02 Şubat 2016 Salı Saat 08:34
Belki de bugün dünyanın her
tarafından çeşitli kimliklere ait önemli sayıda insan Ortadoğu’da Neler Oluyor?
Sorusunu soruyor ve yanıtını arıyor bizlerde birlikte bu soruya yanıt bulmaya
çalışacağız.
Bunun için de Ortadoğu’da
geliştirilmek istenen Yeşil Kuşak Projesinden tutun, İran devrimine,
Talibanların Afganistan’da ABD ve Suudiler tarafından yönetime getirilmesine,
Türk İslam sentezli 12 Eylül askeri faşist darbesi ile İran-Irak savaşı ve
Körfez savaşını irdeleyerek bulduğumuz cevaplarla giderek Ortadoğu’nun bu
gününe bakmaya çalışacağız.
Ortadoğu’nun bu gününü
anlayabilmek için de ikiz Kuleleri, Irak’ın işgalini, Saddam’ın idamını- Arap
baharını, Kaddafi’nin hazin sonunu, ABD büyükelçiliğine karşı hem de ABD’nin
verdiği silahlarla yapılan saldırıyı, Müslüman Kardeşlerin kısa süreli
iktidarını, Suudi-ABD destekli Sisi askeri darbesini, Erdoğan-Gülen ittifakının
çok kötü bir şekilde bozulmasını, İran’a karşı uygulanan ambargoyu ve Nükleer
silahlar konusunda yapılan anlaşmanın arkasından İran’ın yıldızının yeniden
parlamasını, Suriye’de Libya’da
yaşatılanların aynısının tekrarlanması üzerinden dışarıdan beslemeli bir
muhalefetin üretilmesini ele alacağız.
Bütün bu olan bitenler
arasında, Rojava Kürdistan gerçekliğini, bu gerçeğe karşı koçbaşı gibi öne
sürülen DAİŞ çeteciliğini, DAİŞ’e karşı mücadeleyi, Şengal -Kobani
Direnişlerini, Kerkük-Musul merkezli olarak gelişen yoğun bir savaş ve
Sünni-Şii çatışmasına neden olabilecek fay hattını ve Yemen’de Husilerin
devreye girişini de analiz etmeye çalışacağız.
Son olarak, analizimizin
yerli yerine oturması için de ABD öncülüklü Koalisyon Güçlerini, İran-Rusya,
Suriye-Irak ittifakını, Suudi, Katar ve Türkiye’nin başını çektiği, içine
KDP’yi de dahil ettiği 32 ülkeden oluşan Sünni Bloğu ve giderek artan
gerginliği, derinleşen çelişki ile beraber bölgedeki çelişki-çatışma ve kaos
ortamında huzura erebileceğini sanarak ona göre politika üreten İsrail’i,
Suriye’de düşürülen Rus uçağını, Avrupa’ya Türkiye eliyle ihraç edilen terör ve
toplu kıyımların yanı sıra Suriyeli göçmenlerin yine TC tarafından neredeyse
bir nükleer silah gibi tehdit aracı olarak kullanılmasını, Kuzey Kürdistan’da
yoğunlaşan savaşı, yükselen siyasal İslam- yükselen özyönetim ve Demokratik
Ortadoğu Projesini inceleyerek bitireceğiz.
Yukarıda belirtiklerimiz
bugünkü Ortadoğu’nun basit bir resmini çiziyor. Milyonlarca göçmen, harabeye
dönmüş şehirler, açlık- hastalık, soğuk, kar marjları giderek yükselen silah
tekelleri ve kentsel dönüşüm projesi adı altında kazanılacak servetler de bu
resmin bir başka yüzü olmaktadır. Yani Ortadoğu tarihin birçok kesitinde olduğu
gibi yeni bir sürece girişin ağır sancılarını çekiyor.
Bugüne ışık olması açısından Ortadoğu’nun dününe kısa
bir bakış
Bölge, insanlık tarihi
açısından kader belirleyici bir role sahip olmuştur. Semitik ve Aryenik
dil-kültür toplulukları bu kader belirleyicilikte merkezi rol oynamışlardır.
İnsan yapımı olan maddi ve manevi değerlerin ilklerinin önemli bir bölümü bu
coğrafya da insanlığın hizmetine girmiş ya da başına bela olmuştur. İlk tarım
bu coğrafyada yapılmış, ilk hayvan burada evcilleştirilmiştir. Adına tarım-köy
devrimi denilen neolitik, tanrıçaların elleri üzerinde yükselerek insanlığın
başına taç olmuştur. Toplumsallık, komünalite, demokrasi, doğa ile uyumlu
yaşam, ahlaki-politik toplum ve kadın özgürlüğü gibi değerler bu coğrafyanın
insanlığa sunduğu özgürlük ağacının meyveleri olmuştur. Tarihin ilk zanaatçısı,
ilk büyücüsü, rahibi, yöneticisi, savaşçısı bu coğrafyada tarih sahnesine arz ı
endam etmiştir. Tanrılar ilk kez bu coğrafya da tapınak odalarına taş ya da
ağaç heykeller olarak konulmuş ve oradan da zamansız-mekânsız- şekilsiz bir ruh
olarak göklere yükseltilmiştir. Kentler, surlar, kent devletleri, hanedanlıklar,
krallıklar, imparatorluklar ilk bu coğrafya da inşa edilmiştir. Sınıflar,
tüccarlar, ordular, bürokratlar, kanunlar ve devasa boyutlarda inşaatlar adeta
insanlığı ezmek için buradayım dercesine göklere yükselmiştir. Gemiler ilk bu
coğrafya da ırmaklara-göllere, denizlere indirilmiştir. İlk dil öbekleri yine
bu coğrafyada oluşurken, yazı burada insanlığın hizmetine sokulmuştur. Adına astronomi denilen göklerin dili ilk bu
coğrafya da çözülmüştür. Tekerlek ilk bu coğrafyada dönmüş ve para tedavüle ilk
burada girmiştir. Kadın, ilk ezilen sınıf ve sömürge ulus olarak bu mekanda
karılaştırılmıştır. Oradan da tüm toplumun karılaştırılmasına geçilmiştir.
Artık üründen artı değere dönüşüm, değişim değeri ve metalaşma, sömürü….. Bu
mekanda insanlığın başına bela edilerek yabancılaşmanın temelleri atılmıştır.
Adına feodal ya da kölecilik ne denilirse denilsin, ilk sınıf savaşımları, yurt
savunmaları, etnik ya da inanç direnişleri uygarlığa karşı demokratik uygarlık
unsurları olarak ilk bu coğrafyadan dünyaya yayılmıştır.
Uygarlık unsurları daha çok
maddileştikçe, maddi-manevi doğal ve başta insan olmak üzere insan yapımı tüm
değerler daha çok metalaştıkça, peygamberler önderliğinde insanlığın
ahlaki-vicdanı ölçüleri, bu topraklarda Zerdüştilik ve İbrahimi tek tanrılı
dinler olarak ayağa kalkmıştır. İşte bugün her türden çelişkinin kıyasıya
çatıştığı, acımasız cinayetlerin ve canilerin devreye girdiği bu coğrafyada
tarihe böyle girilmiştir.
Dünyaya açılmak isteyen tüm güçlerin zorunlu uğrak
merkezi
Bu bölgenin insan yaratımı
maddi ve manevi değerlerin açığa çıkmasında ve hem toplumculuğu hem de toplum
dışılığı üretmesinde oynamış olduğu rol kadar coğrafi durumunun yanı sıra doğal
zenginlikleri açısından da stratejik bir yeri olduğu bilinmektedir. Bu coğrafya
Kafkasya’dan Hint Okyanusuna, Akdeniz kıyılarından Avrupa ve Afrika’nın olduğu
kadar Asya’nın da derinliklerine uzanan yol hattında bulunmaktadır. Yani
dünyaya açılmak isteyen tüm güçlerin zorunlu uğrak merkezi olmaktadır. Diğer
yandan iklimi, bitki örtüsü kadar yer
altı zenginlik kaynakları da oldukça iştah kabartıcıdır. Bu nedenle de önce
tüccarların, bilim insanlarının uğradığı bu coğrafyayı nalları altında çiğneyen
devasa ordular ve onlara hükmeden cihan imparatorları hiç eksik olmamıştır.
Bunun için de bu coğrafya hep talan edilmiş, yıkılmış-yakılmış, halkı
katledilmiş, köleleştirilmiş ya da sürgüne uğratılmıştır. Sadece resmi devlet
orduları değil özel kurulmuş cinayet birlikleri tarafından da insanlığından
utanır hale getirilmek istenmiştir. Yani öyle görülüyor ki uygarlık tarihi
boyunca bu coğrafyanın kaderinde hep Ak denizde- Ege denizinde boğulmak, zulüm
görmek ve insan kellerinden kaleler yapılmak varmış. Doğal olarak da büyük
acılar büyük umutlara ve büyük direnişlere vesile olmuş. Bugün olan da budur….
Yahudi-Hıristiyan çelişkileri, tarikatlarla devletçi
İslam bölge kaderinde önemli rol oynamış ve oynamaya da devam etmektedir
Bu topraklarda uygarlığın
geliştirmek istediği ahlaksızlık karşısında Zerdüşt inancının ve ona bağlı
olarak da Babil zulmünün karşısında İbrahimi dinlerin tohumları atılmıştır.
Mısır firavunluk sistemi Museviliği doğururken Babil sürgünleri de Kitab ı
Mukaddesi kaleme almıştır. Roma zulmüne ve işbirlikçi Yahudiliğe karşı ezilen,
direnen yoksulların önderi İsa ve İsevilik ortaya çıkarken ömrünü doldurmuş
Bizans ve Sasanilerin arasındaki çelişkilerden de yararlanarak varlığını
sürdüren yerel egemenlerin baskısına karşı Hz. Muhammed ve İslamı yeni bir
peygamber ve dünya dini olarak kendini var etmiştir. Bu biçimiyle sadece etnik
değil inanç kimliklerinin de yerden mantar biter gibi bittiği ve sadece
savaşçıların değil tanrıların da cirit attığı bu bölgede mezhep-tarikat
savaşları da egemenlik kurma ya da sınıf savaşımlarının hem de çok acımasız bir
biçimi olarak gelişmiştir. Haçlı seferleri bunun en uzun soluklu ve kanlı
örneği olmuştur. Yahudi-Hıristiyan
çelişkileri, Kudüs seferleri, farklı inanç grupları, mezhep ve tarikatlarla
devletçi İslam arasında yürütülen savaşlar da bölge kaderinde önemli rol
oynamıştır ve oynamaya da devam etmektedir.
Soykırım ve mülteci trajedisi bölgenin yakasından
halen düşmemiştir
Êzidilerin yaşadığı 73 Ferman
da bu durumun bölgedeki önemli göstergesi olmuştur. Ermeni soykırımı, Rumların
Anadolu’dan kovulması böylesi bir tarihsel mirasın önemli arka planı
olmaktadır. Elbette var olan bir şeylere karşı çıkılması savaş- yıkım- acı, daha
fazla ölüm ya da köle anlamına gelmektedir. Ortadoğu tarihi boyunca hep bunu
yaşamıştır. DAİŞ tarafından kaçırılarak başta genç kadın ve çocuklar olmak
üzere Şengalli Ezidilerin köle pazarlarına sürülmesi, mülteci krizi adı altında
Ege ve Akdeniz’de yaşanan insanlık dramı da bu trajedinin bölgenin yakasından
halen düşmediğinin bir göstergesi olmaktadır.
Bölgede maddi uygarlığı hakim kılma çabaları
17-18. yüzyıllarla birlikte
bölge üzerinden giderek egemen olmaya başlayan başta İngilizler olmak üzere Avrupalı
güçler, bölgede maddi uygarlığın tüm göstergelerini hakim kılmak için İslam’ı
en etkin bir şekilde kullanmanın arayışı içine girmiştir. Suudi ailesinin de
içinde yer aldığı Vahabi tarikatı özel olarak İngilizler tarafından beslenerek
bölge insanının başına bela haline getirilmiştir. Balkanlarda da ulus-devlet
eksenli bağımsızlık hareketlerini besleyen ya da destekleyen İngiltere
Yunanistan’ın Osmanlıdan kopmasını sağlamıştır. Osmanlıda bu gelişmeler
karşısında idari, askeri vb. alanlarda önemli değişimler de yaşanmaya başlamış
Tanzimat fermanı ile yeni bir sürece yarı sömürge dönemine geçilmiştir. Diğer
yandan Suudi Arabistan da ve Arap dünyasında Vahabilikle Osmanlıyı sınırlamak
isteyen İngiltere Mısır Hidivliğini işgal ederek Kuzey Afrika kapılarını
İngiliz sömürgeciliğine aralamıştır.
Giderek güçten düşen ve hasta adam diye nitelendirilen Osmanlı,
Abdulhamit’le 33 yıl boyunca adeta can çekişen adeta koma durumunda
kalmıştır. O nedenle de o dönemin
Osmanlısına “Hasta Adam denilmiştir.
1900’lü yılların başına
göstermelik de olsa Osmanlı egemenliğinde giren bölgenin önemli bir bölümü yeni
dengeler ve hakimiyet savaşlarına tanık olmaya başlamıştır. Aynı zamanda
dünyanın genelinde yaşanan yeniden paylaşım savaşı da adım adım kendisini
hissettirmektedir.
Skyes-Picot antlaşmasıyla bölgenin siyasal çehresi
tümden değişmiştir
Son 200 yıldır bölgede
etkinlik mücadelesini yürüten İngiliz-Fransız ve Rus egemenlerinin yanında
Almanların da taze-dinamik güç olarak devreye girmesi ve buna bağlı olarak
hızlı bir şekilde bloklaşmaların da oluşması bölge üzerindeki paylaşımı daha
şiddetlendirmiştir. Bu durum Japon-Rus savaşı kadar Osmanlıda yaşanan İttihat
Terakki darbesiyle sultan Abdülhamit’in tahtan indirilmesiyle yeni ve dönülmez
bir safhaya evirilmiştir. Almanya’nın da teşvik ve desteğiyle Japonlar
üzerinden Ruslar zayıflatılarak bölgedeki hakimiyet mücadelesinden
uzaklaştırılmak istenirken, İttihat terakki darbesiyle de Almanya “Doğuya
Açılım projesi çerçevesinde Osmanlı üzerindeki tartışılmaz egemenliğini göstermiştir.
Buna karşı da İngiliz-Fransız-Rus merkezli İttilaf devletleri bloğu oluşmuştur.
Oluşan yeni güç dengeleri ve bloklaşmalar ilk meyvesini Balkanlarda ve Arap
dünyasında vermeye başlamıştır. Vahabi tarikatının çekirdeği olan Suudi ailesi
öncülüğünde Yemende İngiliz destekli olarak yürütülen savaş 1915 yılında belli
bir sonuca ulaşırken, Osmanlı bayraklı Alman gemilerinin Karadeniz’de Rus
filolarına saldırmasıyla birlikte Osmanlı da İttifak devletlerinin yanında
dünya savaşının içine girmiştir.
Bu savaş, galiplerinin ya da
mağluplarının durumlarının dışında esas olarak Ortadoğu da yeni bir düzenleme
anlamına gelmiştir. 1916 yılında İngiltere ve Fransa’nın Londra da gizli olarak
imzaladığı Skyes-Picot antlaşmasıyla bölgenin siyasal çehresi tümden değişmiştir.
Daha savaşın bitmesine iki yıldan fazla bir zaman varken ve kimin mağlup ya da
galip olduğu belli değilken imzalanan bu antlaşma ile Osmanlı başta olmak üzere
tüm bölgenin kaderini belirlenmiştir.
Sevr Antlaşması
Buna göre İngiliz ve Fransız etkinlik
ya da egemenlik sahasına göre Arapların ülkesi 22 devlete bölünmüştür. Kürtlerin de aktif desteğini alarak
başlatılan ulusal kurtuluş savaşıyla bugünkü TC sınırları ancak
korunabilmiştir. Aksi durumda Sevr’de imzalanan şartların uygulanılması kaçınılmazdır.
Bu konuda Kürtler, Türklere yeni bir kardeşlik eli uzatmayı kendileri için daha
uygun görmüştür. 1917 Ekim devrimi ile savaştan çekilen Sovyetler Birliği
sosyalist anavatanın savunulması dışında bir savaş içine girmezken gizli
antlaşmaları deşifre etmiştir.
Wilson Prensipleri
1917 yılının başında itilaf
devletlerinin yanında savaşa giren ABD, 1918 yılının başında Wilson Prensipleri
adı altında bir ‘barış’ bildirgesi yayınlamıştır. Bu bildirge“Ulusların Kendi
kaderlerini Tayin Hakkı çerçevesinde bölge için bazı önermeleri de içermiştir.
1926 Ankara Antlaşması
Osmanlının şimdiki TC
sınırları içine sıkıştırılma çabaları 1926 Ankara antlaşmasıyla son biçimine
kavuşmuştur. Bu antlaşma aynı zamanda Kürdistan’ın dört parçalı haritasının da
son yüz yıllık şekli olmuştur. Bu antlaşma Musul-Kerkük petrollerinin
paylaşımını esas almıştır. İngiltere bu
antlaşmayla TC’nin Misak- ı Milli projesinin de önüne geçmiştir. Bu şekilde 1.
paylaşım savaşı sonrası bölge haritası yeniden çizilirken özel olarak Cemal
Abdul Nasır çizgisinin olası bir Arap birlikteliği hayali de sınır çatışmaları
adı altında kanlı kavgalara dönüştürülmüştür. Artık bölgenin yeni efendileri
vardır. Bol sayıdaki Arap devletlerinin gerçek efendileri de onlardır.
İngiltere ve Fransa….
Almanya’nın doğuya açılım
projesi çökmüştür. Osmanlının sonu gelmiş Alman atına binerek güya doğuya
açılmak isteyen Turancılık ve Pan İslamizm suya düşmüştür. Geriye en büyük
destek güç olan Kürtlere verilen sözlerin tutulması ile Misak-ı Milli sınırlarının
korunması sağlama alınacakken aksi yapılarak Kürtlere Soykırım dayatılmıştır.
Bugüne kadar da bu soykırım ve inkar politikası en etkili bir şekilde
yürütülmüştür. Yani yeni Cumhuriyet baltayı kendi ayağına vurmuştur. Vurmaya da
devam etmektedir.
Yüz yıl sonra Bugün Ortadoğu
Yaklaşık yüzyıl sonra bugün
de bölgede efendiler arasında yürütülen paylaşım savaşı yeni dengeler üzerinden
ve yeni projeler adı altında sürdürülmeye devam etmektedir. Yani tüm veriler
bir üçüncü dünya savaşına işaret etmektedir. Esas olarak bu savaşta İngilizlerin
kurduğu denge ve bu dengelerin üzerinde yürütülen politikalar, oluşturulan
statüler tuzla buz olmuş gibi görünmektedir.
Paylaşım savaşının yarattığı sonuçlar
Birinci Dünya savaşının
sonlarına doğru itilaf devletleri arasında yer alan ABD aynı zamanda dünyada
yeni efendilik savaşına da talip olduğunu gösteriyordu. Wilson Prensipleri bu
iddianın da bir göstergesiydi. Diğer yandan Rus çarlığına son veren Sovyet
Devrimi içerdeki tüm saldırıları püskürterek dünya ve bölge halklarına ilham
kaynağı olarak bölgedeki temel aktörlerin içinde yer alıyordu. Almanya
yenilmişti. Ama 1930’lu yıllarla birlikte dünyaya yeni bir paylaşım savaşını
dayatıyordu. İspanya iç savaşı, Japonya’nın Çin’i işgali ve Uzak doğudaki
askeri hareketliliği Türkiye’de gelişen Alman hayranlığı(İttihat-terakki’den
kalmış olsa gerek. İsmet İnönü ve çalışma arkadaşlarının birçoğu aynı zamanda
eski ittihatçılardı.) ve Faşist İtalya ile geliştirilen ilişkiler bölgede yeni
denge arayışlarının da habercisi oluyordu. Esas olarak eski itilaf ve ittifak
güçleri yeniden yarım kalmış bir oyunu tamamlamak için 2. paylaşım savaşına
girişti. Sonuçta eski mağluplar tekrar yenildi. Türkiye bu savaşta sözde
tarafsız kaldı. Ama Alman savaş sanayinin demir rezervleri savaş boyunca
Türkiye üzerinden sağlandı. Almanya’dan kaçırılan önemli miktar Yahudi serveti
Türkiye’de depolandı. Şimdiki TC-DAİŞ ilişkisine benziyor. Milli şef İsmet Paşa
o ilişkiyi hep reddetti ve savaş bittikten sonra Almanya karşısında savaşa
girme kararını açıkladı. Şimdi de yeni Osmanlı Sultan’ı benzeri bir durumu DAİŞ
karşısında yaşamaktadır. Faşizme karşı adeta tüm insanlık rejim farkına
bakmaksızın dünya çapında bir cephe oluşturdu. Şimdi de DAİŞ’e karşı böyle bir
durum yaşanmaktadır. Sonuçta bu cephe öncülüğünde geliştirilen savaş ve
sosyalistlerin kahramanca direnişi sonucu insanlık kazandı. Demokrasi
güçlerinin eseri olan bu kazanım bölgede yeni bir durum yarattı. Faşizmin
toplama kamplarında çekilen acıların ve savaş boyunca yaşanan katliamların bir
bedeli anlamında Filistin topraklarında İsrail adı altında 1948 yılında bir
Yahudi devleti kuruldu. Bu Musevilerin tarihte ikinci kez Kenan ellerini işgal
etmesiydi. Birinci işgalin arkasından defalarca buralardan kovulan Yahudilere
şans gülüyordu. Çünkü şimdi mevcut dünya dengeleri ve Yahudi sermayesinin gücü
bu işgalin ne pahasına olursa olsun kalıcı olacağını gösteriyordu. Kaldı ki
dünyanın yeni efendisi olan ABD’nin bölgedeki çıkarları İsrail devletinin
kalıcı olmasını gerektiriyordu. Yani İsrail, Akdeniz’in doğu kapısına bağlanmış
bir köpek gibi duruyordu. Yeni kurulan
dengeler içinde Sovyetlerin bölgede yayılmasının önüne geçmesinin bir yolu da
NATO’ya alınan TC’nin de aynı rolü üslenmesi gerekiyordu. O nedenle Türk
devleti de Sovyetlerin Karadeniz ve Kafkas kapılarına bağlanmış köpek olma
rolünü üslenerek İsrail’le kader birliğini imzalamış oldu.
Soğuk savaş politikalarının
Yeşil Kuşak projesi ile tamamlanması
İran Şahlığını da kapısına
bağlayan ABD, Pakistan-Afganistan da içinde olmak üzere bölgede Bağdat Paktı,
CEATO gibi ekonomik-siyasal oluşumlara yöneldi. Aslında ABD’nin bu örgütlenmesi
bölgenin de siyasal haritasının genişlemesine neden oldu. Yani coğrafik olarak
olmasa bile siyasal olarak Pakistan ve Afganistan da birer Ortadoğu ülkesi
oluyordu. Böylece Sovyet tehdidini aşmak için kuşatma önemli oranda tamamlanmış
oluyordu. Soğuk savaş politikalarının Yeşil Kuşak projesi ile tamamlanması
sonucunda İslam’ın daha kapsamlı bir şekilde siyasallaştırılması, komünist
tehlikeye karşı radikalleştirilmesi öncelikli atılan adımlar anlamına
geliyordu. Artık zengin petrol yatakları üzerine oturmuş olan bölge çok etkin
mezhep savaşları üzerinden tüketilmeye hazırlanırken Sovyet etkisinin kırılması
içinde radikal İslami örgütler yaratılıyordu. Bu bir NATO projesiydi. Esas
olarak ABD siyaset ve istihbarat mühendisleri tarafından tasarlanmıştır. El
Kaide, Taliban bunun en açık örnekleridir. ABD tasarımlı ve Suudi sermayeli bu
icatlar en sonunda kendi yaratıcısını da vuracak Bumeranglara dönüşecekti.
Yeşil kuşakta gedik
Yeşil Kuşak boşluğundan İran
İslam devrimi doğdu. Bu kuşağı güney sınırından Afgan İşgaliyle Sovyet işgali
yıkmaya çalıştı. Yeşil kuşakta gedik açılmıştı. Kürdistan’da gelişen özgürlük
mücadelesi ve Türkiye devrimci- demokratik muhalefeti TC’nin geleceğini tehdit
eder boyutlara geldiği için Pentagon-NATO tasarımlı ve Yeşil Kuşak patentli 12
Eylül darbesi gelişti. Irak İran’a saldırtıldı. Afganistan’da Taliban harekatı
başlatılarak Sovyet varlığına son verildi. 1952’lerden beri Sovyetlere yakın
duran Mısır yeni dönem politikalarına uygun hale getirilerek tümden ABD
çizgisine çekildi. Suudi Sermayesi bölgedeki tüm emperyalist uygulamaların
finansörlüğünü yapıyordu.
“Yeni Dünya Düzeni projesi
Sovyetlerde aynı dönemde
ciddi değişim sürecini yaşıyordu. Glastnost-Prestroika (Açıklık ve yeniden
yapılanma) politikalarıyla çöküşe doğru giden Sovyet sistemi ilk darbelerini
Varşova paktı ülkelerinde yedi. 90larla birlikte geriye NATO ya ve Avrupa
Birliğine üyelik kuyruğuna giren eski Varşova ve COMECON üyeleri kalmıştı.
Böylece Ortadoğu’dan etkili bir aktör silinmiş oluyordu. ABD buna “Yeni Dünya
Düzeni projesi ile karşılık verdi. Irak’ın Kuveyt’i işgalini bahane ederek
Birinci Körfez savaşını başlattı. İran’a karşı destekleyerek saldırttığı
Saddam’ı hedef tahtasına koyarak yeni bölgesel düzende nelere karşı olunacağını
ortaya koydu. Bu savaş sonucunda Güney Kürdistan’ı koruması altına alarak Güney
Kürdistan Hükümetinin oluşumunu destekledi. Bu yeni bir durum idi. Bu yeni
durum ile Güney Kürdistan Hükümetinin ilk eylemi TC ile birlikte PKK ye
saldırmak oldu. Bu da içinde işbirlikçi Kürtlerin de yer alacağı yeni bölgesel
denklemlere işaret ediyordu. ABD tasarımlı, Suudi finans destekli, içinde KDP
üzerinden işbirlikçi Kürdün de yer aldığı, TC ortaklı bir blok oluşuyordu. Ve
blok içinde İsrail’in de etkin olarak yer aldığı her geçen zaman dilimi içinde
daha çok açığa çıkıyordu.
Uluslararası komplo
1998 Washington ve Londra
görüşmeleri ile 9 Ekim komplosu devreye sokularak Suriye üzerinden yeni bir
dünya savaşının fitili ateşlenmek istendi. Bölgenin yeni dizaynında rol
oynayacak güçler buna göre hazırlıklarını yaparak Suriye’yi baskı altına aldı.
Kürt Halk Önderi’nin öngörüsü sayesinde yapılan planlar bozuldu. Ama
Uluslararası komplo Kürt Halk Önderi’nin esaretiyle sonuçlandı. Tehlike bölgesel
bir savaş olasılığından geriye doğru çekilirken Kürdistan’da KDP ve Barzani
ailesi öncülüklü yeni bir Önderlik kültü yaratılmak istendi. Bunun için PKK ye
ömür biçildi. Artık Kürtler işbirlikçilik elbisesiyle bölge çapında yeni bir
İsrail rolü üslenecekti ve İsrail bölgedeki yalnızlığından kurtulacak ve
güvenliğini her zamankinden fazla sağlama alacaktı. O nedenle Uluslararası
komploda en önemli rollerden birisi de İsrail’e düşüyordu. Türkiye bu komploda
sadece Önderliğin esaret altında tutulduğu ülke olurken aynı zamanda yeni
Kürdistan fikrine alıştırılma sürecine konulacaktı ya da uzun bir zamana
yayılan Kürt-Türk savaşına sahne olacaktı. Her iki durum da ABD ve İsrail’in
işine geliyordu. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Suriye üzerinden bölgesel bir
savaş çıkmadı, Kürt Halk Önderinin öngörüsü sayesinde attığı adımlarla
Türk-Kürt savaşı da çıkmadı. Savaşın merkezi Afganistan ve Irak’a kaydı. Büyük Ortadoğu projesiyle ABD, Türkiye’yi de
eşbaşkanlık sıfatıyla yeni dünya savaşı içine çekti. Bunun için AKP-Cemaat
hükümetini oluşturdu. İkiz Kuleler saldırısı sonrası radikal İslama yönelen ABD
yeşil kuşakta ılımlı İslam dönemini başlattı. Türkiye bir model ülke olarak ele
alındı ve cemaat adına açılan okul, hastahane, ticarethane vb. yoluyla tüm
İslam dünyasında kendisini kurumlaştırma imtiyazını kazandı.
Yeni Osmanlıcılık projesi
Ilımlı İslam modeli ile İslam
dünyasına giren ve Ergenekon operasyonlarıyla devleti ele geçiren yeni hükümet
Yeni Osmanlıcılık projesiyle kendi egemenlik sahasını yaratmaya yöneldi. Irak, Suriye,
Mısır, Libya gibi ülkeler üzerinden bölgesel politikalar geliştirmeye başladı.
Kürt karşıtlığı üzerinde İran’a yaklaştı. İsrail ile ilişkilerini bozdu. Irak
içinde sonradan DAİŞ’e dönüşecek olan radikal muhalefetin oluşmasında ve
geliştirilmesinde rol oynadı. Yeni Osmanlıcı Türkiye bu yolda ilerlerken
gelişen “Arap Baharı olayları ile yeni fırsatlar yaratmanın arayışı içine
girdi. Libya’da NATO operasyonları için üs vererek batı yapımı radikal grupları
destekledi. Kaddafi’nin devrilmesinde rol oynadı. TOKİ üzerinden yıkılan
Libya’yı yeniden inşa edeceğini ve Libya petrollerinden pay alacağını sandı ama
olmadı. Mısır’da Müslüman Kardeşleri destekledi. Onunla bölgesel düzlemde yeni
bir egemenlik alanı yaratabileceğini sandı ama Suudi ve ABD destekli bir darbe
ile Sisi işbaşına geldi yeni Osmanlı projesi o cephede de yara aldı. İran ile
nükleer görüşmelerin olumlu sonuçlanması da yeni Osmanlıların önemli bir
oyununu boşa çıkardı. Bu süreç içinde ABD ve batı politikalarıyla ters düşen
Erdoğan ve AKP’si ile ortak olan Cemaat ortaklığı bozuldu. Bu durum bölge
politikalarında batı ile Erdoğan kliğinin arasında sorun olduğunun bir
göstergesi olmaktadır.
Suriye’de Libya benzeri
oluşturulan suni bir muhalefet üzerinden çıkarılan iç savaş bölgesel
gelişmelerde önemli bir dönüm noktası oldu. O zamana kadar bölgede siyasetinde
çok pasif olan Rusya aktif olarak devreye girdi. Irak’ta ve Lübnan’da daha
aktif olan İran, Suriye’de de askeri varlığını artırdı. Esat’ın devrilmesi ve İslamî bir devlet
kurulması üzerine kurulan strateji Rojava’da ilk darbesini aldı. Güney
Kürdistan ve onun çizgisi dışında yeni bir oluşum ile Kürtler devreye
giriyordu. Bu yeni bir durumdu. Mısır-AKP ilişkileri ve Libya ABD
konsolosluğuna saldırı siyasal İslama yaklaşım konusunda yeni bir durum
yarattı. Mısır’da darbe oldu, Suriye de
ÖSO devre dışı kaldı. Suriye muhalefeti adı altında sadece Türkiye’nin
desteklediği faşist çeteler kaldı. Ve bunlar da esas olarak Rojava’da oluşan
Kürdistan’a karşı savaş yürüterek ilerde TC’nin müdahalesine zemin sunacak bir
oluşum yaratma arayışı içine girdi. Bu Yeni Osmanlıların Halep-Musul hattında
gerçekleştirmek istediği bir rüya idi. Böylece yeni Sultanlık zengin petrol
yataklarıyla Osmanlılar gibi olmasa bile onlar kadar etkili olacak bir güç olma
arayışını zorladı. Bunun için de Skyes-Picot sınırlarının aşılması gerekirdi.
DAİŞ bunun için harekete geçirildi. Misak-ı Milli Kürt bölgesi ile ilgili
olduğu için DAİŞ esas olarak Rojava ve Musul-Kerkük hattında saldırıya geçti.
Bu durum Büyük Ortadoğu projesinin yara alması ve sadece asker olarak ele
alınan bir gücün kendisini yeni duruma ortak etmesi anlamına geliyordu ki,
batılı güçler bunu kabul etmedi. O nedenle DAİŞ’e karşı mücadele de Rojava
devrimci güçlerini destekledi. Koalisyon güçlerinin hava saldırıları bundan
sonra başladı. TC’nin projesi Musul-Halep hattında hiç bir Kürt oluşumuna
müsaade etmemekti. DAİŞ’in Hewlêr ve Duhok’a doğrudan saldırıya geçmesi de bu
planın bir parçası idi.
Rusya’nın Suriye
politikasında aktifleşmesi ile Rusya’nın içi karıştırılarak bölgeden uzak
tutulmak istendi. Ukrayna sorunu böyle ortaya çıktı. Ama evdeki hesap burada da
tutmadı. Rus etkinliği daha da artmaya başladı.
Bölgede mezhepler üzerinden
yeni bir savaş dalgası Şii-Sünni
Diğer yandan Şii-Sünni
eksenli çelişkiler daha da derinleştirilerek İran eksenli yeni bir ağrılık
merkezinin önüne de geçilmek istendi. Başını Suudi ve TC’nin çektiği bu merkez
ile Yemen’e müdahale edildi. Yemen de İran etkisi kırılmak istendi. Böylece
Planlanan Musul operasyonu da İran tehlikesi nedeniyle bir başka zamana
ertelendi. DAİŞ’in Musul merkezli varlığı yeni bir Sünni oluşum için fırsata
dönüştürülmek istendiği için İran bu alandan da uzak tutulmak istendi. Ukrayna
da Rusları dize getiremeyen batı, Rus uçağının düşürülmesi nedeniyle saray
üzerinden savaşımını yürütmeyi esas aldı. TC’nin de istediği biraz da buydu.
Diğer yandan terörü Avrupa içine taşıyan ve mülteci krizi üzerinden batıyı
tehdit eden Türkiye bölgedeki yalnızlığını ve Kürtler karşısındaki
çaresizliğini aşmaya çalıştı. Bu politika üzerinden de Hem Başika’ya asker
çıkardı, hem Suudi Arabistan ve 32 ülkeyle anti terör Sünni koalisyonunu
oluşturdu. Böylece Hewlêr’de de elçilik açan Suudilerin PKK’ye karşı daha aktif
tutum alması da sağlanmış olacaktı. Suudi Arabistan ise İran Şii yayılması
tehdidine karşı kendisini korumaya alma arayışı içinde bulunuyordu. En son Şii
liderin Suudiler tarafından idam edilmesi ile Suudi-İran çelişkisi daha
derinleşmeye başladı. Bölge mezhepler
üzerinden yeni bir savaş dalgasıyla karşı karşıya iken Türkiye ve İsrail bu
durumu daha da derinleştirecek politikalar izleyerek çıkarlarını esas almayı
ummaktadır. O nedenle de son günlerde iki güç birbirine yakınlaşmaktadır.
Kıbrıs İsrail arasındaki
sularda bulunan zengin petrol yatakları ve bu petrolün batıya akıtılması
projesinde Türkiye’nin oynayabileceği rol ve Türkiye’nin petrol ihtiyacının
karşılanması gibi konular bu ilişkini gelişmesinde de önemli bir etkendir. Öyle
anlaşılıyor ki Rusya’nın Lazkiye yakınlarındaki giderek artan askeri varlığı da
bu durumla yakından ilgili gibi görünmektedir.
Yeni denklem
Şimdi Suriye’de küresel
aktörler DAİŞ’e karşı mücadelede Rojava’nın yanında gibi görünüyor. Bu güçler
TC’nin politikalarını benimsemiyor. Bu durum yeni Suriye’nin yapılanmasında
Kürtler açısından yeni bir durum anlamına geliyor. Cerablus sorunu Yeni Demokratik
Suriye güçlerinin planı çerçevesinde çözülürse Sarayın “Halep Rüyası sona
ereceğe benziyor. “Halep Rüyası sona ererken Kuzeyde ortaya çıkan özyönetim
direnişinin bu kazanımla birleşmesi Kuzey Kürdistan’ın da yeni denklemde etkin
bir pozisyona gelmesi anlamına geliyor. Böylece Güney üzerinden kurulan
emperyalist denklem ve Türkiye’nin hesapları suya düşecektir. Doğal olarak da
TC’nin bunu öyle kolay hazmetmesi beklenmemeli ve saldırıların şiddeti ile
Rojava’daki durum arasındaki bağlantı akıldan çıkarmamalı. Bu durum Güney
Kürdistan’da hayal kuran KDP için de
geçerlidir. Şengal işin sadece gerekçe boyutu olarak ortaya çıkıyor. Öyle
anlaşılıyor ki birinci dünya savaşında ancak Kürtlerin desteği ile bu
sınırlarını koruyan TC, dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olacağa
benziyor. Yani, Suriye- Irak dizayn edilecek diye beklerken ilk dizaynın
Türkiye de gerçekleşmesi ihtimali de yüksek gibi görünüyor. Yani Musul
rüyasıyla petrol zengini olmak isteyen Türkiye Raman’daki zenginlikleri de
kaybetme riskini taşıyor ve onun için azgınlaşarak saldırıyor.
İşte bu özellikleriyle genel
olarak bölge Aryenik toplulukların kadim halkı olan Kürtler öncülüğünde yeni
bir neolitik devrim sürecini yaşıyor. Adına demokratik ulus- demokratik
konfederalim ya da Rojava’da olduğu gibi Kantonal, Kuzey’de olduğu gibi
Özyönetim denilen mücadele ile tarihin başlangıcında gerçekleşen
ekolojik-demokratik, kadın özgürlükçü paradigmayı güncelleştiriyor. Bu özellikleriyle 20.
Yüzyılın başında gerçekleşen Sovyet Devriminin benzeri bir atılımla Demokratik
Ortadoğu projesinin yaşamsallaştırılmasının mücadelesini yürütüyor. Bu durum
sadece Kürtler ya da bölge halkları içn değil insanlık açısından da yeni bir
çığır anlamına gelecektir. Uygarlığın başlangıcından bu yana her türden çelişki,
dış tehdit ortamında kanla yoğrulan bu topraklarda, ilk cennet rüyası
görülmüştü. Zerdeştten, Hz İbrahime, Hz Musaya, Hz İsa ve HZ Muhammede kadar bu
cennet rüyası uykusundan uyanan bölge halkaları, şimdi büyük katliamların, acı
ve dehşet ortamının ortasında yeni bir rüyayla Demokratik Ulus rüyasıyla
uyanmaktadır. Tarihsel toplumun köklerinde beslenmiş ahlaki-politik toplum
kodları yeniden gün ışığına çıkıyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan,
insanlığın ahlaki değer yargılarının her türden ahlaksızlığa- toplum dışılığa
karşı savunulması için demokratik ulus mücadelesini önerirken işte bu tarihsel
mücadele pratiğine gönderme yapıyor. Bu
mücadele pratiğinde hiç bir konu hayal ürünü olarak üretilmiyor. PKK Önderi A. Öcalan’ın
“Bugün tarihin başlangıcında gizlidir öz deyişi bu anlamda ön açıcı oluyor.
Tarihin başlangıcında MED ler her türden zulme ve ahlaksızlığa karşı nasıl tüm
bölge halklarıyla birlikte ASUR’a karşı mücadele ederek YENİ GÜN’e ermişse
şimdi benzeri bir mücadeleyi güncelleyerek yürütüyor. Yani bugün Rojava’da,
Sur’ da Şengal’de, Nusaybin ve Cizre de yaşanan NEWROZ geleneğinin güncellenmesi anlamına
geliyor. O nedenle de Öz yönetim
mücadelesi aynı zamanda ÇAĞDAŞ MED HAREKETİ oluyor. O nedenle de Dehakların ve
işbirlikçilerin bu hareketi durdurmaya gücü yetmeyecektir. Onun için insanlık
belki gecikmeli olacak ama bu demokratik Ulus mücadelesi ve Önderi A. Öcalan’a
gerekli değeri mutlaka verecek ve destekleyecektir. Bugün “ Barış Bildirgesi
olarak yayımlanan manifestonun giderek etki alanının daraltılmasına Erdoğan ve
işbirlikçi Kürtler başta olmak üzere
kimsenin gücü yetmeyecektir. O nedenle tarihin demokrasi yürüyüşü 21.
Yüzyılın başında Demokratik ulusların yükselmesi olarak girecektir. Devletçi
uygarlık güçlerine karşı Konfederal yapılarla direnen bölge halkları bugün de
demokratik Ortadoğu Konfedaralizmi ile her türden gericiliğe, faşizme ve
halkları birbirine kırdırtma politikalarına karşı Eşitlik-özgürlük ve
demokrasinin teminatı olacaktır. O zaman Ortadoğulular Akdeniz’de, Ege’de boğulmaktan
kurtulacaktır. O zaman Ortadoğu, terör üreten bir coğrafya görünümünden
kurtulacaktır. İşte o zaman demokratik modernite güçleri insanlığın
toplumsallıktan geçtiğinin ne anlama geldiğini tüm dünyaya gösterecektir.
İşte bu temelde Uluslararası
komplo günlerinden Kadın Özgürlük mücadelesi ve Newroz günleri doğru giderken
demokratik ulus mücadelesinin ne anlama geldiğini ve Erdoğan Çetesinin DAİŞ’le
birlikte Kürt özgürlük hareketine saldırdığını doğru anlamak gerekmektedir.
Bölge neden barut fıçısına döndürülerek her tarafından patlatılıyor bunu doğru
okumak gerekir. Bu yanıyla da Demokratik ulus çerçevesinde tüm toplulukların
ortak yaşama şansını yükseltmek için mücadele etmek gerekir. Yoksa tarihte de
görüldüğü gibi Osmanlı rüyası sadece bir kabus olmaktan öteye gidemez.
Padişahların yaşamından yola çıkarak kişilik mühendisliği yapmakla da bir yere
varılamaz. Çünkü Osmanlı aynı zamanda bir zaman dilimine tekabül etmiştir. Ve o
zaman da geçmiştir. Şimdi İmparatorlukların, emperyal devletlerin değil demokratik
ulusların zamanıdır. Bunun yolu da öz yönetimlerden geçmektedir.
Sinan Şahin
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info – www.navendalekolin.com
0
21
JA
:” ”
:””
“Cambria”,”serif”
mso-ascii- Cambria
mso-hansi- Cambria
Bugüne ışık olması açısından Ortadoğu’nun dününe kısa
bir bakışDünyaya açılmak isteyen tüm güçlerin zorunlu uğrak
merkezi Yahudi-Hıristiyan çelişkileri, tarikatlarla devletçi
İslam bölge kaderinde önemli rol oynamış ve oynamaya da devam etmektedirSoykırım ve mülteci trajedisi bölgenin yakasından
halen düşmemiştirBölgede maddi uygarlığı hakim kılma çabalarıSkyes-Picot antlaşmasıyla bölgenin siyasal çehresi
tümden değişmiştirSevr AntlaşmasıWilson Prensipleri 1926 Ankara AntlaşmasıYüz yıl sonra Bugün OrtadoğuPaylaşım savaşının yarattığı sonuçlar Yeşil kuşakta gedik “Yeni Dünya Düzeni projesi Uluslararası komplo Yeni Osmanlıcılık projesiYeni denklem Sinan Şahin Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkeziwww.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info – www.navendalekolin.com