HABER MERKEZİ-Ortadoğu insanı sahip olduğu fırsatların yanı sıra hem konumu hem coğrafyasından kaynaklı belkide tarihinin en tehlikeli durumu ile de karşı karşıyadır. Doğa örtüsü ve zengin yeraltı kaynaklarının yanına Doğudan Batıya, Batıdan Doğuya tüm toprakların derinliklerine inen yol haritaları vardır. Bu nedenle de, yeni bir düzen oluşturmak isteyenlerin de Ortadoğu’da kendini hakim kılması gerekiyor. Savaşların bu bölge merkezli oluşunun temelinde bu özellikleri ve konumu vardır.
Bölgesel Bir Güç Olarak İran’ın Ortadoğu Politikası
Ortadoğu’da ve Avrasya’da önemli bir güç odağı olan İran’ın kuzeyinde Hazar denizi, güneyinde Basra ve Amman körfezi bulunmaktadır. Hürmüz Boğazı gibi bir suyun denetiminde olması birçok yönüyle avantaj sağlamaktadır. Zengin petrol ve doğal gaz yataklarına sahip olan İran, 1908’deki ilk keşiften günümüze kadar kuzey ve güney bölgelerinde 120’den fazla petrol ve doğalgaz sahası tespit edilmiştir. Yine Dünyanın toplam kanıtlanmış petrol rezervlerinin % 9,3’ü İran’da bulunmakta ve bu alanda dünyada dördüncü sırayı almaktadır. İran dış politikada enerji kartını aktif bir şekilde kullanmaktadır.
Avrasya’nın iki büyük gücü Rusya ve Çin’le yakınlığı olan, bölge ülkeleri Suriye ve Irak üzerindeki etkisi, Almanya’dan Latin Amerika’ya dek geniş bir coğrafyada 20 binden fazla paramiliter güçler yoluyla kendini örgütleyen İran’ın Ortadoğu’da önemli bölgesel bir güç olmasını sağlamıştır.
İranın Dış Politikasını Şekillendiren Olaylar
İran’ın tarihsel hafızasında ve dış siyasetinin şekillenmesinde 1. ve 2. Dünya Savaşlarında yaşadığı Rus ve İngiliz işgalleri etkili olmuştur. Ayrıca, milliyetçi, devletçi ve bağımsızlıkçı bir söylemle iktidara gelen Başbakan Musaddık’ın 1953’te “Ajax Operasyonu” olarak tarihe geçen darbeyle ABD ve İngiltere tarafından devrilmesi ve 1979 yılında İran’ın rejim değişimi de çok önemli gelişmelerdir.
1980 – 1988 yıllarında yaşanan ve 1 milyon insanın yaşamını yitirdiği İran – Irak Savaşı, 1991’deki Birinci Körfez Savaşı ve ardından ABD’nin bölgeye yerleşmesi, 2003’te ABD’nin Irak’ı işgal etmesi İran’ın dış politikasında etkisi olan gelişmelerdir. Bu bağlamda ülkenin savunma ve güvenlik planlarında 3 temel hedefin öne çıkmaya başladı. Birincisi, dışa bağımlılığı engellemek ve her alanda kendine yeten bir ülke haline gelmektir. İkincisi, İran’ın caydırıcılık kapasitesini artırmak, askeri açıdan çeşitli tehditlerle başa çıkabilecek duruma getirmektir. Üçüncüsü ise İran’ı değişen yeni stratejik ortama uygun olarak Ortadoğu ve Avrasya’da etkili, vazgeçilmez bir güç haline getirmektir.
İran çıkarları çerçevesinde ABD’ye nazaran Rusya’yı ve Çin’i kendine yakın bulmaktadır. İran, ABD tarafından kendisinin kuşatılmak istendiğinin, Suriye’nin ve Hizbullah’ın direncinin kırılmak istendiğinin farkındadır. ABD başta olmak üzere Batının Suriye’de denetlenebilir istikrarsızlık yaratmak, kontrollü kaos çıkarmak, olmadı “Salvador Seçeneği” denen yöntemle rejimi değiştirmek istediğini görmektedir.
Öte yandan Rusya ve İran, ABD söz konusu olduğunda birbirine yakın dururken petrol ve doğalgaz ihracı söz konusu olduğunda rakip ülkelerdir. Dünyada deniz yoluyla taşınan petrolün yaklaşık % 40’ı, küresel petrol ticaretinin % 20’si, Fars Körfezi’nden yapılan petrol ticaretinin % 90’ının geçtiği Hürmüz Boğazı’nın statüsü ve enerji kaynaklarının paylaşımı konusunda da farklı düşünmektedirler.
Türkiye, İran’ın bölgesel güç olmasından, bölgede bir Şii kuşağına liderlik etmesinden çekinmektedir. İki ülke ilişkilerini son dönemlerde en çok geren iki olay Malatya’nın Kürecik ilçesine yerleştirilen füze kalkanı radarı ile ABD ve Batı dünyasının Suriye’ye yönelik baskı politikasıdır. İran, radar istasyonunun kendisine karşı yerleştirildiğini, İsrail’i korumayı amaçladığını ve ülkesine yönelik bir saldırı durumunda bu radarı vuracağını, defalarca açıklamıştır. İran, Suriye konusunda da Türkiye’yi ABD emperyalizmiyle iş birliği yaptığını ifade etmektedir. Tahran’a göre Ankara; ABD’nin ve ona yakın Arap ülkelerinin desteğini alarak, İslam dünyasının liderliğine oynamaktadır. Türkiye’nin bölgede yalnızlaşması ve komşularıyla ciddi sorunlar yaşaması, İran’ın bölgesel güç olarak elini güçlendirmiştir.
Dış politika tarihinde sürekli çelişki halinde olduğu İsrail ile ilişkileri günümüze aynı şiddette devam etmiştir. Bölgesel güç olmanın ötesinde, ABD’den aldığı desteğin de etkisiyle adeta bölgesel bir süper güç olmaya çalışan İsrail’i düşman olarak görmektedir. İran’ın, bu ülkenin arkasındaki en büyük güç olan ABD ile yaşadığı anlaşmazlık da İsrail’le ilişkilerini etkileyen önemli bir unsurdur. İsrail’in savaştığı Hizbullah ve Hamas gibi örgütlerin en büyük destekçilerinden biri de İran’dır.
1979’dan sonra ısrarla ve bilinçli bir şekilde ördüğü ABD karşıtı kimliği ona geniş bir coğrafyada, farklı ülkeler nezdinde itibar kazandırmıştır. ABD dış politika tarihinde çıkarları gereğince İran ile yer yer çeşitli anlaşmalar yapılmış olsa da 2016’da Trump’ın seçilmesinden sonra ilişkiler çıkmaza girmiştir. 2020 yılında yapılan seçimlerde Trump’ın yerine gelen Biden kırılma noktasına gelen ilişkileri bir yönüyle düzeltmek isterken bir yönüyle de İran’ı Nükleer anlaşmaya çekerek denetiminde tutmak istemiştir. Fakat İran isteklerinden taviz vermemesi ve ABD’nin kırmızı çizgilerini keskinleştirmesi kalıcı bir çözümün sağlanmasını engellemektedir.
Ortadoğu’da Rus-İran ilişkisi
Arap Baharı sonrasında Ortadoğu’da değişen yeni düzende en çok dikkat çeken olaylardan birisi Rusya-İran yakınlaşması oldu. Moskova ile Tahran arasında kurulan bu stratejik ilişki, Rusya’yı Ortadoğu siyasetinin önemli aktörlerinden birisi yapmıştır. Aslına bakılırsa Sovyetlerin çöküşünün ardından Rusya geçmişinden aldığı dersler ile bölgede daha temkinli politikalar izliyor ve adımlarını daha sağlam atmaya çaba gösteriyor. Bu çabaların bir sonucu olarak Ortadoğu’da ‘stratejik ortaklık‘ seviyesine yükselen Rusya-İran ilişkisi ile Rusya bu coğrafya siyaseti üzerindeki önemli aktörlerden birisi olarak karşımıza çıkıyor.
İran-Rusya İlişkilerinin Yakın Geçmişi
İran-Rusya ilişkilerinde 1990’larda büyük bir gelişme kaydedildi. Bu dönemde İran’ın en önemli silah tedarikçisi Rusya oldu. Ayrıca iki ülke arasında nükleer iş birliğinin temellerinin atılması da, Moskova-Tahran yakınlaşmasının sembollerinden birisiydi. İki ülkenin yakınlaşmasındaki bir diğer faktör de şüphesiz ABD’nin, Avrupa’nın ve Türkiye’nin, bağımsızlıklarını yeni kazanan Orta Asya ve Kafkas ülkeleri üzerinde bir nüfuz oluşturmasından duyulan endişeydi.
Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığı döneminde İran’ın ‘doğuya yöneliş ‘siyaseti çerçevesinde, Rusya ile ilişkilere büyük önem verildi. Bu dönemde özellikle nükleer programı etrafındaki ihtilaflar nedeniyle İran’ın Batılı ülkelerle ilişkilerinin bozulmasının ardından, İran’ın dosyasının BM Güvenlik Konseyi’ne sevk edilmesi ile, Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olan Rusya’nın dostluğunu kazanmak İran için değerli bir stratejik hamle olmuştur. Bu durumda Rusya ile dostluğunu geliştirmek isteyen İran, Şangay İş birliği Örgütü’ne de üye olmak için başvuruda bulundu.
Tüm bu gelişmelerle birlikte Tahran-Moskova arasında yaşanan bazı sorunlar, iki ülke ilişkilerinin niteliğinin sorgulanmasına sebep oldu. Bu sorunlardan ilki Rusya’nın Buşehr’de inşa ettiği nükleer santralin teslimini çeşitli sebeplere bağlayarak geciktirmiş olmasıydı. Bir diğer konu ise, Rusya’nın BM Güvenlik Konsey’inde İran için alınan yaptırım kararlarını veto etmemesiydi. Bunlarla beraber, 2008’de iki ülke arasında anlaşmaya varıldığı halde, Rusya yaptırımlar nedeniyle İran’a S-300 füzelerinin satışını durdurdu. Tüm bu gelişmeler üzerine İran kamuoyunda Rusya’nın güvenilir bir ortak olup olmadığı sorgulanmaya başlandı.
Hasan Ruhani’nin cumhurbaşkanı olmasının ardından İran, Batı ile ilişkilerini geliştirme çabasında bulunsa da, ‘doğuya yöneliş ‘siyasetinden de vazgeçmemiştir. Ruhani 2014 başlarında yaptığı bir konuşmasında İran-Rusya ilişkilerinde yeni bir sayfa açılacağını söyledi ve kısa bir süre sonra Tahran ile Moskova arasında üst düzey ziyaretler gerçekleştirildi. Yapılan bazı ticari anlaşmaların ardından, İran, Kasım 2014’te Buşehr’de iki nükleer santral daha inşa etmesi için Rusya ile anlaştı.
Süper Güçlere eğilimli İsral’in Ortadoğu Politikası
Ortadoğu siyaseti son yıllardaki en gergin ve kaotik dönemlerinden birini yaşarken İsrail bu sürecin görece rahat aktörü olarak dikkat çekiyor. İsrail bir Yahudi devleti olup kendisini dünyada yegane Yahudi devleti olarak görmektedir. Coğrafi açıdan küçük bir toprak parçasına sahip olup petrol, doğal gaz ve su kaynakları bakımından yetersiz konumda olması ekonomik anlamda zorluk yaşatmaktadır. Fakat buna rağmen İsrail halkının ekonomik durumu çevre ülkelere göre gözle görülür düzeyde iyi durumdadır. Coğrafi açıdan yalnızlaştırmış olan İsrail Ortadoğu’da dış tehditlere açık bir konumdadır. Bu yüzden de dış politikasını güvenliğini sağlama çerçevesinde yürütmektedir. Sonuçta, İsrail’in dış ve güvenlik politikalarını, Arap ülkeleriyle yaşadığı sürtüşmeler ve Filistinliler ile yaşadığı krizler ağırlıklı olarak belirlemektedir.
İsrail’in kurulduğu günlerde SSCB’nin desteğini alması, Soğuk Savaş’ın içerisinde ABD ile yakınlaşması ve günümüzde Çin yatırımlarının ABD’nin itirazlarına rağmen İsrail’e akması küresel manada İsrail’in süper güçlere olan eğilimini göstermektedir. Yine İsrail’in bölgesel politikalardaki aktif tutumu Körfez bölgesindeki ülkelerle ilişkilerde de kendisini göstermektedir. İsrail’in Körfez’de özellikle Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn ile yakın bir iş birliğine girdiği görülmektedir. İsrail ile ismi geçen Körfez ülkeleri arasındaki iş birliğinin temelde beş ortak hedefinin olduğundan bahsedilebilir:
• Arap devrimleri sürecinin başarısızlığa uğratılması ve statükonun İsrail ve Körfez’deki müttefikleri lehine dizayn edilmesi
• İran tehdidinin bertaraf edilmesi
• Müslüman Kardeşler hareketinin bölgede siyasi bir aktör olarak yükselmesinin önüne geçilmesi
• Türkiye’nin Ortadoğu’da oyun kurucu bir rol oynamasının engellenmesi
• ABD’nin bölgesel çıkarlarının korunması
Değişen İsrail politikaları ve Ortadoğu’ya Entegrasyonu
Güvenlik tabanlı politikaların gündelik hayatın her anına sirayet ettiği İsrail’in uluslararası politik çerçevede milli güvenlik politikalarına destekçi toplamasının da çok büyük bir önemi bulunuyor.
Askeri stratejilerde olduğu gibi diplomaside de David Ben Gurion’a kadar uzanan meşhur “Çevreleme Politikası”, İsrail dış politikasının ana manevra doktrinini oluşturuyor. Kurulduğu dönemde Türkiye, İran ve Etiyopya gibi Arap devletlerinin çevresinde bulunan güçlerle bu sahayı baskı altında tutmaya çalışan İsrail, yıllar içerisinde bölgede yaşanan değişimlerle Çevreleme Doktrinini, Filistin’in işgaline karşı kendisine muhalif olan bölge devletleri ve sınır tehdidi olarak gördüğü İran ve uzantılarına karşı uygulamaya çalıştı. Küresel manada ABD’nin Irak ve Suriye’deki askeri güçlerinin büyük bölümünü çekmesi, AB bütünleşmesinin sarsılmasından sonra AB üyesi devletlerin Orta Doğu’da bağımsız politikalar gütmesi, Rusya’nın Doğu Akdeniz’de askeri ve politik düzlemde etkisini artırması, Türkiye’nin doğu-batı koridorunda küresel bir enerji nakil merkezine dönüşmesi ve doğuda yükselen Çin’in ekonomik ve siyasi olarak Orta Doğu’ya kendisini hızla entegre etmesi gibi nedenler İsrail’in bölgedeki müttefik ihtiyacını artırırken aynı zamanda küresel ölçekte ABD’yi alternatifsiz olarak görmemesini sağlamıştır.
İsrail, son on yılda Arap devletlerini bir bütün halinde görmektense, her farklı devletteki mevcut yönetimin ne pahasına olursa olsun ayakta kalması için destek verecek ve anlaşmaya müsait bir partner imajı çizmiştir. Orta Doğu’daki yönetimlerin şekli ve uygulamaları ne olursa olsun İsrail ile mevcut durumda asgari değişikliklerle kalıcı barış yapabilecek her aktör bir bölgesel partner statüsüne yükselmektedir. Umman ile karşılıklı ziyaretlerle başlayıp bugün Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’le imzalanan karşılıklı tanıma ve normalleşme anlaşmalarıyla devam eden, önümüzdeki günlerde Suudi Arabistan, Fas ve hatta İsrail’in kanlı bıçaklı hasmı konumunda olan Sudan’a kadar uzaması beklenen iş birliği hattı İsrail’in demir kubbe savunma sistemine atıfla politikada “diplomatik kubbe” stratejisine geçtiğini gösteriyor.
İsrail devleti kurulduğunda ilk tanıyan ülkelerden biri Türkiye olup ilişkilerinde belli bir ivme kazanmıştır. Ancak ABD ile ilişkiler gerildiğinde buna paralel olarak Türkiye-İsrail ilişkilerinde de bozulmalar yaşanmıştır. İnişli çıkışlı bir hal alan Türkiye-İsrail ilişkileri Amerikan dış politikasından bağımsız düşünülemez.
Yeni Dönem Ortadoğu’da Rus-İsrail Yakınlaşması
Rusya ve İsrail, Suriye başta olmak üzere birçok dosyada farklı politikalar yürütmelerine rağmen iki ülke arasındaki ilişkiler bu farklılıklardan etkilenmediği gibi son birkaç yıldır dikkat çekici yoğunlukta ilerlemektedir.
Ortadoğu’da güç kazanan Rusya’nın ilişkilendiği önemli bölgesel güçlerden biri de İsrail’dir. Eylül 2015’ten, yani ABD tarafından Suriye’de terörle savaşmaya davet edilmesinden beri Rus generallerinin istisnasız her gün İsrailli meslektaşlarıyla görüştükleri bildiriliyor. İsrail’in Suriye’deki İran hedeflerini son yıllarda 200’ü aşkın kez hiç rahatsız edilmeden vurması bunun sonucudur. Bu 4 yıllık sürede Suriye hava sahasında taraflar arasında sadece tek bir sorun çıkmıştır (19 Eylül 2018’de bir Rus uçağının yanlışlıkla düşürülmesi). Bu dönemde Netanyahu Rusya’ya sayısız ziyaret yapmıştır ve iki ülkenin İran ve Hizbullah’a karşı birlikte hareket ettikleri çok açıktır. İran’a yakın olan milis güçlerinin kendi istekleriyle Golan tepelerine yakın olan mevzilerini terk etmeleri de Rusya’nın girişimleri sonucudur.
Rusya ve İsrail ilişkileri göründüğünden daha derin ve sağlam bir temele sahiptir. Uzay alanında, askeri konularda, istihbaratta, yüksek teknolojide, ekonomi ve ticarette güçlü bir işbirliği, siyasal İslam’la ortak mücadele ve sayıları bir milyondan fazla yani İsrail nüfusunun yüzde 20’sine yakın olan İsrail’deki Rus Yahudilerinin ağırlığı bunun açık ifadesidir.
Yine İsrail’deki Rus Yahudilerden en az yarısının Rus vatandaşlığını sürdürdükleri ve Rusya’da adlarına oligark denilen Rusya’nın en zengin insanlarının çoğunun aynı zamanda İsrail vatandaşı oldukları da bilinmelidir.
Askeri Destek
İsrail-Rusya ilişkilerinin en ilginç yanlarından biri de İsrail’den Rusya’ya yapılan askeri teknoloji transferi ve ileri teknolojili İHA satışlarıdır. Rusya, İsrail İHA’larına büyük bir bütçe ayırmıştır. “Etudes İnternational” adlı dergide yapılan bir araştırmada Rusya’nın 2015’ten beri Ortadoğu sahnesine hızlı dönüşünden sonra İsrail’in onu kendisine yakın bir müttefik olarak gördüğü saptanmaktadır. Araştırmada Rusya’nın tabii ki İsrail’in stratejik ve askeri destekçisi ABD’nin yerini almadığı ama bölgede İran’ın gücüne engel olabilecek bir müttefik olarak görüldüğü vurgulanıyor.
Yarın; 8.Bölüm; Türkiye, Mısır, BAE ve Suudi Arabistan
Militan RÊHAT| Firat ALİ
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi