Kapitalist modernitenin yaşadığı yapısal buhran ve çıkmaz son birkaç yıldır kendini her yönden göstermektedir. Bir yandan bu kriz en yoğunlaştığı bölge olan Ortadoğu’da 3. Dünya Savaşı şeklinde gösterirken diğer yandan dünyanın her yanında bu krizin ve Dünya savaşının etkilerini görmekteyiz. Latin Amerika’da siyasal istikrasızlık ve ekonomik kriz kronikleşirken, Kuzey Amerika bu krizden bağımsız ele alınamayacak ekolojik sorunlarla uğraşıyor. Kapitalist modernite’deki merkezi konumunu koruma arayışında olan ve bunu AB örgütlenmesi ile sağlamaya çalışan Avrupa’da ise Brexit ile somutlaşan her ulus devletin kendi çıkarı temelinde hareket etmesinde somutlaşan parçalanmanın krize çare olmadığı aksine krizi daha fazla derinleştirdiği görülmektedir. Çin’in sadece merkezi bir devlet değil yeni hegemonya adayı olarak sahneye çıkması dünyanın her yerinde dengelerde sarsıntılara yol açarken Uzak Doğu ve Orta Asya’da belirgin bir değişim arayışını doğurmaktadır. Tekrardan iddialı olmaya çalışan Rusya ise hem eski egemenlik alanlarını kendine bağlamaya çalışmakta hem de Batı Bloku’nun en açık Ukrayna örneğinde gördüğümüz kuşatma planlarını kendi çıkarına bozmaya uğraşmaktadır. Ve bu çabaları küresel düzeyde yaşanan krizin temel dinamiklerinden biri haline gelmektedir.
Küresel ve bölgesel anlamda hızlı gelişmelerin yaşandığı Ortadoğu’da her ne kadar gözden uzak tutulmaya çalışılsa da savaşın orijini Kürdistan’da yaşanmaktadır. Kürdistan Özgürlük Hareketi şahsında Kürt halkına dayatılan katliam ve soykırım politikası her geçen gün genişletilmekte ve derinleştirilmektedir. Büyük bir savaş konsepti şu an sahada tüm yoğunluğuyla yaşanmaktadır. Elbette bu konsepti salt olarak Türk devleti yürütmemektedir. Küresel güçler Türk devletinin yürüttüğü bu insanlık dışı kirli savaşa hem maddi hem de uluslararası alanda meşru kılarak destek olmaktadır. Kürt Özgürlük Hareketi karşısında yürütülen bu savaşta hiçbir ahlaki ilke olmadığı gibi sistemin kendi çıkarları doğrultusunda hazırladığı hukuki bir ölçüde bulunmamaktadır. Yine Küresel güçlerin yanında bölgesel gerici, statükocu güçlerde faşist Türk devletiyle işbirliği halindedirler. Bölge güçleri çıkarları gereği Türk devleti ile her ne kadar tarihsel-ideolojik bir çatışma içerisinde olsa da Özgürlük Hareketi karşısında kuşkulara meal vermeden birleşebilmektedir. Bunların yanında kendilerini Kürt hareketleri olarak tanıtan varlıkları Kürt halkına ihanetten başka bir anlam taşımayan KDP gibi çetelerde Türk devletini desteklemektedir.
Türk devleti içerdeki sıkışmışlığı zaman zaman dışarıya yönelik hamleler yaparak aşarken, zaman zaman da dış alanlardaki sıkışmışlığını içerdeki baskıcılığını arttırarak hafifletmeye çalışan politikalar izlemektedir. Esasında ise dış politika denilen diplomatik bir alanı iğdiş etmiş durumdadır. Dış politika adına iç politika yapmaktadır. Bu kapsamda içerde ve bölgesel düzlemde yaşadığı ekonomik, siyasi, diplomatik krizi Kabil Hava alanın güvenliğini üzerine alarak aşmak isteyen bir yola baş vurdu. NATO’nun Afganistan da yaşadığı krizi kendi krizini aşmada fırsata çevirmek istedi. Bu şekilde ABD’den hem askeri mühimmat hem de farklı alanlarda politik pazarlıklar ile bazı imtiyazları koparmayı amaçladı. Ancak Taliban’ın beklenmedik bir hızla Kabil’i düşürmesi AKP-MHP faşizm hükumetinin hesaplarını boşa çıkardı. Şimdi ise Türk devleti Afgan göçmenler üzerinden bazı kirli hesaplar yapmaktadır. AKP- MHP faşist devleti yıllardır Suriyeli göçmenler üzerinden uyguladığı politikayı bu seferde Afganlar üzerinden uygulamaya çalıştı. Ancak AKP-MHP için kazanım ayağı olan göçmen silahı artık Türk devleti için bir tehdit oluşturma aşamasına everilmektedir. Çünkü bu politikayı ne şantaj olarak kullandığı Avrupa yutmakta, nede iç politikada oya ve ekonomik kazanıma tahvil edebilmektedir.
Bu açıdan geçtiğimiz günlerde Ankara’da Suriyeli göçmenlere yapılan faşist ırkçı saldırılar, devlet aklının, AKP’nin göçmen politikasına müdahalesi olarak görüle bilinir. AKP-MHP için AB devletlerini tehdit etme, ekonomik kazanç, oy devşirme ve çeteler yetiştirme gibi kaynağı olan göçmenler Türkiye içerisindeki devlet aklı kendisi için de tehlikeli görmeye başladı. Aslında bu durum daha önce fark edilmişti. Ancak teorisi AKP’ye ait olan MHP ile ortak pratikleştirdiği ‘Çöktürme Planı’ hayatta olduğu için bu duruma kısmen sessiz kaldılar. Kürt Özgürlük Hareketine karşı istediği sonucu alamayan özel savaş rejiminin ‘Çöktürme Planın’ çökmesi ile Türkiye’de bazı kesimlerin harekete geçtiği görülmektedir.
Bu gelişmelerden dolayı AKP rejiminin hedeflediği 2023-2071 tartışmaları çoktan rafa kaldırılmaya başlandı. Meclis kulislerinde ve dışarda Erdoğan sonrası tartışmalar çoktan aldı başını gitmektedir. Faşist şefin rejim ortaklığını yapan MHP’nin de Erdoğan sonrası için mevzilendiği görülmektedir. Hatta olası gelişecek bir darbe mekanizmasından da söz edilmektedir. Ve bu darbenin Hulusi Akar tarafından geliştirileceği, Akar’ın son YAŞ toplantısında bunun hazırlıklarını yapmak için kendisi ile çelişen birçok komutanı dolaylı-dolaysız görevden aldığı söylenmektedir. Erdoğan ve AKP içerisinde bir kısmın bu durumu fark ettiği görülmektedir. AKP’nin de olası bu darbeye karşı Türkiye içinde bir kısım çeteyi silahlandırıp hazırlandığı bilgileri yayılmaktadır. Konuyla bağlantılı olarak doğruluk payı yüksek olan bir bilgide Sedat Peker tarafından paylaşıldı. Peker, AKP’nin yeniden Cemaat ile görüşmeye başladığını söyledi. Erdoğan ve AKP ömrünü uzatmak için şuan tek çözüm olarak, savaşı Kürdistan’da arttırmakta görmektedir. Tek adam rejiminin devrilmesi Çöktürme Planın da çökmesi anlamına gelir. Olası gelişecek darbelerin olağan hedefi yine başta Kürtler, sosyalistler ve demokrat kesimler olacaktır. Bu yüzden sol, sosyalist demokratik muhalif kesimler Erdoğan’ın gidişini seyirci koltuğunda oturmakla değil, Erdoğan sonrası gelişecek siyasi ve toplumsal ortama karşı stratejik bir planlama içerisinde olmalıdırlar. Kısacası iddiaların doğruluğundan bağımsız olarak rejim sıkışmış ve can çekişiyor. Bunu bakan her göz ve işiten her kulak görür duyar. Sıkışan ve can çekişen bu rejimin gidişini hızlandırmak için muhalif güçlerin korkularından sıyrılmaları ve miskinliklerinden kurtularak harekete geçmeleri gerekiyor. Çünkü bu iş Hulusi gibi karanlık bir cellat da bırakılamaz, Soylu vb.lerinin hesaplarına da kurban edilemez. Sistemi cılız reformlar temelinde restore etmek isteyen düzen içi muhalefet güçlerde toplumsal talebe cevap verecek ufuktan yoksun oldukları için radikal demokrasiden birleşenler inisiyatif almalılar.
Bölgesel ülkelerden biri olup Ortadoğu’da gelişen yeni düzene göre strateji geliştirmeye çalışan Irak hükümeti hegemon güçlerin maşası olmaktan öteye gidememiştir. Kazimi hükümeti devlet içinde ayyuka çıkan yolsuzlukları durduramamış, ABD ve İran hegemon güçlerin iç işlerine karşımasına, komşu ülke Türkiye’nin Irak topraklarına yönelik işgal saldırılarına karşı net bir tutum sergileyememiştir. Kendi topraklarında yaşan Kürt-Ezidi halkı başta olmak üzere diğer halklara cevap olacak bir siyaset geliştirememiştir. 16-17 Ağustos tarihlerinde işgalci Türk devletine ait savaş uçaklarının Şengal’e yönelik bombardımanında iki YBŞ savaşçısı şehit olurken ikinci gün hedef alınan hastanede 8 insan şehit olurken çok sayıda yaralanan oldu. Bugün Şengal’in ortasında Irak vatandaşı olan Şengalli Ezidilerin bombalanarak Şehid edilmesi Kazimi hükümetinin Kürt soykırım politikasında işgalci TC ile aynı cephede yer aldığının açık kanıtıdır. Yine işgalci TC devletinin yaşadığı askeri ve psikolojik yenilgilerini açık adresleri hedef alarak gizlemeye çalıştığını bunu da bölgedeki işbirlikçileriyle sağladığını görmekteyiz.
Bu işbirlikçi ihanetçilerin başında da KDP gelmektedir. İşgalci Türk devletinin tarihten beri Başur Kürdistan topraklarına yönelik gerçekleştirdiği işgal saldırılarına sessiz kalmıştır. Türk devletinin Başur Kürdistan’da 71 den fazla askeri üs kurmasına zemin oluşturmuştur. Son olarak 23 Nisan günü işgalci Türk devletinin Medya Savunma Alanlarından Zap, Metina ve Avaşin bölgelerine yönelik başlattığı geniş kapsamlı işgal operasyonlarında aktif bir şekilde rol oynamıştı. İşgalci Türk devletinin tıkanma yaşadığı bölgelerde hemen devreye girmiş, Özgürlük Gerillalarını arkadan kuşatmaya çalışmaktadır. Adeta işgalci Türk devletinin can simidi görevini üstlenen işbirlikçi KDP Kürt kamuoyunda gelişen tepkiler karşısında yer yer geri adım atmak zorunda kaldı. Fakat gelinen aşamada psikolojik ve askeri tıkanma yaşayan işgalci TC’ye nefes olmak için işgal saldırılarına fiili olarak dahil olduğu da ortadır. Yine gerilla alanlarına yönelik işgalci TC’ye her türlü istihbaratı sağladığına tanık olmaktayız.
Geçtiğimiz günlerde YNK içerisinde yaşanan iç çatışmada da KDP’nin rolü büyüktür. Türkiye’ye bağlı bir şube haline gelen KDP akıl hocası MİT’in direktifleriyle YNK’yi parçalayıp hakimiyet alanını genişletmek ve TC’nin işgal operasyonlarına dahil etmek için böyle bir komplo planına gittiğini görmekteyiz. Lahor Şex Cengi’nin öldürülmek istenmesine kadar giden çatışma ortamını dizginlemek için İran, ABD ve Koalisyon yöneticileri devreye girmiş olsa da sonuçsuz kaldı. Daha sonra Biradost aşiretinden Kerim Xan’ın çatısı altında toplanan 7 aşiret olaya müdahale etti. En son Alman konsolosluğu, koalisyonun ve aşiretlerin yaptığı görüşmeler iç çatışma ortamı şimdilik durdurmuş olsa da kesin bir çözüme kavuşmadığını söylemek mümkün.
Özcesi, Ortadoğu merkezli gelişen 3.Dünya Savaşı ve yaratılmak istenilen Yeni dünya düzeni salt kapitalist modernite ülkelerinin sömürgeci politikalarına hizmet edecek şekilde dizayn edilmekte. Bölge halklarının en temel hakkı olan yaşam hakkı dahi göz ardı edilmektedir. Buna karşın Kürdistan özelinde Ortadoğu’da tüm halkların umudu olma potansiyelini barındıran Özgürlük Hareketi Üçüncü Yol dediğimiz politik çizgide hegemon güçlere karşı amansız bir savaş yürütmektedir. Ancak faşist Türk devleti ve arkasındaki hegemon güçler bu alternatif çizgiyi imha etmek için Özgürlük Hareketinin olduğu her yerde topyekün savaş politikasını yürütmektedir. Tüm bu yaşananlar aleniyetini korurken Özgürlük Hareketinin bu muazzam mücadelesi başta Kürt halkı olmak üzere tüm Ortadoğu halkları tarafından sahiplenmelidir.
Yasin KILIÇ
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi