Faşist TC sistemini Kürt halkını eritip Kürdistan’ı Türkçülüğün fetih alanı haline getirme üzerinden kurgulanmıştır. Bu açıdan Kürt soykırımını en ince ayrıntısına kadar planlayarak gerçekleştirmeyi esas almıştır. Yüz yıllık tarihi de böyledir günümüzdeki AKP-MHP faşist iktidarı biçiminde de böyledir. Bu anlamda TC’nin Kürdistan’da attığı küçükten büyüğe her adım soykırım temelinde gerçekleştirilmiştir. Asimilasyon merkezleri olan okullardan yol-baraj yapımına kadar Türk devletinin Kürdistan’da yaptığı her şey bu sömürgeci-soykırımcı mantık çerçevesinden kaynağını almaktadır. Kürt halkının kültürel olarak yok edilmesi ise her zaman fiziki soykırımın yanında çoğu zaman ondan daha etkin bir biçimde devrededir.
Son yıllarda Bakurê Kürdistan’da bilinçli olarak artırılan uyuşturucu kullanımı, fuhuş ve zengin olma hayalleri ile insanları bataklığa sürükleyen yasal-kaçak bahis gibi uygulamalar da doğrudan bu kültürel yok etme planı ile ilgilidir. 2014 yılında kabul edilen Çökertme Eylem Planın toplumsal direnişi dağıtma amacı en çok da Kürdistan’da kültürel yapıyı ortadan kaldırmayı hedeflemiş ve son 9 yıldır devlet tüm adımları buna göre atmıştır. Toplumsal direnişin öncüsü Kürt gençliğini ne olursa olsun halk ve mücadele gerçeğinden koparıp birer nesne haline getirmek Türk devletinin temel amacıdır. Bu açıdan toplumu dejenere eden bu uygulamaların nasıl ve ne amaçla yaygınlaştırıldığını bilmek önemlidir. Buna karşı toplumsal direnişi geliştirmek TC faşizmine karşı mücadelenin önemli bir parçasıdır.
Bu nedenle devlet ile toplumsallığı zehirleme temelinde oluşmuş çeteler arasında nasıl bir ilişki olduğunu ele almak önemlidir. Genel olarak devlet ile illegal yapılanmaların ilişkisine bakmak ve bu genel ilişkide Türk devletinin özgün konumunu görmek gerekir. Aynı zamanda Türk devletinin çeteler ilişkisi genel olarak diğer devletlerden farklı bir konumda olsa da Kürdistan’da bu ilişki çok daha farklılaşmaktadır. Çünkü Türk devleti Bakurê Kürdistan’da söz konusu yasadışı faaliyetleri doğrudan örgütlenmekte ve Kürt toplumsallığını dağıtmak için pratik bir araç olarak kullanmaktadır.
DEVLETLER KURUMSALLAŞMIŞ ÇETELERDİR
Genel olarak suç addedilen faaliyetlerle ilişkilenmiş çete yasa dışı işler yapmak veya şiddet içeren davranışlarda bulunmak amacıyla bir araya gelmiş topluluk olarak tanımlanabilir. Bu tanımdan da doğrudan fark edeceğimiz gibi örgütlenmiş zor ile toplumun ürettiği değerlere el koyan devlet ile çete arasındaki fark azdır. Kuşkusuz organize olma ve nicelik gibi farklılıklar vardır fakat cevher aynı cevherdir. Devlet yalın biçimde zor ile değer gaspını örgütleyen bir yapıdan daha fazla anlam içerir. Bu bağlamda değerlendirilmesi gereken birçok etmen vardır. Fakat her devletin kuruluş ilkesi yani özü şiddet ile toplumun değerlerine el koymak ve bunu tekrardan dağıtmaktır. Daha yoğun olarak teolojik ve ideolojik söylemlerle bu durumun meşru gösterilmesi onun özünü gözden kaçırmamıza neden olmamalıdır. Bu bağlamda aslında klasik tanımıyla çete devletin çekirdeğini ifade etmektedir. Bir çetenin kurumsallaşmış ve görece süreklileştirilmiş hali devlet olarak görülür. Bu ilkesel durum nedeniyle çeteler ile devlet arasında her zaman yakın bir ilişki söz konusudur. Çünkü mantıkları aynıdır.
Çeteler, toplumun lümpenleşmiş kesimlerinin devlet tarafından organize edilerek gayrı meşru alanlarda egemenlik kurmasını sağlar. Devlet çetelerle hem topluma saldırısında bir araca sahip olur hem de kumar, haraç, uyuşturucu ticareti gibi resmi alanların dışında kalan ekonomik faaliyetleri bunlarla denetim altına alır. Devletler bu şekilde hem bu alanlarda dönen büyük miktardaki paradan payını alır hem de bu alanı kendi çetelerinin ve kirli işlerinin finanse edilmesinde kullanır. Kısaca uyuşturucu, kumar, gibi faaliyetler yürüten çeteleri daha baştan devlet besler, güçlendirir. Organize adi suç örgütleri bu anlamda devletlerin açtığı nefes borusu olmadan yaşayamaz. Bu durum kendini demokrat olarak gösteren ABD için de bu şekildedir, zaman zaman güçlenen çetelerin devlet ile açıktan rekabete girdiği Latin Amerika’da da böyledir. Çeteler ile devletler ilişkisi o devletin toplumsal mücadeleyle ne kadar demokrasiye duyarlı hale geldiği ile ölçülebilir. Demokrasiye duyarlı haline getirilmiş devletler de bu ilişki daha dolaylı ve sınırlıdır, açık şiddete dayalı devletlerde ise bu ilişki doğrudan görülebilir.
Bu durum uyuşturucu ticareti içinde böyledir, diğer sözde kanun dışı ticari faaliyetler için böyledir. Tefecilik, kumar ya da uyuşturucuya devletlerin toplumu koruma adına yasakladığını ifade etmesi bir göz boyamadan ibarettir. Örneğin bahis ve kumar devletin çizdiği sınırlarda resmi olurken yapılan işin özü değişmeden resmî kurumlar tarafından yapılmayınca suç olmaktadır. Aynı durum tefecilik içinde geçerlidir. Bankaların yaptığı ile tefecilerin yaptığı birebir aynı şeydir fakat biri yasal diğeri yasadışıdır. Devletler karı, değer gaspını, içeren hiçbir aktiviteyi sınırlamaz sadece bu süreçten alacakları payı artırmaya çalışırlar. Bu devletin özü ile ilgili bir durumdur ve her zaman geçerlidir. Bu özellik temel düsturu sınırsız kar olan kapitalist modernite döneminde ise çok daha fazla geçerlidir.
TC İSE ÖZEL SAVAŞ REJİMİ YANİ ÇETE DEVLETİDİR
Toplumu tahakküm altına alma aracı olan devlet, egemenliğini korumak ve toplumun ürettiği değerleri gasp ederek yeniden dağıtan bir aygıt olarak çeteleri her zaman el altında bulundur. Fakat aynı zamanda bu niteliğini gizler, gizlemeye çalışır. Özelikle modern dönemlerde devlet toplumu başı bozuk çetelerden koruduğunu iddia ederek kendine itaat devşirir. Bu amacı doğrultusunda hukuk ilkeleri olarak öne sürdüğü normlara göre devletin hareket alanını belirler. Özellikle Kapitalist modernite döneminde devletler hukuk ilkelerini, yasaları temel meşruiyet kaynağı olarak belirlemiştir.
Aslında hiçbir devlet bu kurallara yani kendi hukukuna bile uymasa da sömürgeci soykırımcı TC devleti ise daha baştan itibaren hukuku bir kenara bırakmıştır. Zaman zaman retorik olarak hukuku kullansa da TC devleti ortalama bir çete gibi kendi iktidarı dışında herhangi bir kural tanımaz. Anayasa ve yasalar görünürde vardır fakat bugün faşist AKP-MHP iktidarının rahatlıkla yaptığı ve söylediği gibi bunlara uyma zorunluluğu yoktur. Bunun en temel nedeni TC’nin kendini Kürt soykırımı üzerinden inşa etmesidir. Farklı farklı yöntemlerle Kürt halkını ortadan kaldırmayı amaçlarken kendini bazı kurallarla sınırlamayı düşünmez, düşünemez.
Tarihsel süreci yinelemeden TC’nin iktidarı gasp etmiş İttihat Terakki Çetesinin artıkları tarafından kurulduğunu anımsamak gerekir. Bu nedenle devleti çeteden kısmen ayıran evrensel hukuk ilkeleri TC için daha kuruluşundan itibaren hiçbir zaman esas olmadı. TC bir yandan Kürt soykırımına diğer yandan ise “Kurtlukta düşeni yemek kanundur” ve “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” gibi söylemlerle tanımlanabilecek en çıplak iktidar savaşına dayalı olarak kurulmuştu. Doğal olarak hukuku hele de evrensel hukuku dikkate almıyordu. Bu nedenle çetelerle hareket etmede bir an bile duraksamıyordu. Türkiye’deki Kürt halkının ve demokrasi mücadelesi yürütenler devleti sürekli evrensel hukuka uymaya zorluyordu. Zaman zaman bu yönde adımlar atılsa da TC çekirdeğindeki bu gerçekle yüzleşmediği için daha doğrusu Kürt sorununu çözmediği için çetelerle iş gören faşist niteliğini her zaman sürdürdü. İstisna olan ise görece demokrasiye duyarlı olduğu dönemlerdi. Bu nedenle TC farklı farklı amaçlarla kurulan çeteleri kendi iktidar mücadelesi ve özellikle de Kürdistan’ı denetimde tutmak için sürekli kullandı.
BAKURÊ KURDİSTAN’DA SÖMÜRGE SİSTEMİ VE ÇETELER
Türkiye’de devlet-çete ilişkisini bir yana bırakırsak Bakurê Kürdistan’da TC egemenliği tamamen Kürt işbirlikçiliğin farklı farklı formüle edilmiş çetelerine dayanıyordu. Kürtlük kimliğine bağlı geleneksel aşiret yapısını 19. Yüzyılda parça parça ortadan kaldırıp el koyduğu arazileri işbirlikçi unsurlarına dağıtarak ortaya çıkardığı ağalık kurumunu Aşiret Mektepleri ve Hamidiye Alayları ile devşirdiği kendinin kıldığı aşiret unsurları ile birleştirerek sömürge sisteminin yerel ayağını tarihsel süreç içerisinde oluşturan Türk Devleti halen canlı olan direniş odaklarını da kuruluşunun ilk on yılında ortadan kaldırdı. Sömürgeci Türk devleti 1925-38 arası dönemdeki yoğun soykırımcı saldırılarının ardından yeni türetilmiş bir statü olarak ağalığı Bakurê Kürdistan’ı yönetmek için temel araç olarak ele aldı. Devlete dayanarak Kürdistan’da at koşturan ağaların klasik anlamda çetelerden hiçbir farkı yoktu. Ne meşruiyet aldıkları bir gelenek ne de uymakla yükümlü oldukları bir kanun vardı. Türk devletinin sözde suç olarak addettiği tüm eylemler bu çetelere haktı.
Geçmişte içinde geleneksel ve doğal olarak Kürtlüğe bağlı unsurlarda barındıran Bucaklar bu durumun tipik örneğidir. 1970’lerden günümüze kadar bu unsurların devlet kanunlarına göre suç olarak tanımlanan eylemlerini sıralamak bile güçtür. Fakat Bucak çetesi bu suçları her zaman devletin bilgisi ve gözetimde işlemiş ve bu şekilde zenginleşmişti. Kürt halkına karşı işlediği suçları da bu zenginliğe dayanarak yapıyordu hala da yapmaya devam eden unsurları var. Yine Ceylanpınar çevresinde etkin olan şimdilerde başını Atilla Yayla’nın çektiği aile bu şekildedir. Bu çevre ne klasik anlamda aşiret ne de kabile özelliği taşır aksine aile bağlarını gölgesinde çıkar, işbirlikçilik ve ajanlık temelinde bir arada olan bir çete örgütlenmesidir. Atilla Yayla uyuşturucu kaçakçılığı yapar, tefecilik yapar, yağma yapar. Aynı zamanda devletin bölgedeki istihbarat faaliyetlerinin merkezinde yer alır. Devlet içerisinde siyasi görevler alır. Fakat hiçbir zaman işlediği suçlardan kaynaklı cezalandırılmaz çünkü o Kürt halkının bağrında soktuğu bir hançer, bir devlet aparatıdır. Ensarioğlu gibi, Babatlar gibi örnekler çoğaltılabilir. Bakurê Kürdistan’ın her bölgesinde benzer devlet çete odakları vardır. Özgürlük hareketinin ilk çıkışının bu işbirlikçi çetelere karşı olmasının anlamı bu nedenle de büyüktür.
Kürt halkının özgürlük savaşının başlamasıyla birlikte bu çetelerin devlet nezdinde hem önemi hem de değeri artmıştır. İşbirlikçi unsurları halka karşı savaştırabilmek için bu çetelerin tüm faaliyetlerinin önü açılmıştır. Devletin açıktan çete devleti haline geldiği 1990’larda ise artık Bakurê Kürdistan’daki tüm gayri ahlaki ve yasa dışı faaliyetler JİTEM diye adlandırılan kontra örgütlenmesinin denetimine geçmiştir. Devlet görevlilerin doğrudan uyuşturucu ticareti, kaçakçılık, tefecilik, çek-senet tahsilatı gibi faaliyetlerde yer alması bu dönemde olağanlaşmıştır. Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaş bu şekilde finansa edilmiş ve savaş tacirleri ortaya çıkmıştır. Kendi içlerinde de rant kavgasına girişen bu resmi çetelerin faaliyetleri detaylı olarak ortaya çıkarılmıştır. 2000’lerin başında bu çetelerin deşifre olması Türk devletinin imaj tazelemesi için bu çeteleri görece tasfiye etmesine neden olmuştur. Hizbulkontra’nın da aynı tarihsel dönemde tasfiye edilmesi kuşkusuz tesadüf değildir.
(BÖLÜM 2: AKP-MHP Faşizmi Döneminde Çeteler)
Kendal BAGOK