oldu
KCK’nin başlattığı hamle sonrası başta HDP’ye ve kürt toplumuna yönelik gerçekleşen saldırılar, hamleye katılımın engellenmesi amacı da taşımaktadır. Toplum içinde kısmi reflekslere dahi devletin saldırısı aynı ölçüde gelişiyor. Kobanê olayları adı altında yaratılan gerekçe ile HDP’ye yönelik saldırı ve baskı yapılıyor.
Türk Devleti içerde siyasi, ekonomik ve toplumsal, dışarda da itibar ve diplomatik olarak ağır bir kriz dönemi yaşamaktadır. İktidarın kendi içinde parçalara ayrılışı söz ve pratik konusu. Başta MHP’nin kendi içindeki çıkmazları ve çıkar kavgaları birkaç olay özelinde analizcilerin dikkat çektiği bir noktadır. Bu çekişmelerin Süleyman Soylu ve Alattin Çakıcı arasında geçtiği söyleniyor. Diğer yandan uzun bir süredir tv’ye çıkmayıp herhangi bir açıklamada da bulunmayan Soylunun geçen bir kaç ay içerisinde yaptığı açıklamalar tamamen Özgürlük Hareketine ilişkindir. PKK ve topluma karşı özel savaş yürütme dışında herhangi bir fonksiyonunun kalmadığı ifade edilebilinir.
Şüphesiz Türk Devleti’nin kendi içindeki krizlerde boğulmasına kapı aralayan güç Özgürlük Hareketi gerillalarıdır. Haftanin direnişinin yansıması olan bu krizin, direnişin büyüyerek gelişmesi ile kaosa dönüşmesi işten bile değildir. Ekonomik bağlamda 1 dolar’ın 9 tl’ye dayandığı bu süreçte toplum içinde birtakım tepkiler doğmuş olsada genel itibari ile toplumun refleks göstermede sönük kaldığı görülüyor. Dış politikada Rusya ve Avrupa ülkeleri ile ciddi sorunlar yaşanıyor. Fransa ile yaşanan kriz Paris, Viyana ve Almanya’da terör saldırısı sonucu getirdi. Bu gelişmelerin Türk Devleti’ne ne şekilde döneceği merak konusu iken baskıların salt ekonomik yönde kalmayacağı da ihtimaller arasında bulunuyor.
Başur Kürdistan-Irak ve Direnen Kürtlük
Başur Kürdistan ve Irak’ta öne çıkan gündemler olarak Irak ve KDP arasında imzalanan Şengal Anlaşması ve Özgürlük Hareketine yönelik saldırı planları bulunuyor. Bu plan ve saldırılarda öncü role sahip güç KDP’nin kendisi olarak öne çıkmaktadır. KDP Türk Devletine hizmet eden politikaları yürürlüğe koymakta ısrarcı olup planlar dahilinde gerilla alanlarına askeri güç gönderip gerilla alanları arasındaki bağlantıları kopararak yeni saldırıların gelişimi için ön hazırlık yapıyor. Ekonomik krizin yaşandığı Başur Kürdistan’da toplumsal krizin örtbas edilmesi adına sürekli ön planda tutulan gündem PKK’nin Güney Kürdistan’daki varlığının meşru olup olmadığı konusudur. Bu açıdan KDP’nin istihbarat örgütü Parastin’a bağlı olan Kurdistan 24 ve Rudaw üzerinden yoğun psikolojik saldırılar mevcut. Kurdistan 24 kanalının genel olarak PKK’ye ve PKK’lilere karşı yaratmak istediği algı PKK’nin Güney Kürdistan’daki varlığının meşru olmadığı yönünde iken, Türk Devleti’nin saldırılarını meşru kılan nitelikteki açıklamaları sürdürülmektedir. “Kardeşi evde kabul etmiyor, Düşmana evi teslim ediyor!” Şengal ve Maxmur’u basın üzerinden sürekli olarak hedef haline getiren KDP, gerilla alanlarına güç yığıp kürtler arası savaşı çıkarmak istiyor.
Irak’da ise Türk Devleti’ninde olumlu gördüğü KDP ve Irak arasında imzalanan Şengal Anlaşması ile tansiyonun yükseldiği süreçle birlikte anlaşmanın kapsadığı diğer güç olarak İran’a bağlı Haşdi Şabi’nin de tepkisi Irak’ı zora soktu. Yapılan anlaşmanın yürürlüğe girmesinin zor olduğu henüz anlaşma yapılmışken birçok kesim tarafından dillendirildi. Mustafa El-Kazımi’nin Güney Kürdistan turu sonrası yapılan bu anlaşma ile harlanan ateş hali hazırda Şengal Güçlerinin görüşmeleri ve Şengal toplumunun tepkileri etkisi ile kısmi olarak dindirilmiş görülüyor.
Rojhilat Kürdistan ve İran;
Uzun bir süredir ekonomik buhran ile boğuşan Rojhilat Kürdistan halkından, geçimini kaçakçılık ile sağlamaya çalışanlar İran sınırında sık sık İran Pasdarlarının hedefi oluyor. Krizin başlıca sebebi ABD’nin yaptırımları iken Çin ve Rusya’nın İran’a sunduğu destek sayesinde ayakta kalmayı başarabiliyor. Bunun haricinde İran’ın Suriye ve Irak’daki varlığına yönelik ABD baskısı artmaktadır. Bilindiği üzere Şengal Anlaşmasının kapsadığı bir diğer güç de İran’a bağlı Haşdi Şabi’ydi. Suriye’de de uzun bir süredir varlığı kısıtlanıp veya yok edilmek isteniyorken durumun gerçekleşmesi için Irak ve Suriye topraklarını aşan Sudan sınırlarına varan projeler üzerinde durulduğu basında yer bulan iddialar arasında.
Editör
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi