Küresel hegemon konumu gittikçe zayıflayan ABD bir yandan bu pozisyonu korumak isterken diğer yandan artık gücünün sınırına geldiğini görmenin şaşkınlığını yaşamaktadır. ABD için şaşkınlık yaratan gelişmeleri dünya da merakla takip etmektedir. Çünkü ABD’nin her adımının sonuçları sadece kendisiyle sınırlı kalmamakta, dünyada taşların halkların lehinde veya aleyhinde yerinden oynamasına neden olmaktadır. Yani küresel gücün etkileri de küresel olmaktadır. Tıpkı SSCB’nin kuruluş ve yıkılışındaki etkilerin küresel düzeyde bir rol oynaması gibi…
ABD’de gerçekleşen son başkanlık seçimini bu şekilde tanımlamak yanlış olmayacaktır. Korumacı ve içe çekilmeyi ve tek başına hareket etmeyi esas alan Trump’un yerine, ABD’nin hegemon konumunu ittifaklar ile inşa ederek korumayı esas alan Biden’in gelmesi bu temelde okunmalıdır. Biden, Trump ile kırılan ABD hegemonyasını yeniden canlandırmak için NATO’nun kuruluş esaslarından biri olan Rusya ve Çin’i hedef alan politikalar belirledi. Hatırlanacağı gibi 9 Ekim 2019 TC’nin Rojava-Serekaniye işgaline birçok uluslararası koalisyon karşı çıkmıştı. Buna rağmen TC faşist devleti işgal saldırısını gerçekleştirdi. Akabinde Fransa Cumhurbaşkanı Macron NATO’nun ‘beyin ölümü gerçekleştiğini dile getirdi. ABD’nin yeni politikası da beyin ölümü gerçekleşen NATO’ya’ kan basıncı olmaktı. Bu şekilde fonksiyonları işlevsizleşen NATO’yu harekete geçirip AB ülkelerini yeniden etrafından toplamaya çalıştı. Deyim yerinde ise ABD çizik alan hegemonya karizmasında adeta ‘geri döndük’ havası yaratmaya çalıştı. Elbette ABD’nin bu çıkışı pratik sahada ne kadar karşılık buldu? Yine beyin ölümü gerçekleşen NATO’nun fonksiyonları harekete mi geçti? Yoksa bunun aksine yaşanan son gelişmelerde NATO beyin ölümünün ardından fiziksel ölüm evresine mi geçti? Sorularının cevabını yanıtlamak için yakın tarihi ve güncel gelişmeleri bir nebzede olsa anlamak gerekir.
Geçtiğimiz son on yılı ele aldığımızda belki de insanlık tarihinin yüz yıllardır yaşadığı gelişmeyi bu süreç çerisine sığdırdığı söylenebilir. Özellikle 2011 Arap Baharı sonrasında Ortadoğu’da büyük bir kaos ortamı yaşanırken belki de halklar açısından hem büyük kazanmanın hem de büyük kaybetmenin eşiğine geldiği söylenebilir. Çünkü sistem her ne kadar kendini güçlü göstermeye çalışsa da en zayıf olduğu bir dönemi yaşamaktadır. Bu nedenle askeri, ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan en yoğun saldırılarını gerçekleştirmektedir. Bunların yanında maddi, pozitivist düşünce yapısını Ortadoğu toplumuna aşılayıp değişime uğratmaya çalışmaktadır. Fakat toplumsal yapı içerisinde manevi yönler daha güçlü olduğu için sistemin bu saldırılarına direnmektedir. Bu nedenledir ki Kapitalist sistemin temsilcileri ve oyun kurucuları Ortadoğu ve Orta Asya’da istedikleri sonuçları alamamaktadır.
Yine bunlarla bağlantılı olarak son günlerde yaşanan Afganistan meselesi yeni bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Taliban’ın radikal İslamcı ideolojik görüşü ayrı bir tartışma konusu, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi kendisi ile birçok tartışmayı yaratmaktadır. Her ne kadar uluslararası kamuoyunda ‘ABD çekilmesi’ olarak dile gelse de salt olarak ABD’nin değil, NATO’nun da çekilmesidir. Hatta ABD ve NATO’nun kaybetmesi demek daha doğru olacaktır. Tabi ki uluslararası güçler bu kaybetmeyi manipüle etmek istemektedir.
Yine bu kaybetme ‘ABD, Taliban ile anlaştı. Afganistan’ı Taliban’a teslim ederek, Taliban’nı Rusya ve Çin’in başına bela etmek istiyor’ denilerek konunun özü manipüle edilmektedir. Bu anlaşma ve anlaşmanın detayları doğru olabilir. Ancak asıl görülmesi gereken büyük resim ABD’nin dolayısı ile NATO’nun kaybettiğidir. Eğer hatırlanırsa 1979’da Sovyetler Birliği Afganistan’a girdi. 1988’de Sovyetler Birliği geri çekildi ve Afganistan meselesi Sovyetler Birliğinin yıkılmasında büyük bir rol oynadı. Afganistan meselesi son birkaç yıldır tartışma konusu olan NATO’nun varlığına da son noktayı koyabilir. Her savaştan kendine kazanım çıkartan ABD, NATO’nun yıkıldığını gördüğü için Afganistan’dan çekilmesini başarılı bir eylem planı gibi lanse etmektedir.
Afganistan savaşı bölgesel açıdan da ele aldığında, değerlendirilmesi gereken konulardan bir tanesi de bu çekilmenin ne kadar domino etkisi yaratacağıdır. ABD ve NATO’nun bundan sonra, özellikle de Suriye ve Irak’taki varlığı daha fazla tartışmaya açılacaktır. Rusya ve İran, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesini kendileri açısından farklı kazanımlara dönüştürmek için harekete geçmektedir. Trump döneminde ABD, birçok defa Irak ve Suriye’den çekileceğini dile getirmişti. Hatta kısmen de olsa bazı çekilmeler yaşandı. ABD’nin Afganistan’da ortaya çıkardığı profil bölgede ABD ile taktik veya stratejik ilişkide olan güçlerinde pozisyonlarını bir kez daha gözden geçirmelerine sebep olmaktadır. ABD ve NATO bunun önüne geçmek için ilk süreçte askeri, siyasi ve diplomatik desteklerini arttırma çabası içerisine girebilir. Ancak unutulmamalıdır ki kırılan bir vazo ne kadar onarılmaya çalışılsa da çatlakları belli etmektedir. Bu değerlendirmeden şu sonuca çıkarmak yanlış olamayacaktır.’ Süper güç ABD’ ve NATO’nun artık Ortadoğu’da ve Orta Asya’daki müdahaleci etkisi kırılmıştır. Yine yıllardır kendisini NATO’nun ikinci büyük gücü olarak tanıtan ve bunu siyasi, askeri ve diplomatik kazanımına dönüştürmeye çalışan Türk devletinin de kaybettiği anlamına gelmektedir.
Hatırlanacaktır. 2011 yılında Tunus da başlayan ve bir domino etkisi yaratılarak Ortadoğu’ya yayılması sağlanan ve adına Arap Baharı denilen sürecin tümüyle kurucuları; ABD ve yandaşı güçler olmasa da en fazla çıkar sağlamak isteyenlerin onlar olduğu aşikardır. Bu minvalde küresel egemenliklerini toplumun ve pazarların tüm gözeneklerine yerleştirmeye çalıştılar. Aktif müdahalecilik denilen askeri, siyasi, diplomatik hamlelerine öncelik verenlerin aynı güçler olduğu inkar da edilmemektedir. 17 Ocak 1991 Körfez Savaşıyla başlayan, 2001 Afganistan işgali ile tırmandırılan ve 2011 Arap Baharı ile somut rejim değişikliklerine evirtilmek istenen toplamda Batı, koçbaşı anlamında da ABD müdahaleciliği dediğimiz süreç 2021 Afganistan çekilmesiyle bambaşka bir seyir izlemektedir. Kimisi bu süreci keyifle, kimisi merakla, kimisi de endişe ve korkuyla izlemektedir.
Bir nebze merakımız olsa da korku ve endişemiz yoktur, çünkü bazıları gibi ABD’nin Afganistan’dan çıkışının halklar aleyhine bir sonuç yaratacağını, Afgan halkına zarar vereceğini düşünmüyoruz. Kuşkusuz keyifli de değiliz, çünkü küresel hegemonların gübreliğinde filizlenerek boy veren, suyunu ve bakımını CIA gibi karanlık odaklardan alarak dal budak salan Taliban gibi yapıların da özelde Afganistan’a genelde de Orta Asya ya verecekleri herhangi bir kırıntıların heybelerinde olmadığını biliyoruz. Biliyoruz çünkü Taliban özelde kadını genelde ise bütün toplumsal yapıyı tarihsel ve bölgesel bir gericiliğe mahkum etmek istemektedir. Diğer taraftan ABD ve NATO ise kapitalist modernite ölçülerini Ortadoğu ve Orta Asya halklarına özgürlükmüş gibi dayatarak yaşamın bütün alanlarında toplumun bütün maddi ve manevi değerlerine tecavüz etmektedir. Ne Afgan, ne Orta Asya ne de Ortadoğu halkları özellikle de devrimci, demokrat ve sosyalist kesimler bu iki gerici güç arasında bir tercihe gitmemelidirler. Alternatif yaşamı oluştururken bastırılmaya çalışan bu güçler kendi çizgilerini yaratıp bu süreci fırsata çevire bilirler. Geri çekilen Küresel hegemonyanın oluşturduğu boşlukları bölgesel gerici yapılanmalara ve devletlere izin vermeden demokratik bir çizgi ile doldura bilir. Devrimci, demokratik ve sosyalist güçler kendi pencerelerinden bakmalıdırlar. Baktıklarında ise ‘son baharın’ geldiğini görecektirler. Yapılması gereken çetin geçecek kışın tedbirini alıp Son Baharda dökülen yaprakların süzülüşünü izlemektir. Kış çetin geçebilir. Fakat unutulmamalıdır ki kışın sonu Bahardır.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi