30 Aralık 2009 Çarşamba Saat 10:57
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
Ortadoğu’nun Bitmeyen
Kaosu: Irak
Irak, Ortadoğu’nun politik sahnesinde en hareketli ve en
sorunlu yerlerinden biri olma unvanını 2009’da da korudu. İstikrarsızlık
arttıkça Irak’ta kurulan dengeler ve buraya yönelik politikalarda sürekli
değişime uğradı.
Birbirine düşman olan güçler ortak çıkarlarda bir araya
geldi. Uzun vadeli ittifak ve çıkarlar yerine kısa vadeli dengeler geçerli
oldu. “Daimi dostluklar yerine “daimi çıkarlar bütün ilişkileri belirledi.
Irak uzun vadeli stratejilerin ve hesapların yapılamayacağı
kadar yörüngesinden çıkarıldı. Bağdat başta olmak üzere Irak’ın birçok kentinde
patlayan bombalar ve önü bir türlü alınamayan saldırılar, askeri önlemleri aşan
bir noktaya gelmiştir. İstikrarın olmadığı bir yerde bir sistemin yaşam bulması
çok zordur. İstikrarsızlık kendini yaşatabilecek kanalları her zaman oluşturur.
Patlayan bombalar bir taraftan bunu yaparken devletin soyulması, yolsuzluklarda
istikrarsızlığı her zaman sever. Irak merkezi hükümetinin tüm bakanlıklarında
milyarlarca dolarlık yolsuzluk vakaları ortaya çıkmıştı. Herkesin
istikrarsızlıktan küçük ya da büyük pay kaptığı bir coğrafyanın istikrarı kısa
vadede görülmemektedir.
İstikrarsızlık daha fazla can kaybına ve askeri giderlerin
artmasına neden olsa da ABD açısından istikrarsızlıkta işgal ve sömürü için iyi
bir seçenektir. ABD askerlerine yönelik olmadığı sürece etnik ya da dinsel
çatışmalarda, bütün sorunların kaynağı
işgalci güç ABD’nin barışı ve istikrarı isteyen bir konumda görünmesi Irak
açısından trajik bir durumdur. ABD’nin yarattığı ve başka güçlerinde
nemalandığı istikrarsızlıkta sömürü için bütün yasalar, işgalci gücün
meşruiyeti kukla yönetim tarafından sağlanmaktadır. Irak petrollerinin 40
yıllığına ABD’li petrol devlerine kiralanmasına kimse sesini çıkaramamıştır.
Her kesin can derdinde olduğu bir yerde, ülkenin kaynaklarının kime
satıldığını, sömürünün kimler tarafından yapıldığı elbette sorgulayan
olmayacaktır.
ABD başkanı Obama, iktidara gelir gelmez Irak’ta bulunan ABD
askerlerinin 2010 yılı Ağustos ayında çekileceğini açıkladığı günden itibaren
başta Musul, Kerkük ve Bağdat olmak üzere Irak’ın her tarafında şiddet
olaylarına artış yaşanmaya başlaması oldukça düşündürücüdür.
ABD’nin kendisine hizmet edecek bir sistem kurmadan askeri
gücünü Irak’tan tümden çekilmesi çok gerçekçi değildir. Askeri anlamda bir
çekiliş olsa da bu tümden bir çekiliş olarak algılanmamalıdır. Askeri güçle
yapılmak istenen yapılmıştır. Bundan sonrası kurulan sistemin çalışır hale
gelmesidir. ABD’nin Irak’taki konumu, Ortadoğu’daki varlığını etkileyecek temel
bir noktadır.
Irak’ta yaşanan sorunların kaynağı öncelikli olarak petrol
gösterilebilir. Irak petrolleri kullanılabilir petroller arasındadır. En geniş
ve zengin petrol yataklarının bulunduğu Kerkük’te bu sorunların merkezi
durumundadır. Kerkük, aslında Irak’ın maketi durumundadır. Irak politikalarında
etkili olmak isteyen her gücün, kendi çıkarlarına göre bir Kerkük planının
olması Irak üzerindeki çelişki ve çatışmaların derinleşmesine neden olmaktadır.
Özellikle Kerkük’te Kürt-Türkmen çelişkisi, Musul’da Kürt-Arap
çelişkileri oynanan oyunların çeşitliliğini göstermektedir. Bu oyunun bir
tarafında ABD, İngiltere ve İsrail bulunurken diğer tarafında ise Türkiye,
Suriye, İran başta olmak üzere Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün gibi Arap ülkeleri
de Kerkük ve Musul sorununa müdahil olmaktadırlar.
İran’ın etki alanına giren Şialar, ABD’nin Irak
politikasıyla çelişmektedir. Suniler, Suriye, Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır
tarafından destek görmektedir. Kerkük’teki Türkmenler Türkiye’nin piyonu olarak
piyasaya sürülmek istenmektedir.
Türk, İran, Suriye ve Arap devletlerinin istihbarat
örgütleri ve onlarla bağlantılı çetelerinin süreklileşen bombalı saldırıları,
Kerkük-Musul merkezli Irak politikasında hiç kimsenin otorite kuramamasına
neden olmaktadır. Yaşanan bu karmaşa yeni dengeleri ve ittifakları da açığa
çıkarmıştır. Ortaya çıkan tüm ittifaklar daha çok Kürt karşıtlığı temelinde
gelişmektedir. Suniler ve Şiiler ve onların akasındaki güçler Kürt
karşıtlığında bir araya gelerek Kerkük sorunu gibi birçok konuda ittifak
içerisindedirler.
Aşiret Çıkarları ya
da Ulusal Çıkarlar
31 Ocak’ta yapılan Irak seçim sonuçlarında da görüleceği
gibi, Kürt karşıtı bloklar Irak genelinde güçlenerek çıktılar. Musul’da Kürt
karşıtı cephe, Türkiye, İran ve Suriye’nin ortak desteği ile seçimlerde gereken
çoğunluğu elde etti. TC’nin son dönemlerde, Kürt karşıtı çevreleri bir araya
getirip yasal zemini kullanarak Kürtleri sıkıştırmak istemesi son Irak
seçimlerinde sonuç vermiştir. Kürtlerin Musul’u kaybetmeleri başlayacak olan
sürecin başlangıcı niteliğindeydi.
Kürtlerin bu yenilgisi, Irak merkezi hükümeti ile Güney
Kürdistan hükümeti arasındaki sorunların daha fazla derinleşmesine neden oldu.
Peşmerge sorunu, petrol gelirlerinin paylaşımından kaynaklı sorunlar, 140.
madde gibi sorunlar çözüme kavuşturulmadı. Merkezi hükümetle, Güney hükümeti
arasındaki ilişkiler kopuş aşamasına geldi. Irak seçimlerindeki başarısızlık,
Kürtlerin Irak merkezi hükümetteki konumlarını da sembolik hale getirdi.
Suni-Şii çatışması Kürtlerin elini merkezi hükümet içerisinde güçlendiriyordu.
Fakat Kürt karşıtlığında Sunilerin ve Şiilerin bir araya gelmesi Kürtlerin
elini zayıflatmıştır.
Güney Kürdistan yönetiminin Kerkük başta olmak üzere Irak
merkezi hükümeti karşısında net bir politik çizgiye sahip olmaması tarihsel
fırsatların kaçmasına neden oldu. Öte yandan KDP ve YNK’nin iç yapılanma
konusunda da hala kilit öneme sahip birçok konuyu çözme yeteneğini ortaya
koyamamaları da dikkat çekici bir durum ve büyük bir zafiyet oluşturmaktadır.
Kerkük referandumunun sürekli ertelenmesi ve Güneyli Kürt örgütlerinin bu
konuda kararlı bir tutum göstermemeleri, kendi iradesine değil de Türkiye gibi başka
ittifak arayışlarına girmesi büyük prestij kaybına yol açmıştır.
Ayrıca KDP ve YNK’nin üst düzey yetkililerinin bulaştıkları
rant ve yolsuzluklarda ulusal çıkarların önüne geçmiştir. Zaxo – Tawkê ve
Süleymaniye – Tak Tak bölgelerinden çıkarılan ham petrol, resmiyette Kerkük –
İskenderun boru hattına bağlanmış gibi görünse de Zaxo – Silopi hattında
yapılan milyarlarca dolar mazot kaçakçılığıyla başta Barzani ailesi olmak üzere
Güneyli Kürt örgütlerinin Irak politikasında şahsi çıkarlarını daha fazla öne
çıkarmalarına neden olmuştur. Şahsi çıkarlar için gösterilen irade, Kerkük gibi
Güney Kürdistan’ın geleceğini ilgilendiren ulusal konularda gösterilmemiştir.
KDP ve YNK’nin
İktidarını Sarsan Güney Kürdistan Seçimleri
KDP ve YNK’nin aşiret kültürüne dayalı sahip olduğu ‘tek
tip’ siyaset ve anlayış, Güney halkı için artık bir umut vaat etmiyor.
Yolsuzluk ve ranta bulaşmış bir yapının halkın beklentilerine cevap olabilmesi
artık zor görünmektedir. Bu durum Güney Kürdistan’da yapılan parlamento
seçimlerine de yansımıştır. KDP ve YNK “Kürdistan listesi ile seçimlere
katılırken YNK’den kopan Noşurvan Mustafa’nın başkanı olduğu Goran listesi de
önemli bir rakip olarak seçimlere katıldı. KDP ve YNK’nin bütün engelleme
çabalarına rağmen Goran listesi, YNK’nin denetiminde olan Soran mıntıkasında
önemli bir başarı elde ederek YNK’yi yenilgiye uğrattı. Goran listesinin
seçimlerdeki başarısı KDP ve YNK için ciddi bir uyarı ve tehditti. Mevcut
politikalarında ısrar ettikleri sürece bir sonraki seçimlerde uğrayacakları
yenilginin bir göstergesiydi. ABD ve İngiltere’nin arkasında olduğu söylenen
Goran hareketi, Irak merkezi hükümetine yakın bir çizgide durması ve petrol
dahil merkezi hükümet ile benzeri görüşler içinde olması KDP ve YNK’nin
şiddetli tepkisine neden olmuştur. Bulundukları alanlarda Goran hareketinin
çalışmalarını engelleyerek hareket ile ilişkili kesimlere baskı
uygulamışlardır. AKP hükümetinin Kuzey Kürdistan’da DTP’ye karşı halka kömür,
makarna ve para vererek oy satın alma yöntemlerinin benzerlerini KDP ve YNK,
Goran hareketine karşı halkı para, maaş, erzak vb şeylerle kandırmaya
çalışarak, iktidarlarını koruma kaygısına girmişlerdir. Ayrıca Türkiye’den
gelen, güney Kürdistan’da ihaleler alan büyük firmalar, KDP ve YNK’nin ‘Kürdistan listesi’ ile Mesut Barzani’yi
destekleyen çalışmalar yapmışlardır. Aynı yaklaşımı Türkiye’de yapılan yerel
seçimlerde KDP yapmıştı. Kürdistan’da DTP’ye karşı AKP’yi destekleyerek
göstermişti.
PÇDK’nin de içinde bulunduğu Hiwa listesi, TC devleti ve
Güney Kürdistan yönetiminin petrol pazarlıkları ve karanlık ittifakları sonucu
seçimlere sokulmadı.
Hiwa listesinin katılmadığı Güney Kürdistan parlamento
seçimlerinde, Goran hareketi tek başına 28 sandalye alırken KDP ve YNK ittifakı
toplam 58 sandalye alabilmiştir. YNK’den Behram Salih yeni kurulan hükümetin
başbakanı olarak belirlenmiştir. Behram Salih’in yaşanan bu kadar soruna ne
kadar çözüm olabileceği, ne kadar köklü çözümler getirebileceği tam olarak
bilinmese de KDP ve YNK’yi de kapsayan köklü bir dönüşümü gerçekleştiremeyeceği
kesindir. Köklü bir değişim KDP ve YNK’nin çıkarlarına ters düşer. Peşmergenin
birleştirilmesi gibi bazı adımlar atılsa da sistemde çok fazla bir değişikliğin
olması oldukça zordur. Çünkü Güney’de bir hükümet olduğu halde hala partiler
her şeydir. Hükümet on karar da alsa partilerin halk ve resmi daireler
üzerindeki vesayeti kaldırılamıyor. En ufak bir iş yapmak veya hizmeti görmek
için hala partilerden alınmış resmi izinler geçerli olmaktadır. Partiler halkı
temsil edebildiklerinde, halkın çıkarlarını her şart altında
koruyabildiklerinde varlıklarını koruyabilirler. Bir aşiretin partisi haline
geldiklerinde bitişin eşiğine gelmiş demektir. Güney Kürdistan seçim sonuçları,
KDP ve YNK’nin aşiret kültürüne dayalı iktidarının artık çatırdamaya başladığını,
basit çıkarlara halka vaat edilen umutların feda edildiğini açıkça
özetlemektedir.
Kerkük Kıskacında
Güney Kürdistan
Güney Kürdistan hükümetinin kendi içyapısından kaynaklı
gittikçe iradesizleşen durumu Irak seçim yasasında da görülmektedir. Nüfus sayımına
göre Kürtlerin Irak parlamentosundaki sandalye sayısı arttırılması gerekirken 2
sandalye azaltılmış, Kürtler buna ikna edilmeye çalışılmıştır. Bu konuda bir
antlaşma olduğu söylense de oldubittiye getirilerek Kürtlerin oyuna getirildiği
anlaşılmaktadır. Seçimlerde şuana kadar olan kotaya göre bir hükümet yerine
‘kim daha fazla oy alırsa’ seçeneği kabul görürse Şiilerin iktidara gelmesi
Kürtler açısından ciddi sorunların başlamasına neden olacaktır. Bu durumda bile
Şiiler ve Suniler, yürüttükleri politikalarla Kürtleri kendi bölgeleriyle
sınırlandırmış ve 36. paralelin içerisine hapsetmişlerdir. Kerkük ve Musul için
Güneyli güçlerin çıkardıkları cılız sesler bir tarafa bırakılırsa 36. paralele
sıkıştırılmaktan çok da şikâyetçi olmadıkları görülmektedir.
