HABER MERKEZİ-Ortadoğu insanı sahip olduğu fırsatların yanı sıra hem konumu hem coğrafyasından kaynaklı belkide tarihinin en tehlikeli durumu ile de karşı karşıyadır. Doğa örtüsü ve zengin yeraltı kaynaklarının yanına Doğudan Batıya, Batıdan Doğuya tüm toprakların derinliklerine inen yol haritaları vardır. Bu nedenle de, yeni bir düzen oluşturmak isteyenlerin de Ortadoğu’da kendini hakim kılması gerekiyor. Savaşların bu bölge merkezli oluşunun temelinde bu özellikleri ve konumu vardır.
Peki halen tüm sıcaklığı ortaya çıkmamış olan 3. Dünya Savaşı’nda kimler, nerede duruyorlar? Kim neyi hedefliyor? Güçleri ne ve neler yapabilmekteler?
ÇİN
Batıda olduğu gibi doğu kanadı da Dünya’da ve Ortadoğu’da etkin rol alabilmek, kara ve deniz ipek yolu’nun tüm ekonomik ve siyasal gücünü kendine bağlama uğruna birçok alanda ilerleme kaydediyor. Mevcut durumda Dünya’nın 2. Büyük ekonomisi konumundaki Çin’in hedefi elbetteki Dünya’nın 1. Ekonomi gücü olmak. Bu kulvarda yarıştığı güç de ABD olmaktadır. Çin’in nelerle karşılaştığını anlamak açısından ABD’nin Doğu’daki etkinliğini anlamak gerekiyor. Son dönemlerde öne çıkan olaylar olarak Myanmar’daki darbe, Türkmenistan üzerine Batı’nın uyguladığı politika ve yaymak istediği baskı, Hindistan, Pakistan ile restleşmeler ve de Japonya ile Çin arasındaki Okyanus suları çelişkileri bulunmaktadır. Çin açısından tehlike arzeden olaylar bunlar iken Çin’in çevre ülkeleri ile kurduğu ekonomik koalisyon da, bölgede sarsılmaza doğru seyreden bir konuma yerleştiğine işaret ediyor. Çin’in birkaç ay önce açıkladığı 14 Asya ülkesi ile yaptığı anlaşma, bu bakımdan oldukça önem arzediyor. Nüfus açısından sadece kendi başına 1.4 milyar nüfusu olan Çin’in en kalabalık nüfuslara sahip diğer Asya ülkeleri ile de yaptığı anlaşmalar Çin’in 1. Güç olma yolunda kendince sağlam adımlarla ilerlediği şeklinde yorumlanabilir. Sınır ülkelerine yönelik izlediği politika da Rusya ile benzer ilkeler izliyor. İzlediği ilke de Avrupa ve Ortadoğu ülkelerinin iç işlerine karışmama, sadece ticari amaçla ekonomik anlaşmalar yapmaktır. Bu politikası Suriye’de bir farklılık gösteriyor. Bu açıdan ortaya çıkan tablo da Çin’in Kapitalist Modernite’nin gerekli gördüğü bir biçimi uyguladığı ayyuka çıkıyor. Kendi ilkesine ters düşen Suriye’deki girişim ve atılımları, yeni bir politika belirlemiş olduğunu da ifade ediyor.
- Çin’e Tehditler
Asya kıtasının köklü ve lider ülkesi Çin için, Kuşak ve yol projesi ile Avrupa ve Orta Doğu’da birçok ülke ile ekonomik fayda ekseninde gelişen ve büyüyen ilişkilerinden söz etmek mümkündür. Çin, ilişki içinde olduğu ülkelerin bazıları ile dış politikalarından kaynaklı ters düşse de, ekonomik çıkarlarını bu konuların dışında tutmaya gayret göstermektedir. Yine (başta İran gibi) stratejik ortaklık ilan ettiği ülkeler ile olan ilişkileri Avrupa ve Orta Doğu ülkelerinde rahatsızlığa neden olabiliyor. Geliştirdiği projeler ve girişimleri ile dünya’nın birinci ekonomik gücü olmak isteyen Çin’in Avrupa’da da önüne engel olarak çıkan ülke ABD olmaktadır. Şüphesiz bu yönde bir hedefin Çin’in karşısına ABD’yi çıkarması kaçınılmazdır. Hem bu bölgede, hem de Orta Doğu’daki girişimleri ABD’yi ciddi anlamda rahatsız ediyor ki, Biden’ın ABD Savunma Bakanı olarak atadığı Lloyd Austin de “Çin en büyük tehdittir çünkü yükselen bir güçtür” şeklinde bir açıklama yaptı. Bu açıklamaların karşılığı pratik bağlamda da karşılık buluyor. Öncelikle Çin’in Avrupa ile ticaret yollarını kapatan yaptırımların uygulanması ve sonrasında ABD’nin öncülüğünü yaptığı NATO gücünün Çin ve Rusya’nın yollarını kapatan Yeşil Kuşak projesi içeriğinin adım adım işlenme adımları, ABD’nin Çin’e önlem alma hevesinin pratik yansıması olmaktadır.
1-a) Çin’in Yakın Sınırlarındaki Baş Ağrıları; Hindistan, Sincan Özerk Bölgesi, Myanmar ve Japonya
Küresel hegemonik güçlerin Dünya liderliği uğruna hınca hınç biçiminde karşı tepki ve cevap usulünde, diğer ekonomik dev Çin’e musallat olan yakın sınır ülkeleri kendi çıkarları sebebi ile yarıştığı güç olan ABD ve diğer ülkelerden olabildiğince destek alıyor. Yarış içinde olduğu gücün doğrudan etkisi ve de sınırı olan ülkelerinin Çin ile gerek tarihsel, toplumsal, insani, ulusal ve gerekse de ekonomik çıkarları eksenli tehdit unsuru olarak boy gösteriyor.
Hindistan ile karşılıklı biçimde sınırda bulunan topraklar temelinde Pekin yönetimi, “Güney Tibet” olarak adlandırdığı Hindistan’ın Arunaçal Pradeş eyaletindeki 90 bin kilometrekarelik toprakta hak iddia ederken Yeni Delhi ise Aksay Çin yaylalarını kapsayan 38 bin kilometrekarelik alanın Pekin yönetimince işgal edildiğini savunuyor. Taraflar, uzun yıllardır süregelen görüşmelere rağmen egemenlik ihtilaflarını çözemezken iki ülke arasındaki gerilim, 2017’de Çin’in bölgedeki sınır yolunu tartışmalı bir yaylaya uzatmaya çalışması üzerine artmıştı. Öte yandan Hindistan, Çin’i çevrelemek için Washington’un Hint-Pasifik stratejisini kullanmak istiyor ancak bölgede bağımsız bir güç statüsü inşa etmeyi de umuyor.
Sincan’da yaşayan uygurlara yönelik izlediği politikalar sık sık dünya gündemine taşınırken Çin, Dünya ülkelerinin Uygurlara yönelik uyguladığını iddia ettiği politikaların gerçeği yansıtmadığını ifade ederek red ediyor. Uygurlar ile sorunları da uzun yıllardan bu yana süren toprak hakkı iddiası ve bu temelde Merkezi Washington olan Yeşil Kuşak projesinde etkin rol alan grupların oluşması, hali hazırda Çin’in uluslararası alanda baş ağrısı yaşamasına sebep olan bir konumdadır. Çin’in diğer Dünya ülkeleri ile olan yaklaşımlarında baz aldığı iç işlerine ve ilişki içinde olduğu veya ilişki kurmak istediği ülkeler arasındaki çelişkilere karışmayan ekonomik eksenli ilişki hedefi, temelinde Uygur sorununa dışardan müdahaleyi engelleme şeklinde de görülebilir.
Sincan’dan sonra Ticaret yollarının ötesinde Çin’in bir politikası olarak görebileceğimiz nokta, Çin’in Myanmar’a olan ilgisidir. Hint Okyanusuna açılan Bengal Körfezi’nin hemen ağzında bulunan bu ülke, Okyanusa hakim olmak isteyen güçler için hayati bir önemdedir. Tarihi boyunca hegemon ülkelerin sömürüsü olarak yaşam bulmuş bu ülkede askeri darbeler, olağan bir seyir izlemektedir. Son dönemlerde ABD ile iyi ilişkiler içine giren Myanmar’da askeri vesayet tekrar darbe yaptı ve ülke yönetimini ele aldı. Çin’in Asya’daki karşılaştığı sıkıntılı durumların örnek teşkil edecek noktası da bu ülkede somut ifade kazanıyor diyebiliriz. Çin dış ülkelere ilişkin izlediği yolda iç işlerine karışmama gibi bir ilke ile hareket ediyor olsa ve bu ilke Çin’in Myanmar’daki darbe ile bir ilgisinin olmadığına işaret ediyor olsa da, Myanmar ordusu’nun Çin ile olan ilişkileri farklı bir görsel ile yoruma açık kapı bırakıyor.
Çin ile Japon kültürü arasındaki ilişkiler çok eski dönemlere kadar uzanmasının yanı sıra oldukça geniş bir kültürel unsurlar yelpazesinide kapsamaktadır. Japonya’nın Çin’i işgali ve İkinci Dünya savaşı öncesi Japonya tarafından Çin’e yapılan askeri çıkartma sonrası halk nezdinde Japonya’ya karşı olumsuz algılar halen güncelliğini koruyorken hükümet düzeyinde geçmişe takılıp kalınmadığı da görülüyor. Ancak Japonya’nın Çin’e olan ilgisi etkin olma emeli yeni bir kanlı savaşa sürükleyebilecek boyutta olmasa da ekonomik, siyasi ve kültürel anlaşmaları bulunan Çin’e karşı Japonya, halen bir tehdit olarak duruyor. 2000’li yıllar sonrası olgunlaşan milliyetçi söylemler iki ülke arasında sorunun bir biçimde patlak vereceği öngörüsü oluşturuyor. Japonya ve Çin Arasında vuku bulan problemlerden 2 temel alan olan Senkaku/Diaoyu adaları ve Doğu-Güney Çin Denizi arasında duran Tayvan meselesidir.
1-b) Hindistan; Bağımsızlık Statüsü, Çin İle İyi, ABD İle Çok İyi İlişkiler
Etnik ve dinsel çeşitlilikte zengin bir ülke olan Hindistan, Asya kıtasından rakibi Çin ile birlikte Dünya’nın en büyük ilk 5 ekonomisi arasında bulunuyor. 2019 yılında Birleşik Krallık (İngiltere) ve Fransayı geride bırakarak 5. sıraya yerleşen Hindistan, Dünya liderliğine oynayan 2 güç ile de ilişkiler kuruyor. Hindistan ve Çin küresel ekonominin yüzde 17,6’sını oluşturuyor. Birbirleri ile 3 bin 440 kilometrelik bir sınıra sahipler. Geçtiğimiz yıl savaşın eşiğine gelen 2 ülke arasındaki sınırlarda çıkan çatışmalarda 23 Hindistan askeri yaşamını yitirirken Çin ordusu, olaya ilişkin herhangi bir kayıp bildirimi yapmamıştı. İki ülke arasındaki sorunların temeline dayandırılan karşılıklı işgal suçlamaları bulunuyor. Çin, Hindistan’ın Güney Tibet diye adlandırdığı 83 Bin 743 Kilometrekarelik Arunaçal Pradeş eyaletinin tamamında hak iddia ediyor. Hindistan ise Çin’i Ladakh’daki Galwan vadisine binlerce asker konuşlandırmakla suçluyor ve Çin’in, 38 bin kilometrekarelik Hint toprağını işgal ettiğini öne sürüyor. Ancak bu husus iki Asya devi arasındaki gergin ilişkilerin temeli değil.
İki ülkenin sürekli gelişen bir ekonomik ilişkisi bulunuyor. Binden fazla Çinli işletme faaliyetlerini Hindistan pazarına genişleterek 200 bin kişiye istihdam sağlanmasına yardımcı oldu. Çinli şirketler sanayi parklarına ve e-ticarete yatırımlar yaparak “Make in India” ve “Digital India” gibi girişimlere proaktif olarak katıldılar. Aynı minvalde Hindistan’ın Çin’e yaptığı yatırım da artıyor.
Hindistan, Çin’in 2018 Nisan ayındaki Çin-Nepal-Hindistan Ekonomik Koridoru teklifine henüz cevap vermedi. Hindistan, Çin’in büyük altyapı projelerine bölgesel jeopolitik gerekçeler nedeniyle güven duymuyor.
İki ülkenin de birbirine karşı bazı tereddütleri bulunuyor. Hindistan, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’nin altında farklı jeopolitik tasarımların olduğunu düşünüyor. Söz konusu projenin Çin’in hak iddia ettiği Keşmir’den geçmesi ve Hindistan’ın en büyük baş ağrısı Pakistan’ın Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru’nun (ÇPEK) öznesi olması gibi unsurlar Hindistan’ı endişelendiren temel nedenlerdir. Bununla beraber Çin’in Pakistan ile olan “demir kardeşliği” ve Hindistan’ın ABD yakınlığı, Çin-Hindistan yakınlaşmasını önleyen faktörler arasında bulunuyor.
Çin ise Kuşak ve Yol Girişimi’nin uzun vadeli başarısı için Hindistan’ın desteğine ihtiyacı olduğu görüşünde. Bu görüşe sebep de ileri tarihlerde bir ülkede artıp, diğer ülkede azalacak olan iş gücü olmaktadır. Çin’in iş gücü nüfusunun 2050 yılına kadar 200 milyon azalacağı tahmin edilirken, Hindistan’da çalışma yaşındaki nüfusun 200 milyon artacağı tahmin ediliyor. Çin özellikle ucuz işgücü bakımından Hindistan’da önemli fırsatların bulunduğunu ön görüyor.
Hindistan, Çin’in tek kutuplu bir Asya düzeni aradığını düşünüyor. Buna karşılık Çin ise ABD’nin bölgede Hindistan’ı Çin’i çevrelemek için bir tampon ülke olarak kullanmasından endişe duyuyor. Hindistan ile askeri ve ticari ilişkilerinde Hint Okyanusu’ndaki Diego Garcia adasında stratejik bir üssü bulunan ABD’nin Hindistan ile yıllık ticaret hacmi Çin ile olan hacim’den 5 milyar Dolar daha fazla (Hindistan ABD Yıllık Ticaret Hacmi= 89 Milyar Dolar, Hindistan Çin Yıllık Ticaret Hacmi= 84 Milyar Dolar). ABD’nin bölgedeki komutanlığının adını bile “Hint-Pasifik” olarak revize etmesi bunun tezahürlerinden birisi olarak yorumlanıyor. Bu faaliyetler ışığında ABD’ye göre bölgede Çin’e karşı dengeleme sağlayabileceği en önemli aktörün Hindistan olduğu görülüyor.
Fakat durumun Hindistan açısından analiz edilmesi gereken farklı yönleri de var. Hindistan, ABD’nin “garanti müttefik” olarak gördüğü pozisyondan kurtulmaya çalışıyor. Bölgede bağımsız bir politika inşa edebileceği daha güvenli bir diplomatik mevzi kazanmaya çabalıyor.
Bununla beraber Çin, Hindistan’a göre daha kuvvetli bir güç olarak öne çıkıyor. Çin, GSYİH büyüklüğü olarak Hindistan’ın beş katı büyüklüğünde ve yıllık savunma harcaması Delhi’den üç kat fazla. Bu verilerin ortaya koyduğu dengesizliği karşılama çabası Hindistan’ı ABD’ye daha fazla yakınlaştıran bir opsiyona yöneltiyor.
Washington ise Çin’i çevreleyecek ve “Deniz İpek Yolu’nun” gelişmesini engelleyecek Hint-Pasifik stratejisini geliştirmeye uğraşıyor. ABD, Hindistan ile stratejik ortaklığını daha garantili bir pozisyona oturtmaya çabalıyor. Çünkü ABD, Çin’in Asya’daki yayılımına karşı Hindistan’ı bir kalkan olarak kullanmak istiyor.
Çin ise özellikle son zamanlarda ABD ile yaşadığı ticaret savaşlarının verdiği zararla uğraşırken bir başka cephenin Hindistan’da açılmasını istemiyor. Bu nedenle Çin, Pakistan ve Hindistan arasındaki ilişkilere dikkat kesilmekle beraber Hindistan’ın diplomatik yöntemlerle kontrol altında tutulması gerektiğini düşünüyor.
1-c) Ateş Hattı; Sincan Özerk Bölgesi
Uluslararası arenada Çin’e karşı sürekli kullanılan bir koz, Batı’nın Çin’e yönelik politikasının vazgeçilmez ve çokça önem verdiği bir parçası olarak Sincan Özerk Bölgesi’nde Uygurlar ile Çin’in karşı karşıya durduğu sorunlar bulunuyor. 1944’de Sovyetler tarafından Kızıl Ordu yardımıyla kurulan Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin (Sincan Özerk Bölgesinde bulunuyor) 1949 yılında Çin tarafından ilhak edildiği iddia ediliyor. 1960’lı yıllarda dini-etnik temelli başlayan çatışmalar günümüze kadar sürüyor. Bu bölge Çin’in Dünya devi olması önünde büyük bir engel olarak da duruyor. Yakın sınırlarında toprak üzerine hak iddia eden bir kesimin var oluşu, Çin düşmanlarının yakın sınırlarına kadar varan tehditleri beraberinde getiriyor. Bu bölgede bulunan ayrılıkçı gruplar, çeşitli milliyetçi ve islamcı yapılar Çin’in düşmanları bilhassa ABD tarafından örgütlendirildiği yaygın söylentiler arasında. Çin topraklarındaki bu Özerk Bölge’de uygulanan politikalar, Çin’e karşı sık sık bir baskı unsuru olarak ya da yaptırım uygulama gerekçesi olarak geri dönüyor. Bu bölgeye ilişkin çeşitli ülkelerin yaptığı araştırmalar sonucu soykırım politikalarının uygulandığı ifade ediliyor. Tarihsel boyutu irdelendiği vakit bu yönlü bir faaliyetin gerçekleştiği görülüyor. Ancak Çin tüm bunları reddediyor. Bu bölgede çözümsüzlüğün hüküm sürmesi ile oluşan boşluk ABD ve diğer Batı ülkeleri tarafından doldurulmak isteniyor. İşlenen soykırım suçlarına karşı çıkıyor gibi görünen bu güçlerin tarihinin soykırımlarla dolu olduğu gerçeği ele alındığında, bu güçlerin bölgede insani sorumluluk gereği yer almadığı anlaşılır bir netlikte önümüze çıkıyor. Uygurların ABD ve diğer güçlerin geliştirmek istediği Çin’i çevreleme projesinin önemli bir figüranı olarak kullanıldığı, yumağın bu boyutunda açığa çıkıyor.
Dış ticarette de Çin’e karşı kullanılan bu ateş hattı dediğimiz bölgedeki faaliyetler ve olaylar, Çin için ciddi bir tehdit konumunda. Çin’in bu sorunu çözme adına 60 yıldır uyguladığı politikalara hız verdiği de görünüyor. 1960’dan beri bu bölgeye özel uygulanan politikalar; soykırım, sürgün, demografinin değişimi ve kimliksizleştirme olarak ifadelendiriliyor.
