Bir toplumun bütünen onu baskı altında tutan devlete karşı aradaki muazzam güç farkına rağmen ayaklanması, harekete geçmesi sıklıkla tekrarlanan durumlar değildir. Soykırım tehdidi altında sadece ülkesi değil zihin dünyası da dört parçaya bölünmüş bir halkın ayağa kalkması, direnmesi, kendi olanı yaratması, Önderliği ile özgürlüğe yürümesi ise çok daha zordur. Kürt halkının son 50 yılda süreklileştirdiği direnişin anlamını kavramak için tarihe, tarihi dönemeçlere tekrar tekrar bakmalıyız. Bu tarihi dönemeçlerden biri de 10 yıl önce 6-7-8 Ekim 2014 tarihlerinde tüm Bakurê Kürdistan’ın Kobani özelinde Rojava için ayağa kalkması ve serhildana durmasıydı.
Ayaklanmanın nasıl olduğu, hangi faktörlerin etkilediği araştırıldı, araştırılıyor hala. Bilinen şu ki ayaklanmalar için cana tak eden durumun bir kıvılcımla tutuşması gerekir ve yine bilincin birikmesi zorunludur. Yani ayaklanmalar çoğu zaman öyle sanılsa da kendiliğinden gerçekleşmez. Ayaklanmalar anlık kitle psikolojisinin egemen olduğu şiddet patlamaları değildir. Duygu da düşünce de ayaklanmanın hamurunun yapı taşlarıdır. Bu nedenle ayaklanma için hem duygusal hem de zihinsel bir birikim şarttır. Bu birikim artık su gibi akacağı kanalı arar. Ayaklanmaların egemenleri ve bazen bizatihi ayaklanmacıları şaşırtan yönü bu birikimin her zaman görünür olmamasıdır. Kentteki isyan birikimini sezmek her babayiğidin harcı değildir. Her şey sıradan gibi görünür ama ayaklanma ruhu vardır, oradadır, görünmese bile hissedilir. Ve isyanın kentten kente kuru otlarda yayılan ateş gibi yayılması ise her zaman çarpıcıdır.
Eklemeliyiz ki serhildan ahlaki ve politik topluma özgü evrensel bir fenomen olan ayaklanmanın basit Kürtçe ifadesi değildir. Serhildan Kürt halkının uzun tarihsel bir dönemde varlığına yöneltilmiş saldırılara karşı kendi korumdan öte var etme biçimi haline gelmiş direnişin yine dönemlere göre izlediği yol olmuştur. Tarihin her döneminde serhildanın farklı tezahürleri görünmüştür. Kürt varoluşunu buna borçludur. Dağlar ve isyan Kürt halkının kurucu çekirdeğidir. Kendini kâinatın sahibi sanan egemenlere karşı dağ Kürdün aşılmaz kalkanıdır ve kılıca dönmesi içten bile değildir. Son iki yüzyıldır yok olması için her şey yapılan bu halk birçok faktörle birlikte ve aslında bunlar sayesinde baş eğmeyerek kendi çekirdeğini koruyabilmiştir.
1973’te temeli atılıp, 1978’te gövdeye kavuşup 1984’ün 15 Ağustos’un da başlayan kuşkusuz daha öncekileri tekrarlayan bir isyan değildir. Tarihe iradi bir müdahale olan bu kalkış zeminini bu varoluş mücadelesinden alacak ve dağlardaki ateş böyle gürleşecektir. Fakat o yeni bir şeydir. Devrimdir. Ve 20. Yüzyılın son on yılına girilirken Kürtlerin tarihi için efsanevi “Kêla Dimdimê” dışında pek de görülmeyen bir durum olarak dağdaki serhildan yeni bir biçimde kente inecektir.
Devrimin yani Kürt diriliş ve özgürlük devriminin dili ve eylemi Önder APO şahsında somutlaşır ve bu hiçbir zaman tek yöntemi esas almaz. Fakat tüm yöntemlerin odaklandığı nokta halkın eylemi, halkın savaşı ve halkın devrimidir. Kürt halkının kendi haline getirilmesi, ülkesinde özgürce yaşayabilmesi Önder APO’nun devrimci çabalarının çekirdeğidir. Bu çekirdek yani halkın toplumun özgür eşit yaşayabilmesi için eyleme kalkması kadın özgürlükçü demokratik toplum paradigmasına vararak evrenselleşir.
Bu nedenle kır ve veya kentteki Kürt halkının özne haline gelmesi APOCU devrimin temel dinamiğidir. İlk günden bu şekildedir. 1980 öncesi Hilvan’da Siverek’te de yanmıştı serhildan kıvılcımları fakat kentleri tutuşturması için biraz daha beklemek gerekecekti. Dağda 1984’te patlayan alev topları yavaş yavaş Kürdistan’ın her yerini kaplar. 1990’da ise kentler serhildanlarla TC’yi sarsar. 1990’lı yıllardaki serhildanların sonuçları, etkileri geniştir. Önder APO yalın biçimde “Diriliş tamamlandı sıra kurtuluşta” biçiminde tanımlar. Artık Kürt halkının hafızasına gençler öncülüğünde ayaklanmış kitlelerin kentleri sömürgeciye dar etmesi yani serhildan bir varoluş biçimi biçiminde kazınmıştır. Tarihi dönemeçler bunla aşılacaktır artık.
1999’da komplonun daha baştan yenilgiye uğrayacağını serhildanlar anlatır sadece Bakur’da değil, Rojhilat başta olmak üzere Kürdistan’ın tüm parçalarında. Serhildan 2004 Rojava’da gelecek devrimi müjdelerken 2006’da Bakur’da yeni bir dönemi açıyordu. 2006-2012 arası ise serhildan bazen parça parça bazense tüm Bakur’da aynı anda halkın özgürlük istemini Molotof ve taşlarla süslüyordu. Bedeller serhildanın ayrılmaz bir parçasıydı şehitler veriliyor, Türk devletinin vahşi işkencesi ile yüz yüze kalınıyordu fakat geri adım atılmıyordu. Zaten serhildan anlamı da buydu. 2014 yılının güzüne gelindiğinde ise serhildan Kürt halkının tarihi bir anında tekrar sömürgecileri titretecek biçimde gündeme gelecekti.
Rojava devrimi ve bu devrimi boğmak için örgütlenen Ortadoğu’nun JİTEM’İ DAİŞ’in vahşi saldırıları Başur ve Rojava’ya yönelirken Şengal’de, Mexmur’da ve tabi Rojava’da APOCU fedaileri karşısında bulacaktı. DAİŞ’in nasıl Kobani’ye yöneldiği, Türk devletinin Kürdün özgürlük istemini boğmak için neler yaptığı az çok biliniyor. Bakurê Kürdistan’ın Önder APO’nun seferberlik çağrısı temelinde ilk günden harekete geçtiği de. Biz daha çok 6 Ekim akşamı Bakurê Kürdistan’da başlayan serhildana odaklanacağız. Yoksa 21.yüzyılın Stalingrad’ı olan Kobani direnişi çok kapsamlıydı. Biz önemli parçalarından biri olan serhildanları anımsatmaya çalışacağız.
Günlerdir Bakurê Kürdistan’ın her yerinden insanlar Pirsus’a karanlığın temsilcileri ile özgürlüğün fedailerinin hesaplaşma yeri olan Kobani’ye destek olmak için akıyordu. Ve orada gözleri ile izliyorlardı DAİŞ’in vahşetini de, kuklanın ipini tutan faşist TC’nin yaptıklarını da. Dersim’den Colêmerg’e Kars’tan Botan’a herkes Pirsus’ta çadırlarda tanık oluyordu bu direnişe ve parçası oluyordu bu direnişin ama fazlası gerekliydi. Daha fazlası. 6 Ekim’de Bakurê Kürdistan’ın tüm kent ve kasabalarında sokağa çıkan herkes biliyordu daha fazlasını yapmak gerekliydi ve bunun için sokaklara koşuyordu herkes. Gençlik öncüydü fakat 7’den 70’e herkes sokaktaydı. Tüm sokaklar ve meydanlar birkaç saat içinde halkın elindeydi. Devlet sadece binalara hapsolmuştu. Saldıracaktı fakat ilk saatlerde halkın örgütlü eylemi karşısında çaresiz kalmıştı.
7 Ekim’de ise Türk devleti tüm vahşetini gösterecek ve sadece panzer ve coplarla değil, silah ve tanklarla halkın üzerine yürüyecekti. Kobani serhildanlarının ilk şehitleri de 7 Ekim’de verildi. Önce Muş Varto’da sonra Amed ve sonra Bakurê Kürdistan’ın neredeyse her yerinde şehitler düşüyor. Halk ise şehitlerini yerden kaldırıp serhildana devam ediyordu. Devletin tankı, topu yetmeyince her zaman olduğu gibi korucu ve kontralarını yardıma çağırdı. Hizbulkontra tarihsel ihanetçi rolü çerçevesinde başroldeydi. Aynı zihniyeti paylaştığı DAİŞ Kobani’ye nasıl faşist TC emri ile saldırıyorse Hizbulkontra’da aynı şekilde Bakur’da saldırıyordu. Devlet tank ve topu ile kıramadığı iradeyi bu işbirlikçi kontraların kıracağını düşünüyordu. Ayaklanan halka saldırdılar. Fakat sonuç aynıydı, serhildan durmayacaktı.
Bakurê Kürdistan’ın her yeri ayaktaydı. Serhildanın artık toplumsal kültür haline gelen kentlerde ayaktaydı, daha önce bu çapta sokağa çıkılmayan kentler de. Sokaklarda ateşler yanıyor, ateşin başlarında serhildan govendleri tutuluyordu. Bakurê Kürdistan özgürlük havasını soluyor, direnişin yüceliği ile gururlanıyordu. Bazı simge görüntülerde hafızalara kazındı. 7-8 ay sonra özyönetim şiarı ile yine serhildana kalkacak olan Nisebina Rengin ve Cizra Botan’da yaşananlar Kobani serhildanlarının simgesi olacaktı. Kürdistan’ın parçalayan sınır telleri Cizir ve Nisêbin’de halkın ayakları altında parçalanacaktı. Sınır tellerini ortadan kaldırmaya koşan halk sömürgecilere Kürdistan’ın birliğini gösteriyordu. Sınır duvarları, teller, sınır kapıları devletlerin bu ülkesi halkındı. Hiçbir güç bu gerçeği değiştiremezdi. Kobani serhildanları bunu bir kez daha kanıtlamıştı.
Serhildanlar Önder APO’nun çağrısı ile başladı yine onun çağrısı 9 Ekim tarihinde sonlandı. Bazı yerlerde bir hafta süren 6-7-8 Ekim tarihleri ile özdeşleşen Kobani serhildanları kazandı. 47 şehit vererek, onlarca tutuklu ve işkence gören binlerin emeği ile kazandı, Kobani serhildanları. 1 Kasım’da tüm dünyada halkların ayağa kalkmasının işaret fişeği olarak kazandı. Türk devletinin DAİŞ’i nasıl desteklediğini herkese göstererek kazandı. DAİŞ’e karşı uluslararası güçlerin harekete geçmesini sağlayarak kazandı. Ama herşeyden çok ne olursa olsun Kürt halkının kendi ülkesinde Önderliği ile özgür yaşamı kurana dek durmayacağını dost ve düşmanın aklına kazıyarak kazandı. Kürt halkı bir sınava tabi tutulmuştu ve bu sınavdan serhildana kalkarak alnı ak biçimde çıktı.
Türk devleti bu iradeyi gördü ve bu irade de kendi çöküşünü gördü. Bunun için serhildanların hemen ardından güncellenmiş soykırım planı olan Çökertme Planını hazırladı. Kobani direnişi ve Kobani serhildanları Türk faşizminin kabusu oldu ve bu kabus hala da canlıdır. Kürt siyasetçilerini onlarca yıl cezalarla zindanlara atması bu korkunun ne kadar büyük olduğunu kısa bir süre önce tekrar gösterdi. Yıllardır küçük büyük her eyleme vahşetle saldırısı Türk devletinin faşistliğinin eseri olduğu gibi serhildanlardan ne kadar korktuğunun da göstergesidir.
Korkmakta haklılar çünkü onuncu yılını geride bıraktığımız Kobani serhildanları Türk faşizminin er geç yenileceğinin ve Kürdistan’ın özgür olacağının kanıtıdır. Ve bugün de Kürt halkına direnmenin yaşamak oluğunu ve direnerek kazanılacağını öğretmektedir.
Kendal BAGOK