ABD, Şii-Suni ittifakı nedeniyle Irak’ta yalnızlaşan
Kürtlerin Türkiye ile yakınlaşmasından yana bir eğilim içerisindedir. Kerkük ve
Musul’u kaptırmış bir Güneyin Türkiye ile bir araya gelmesinin bir sakıncası
yoktur. Türkiye’deki AKP’nin öcülük ettiği açılım politikaları da bu çerçevede
ele alındığında Güney eksenli yürütülen politikalar daha çok anlaşılır hale
gelmektedir. Kendi içinde Kürt inkarını yaşayan bir devletin Güney Kürdistan
politikasının başarılı olması mümkün değildir.
Güneyli Kürt örgütleri, Kürtlerin tasfiyesini hedefleyen
AKP’nin açılım politikalarına destek verdiklerine yönelik açıklamaları oynanan
oyunların ne kadar büyük ve tehlikeli olduğunu göstermektedir. Neçirvan
Barzani’nin Türkiye’ye, “Irak hükümeti bize % 17’lik petrol hakkımızı vermiyor.
Gelin % 50’sini sizinle paylaşalım, bizi koruyun dediği belirtilmektedir.
Bunun için Türkiye’de bir “Özal çizgisi nin günümüz versiyonunun zemini
oluşturulmaktadır. TC devletine cesaret veren bu sözler, Erdoğan’ın son Bağdat
gezisi sırasında “Kerküklüler Kerkük’ün kaderini belirleyemez diyerek 140.
maddeye ve referanduma karşı olduğunu açık olarak belirtmesiyle karşılık
bulmuştu.
Bu duruma İran ve Suriye sert yanıt vermiş, İran devleti
Kürtleri hedef alan iddia ve açıklamalarda bulunmuştur. Irak seçimleri öncesi
gerilen İran-Güney Kürdistan ilişkilerinin düzeltilmesi için Irak Cumhurbaşkanı
Celal Talabani ve Kürt hükümetinin başbakanı Behram Salih İran ile bir dizi
görüşmelerde bulunmuştur.
Irak, Kerkük ve PKK konularında İran ve Suriye ile ortak
hareket eden TC devletinin, Kerkük ve PKK konularında başarı elde edebilmesini
Güneyle kurulan ilişkilerden geçmektedir. Ticari ilişkilerle bunun ilk ayağı
oluşturulurken siyasi ve diplomatik baskılarla bu tamamlanmaya çalışılıyor.
PKK’yi tasfiye amaçlı 4’lü mekanizmanın Hewler merkezli
kurulması, Hewler ve Kerkük’te açılması planlanan konsolosluklar, bakanlar
düzeyinde Güney’in ziyaret edilmesi TC devletinin Güney Kürdistan üzerindeki
politikalarının anlaşılması açısından önemli ipuçları vermektedir. TC içişleri
bakanı Beşir Atalay’ın Hewler’de katıldığı, PKK’ye karşı 4’lü mekanizma
toplantısı ardından yaptığı, “toplantının sonuçlarını yakında hep birlikte
göreceğiz açıklamasından kısa bir süre sonra 14 Nisan DTP operasyonuna benzer
bir operasyonun BDP’ye yapılması oldukça dikkat çekicidir. Elbette ABD’den
alınan izin doğrultusunda ve Güney Kürdistan hükümetinin bilgisi dahilinde
operasyonun gerçekleştiği bilinmektedir.
TC devleti Irak’ta Kürt karşıtlığında Suni ve Şiiler ile bir
araya gelirken Güney Kürdistan’da ise PKK karşısında Kürt örgütlerle bir araya
gelmekte bunun için Kürt örgütlerinin sağladığı imkânlarla nüfuz alanını
geliştirmek için bütün imkânlarını seferber etmiş durumdadır. Bunun planlandığı
ve pazarlıklarının yapıldığı yer ise Güney Kürdistan’da gerçekleştirilen Abant
platformu olmuştur. Fetullahçı cemaat ve Türk devletinin bazı “derin
isimleriyle, Mukriyan Araştırma Merkezi, Selahattin üniversitesi ve Güney
Kürdistan bölgesel hükümetinin işbirliğiyle yapılan ve PKK’nin çağrılmadığı “Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak
sloganıyla düzenlenen 18. Abant Platformu, TC devletinin, Güney Kürdistan
hükümetiyle resmi düzeyde diyalog ve görüşmeleri yapabilmesi için uygun
atmosferi yaratmıştı. Bundan sonraki ticari, ekonomik, siyasi ve kültürel
ilişkilere kalmıştı. Zaten uzun bir süredir ticari ilişkilerle bir hegemonya
kurulmuştu. Buna birde kültürel hegemonya eklendi. Türk ürünlerine duyulan
hayranlık, güney televizyonlarında yapılan Türk ürünlerinin reklâmları, Kürtçe
dublajlı Türk dizileri, Türkiye’deki televizyonlardan taklit edilmiş kadın ve
eğlence programlarıyla TC devleti tarafından kültürel yozlaşmanın Güney
Kürdistan’ ayağı oluşturulmuştu.
Emperyal
Politikalarda Kürdistan’ın Jeo-Stratejik Önemi
Türkiye ve Kürdistan’ın jeopolitik konumu, ABD ve diğer
bölge devletlerinin, Ortadoğu’da kurdukları denge ve ittifaklarda önemi gün
geçtikçe artmaktadır. Başta ABD ve İsrail olmak üzere, İran, Suriye, Irak ve
Rusya’nın Ortadoğu’daki çıkarları ve güvenlik sorunları bu ilginin
nedenleridir. ABD’ye yakınlaşmış bir Türkiye, Rusya ve İran açısından ciddi bir
güvenlik sorunu oluştururken, İran ve Rusya ile ilişki geliştiren bir
Türkiye’de ABD ve İsrail için sorun oluşturacaktır. ABD’nin, Polonya ve Çek Cumhuriyetinde kurmak
istediği füze kalkanı projesinden vazgeçmesi ardından, sürekli gündemde tutulan
Türkiye’nin alternatif olarak tekrar öne çıkarılması Rusya ve İran’ın
tepkilerine neden oldu. ABD ve müttefikleri açısından ise kendileriyle uyum
içinde olan bir Türkiye’nin İran’a komşu olması yanında Türkiye’ye kurulacak
füze kalkanı sistemi ve buna bağlı olarak yüksek algılama gücüne sahip
radarlar, ABD ve İsrail’in güvenliği açısından oldukça önemli
görülmekteydi. ABD’nin Türkiye’de kurmak
istediği füze sistemlerinin Kürdistan’da konuşlandırılacak olması ayrıca dikkat
çeken bir husustu.
Enerji ve güvenlik temalı ulusal çıkarlarda, “dünyaya hakim
olunmak isteniyorsa Ortadoğu’ya hakim olmak gerekir tezi “Ortadoğu’ya hakim olmak isteniyorsa
Kürdistan’a hakim olmak gerekir teziyle tamamlanarak Kürdistan’ın stratejik
konumu, ABD ve bölge devletlerinin uluslar arası politikalarında daha fazla öne
çıkıyordu. Ortadoğu’da kurulacak dengelerin ve başarının kilit noktası
Kürdistan’a kimin hakim olacağıyla bağlantısı vardı.
Kürdistan, zengin su kaynaklarına, yeraltı madenlerine ve
petrol rezervlerine sahiptir. Aynı zamanda Ortadoğu ve Orta Asya’dan gelen
petrol-doğalgaz boru hatlarının geçiş güzergâhındadır. Bu özellikleriyle
Kürdistan coğrafyasının üzerinde yaşayan halk ve öncü gücü PKK, uluslar arası
politikalarda müdahil olarak öne çıkmaktadır. Bu gerçeklikte Kürt halkının
dahil edilmediği hiçbir politikanın Kürdistan’da yaşam bulabilmesi mümkün
görülmemektedir. Bu gerçeklikten yola çıkarak Kürt Özgürlük Hareketinin su ve genel
enerji politikalarına yönelik bir siyasetin belirlenmesinin zorunluluğu vardır.
Kerkük başta olmak üzere Güney Kürdistan’ın Taktak
bölgesinden çıkarılan petrol uzun süredir kapalı olan ve Kürdistan’dan geçen
Kerkük – Ceyhan boru hattından akıtılmaya başlandı. Yine Temmuz 2006 tarihinde
açılışı yapılan ve Kazak petrollerini Gürcistan ve Kürdistan üzerinden Akdeniz
kıyılarına taşıyan Bakü–Tiflis–Ceyhan petrol boru hattının geçiş güzergahı da
Kürdistan’dır. TC devletinin taraf olduğu henüz proje aşamasında olan Nabucco
boru hattının geçiş güzergahı yine Kürdistan’dır.
Kürdistan coğrafyasının ortaya çıkan bu önemi, petrol ve
doğalgaz bağımlısı her devleti yakından ilgilendirmektedir. Doğal olarak bu
coğrafyada yaşayan Kürtler ve Kürt Özgürlük Hareketi de bu ilginin
merkezindedir. PKK’nin varlığının, hiçbir şekilde kontrol altına alınamaması
petrol-doğalgaz boru hatlarının güvenliğinden endişe duyanları sürekli olarak
endişelendirmiştir. Kontrol altına alınamayan güvenlik problemini, askeri
çözümlerle, TC devletine verdikleri desteklerle çözmek isteyen petrol ve boru
hatlarının sahipleri, askeri çözümün artık bir çözümü değil, çözümsüzlüğü
derinleştirdiğini, askeri tasfiyenin yerini siyasi alanda-silahsız tasfiyenin
alması gerektiği tespitini yapmışlardı. Nabucco projesinin imzalanması ardından
Türkiye’de AKP öncülüğünde başlattıkları “açılım-demokratikleşme projeleriyle,
‘PKK’nin silahsızlandırılması çalışmaları’ başlatılmıştı.
Ortadoğu’nun Satranç
Tahtasındaki Türkiye
2008 yılı ve 2009 yılının ilk aylarına kadar Kürt Özgürlük
Hareketine karşı ABD’nin verdiği istihbarat desteği ile TC devleti ve ordusu
medya savunma alanlarına yönelik hava saldırılarını aralıksız sürdürdüler.
Karadan yapılan havan ve obüs saldırıları ise 2009 yılı boyunca devam etti. AKP
hükümeti de bir önceki hükümetlerin mirasını devralmıştı. PKK’nin tasfiyesini
temel amaç olarak gören parti ve hükümetler, genelkurmay başkanları PKK
karşısında ‘tasfiyeye’ uğrayarak tarihin
karanlığına gömülmüşlerdi. AKP’de, ABD’den aldığı destekle hem askeri
operasyonlara ağırlık verdi hem de asıl tasfiye planın devreye sokulduğu
“açılım konseptini devreye soktu. Açılım öncesinde Ergenekon operasyonları
gündeme geldi. AKP ve Fetullah Gülen’e karşı olan tüm kesimler Ergenekon
operasyonu adı altında deşifre edilerek bu çerçevede tutuklamalar
gerçekleştirildi. Yaklaşan seçimler öncesinde derin devlet-Ergenekon operasyonu
AKP’nin elini güçlendirmişti. Fırat’ın
ötesini geçmeyen Ergenekon operasyonları, Ergenekon çatısı altında toplanan
Ordu- devlet bürokrasisi- CHP- sivil kuruluşların AKP ile çatışması olarak
ortaya çıktı. Kürdistan’da Ergenekon’un gerçekleştirdiği katliamlar bir devlet
politikası olduğu için, Ergenekon’a dahil edilmemişti.
Kürdistan’da devletin işlediği katliamların açığa çıkmasını
AKP hükümeti de istememektedir. Kürdistan’da yapılan katliamlar, iktidar gelen
her hangi bir partinin politikası olarak değil bir devlet politikası şeklinde
gerçekleştirilmişti. AKP hükümeti katliamları gizlemeye çalışsa da kaldırdığı
bütün taşların altında katliam yapanların izleri çıkmaktadır. Açığa
çıkartılanlar, Kürtlere karşı katliam işlediklerinden dolayı değil AKP ve
Fetullah Gülen’e gerçekte ise ABD’nin ılımlı İslam projesine karşı
oluşlarından, buna karşı darbe planları oluşturmaları nedeniyle deşifre edilmişlerdir.
İstemeyerek de olsa açığa çıkanların verdikleri bilgiler Kürdistan’da
sürdürülen kirli savaşı bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyordu. Faili meçhul
kalan birçok katliam bu şekilde aydınlatılabilmiştir.
Kürdistan’ın her tarafından çıkan toplu mezarlar, ölüm
kuyularına doldurulan insanlar, evinden-işyerinde çıkan ve bir daha kendisinden
haber alınamayan, sokak ortasında vurulan insanlar, aydınlatılmayı bekleyen
Kürdistan gerçeğidir. Neredeyse her ay bir toplu mezarın açığa çıkartıldığı
Kürdistan coğrafyasının bu gerçeğiyle kimse yüzleşmek istemiyor. Kalorifer
kazanlarına atılan insanlar, asit kuyularına diri diri atılan Kürdün haber
değeri bile olmuyor.
Kürdistan’da sürdürülen kirli savaş, katliamlar, toplu
mezarlar, kaybedilen 17 bin insanın akıbeti açığa çıkartılmadan hiç barışı
Kürdistan’da kalıcı olabilmesi mümkün görünmemektedir.
Seçimler AKP’nin
Kaderini, Kürtlerin Zaferini Belirledi
AKP hükümeti, 29 Mart’ta yapılacak olan yerel seçimler
öncesi devletin tüm imkanlarını partisinin çıkarları için kullandığı bir
gerçektir. Kürdistan’da DTP karşısında yürütülen seçim çalışmalarına devletin
valileri, kaymakamları, emniyet müdürleri ve askerlerde katılmışlardı. AKP,
Kürdistan’da CHP, MHP ve ordu tarafından DTP’ye karşı desteklenmeye çalışıldı.
Bu işbirliği sayesinde DTP Kürdistan’da kaybettirilmek istenmişti. DTP’nin
yenilgiye uğratılması PKK’nin legal alanda yenilgisi ve tasfiyesi anlamına
geleceği için buradaki faaliyetler bir devlet politikasına dönüştürülmüştü.
AKP, bölgeden birinci parti olarak çıkartılarak bunun üzerinden Kürtlerin asıl
temsilcinin Kürt Özgürlük Hareketinin olmadığı asıl temsilcinin AKP olduğu
söylenerek, Kürt Hareketinin tasfiyesi için uluslar arası kamuoyu da dahil her
türlü desteği arkalarına alabileceklerini planlanmaktaydılar. Legal alandaki
tasfiye ardından Sri Lanka devletinin Tamil gerillalarına yönelik imha
konseptinin bir model olarak TC yetkilileri tarafından dillendirilmesi,
yapılmak istenen tasfiyenin boyutunu göstermiştir. Bunun için devlet ve AKP,
Kürdistan genelinde DTP’yi etkisizleştirmek için her türlü kirli oyunu
oynamaktan geri kalmadı. Kürtçenin her alanda yasaklandığı, bundan dolayı
yüzlerce insana davaların açıldığı bir dönemde TRT bünyesinde Kürtçe
televizyonun açılışı yapılmıştı. CHP ve MHP’nin bilinçli ve planlı olarak
geliştirdikleri ırkçı-şoven tutumlarla AKP, DTP karşısında tek seçenek haline
getirilmek istenmişti. Bu ölümü gösterip sıtmaya razı etme politikasının bir
ürünüydü.
DTP’nin Kürdistan’da
yenilgisine kesin gözle bakan AKP, uygulamaya koyduğu plan çerçevesinde PKK’nin
tasfiyesi için uluslar arası alanda destek toplayabilmek için özel bir çalışma
yürütüyordu. AKP’nin kuklası haline gelen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu amaçla
ABD dahil bölge devletlerini içine alan ziyaretlere başlamıştı. ABD ziyareti
ardından, “Terörle Mücadelede ABD ile sıkı işbirliği içindeyiz açıklaması
yapılmıştı. ABD dışişleri bakanı Hillary Clinton’un Türkiye ziyaretinde de
Türkiye’nin Ortadoğu’da oynadığı rol için teşekkür edilmiş, PKK’nin ortak düşmanları olduğunu bu temelde
PKK’ ye karşı ortak mücadele edileceğini belirtilmişti.
Güney Kürdistan hükümeti dahil her kes PKK’nin seçimlerle
yenilgiye uğratılacağına kesin gözle bakıyordu. Hazırlanan bütün planlar
PKK’nin seçim yenilgisine göre yapılmaktaydı. Bunun için Kürtleri ve Kürt
özgürlük mücadelesini tasfiye etmek için her koşul oluşturulmuştu. Seçimler
AKP’nin kaderini belirleyecekti. Oynanan-tasfiye amaçlı bütün oyunlara rağmen
Kürtler seçim sürecine serhildanlarla girmişti. Önderliğe yönelik saldırı
girişimleri Kürtleri meydanlara dökmeye yetmişti. Saldırılar planlı ve
koordineli yürütülmekteydi. Önderliğe ve halka karşı yapılan saldırılar sürekli
teste tabi tutulmaktaydı. Kürdistan’ın her hangi bir yerinde lokal olarak
gerçekleşen katliam girişimleri, kitleye yönelik polisin saldırısına verilen
tepkiye ve genelleşme düzeyine göre politikalar belirlenmekteydi. Mardin’,in
Zangırt köyündeki 44 kişinin ölümüne neden olan korucu katliamı, 12 yaşındaki
Ceylan Önkol’un katledilmesi, sokak ortasında öldüresiye dövülen çocuklar,
kameralar karşısında şov yapar gibi çocukların kolunu kıran polis görüntüleri
bu politikalara örnek oluşturulmaktadır. Özellikle Kürt Halk Önderi Abdullah
Öcalan’a yönelik saldırılar sonrasında Kürt halkının gösterdiği tepki,
gerçekleştirilen başka bir katliam ve saldırılar ile başka bir zemine
kaydırılmak istenmektedir. Gündem başka şeylerle meşgul edilmektedir. Kürt Halk
Önderi Abdullah Öcalan gündemli eylemlerin başlatıldığı her dönemde, halka
yönelik saldırı ve katliamlarda artışlar yaşanmış, gündem saldırılarla
değiştirilmek istenmişti.
Seçim sürecinde her türlü taktik denenmiştir. KCK’nin ilan
ettiği çatışmasızlık kararına rağmen halka yönelik saldırılar aralıksız
sürdürülmüştür.
29 Mart’ta yapılan yerel seçimlerde, devletin ve AKP’nin
bütün hilelerine rağmen DTP 8 il, 51 ilçe, 39 belde belediye alarak
Kürdistan’da birinci parti olarak çıkmayı başardı. Muş, Bingöl, Mardin DTP
tarafından alındığı hale hile ve oyunlarla AKP’ye verildi.
Seçim sonuçları, AKP’nin dolayısıyla TC devletinin Kürdistan’da
yenilgisi anlamını taşıyordu. Seçim öncesi yapılan planlar bozulmuştu. “Yeniden
bir durum değerlendirmesine gerek vardı. Yeni planlar devreye konulmalıydı.
Her zaman el altında bulundurulan “topyekun saldırı konsepti yine devreye
girdi. Ağrı başta olmak üzere Kürdistan’ın her yerinde halka karşı terör
estirilmeye başlandı. Bununla birlikte gerillaya karşı operasyonlara ağırlık
verildi.
Bir tarafta Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki
tecrit ağırlaştırıldı, hücre cezaları yeniden verilmeye başlandı. Diğer
taraftan da DTP’ye yönelik 14 Nisan darbesi gerçekleştirildi. Kürdistan ve
Türkiye şehirlerinde yüzlerce DTP’li gözaltına alınarak tutuklandı. Bu
operasyonlarla, PKK’den kopartılmış, “PKK’yi terör örgütü olarak kabul eden
marjinalleşmiş ve kendi tabanına ihanet etmiş bir DTP yaratılmak isteniyordu.
Bunun başarısı bundan sonraki oyunlarında başlangıcı olacaktı. Elbette PKK’ye,
DTP ve Kürt halkına yönelik artan saldırıların Türkiye’nin Ortadoğu dengeleri
içinde artan konumuyla bağlantısı vardı. Enerji hatlarında Türkiye ve
Kürdistan’ın öneminin açığa çıkması, Güney Kürdistan ve Kerkük sorunu,
Türkiye’ye Ortadoğu’da biçilen yeni rolün tasfiye politikasının başarısıyla
doğrudan ilişkisi vardı. AKP, kendisine verilen tasfiye görevini yerine
getirememiş, seçimlerde DTP’nin başarılı olmasının önüne geçememişti.
Kürt Karşıtı Cephenin
Gizli Aktörü: Atlantik Konseyi
Kürtlere karşı imha konsepti son dönemlerde ismi öne çıkan
Atlantik konseyi tarafından belirlenmekteydi. Washington merkezli Atlantik
Konseyi (Atlantic Council), ABD’nin en önde gelen düşünce kuruluşlarından
biridir. NATO’nun sivil propaganda aracı olarak da bilinen Atlantik Konseyi’nin,
‘PKK’nın Silahsızlandırılması, Terhisi ve Yeniden Entegrasyonu’ başlıklı
raporları esas alınarak sınır ötesi operasyon planları devreye sokulmuştu.
Türkiye’deki bütün hükümetlerin dış ve iç politikalarında ve
ABD ile ilişkilerinde belirleyici olan Atlantik Konseyi, AKP hükümeti
dönemindeki dışişleri bakanlarının belirlenmesinde de hükümete önerilerde
bulunmuştu. Atlantik Konseyi’nin 2009 Nisan ayında Washington’da yapılan
toplantısı sonrasında David L. Phillips tarafından hazırlanan “Irak Kürtleri ve
Türkler Arasında Güven İnşası raporunda, AKP hükümetinin DTP’ye yönelik
operasyonu ve daha sonra devreye girecek olan ‘Kürt açılımı’ bu raporda konu
edilmiş ve hükümete bir dizi önerilerde bulunulmuştu. DTP operasyonu dahil Kürtlere yönelik birçok
yönelim ve tasfiye amaçlı ‘açılım’ çalışmaları Atlantik Konseyi’nin raporu esas
alınarak başlatılmıştır. Raporda belirtilenlerin büyük bir çoğunluğu pratikte
uygulanmıştır. PKK’nin salt askeri yaklaşımlarla çözülemeyeceğini, askeri
yöntemlerin yanında Kürt sorunun çözümü konularında PKK ve Öcalan muhatap
gösterilmeden bazı adımların atılması isteniyordu. Askeri operasyonların ve
halka yönelik saldırıların PKK’ye kitle desteğini arttırdığı ifade ediliyordu.
PKK’nin hareket alanın daraltılması, savaşçı katılımı ve
para akışının durdurulması, kamuoyu ile bağlantısını kopartacak çabaların
gösterilmesi öneriliyordu. DTP’nin muhatap haline getirilebilmesi için, DTP
içinde PKK uzantılarının temizlenmesi, Güney Kürdistan’da PÇDK bürolarının
kapatılması isteniyordu.
PKK’ye karşı ABD, Türkiye ve Irak’tan oluşan üçlü güvenlik
konseyinin kurularak buna Kürdistan bölge yönetimi de dahil edilmesine yönelik
belirlemeler yapılıyordu.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info