1-d) Myanmar (Burma-Birmanya); Hint Okyanusuna Açılan Kapı
Hint okyanusuna açılan Bengal Körfezinde Hindistan ve Bangladeş ile birlikte sınırı bulunan ülke olan Myanmar’da, geçtiğimiz günlerde bir askeri darbe yaşandı. Myanmar askeri darbelere alışık bir ülke ve konumu Hint Okyanusuna hakimiyet açısından stratejik bir konum. Çin’i çevrelemek ve ticaret yollarını kapatmak isteyen ABD, bu ülkeye geçmişte kısmi yatırımlar yaptı. Ancak bu yatırımlar Myanmar’da istendiği ölçüde bir etki yaratmadı. Myanmar yönetimi de ağırlıkla ABD’ye yakın durmayı tercih etti fakat ABD ülke yönetiminin değişimi ile bu bölgeye olan ilgi azaldı. Obama döneminde Asya Pivot stratejisine dönen ABD, Myanmar’a yatırımı teşvik etti. Trump döneminde belirsizleşen Asya politiakaları Myanmar’a büyük ölçüde etki yaptı. Belirsizlikten oluşan boşluğu Çin doldurmayı bildi ve Trump ile Myanmar’da oluşan boşluk, Çin tarafından dolduruldu. Trump döneminde Batı etkisinin azaldığı, Çin’in bölgede daha etkin vaziyetler aldığı yapılan analizlerde göze çarpıyordu. Çin’in bu bölgeye olan ilgisi stratejik bir amaç barındırıyor. Myanmar konumu itibariyle, Çin’e Ortadoğu’dan ulaşan petrole alternatif transit bir güzergâh oluşturmaktadır. Myanmar’ın coğrafyası Çin’e Andaman Denizi’nde fırsatlar sağlıyor. Hindistan’a transit geçiş için Bengal Körfezi’ni kullanmayı hedefleyen Çin’in bu bölgeye ilgisinin temelinde bu amaç yatmakta. Ancak bölgede sık sık karşılaşılan korsan faaliyetler de Çin’i farklı bir rota’da yeni bir yol güzergâhı girişimine hız vermesini tetiklemektedir. Bu yol da Hindistan’ın başına bela olan ülke Pakistan’dan geçmektedir. Çin-Pakistan Ekonomi Koridoru Çin’in enerji sevkiyatını güvence altına almada önem verdiği bir diğer kuşak olmaktadır.
1-e) Japonya; 3. Büyük Ekonomi, Adalar ve Tayvan Düğümleri
Biden’ın iktidara gelmesi sonrası ileriye dönük mesajlar olarak anılan Çin söylemleri, kurulan hükümette izlenecek yol haritasında ağırlık verilen konunun Çin’in ekonomik büyümesi oluşu ve bölgede sürekli tırmanan gerginlik, ticari ilişkileri olabildiğince etkiliyor. Yaşanan ve halen de yaşanıyor olan pandemi sürecinde ekonomik güç kaybına uğrayan Japonya’nın, 2030 yılında Dünya’nın 3. Büyük Ekonomisi konumunu sürekli büyüyen bir diğer Asya ülkesi Hindistan’a kaptıracağı öngörülüyor. Çin-Japonya ilişkilerinde Çin hükümeti Japon yatırımlarına kapıları herdaim açık bırakıyor. Tarihi olaylara takılıp kalmamayı tercih ediyor da diyebiliriz. Japonya’nın emperyalist güç olma hevesi ile Çin’e karşı açtığı savaşlar ve Çin’i işgali gibi konular 2 ülke arasındaki ekonomik ilişkilere yansıtılmıyor. Ancak 2 ülke arasındaki diplomatik ilişkiler, Çin’in bu konularla yüzleştirilmesi baskısını öne çıkarıyor. Kültürel ilişkilerin geniş yelpazede seyrettiği Pekin ve Tokyo ilişkilerinde 2000’li yıllardan sonra yavaş yavaş artan milliyetçi söylemler iki başkentin bir araya gelmesi önünde önemli bir engel. 2013 yılında Japonya Başbakanı Şinzo Abe’nin Yasukuni Tapınağını ziyaret edişi, tepkilere neden olmuştu. Söz konusu tapınak ziyaretine Rusya, Çin, Güney Kore ve Tayvan ülkeleri tepki göstermişti. (Yasukuni Tapınağı, Japonya’nın emperyalist savaşlarında ölen askerlerin adına yapılan ve her yıl bu askerlerin anıldığı tapınaktır.)
Güncel durumu ile Japonya ve Çin Arasında vuku bulan problemlerden en etkili olanları, Senkaku adaları ve Doğu-Güney Çin Denizi arasında duran Tayvan ülkesidir.
1-f) Doğu Çin Denizi, Güney Çin Denizi ve Senkaku/ Diaoyu Adaları
Uzak Asya’da son dönemde Japonya, Çin Halk Cumhuriyeti ve Tayvan arasında krize neden olan önemli bir konu, Senkaku ya da Diaoyu Adaları’nın kime ait olduğu meselesidir. Çin ile Japonya’yı derin bir siyasal çatışmanın tam ortasına iten neden, Doğu Çin Denizi’nde Japonya’ya bağlı Okinawa Adası’nın 370 km güneybatısında, Çin ana karasının ise 350 km doğusunda yer alan ve üzerinde insan yaşamayan adaların sahipliği meselesidir. Tarihsel bir boyuta sahip olan ve Japonların Senkaku, Çinlilerin ise Diaoyu adını verdiği 5 ada ile 3 kaya parçasından oluşan adaların yarattığı problem, uzun bir süredir devam ediyor. Pekin yönetimi, adaların 1400’lü yılların ortalarından bu yana kendisine ait olduğunu iddia edip bu yönde haritalar yayınlarken, Japonya 1900’lü yılların başında Japon balıkçıların adalarda çektirdikleri fotoğrafları ve Japon İmparatorluğu’na bağlı Okinawa yönetiminin bölgede yaptığı çalışmaları Senkaku Adaları’nın sahipliğinin kendisine ait olduğunu gösteren birer delil olarak sunuyor. Adalar üzerinde hak iddia eden bir başka aktör ise, BM tarafından bağımsız bir ülke olarak tanınmayan ancak Çin’den bağımsız hareket eden, Avro-Atlantik İttifakı’nın siyasal ve askeri destek verdiği ve belirtilen adalara Çin ve Japonya’dan daha yakın olan Tayvan’dır (Senkaku-Diaoyu Adaları bu ülkenin 260 km kuzeydoğusunda yer alıyor). Nitekim adalar, 1895’e kadar, o dönem Çin’e bağlı bir yönetime sahip olan Tayvan aracılığıyla yönetilmiştir. Yani Tayvan’ın adalar ile tarihsel ve yönetimsel bir bağının olduğuna dair yaklaşımı anlamlıdır. Ne var ki, Tayvan o dönemde mevcut siyasal konumuna haiz değildi. Bugün de BM tarafından siyasal bağımsızlığı tanınmadığı için, adaların geleceğine ilişkin tartışmalarda kayda değer bir aktör olarak değerlendirilmemektedir. 1895’e kadar Çin’e bağlı Tayvan tarafından yönetilen Senkaku-Diaoyu Adaları, o tarihte Japon işgaline uğramış ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında da ABD tarafından Çin’e iade edilmemiştir. Zira Çin, o tarihlerde komünist ideolojiye geçiş yapmış ve ABD’nin başını çektiği “özgür dünya”ya muhalif bir ideolojik-siyasal görünümü benimsemiştir. Senkaku Adaları, İkinci Dünya Savaşı sonrası, Okinawa Adaları’nın bir parçası olarak ABD yönetimi altına girdi. 1972’de adaları ABD Japonya’ya devretti. Çin, adalar ABD egemenliği altındayken itirazda bulunmazken, olası petrol kaynaklarının ortaya çıkmasıyla adalar üzerinde egemenlik iddia etmeye başladı. Japonya adaların egemenliğinin tarihsel koşullar ve şu anki yönetim durumundan ötürü kendisine ait olduğunu ileri sürerken, Çin de karşıt olarak adalar üzerinde egemenliğin kendiisne ait olduğunu iddia etmektedir. Çin, adaların Çin-Japon Savaşı sonrasında haksız bir şekilde işgal edildiği ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD egemenliği altına girdiğini ileri sürmektedir. San Francisco Antlaşması’nı ve ABD-Japonya adaların devrine ilişkin anlaşmayı illegal bulmaktadır. Çin, 1992 yılında çıkardığı yasa ile bölgenin kendi egemenlik alanı olduğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla, bu sorun halen devam etmektedir.
1-g) Tayvan Sorunu
1912 yılında Çin Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu devlet, Asya kıtasının ilk cumhuriyeti konumundadır. 1946’da başlayan iç savaş ile resmi adı olan Çin Cumhuriyeti yerine adanın ismi olan Tayvan kullanılmaya başlanmıştır. İç savaşın temeli 1920’lerde oluşmaya başlayan komünist parti ve iktidarda olan Milliyetçi Parti’nin (Kuomintang) görüş ayrılıkları olmuştur. İç savaş komünist partinin devrimi ile gerçekleşmiştir ve lider Mao Zedong iktidara gelmiştir. Bunun üzerine, aynı zamanda eski kurucu olan Milliyetçi Parti ve parti üyeleri Tayvan’a kaçmıştır. Komünist Parti (ÇKP), 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti’ni ilan edince, Tayvan’a kaçmış olan milliyetçi parti ise Çin Cumhuriyeti’ni Tayvan adasında devam ettirdiğini duyurmuştur. Çin Halk Cumhuriyeti ise, her zaman Tayvan’ın kendi eyaleti olduğunu savunmuştur. 1949 devrimi ile ortaya çıkan bu gerilim, günümüzdeki siyasi sorunun kökenini oluşturmaktadır. 24 Ekim 1945 tarihinde BM kurucu anlaşmasının beşinci bölümündeki 23. maddeye dayanarak Çin Cumhuriyeti (Tayvan) BM Güvenlik Konseyi’nde daimi üye olmuştur. Tayvan, 1971 yılına kadar Birleşmiş Milletler daimi üyesiydi ve Çin’i temsil ediyordu. 1971 yılında sonra birçok devletin Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanımasıyla daimi üyelik Tayvan’ın elinden alındı. Bunun altında yatan sebep, Çin’in SSCB ile yakın ilişkiler geliştirilmesinin Batı tarafından hoş karşılanmaması ve Çin’in kazanılmak istenmesidir. Anakara Çin, BM daimi üyesi olunca sahip olduğu veto hakkını, egemenliğin ihlal edildiği gerekçesiyle sıklıkla kullanmıştır. Pakistan’dan ayrılıp bağımsız olmak isteyen Bangladeş’i veto etmiştir. Diğer veto ise Suriye’nin içişlerine karışmaması gerektiğini savunarak veto etmiştir. Tayvan 1993 yılında tekrar BM üyesi olmak için başvuruda bulunmuştur, ancak Çin tarafından veto edilmiştir ve Tayvan’ın kendi eyaleti olduğunu her zaman olduğu gibi tekrarlamıştır.
Tek Çin Politikası
Tek Çin politikası, her iki devlet anakara Çin ve Çin Cumhuriyeti tarafından da benimsenmektedir. Fakat her iki tarafın da bu politikayı yorumlamaları farklı biçimdedir. Tek Çin politikasında birbirinden farklı görüşler vardır. Bunlardan ilki, aynı zamanda ÇHC’nin de görüşünü oluşturur. Bu görüşe göre, Çin Cumhuriyeti’nin ardılı Çin Halk Cumhuriyeti’dir. Tayvan’ın uluslararası hukukta bir konumu yoktur. İkinci görüşe göre ise, Tayvan’ın statüsü ve Tayvan’ın egemenliğinin kimde olduğu henüz belirlenmemiştir. Bazı ülkelerle gayri resmi ilişkiler geliştiren Tayvan, kısmen de olsa devletlerce tanınmaktadır. Üçüncü görüşe göre ise, Çin toprakları Tayvan ve anakara Çin arasında bölünmüştür. Uluslararası arenada çoğu devlet bu görüşü benimsemektedir. Resmiyette anakara Çin’i tanımış olsalar da, gayri resmi olarak Tayvan ile ilişkiler geliştirmektedirler. Çin de bu durumu protesto etmektedir.
Tayvan Sorunu’nun görünen temel nedenleri şunlardır:
- Tayvan’ın statüsü: Tayvan’ın devlet mi, eyalet mi veya hangi statüde olduğu konusu sorunun çözülememesi bu sorunun temel nedenlerinden biridir. Tayvan, kendini kesinlikle bağımsız bir devlet olarak görmekte, Çin ise Tayvan’ın kendi eyaleti olduğunu savunmaktadır.
- Güney Çin Denizi ve Doğu Çin Denizi üzerinde egemenlik sorunu: Çin ve Tayvan, kendilerini Çin’in ardılı kendilerini gördükleri için, Güney Çin Denizi’ndeki Spratley ve Paracel adaları ile Doğu Çin Denizi’ndeki Senkaku/Diaoyu Adaları üzerinde egemenlik hak iddialarına sahiptirler.
- ABD’nin bölgedeki üçüncü aktör olarak konumu: ABD’nin bu bölgedeki varlığı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hissedilmeye başlamıştır. ABD’nin bölgede bulunma nedenleri dönemlere göre değişiklik göstermiştir. Süpergüç olan ABD’nin değişen politikaları da bu sorunu etkilemektedir. ABD’nin Tayvan’da askeri tesisleri ve yatırımları da bulunmaktadır.
ABD ve Çin ilişkisinde, Tayvan, konumundan dolayı önemlidir. Tayvan geleceğin güç dengelerinin belirlenmesinde etkili bir konumdadır. Çin ve Japonya ilişkileri açısından ise, iki ülke arasındaki sorun doğuran alanlardan bir tanesi de Tayvan’dır. Sorunun temelinde, Çin’in “Tek Çin” politikası, Japonya’nın Tayvan’la olan ticari ilişkilerini sürdürme isteği, Japonya’daki Tayvan lobisi ve Tayvan üzerinden ticareti kontrol etme mücadelesi yer almaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Tayvan hükümetini resmi olarak tanıyan ABD ve Japonya’nın Çin ile olan ilişkilerin 1970’li yıllarda düzelmeye başlamasıyla birlikte, Tayvan konusu, ikili ilişkilerin sorun doğuran alanlarından olmuştur. 1972 ortak deklarasyonunda, Çin tarafı Tayvan’ın Çin’in ayrılmaz bir parçası olduğunu, Japonya tarafı ise bu durumun anlaşılır olduğu ve saygı duyulduğunu, fakat bu konuda yasal bir değerlendirmede bulunulamayacağını belirtmektedir. İlişkilerin normalleşmesinden beri, Japon hükümeti Tayvan’a resmi ziyaret gerçekleştirmemiş, Tayvan’dan da ziyaret gerçekleşmemiştir.
- Avrasya ve Amerika’da Çin
Yakın sınırlarında karşı karşıya kaldığı sorunların haricinde diğer sınırı olmayan asya ülkeleri ile de birtakım sorunları bulunuyor Çin’in. Vietnam’dan Endonezya’ya Singapour’dan Tayland’a kadar birçok sorun ile de karşı karşıya. Fakat Çin bu sorunlara karşı uyguladığı formüllerde başarı elde edebiliyor. Ve bu da bu ülkelerin Çin’e tehdit olarak anılan ülkeler kategorisinde anılmamasını sağlıyor. Kapitalist Modernite çağının ihtiyacı olan değişimin farkında olan Çin, Avrasya ülkeleri ve Amerika kıtası ülkeleri ile de ilişki ağı örgütlüyor. Yakın sınırlarına nazaran bu bölgelerde kurduğu ağ, daha ciddi ve sert tepkiler ile karşılanabiliyor ki nitekim öyle de oluyor. Ticaret yollarının kapatılması ile tehdit edilen Çin, Avrasya, Orta Doğu ve Amerika kıtasındaki ülkeler ile ticareti sürdürebilmek için ne denli uygun bir pozisyonda olduğuna da diğer Dünya ülkelerini ikna etmeye çalışıyor. Yakın sınırlarında karşılaştığı problemlerde de belirttiğimiz üzere Çin’in ilişki içinde olduğu ülkelerin iç işlerine karışmama ilkesi, kendisine mühim bir avantaj sağlıyor. Bu Çin hanesine yazılan ilk artı olarak duruyor. Bir diğer artı da, Çin’in mevcut Dünyevi krizi aşmak için gereken formülün kapitalistlerin de ikna olabileceği bir formül oluşudur. Çin, bu krizin ortadan kalkması için sistem değişikliğine gidilmesi taraftarı değil. Çin bu sistemi kabul ediyor ve Çin şahsında ifade bulan formül, sistemin yeni bir lidere ihtiyacı olduğu formülüdür. Buna özetle Çin, sistemi değil, Lideri değiştirmek istiyor.
Bu yönlü bir formüle sahip oluşu, çağın hakimi kapitalistleri rahatsız etmiyor. Mevcut lider ABD’nin kendisine tehdit gördüğü Çin’e uyguladığı ambargolar da bu nedenle etki gücü kısıtlı kalıyor. Özellikle Trump döneminde ABD cenahının uyguladığı içe dönük yaklaşım, Çin için bulunmaz bir fırsat oldu. Bu dönemde birçok avrasya ülkesi ile önemli ticari ilişkiler geliştiren Çin, bu ülkelerde kurduğu ilişki ağı sayesinde yeryüzünün en karmaşık parçası Orta Doğu’da da adından söz edilir bir düzeye getirdi. Avrasya pazarında Azerbaycan ve Ermenistan gibi önemli müşterileri bulunan Çin, ABD’nin Dünya’da bulunmadığı 2 deniz olan Hazar ve Karadeniz’e yakın ülkeler ile ilişki kuruyor. Çin, Gürcistan’da bölgenin en büyük limanını inşa ediyor. Ayrıca burada bir de serbest ticaret bölgesine yatırım yapmıştır. Bakü-Tiflis-Kars demiryolunun açılmasında büyük katkıları vardır ve bu demiryolu ile hem Karadeniz hem de Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşabilmeyi hedefliyor. Romanya’da da satın aldığı bir limanı bulunan Çin, Gürcistan’daki limandan yine Romanya’da aldığı limana malları taşıyıp buradan da tüm Avrupa’ya dağıtmayı hedeflemektedir. Dolaysıyla, Çin, Rusya hattı ve Türkiye hattının yanında bir de Karadeniz hattını devreye almak gibi bir girişim içindedir. Çin’in İran ile olan ilişkileri başta İsrail olmak üzere Orta Doğu ülkeleri ve Batı ülkeleri ile arasında gerginliğe sebep olabiliyor. ABD 69. Dış işleri bakanı Rex Tillerson 2018 yılında Latin Amerika ülkelerine gerçekleştireceği ziyaret öncesi bu ülkelere uyarı niteliğinde bir telkinde bulundu. Rex Tillerson “Çin’in yatırımlarına yönelik kısa vadede kulağa hoş gelen projeleri, uzun vadede büyük bağımlılığa ve Sri Lanka gibi olmaya neden olabilir.” demişti. Rex Tillerson’ın yerine gelen Mike Pompeo’da bu ülkelere yaptığı ziyaretlerde bu konuya sürekli değinmiş ve Tillerson’ın söylediklerinin benzerini yinelemişti. İspanyolların işgali ile başlayıp yüzyıllarca sömürüye maruz kalan Latin Amerika ülkelerinden Brezilya, Arjantin, Şili ve Peru güncel olarak Çin’in en büyük ticaret ortağı. Ticaret daha çok Pekin’e ihraç edilen yaş sebze, meyve ve et ürünleri üzerine kurulu. Ayrıca Brezilya ile BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika gibi dünyanın önde gelen yükselen ekonomilerinin gruplandırılmasının kısaltmasıdır) platformunda bulunuyor. Çin lideri Xi Jinping 2015’te Pekin’de gerçekleştirilen Çin- Latin Amerika ve Karayipler Bakanlar Forumu’nda hedeflerinin 2015-2019 arasında bölgeyle 500 milyar dolarlık ticaret ve 250 milyar dolarlık doğrudan yatırım yapmak olduğunu ifade etmişti. Amerikan Ülkeleri Kalkınma Bankası’na (Inter American Development Bank-IADB) göre 2014’te Çin-Latin Amerika ticareti 200 milyar dolar civarındaydı. 2016’da bu ticaret yüzde 30 artarak 260 milyara çıktı.
1.Bölüm: 3. DÜNYA SAVAŞI: TEHLİKE VE UMUT-ABD Tıklayınız
3.Bölüm: 3. DÜNYA SAVAŞI: TEHLİKE VE UMUT-RUSYA Tıklayınız
Militan RÊHAT-Firat ALİ
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi