ANALİTİK VE DUYGUSAL DÜŞÜNCE TARZININ TARİHSEL DİYALEKTİĞİ:
Bu yazımızda analitik ve duygusal düşünce bağlamında yaşanan sorunları irdelemeye çalışacağız.
Sınıf-kent-devlet üçlüsü üzerinde gelişen uygarlık analitik düşüncenin duygusal düşünceden sapmasından doğmuştur. Devletçi uygarlık, anacıl topluma, toplumsal ahlaka ve ekolojiye karşıtlığıyla sömürü sistemi şeklinde inşa edilmiştir. Analitik zekânın uygarlıkta vardığı nokta iktidar-devlet ve mülkleştirmedir. İnsan salt analitik düşünceyle, matematikle, bilimle yaşayamaz. Tersinden primatlaşmaya veya robotlaşmaya evirilir. İnsanın milyonlarca yıllık gelişiminde duygusal zeka ve onun oluşturduğu metafizik düşüncenin rolü küçümsenemez. İnsan zihnini şekillendiren metafizik değerler olmadan insandan geriye kalan duygusuz ve ruhsuz robotlaşma olur. Kapitalizmin insanı duygusuz, acımasız, bencil, egoist, teneke yürekli robot haline getirmesi analitik düşüncenin sonucudur. Önderliğin dediği gibi; ‘’Analitik düşüncenin ‘nesnellik’ kavrayışı altında operasyona yatıramayacağı hiçbir ‘değer’ yoktur. Sadece insan emeği değil, tüm canlı ve cansız doğa tasarruf altına alınıp mülkleştirilebilir.’’ Bunun sonucunda insanın insan kurduna dönüştüğü kapitalist sistem gelişmiştir. İnsan metafiziksiz düşünülemez. Milyonlarca yılda oluşan insan zihni analitik matematikle çözülememiştir. İnsan olgusu sırf analitik zekayla kavranamaz. Din, inanç, felsefe, ahlak, sanat, müzik metafiziktir. Dinin, felsefenin, mitolojinin, destanın, sanatın, edebiyatın ve müziğin oynadığı rolü analitik zeka oynayamaz. İnsan, bu hususlar olmadan yaşayamaz. Önderlik; ‘’İnsan zihnini ütopyasız, mitolojisiz (efsanesiz, destansız) bırakmak, bedeni sussuz bırakmaya benzer’’ şeklinde değerlendirmektedir.
DUYGUSAL ZEKÂ VE ANALİTİK ZEKÂ
Elbette, gelişmelerde belirleyici olanın daha çok analitik düşünce tarzının olduğu inkâr edilemez. Duygusal zekâ ile yüz binlerce yılda gerçekleşmeyen ilerlemeler analitik zekâ sayesinde kısa sürede gerçekleşmiştir. Duygusal zekâ evrimsel tarzda gelişir. İçgüdüseldir, istikrarlıdır, sapma payı azdır ama yavaş gelişir. Analitik zekâ devrimsel tarzda hızlı gelişir, istikrarsızdır ve sapma payı yüksektir. Analitik zekanın gelişimi toplumsal doğa için bir devrim olurken, onun toplumsal mecradan çıkması ve saparak ayrı bir kulvarda gelişmesi de karşı-devrimlere ve toplum kırımlara varmıştır. Analitik düşünce tarzının duygusal düşünceden kopuşu felaketlere de yol açmıştır. Örneğin, sınıflaşma, devletçi uygarlık, kölecilik, istilalar, sömürgecilik, kapitalizm, atom bombası analitik düşünce tarzının ürünü olurken, duygusal düşünce içinde büyük bir darbe olmuştur. Analitik zekânın duygusal zekadan kopuşu bireyin veya bir zümrenin Ahlaki ve Politik Toplumdan kopuşuyla sonuçlanmıştır. Toplumsal yabancılaşma denilen bu durum önce doğa üzerinde tahakküm ilişkisine, sonra kadının düşürülmesine, ardından devletçi uygarlığa ve köleciliğe yol açmıştır. Bu açıdan analitik zekanın hangi amaçla kullanıldığı önemlidir. Analitik düşünce (nesnel) eğer duygusal düşünce (öznel) ile bütünleşmez ve anlık sezgisel düşüncelerle bağlantılı kılınmazsa kaba materyalizme ve pozitivizme yol açacaktır. İkisi de sakıncalıdır. Analitik düşünceyi dizginleyen, ona doğrultu sağlayan ahlak olgusudur. Ahlakın kendisi de bir toplumsal bilinçtir, anlam dünyasıdır, adalet duygusudur. Vicdanla iç içedir. Toplumsal ahlak olmadan analitik düşünce kontrol edilemez. Haksız savaşlar, işgaller, soykırımlar, işkenceler, toplumsal bölünmeler ahlaktan kopan analitik aklın icraatlarıdır. Aslında, uygarlık her iki düşünce tarzını çarpıtarak olumsuz yönde kullanmıştır. Kapitalist sistemin ideolojik yapısı olan liberalizmle birlikte topluma hakim kılınan dincilik, pozitif bilimcilik, cinsiyetçilik, milliyetçilik argümanları analitik ve duygusal aklın saptırılarak tahakküm ve sömürü ilişkilerine dayalı geliştirilmiştir. Toplumun varoluşunu sağlayan akıl olgusu çarpıtılarak ona karşı en etkili silaha dönüştürülmüştür. Duygu ve güdüleri tersinden kışkırtılan toplum biyolojik yaşama mahkûm edilmiştir. Toplum, savunmasız, öz yönetimsiz, politikasız şekilde ‘’toplumsal akıldan’’ uzaklaştırılmış ve ‘’sürü toplum’’ derekesine indirgenmiştir. Kısacası toplum ‘’toplumsal akıl’’ işlevinden, iyi ve güzel duygulardan yoksun bırakılarak her türlü istismar ve sömürüye açık hale getirilmiştir.
İNSAN DÜŞÜNCE YOĞUNLUĞUYLA ÖZGÜRLEŞMİŞ VE AHLAKLA ERDEMLİ HALE GELMİŞTİR
İnsan varlığı, kullandığı ilk nesneyle (taş-sopa-alet vb.) birlikte analitik zekaya adım attı. İç güdüselliği aşarak analitik düşünceyle hareket etti. Düşünce bir diyalektik sonucu gelişti. Olay, olgular ve nesneler duyularımız aracılığıyla öznel düşüncede algıya dönüşürler. Algılar, bilgi edinmede birinci aşamadır. Duygusal zekâ bu aşamada hakimdir. Algılar, analitik zekayla analiz edilip işlendikten sonra nesnel düşünceye dönüşürler. Bu bilgilenmenin ikinci aşamasıdır. Bireysel algılar genel düşünceye dönüştüğünde ise toplumsal bilinç meydana gelir. Bu sadece insana mahsustur. Örneğin, tüm canlılarda algı vardır ama bilinç yoktur. Hayvanlar algılar ve iç güdüsel olarak tepki verirler, tekrar ederler ama onu yorumlayamaz, tasarıma veya bilince dönüştüremezler. İnsan; algılayan, düşünen, tasarlayan ve uygulayan sosyal bir varlıktır. Hayvan anlarıyla sınırlı kalırken, insan geçmişi ve geleceği de birlikte düşünerek hareket eder. İnsanı hayvanlık aleminden ayıran düşünce gücüdür. Tecrübe ve deneyimlerin birikimi bunun sonucunda gelişti. Deneyimlerin gelişerek insan toplumsallığını meydana getirmesi düşünce yoğunluğu sayesindedir. Toplumda ne kadar düşünce yoğunluğu gelişmişse o denli ilerleme ve özgürleşme gerçekleşmiştir. İnsanlık düşünce yoğunluğuyla yetenek ve güç kazanmıştır. Analitik düşünce olmadan duygusal zekâ kendi başına devrimsel gelişmelere yol açamaz. Amaca odaklanmayı sağlayan ve eyleme geçiren analitik düşüncedir. Plan, taktik ve strateji belirlemek analitik düşünce ile mümkündür. Düşünsel gelişme olmadan devrim ve savaş yürütülemez. Analitik düşüncenin tehlikeleri onun kullanımıyla ilgilidir. Tıpkı uranyum gibidir. Küçük bir uranyum enerjisiyle dünya aydınlatılabilir, tıpta tedavi aracı olarak milyonlarca insanı yaşatabilir. Ama aynı uranyum enerjisi savaş aracı yapılarak yaşam tümden yok edilebilir ve milyonlarca insan bir anda öldürülebilir. Önderliğin ifadesiyle; ‘’Müthiş bir gelişmeyi ifade eden analitik zekânın bu gücü olumlu yönde kullanılırsa dünyayı insan türü için sürekli bir ‘bayram yeri’ne çevirebilir. Ama olumsuz yönde çalıştırılırsa, ezici çoğunluk ve çevre canlıları için dünyayı cehenneme de çevirebilir.’’ Dolayısıyla analitik düşünce kendi başına olumsuz değildir. Fakat yanlış kullanıldığında olumsuzluklara zemin sunar.
İnsanın toplum haline gelişi analitik düşünce sayesinde olsa da erdemli insan haline gelişi de duygusal ve ahlaki düşünce sayesinde gerçekleşmiştir. Toplumu oluşturan ortak düşünce ve ahlaki değerlerdir. Analitik düşünce gelenek olarak ahlaki örgü şeklinde toplumu koruyan katı ilkelere bürünmüştür. Ahlakın bir yönü bilinçle diğer yönü ise duyguyla bağlantılıdır. Ama duygusal zekaya daha yakındır. Ahlak duyguludur, vicdanlıdır, empati yapar. Acıma, merhamet, sevgi, saygı öğelerini barındırır. Ahlak, anlamsallığı ile manevi-metafizik dünyayı kapsar. Analitik düşünce ise pratik politik bilinci kapsar. Ahlaki kuralların katılığı toplumsal korunma reflekslerinden dolayıdır. Klan-kabile sistemlerinde bu kurallara uymamanın cezası sürgün veya ölüm olmuştur. Ahlaki ilkeler bu denli keskindir. Ayrı bir örnek vermek gerekirse, ihtiyacı kadar avlanma kuralı duygusal zekanın analitik zekayı bir dengede tutmasıyla ilgilidir. Sınırsız bir öldürmeyi yasaklamaktadır, haram veya günah kılmaktadır. Doğal komünal toplumlardaki ekolojiye ve canlılara yaklaşımdaki bu denge duygusal düşüncenin karakterinden dolayıdır. Buna demokratik ve ekolojik toplum ölçüleri de denilebilir. Namus denilen kuralda toplumsal ahlaki kurallardır. Toplumun namus ilkeleri uygarlıkla birlikte saptırılarak kadına karşı namus veya töre cinayetleri şeklinde gerçekleşmektedir. Toplum, varlığını ahlak olgusu olmadan sürdüremeyeceğinin farkındadır. Bu aynı zamanda analitik zekânın saptırmalarına karşı bir önlemdir. Örneğin, bir insan tepkilendiğinde, duygusal ve güdüsel hareket ettiğinde kendine veya çevresine zarar verebilir. Yine ahlak olgusu göz ardı edilerek analitik düşünceyle hareket edildiğinde de bir insan yıkıcı olabilir. İki zekâyı bir arada dengeleyen ahlak olgusudur. Toplumun ahlaka çok önem vermesi bu rolünden ötürüdür. Ahlak, analitik zekâ için ‘’iyi’’ ve ‘’kötü’’ ölçüleri belirler. Analitik zekâ ise, ‘’doğru’’ ve ‘’yanlış’’ olanı belirleyerek yön verir. İki düşünce tarzının sentezlenerek bir dengede tutulması bu açıdan hayati önemdedir. Analitik ve duygusal zekâ boyutlarının içiçelik kazanması insana özgü büyük bir gelişmedir. Özgür insan potansiyelinde duygusal ve analitik düşünce bütünleştirildiğinde yüksek kavrama düzeyi gelişir. Bu nedenle duygusal zekâ ile analitik zeka dengesinde düşünce bütünlüğüne ulaşmak gerekiyor. İktidarcı-devletçi sistemler iki zeka türünü birbirinden kopartarak düşünce sisteminde ve ahlakta parçalanma yarattılar. Kişilik bölünmesi ve yabancılaşma böyle gelişti.
Ahlaksız insan, insanlık erdemine ulaşmamış hayvandan ibarettir. Çünkü hayvanların ahlakı yoktur. Ahlak edinmemiş veya ahlaktan kopmuş insanı kötülükte sınırlandıracak bir güç yoktur. Kapitalizm, insanlıktan çıkmış, her şeyi yiyip bitiren canavar insan tipini böyle yaratmıştır. İnsan sırf aklıyla değil duygularıyla ve maneviyatıyla insandır. İnsanı insan yapan aklı ve maneviyatıdır. İnsanın bir tarafı akıl iken bir tarafı da ahlaktır. İkisinin birleşimiyle erdemli hale gelinir. Ahlak olgusu; iyi ile kötüyü birbirinden ayırma yetisidir. İnsanın iyi ve kötü arasında seçim kabiliyetini sağlayan ahlaktır. Bu yüzden ahlak özgürlüğe yakındır ve özgür olmayı gerektirir. Özgürlük ahlakı, ahlakta özgürlüğü şart kılar. Özgürlüksüz ahlak olamayacağı gibi, ahlaksız özgürlükte olmaz. Çünkü her ikisi de bilinç, tercih ve tavır takınmayla alakalıdır. Kapitalizmin en çok ahlaka saldırmasının nedeni sömürüye tabi tutmak için insanı insan olmaktan çıkartma ve toplumsallığı parçalamadır. Çünkü kapitalist çağ maddi ve manevi olan her şeyin pazarlandığı ahlaksızlık çağıdır. Bir taraftan ‘’akıl çağı’’ ve ‘’yapay zekâ çağı’’ olurken diğer taraftan, insana dair her türlü manevi değerlerin nesneye çevrildiği ve pazara sunulduğu bir çağdır. Akıl, bilim ve bilgi sermayenin tekeline girdikçe insani değerler dejenere olmaktadır. İnsana dair tüm maddi ve manevi değerleri kapitalist sistemin çarklarında lime lime edilmektedir. Dostoyevski’nin Budala Romanında belirttiği gibi, “bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir.” Kapitalist kültürle şekillenen insanın duyguları bireycidir ve mülkiyetçidir. Sosyalist ahlakla şekillenen insanın duyguları geneldir ve komünaldır. Sosyalist insan, demokratik bilinç ve duygu kazanmış kişidir.
Özellikle kadın etrafında geliştirilen ilişkiler tamamen güdülere endekslidir. Kadın üzerinden gelişen tahakküm ilişkileri tüm toplumun duygu ve düşünce yapısını saptırmıştır. İlişkilerin ve yaşamın güdüsel ölçülere indirgendiği bir yaşam bolca çıkarcılık, bencillik, tahakküm, cinsiyetçilik, iktidar ve faşizm üretmektedir. Kapitalizmde bireyci duygu ve güdüler adeta zirve yapmıştır. Cinsellik ve açlık güdüsü yaşama yön veren temel dürtü olmuştur. İnsanlar beyinleriyle değil güdüleriyle hareket eder hale geldiler. Küresel kapitalizm çağında sınıf çelişkileri muğlaklaştırıldı. İdeolojilerin son bulduğu çağ olarak ilan edilerek düşüncenin önü alınmak istendi. İnsanlık düşünemez, sorgulayamaz ve mücadele edemez duruma getirilmek istendi. Güdüler hakim hale gelirken düşünce ve ideolojide dibe vurma yaşandı. Güdülerde çok gelişkin ama düşüncede çok geri; bönleşen, aptallaşan, cahil, sorumsuz, duyarsız biyolojik insan tipi yaratıldı. Kollektif toplumsal düşünceden ziyade, içgüdüsel bireyci düşüncenin gelişkin olması bununla bağlantılıdır. Kişiye yön veren toplumsal sorumluluklar ve buna bağlı siyasal bilinç değil bencil duygu ve güdülerdir. Biyolojik yaşam denilen güdüsel yönü ağır basan günübirlik yaşam böyle gelişti. Biyolojik yaşamda düşünme yetisi gelişmez. Biyolojik günlük yaşamın sınırlarında gezinen düşünce tarzında etik ve estetik, güzellik ve çirkinlik ölçüsü muğlaktır.
Kapitalizm insanı aşrı derecede güdüsel kılarak toplum öncesi varlık haline getiriyor. Düşünce gücü olmayan ve salt iç güdüleriyle hareket eden bir duruma düşürüyor. Cinsellik ve açlık güdüleri baskın hale gelince düşüncede gerileme başlıyor. İnsan düşüncesiyle insan olurken, düşüncesizlikle de hayvanlaşmaya doğru bir evrim geçiriyor. İktidar ve güç düzleminde faşizme yol açan güdüler, zayıf toplumlarda da iktidarsızlığa ve ihanete yol açıyor. Kürtlerdeki işbirlikçilik ve ihanetlerin bolluğu birazda bununla bağlantılıdır. Düşünce gücünün gelişmeyişi ve toplumsal manevi-ahlaki değerlerin zayıflığı kollektif sorumluluktan kaçışı, işbirlikçiliği, teslimiyeti ve ihanetçiliği geliştirmektedir. Öz güç olamayınca bu defa yabancı güce teslim olma ve ihanet gelişiyor.
Dijwar SASON