08 Mart 2010 Pazartesi Saat 17:35
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
Friedrich Nietzsche, 20. yüzyılın en büyük ahlak
filozoflarından biridir. Fakat eril sistem, onun bu gerçekliğini hiç olmadığı
kadar çarpıtmış ve onu, ahlakın kaynağı olan kadın karşısında eli kırbaçlı koyu
bir kadın düşmanı gibi sunmuştur. Oysaki Nietzsche’nin ahlak arayışının
temelinde kadın vardır. Onu ahlak arayışına sürükleyen esas etken kadındır. Bu
bakımdan Nietzsche’nin karanlığa çekilmiş hakikatini, eril sistemin tüm
çarpıtmalarından arındırarak yeniden gün yüzüne çıkarmayı, kadınlar olarak
önemsememiz gerektiğini düşünüyorum. Zira Nietzsche gerçekliği, sanılanın
aksine kadın toplumsallığının, kadın ahlakının ve en önemlisi de özgür kadının
gerçek arayışçılığıdır.
Bilindiği gibi Nietzsche, yaşadığı çağın insanını aşk ve
dostluk gibi kutsal olgular açısından son derece özünden boşalmış ve sahte
buluyordu. Bu yüzden de koca insan toplulukları içerisinde kendisini yapayalnız
hissediyordu. Ama bu durumu hiçbir zaman kabullenmedi ve daima bir mücadele
içerisinde oldu. Çünkü o, bu sahteliği kabullenecek kadar çağının insanı
değildi. Bu nedenle de kendisi ve insanlık için, yeniden bir hakikat arayışına
girdi. Ona göre bu sahteliğin kaynağında, kesinlikle hakikatin yitimi
yatıyordu.
Peki, bu hakikat neydi ve nasıl yitirilmişti? Nietzsche de,
her filozofun yaptığı gibi işe ‘Tanrı’dan başladı. Hakikat yolunun daha ilk
adımında Tanrının öldüğünü ilan ederken, sağlam adımlarla ilerlediğinden
oldukça emindi. Ancak tam da ‘Tanrı öldü’ dediği bir sırada Salome ona, ‘Tanrı
öldüyse ahlak sorunu doğar, ahlakın yerine neyi koyacaksın?’ sorusunu yöneltir.
Salome, yaşamı boyunca Nietzsche’yi en fazla etkileyen, felsefi yoğunlaşmaları
üzerinde daima belirleyici bir etkisi olan zeki ve güçlü bir kadındı.
Salome’nin kendisine yönelttiği bu son derece önemli olan soru, Nietzsche için
sonun başlangıcı oldu. Bu sorunun ardından esasın ahlak olduğunu fark eden
Nietzsche, bundan sonraki hakikat arayışını ahlakın kaynağı nedir sorusunun
yanıtını bulmak olarak belirledi.
Ahlakın kaynağına dair arayışı, Nietzsche’yi Zerdüşt’e
götürecek ve Zerdüşt ahlakına vardıkça da, eril çağın zihniyet formlarından
sıyrılıp, yeniden kadına dönüşü yaşayacaktır. Çünkü Zerdüşt felsefesi, erkeğin
eril tanrısına karşı, kadının toplumsal ahlakını buyuruyordu. Bu yüzden de
Zerdüşt felsefesinin derinliklerine daldıkça, ahlakta kadının gücünü keşfediyor
ve yitirilen ahlakın, aslında yitirilen kadın olduğunu anlıyordu. Keza
toplumsal ahlak, son tahlilde kadın olarak gerçekleşmişti. Bunun üzerine
Nietzsche, kendisini Zerdüşt buyruğunun müritliğine adadı.
Artık Nietzsche’nin bütün çalışmalarının esasını, kadın ve
onun ahlakı oluşturacaktı. Zira hakikat yolunda ulaştığı bütün sonuçlar ona
insanlığın kurtuluşunun kadın ahlakından geçtiğini söylüyordu. Aslında
Nietzsche, en başından beri bu dişil hakikatin fideliğinde yetişmişti.
Çocukluğunu annesi, kız kardeşi, anneannesi ve evlenmemiş iki teyzesiyle
birlikte geçirmişti. Yaşadığı bu deneyim, onu 20. yüzyılın gerçek bir ahlak
filozofu ve hakikat arayışçısı yaptı. Ölünceye kadar da hayat akışını bu dişil
hakikat belirledi. Dolayısıyla Nietzsche için hakikat, dişildi. Ancak yaşadığı
çağın eril karakteri, bu hakikatin varlığına imkan tanımıyordu. Bu nedenle
Friedrich, yaşadığı çağı ‘erkek çağı’ olarak tanımladı. Bu, onun deyimiyle şu
anlama geliyordu dişil hakikat, eril duygunun kızgın çağında yaşıyordu. Bu
yüzden de birkaç yüzyıl içerisinde bütünüyle erkeğe dönüştürülmesi tehlikesi
vardı. Nietzsche bununla eğer ki durdurulamazsa, hakikatin sonsuza dek eril
sistemin karanlığına gömülebileceği tehlikesine dikkat çekiyordu. Buna dur
demenin tek yolu ise ‘üst insan’ı yaratmaktı. Bundan dolayı Nietzsche, ahlaki
kopuşu yaşayan sistem toplumsallığına karşı, kadın ahlakına yeniden dönüş
anlamındaki ‘üst insan’ çıkışını gerçekleştirdi. Ancak onun bu üst insan
çıkışı, çok yanılgılı ele alınacak ve sistem tarafından büyük çarpıtmalara
uğratılacaktı. Eril sistem, topluma aşıladığı ırkçılık hastalığının teorik
malzemesini onun bu kavramına dayandırdı. Bu yüzden de üst insan kavramı, uzun
bir zaman birçok tartışmanın merkezinde yer alan ‘tartışmalık’ bir kavram
haline getirildi. Oysaki Nietzsche’nin ‘üst insan’la kastettiği ahlaka yeniden
dönen insan olarak, ahlaktan kopuşu yaşayan hiçlik dolaylarındaki insan
gerçekliğini aşmaktır. Yani ‘üst insan’a varış, aslında toplumsallığın özü olan
kadın ahlakına yeniden dönüşün gerçekleşmesiydi. Bu yüzden de Nietzsche, üst
insanı bir varoluş tarzı olarak yorumladı. Zira kadın ahlakı, toplumun varoluş
tarzıydı.
Dolayısıyla Nietzsche’nin “kadınlara mı gidiyorsun, öyleyse
kırbacını unutma sözünün mesajı, aslında biz kadınlara sistem tarafından
yoğunca çarpıtılarak sunulmuştur. Keza yaşamı, felsefesi ve ahlak arayışçılığı
göz önünde bulundurulduğunda Nietzsche’nin bu sözüyle fahişeleştirilmiş,
cinsel bir objeye dönüştürülmüş ve kadınca duygularından arındırılıp
erkekleştirilmiş kadın gerçekliğine karşı duyduğu nefreti dile getirmek
istediği çok açıktır. Ancak eril sistem onun bu söylemini ‘kadına karşı şiddet
meşrudur’ şeklinde yorumlayarak toplumda yanlış bir algı oluşmasını
sağlamıştır. Böylece Nietzsche’nin oluşturmak istediği toplumsal refleksin de
gelişimi önlenmiştir.
Oysaki bu ünlü söyleminde geçen kırbaç kavramı, tamamen
mecazidir. Nietzsche bununla düşürülmüş ve fahişeleştirilmiş kadın gerçekliğine
karşı tüm erkeklerin (hatta tüm toplumun) bir öfkesi olması gerektiğini
belirtmek istemiştir. Keza bu sözünü de, frengi hastalığını kaptığı bir genelev
deneyiminden sonra söylemleştirmiş ve bu olaydan sonra da bir daha hiçbir
kadınla cinsel ilişkiye girmemiştir. Hatta bunu daha da ideolojik bir formata
kavuşturarak kadınla ilişkiyi salt cinselliğe indirgeyen bu durumu,
kapitalizmin ‘zevk ahlakı’ olarak değerlendirmiş ve reddetmiştir. Artık onun
için cinselliğin tek bir anlamı vardır o da ‘sürüleşme’dir. Anlaşılıyor ki
Nietzsche bu sözüyle yalnızca düşürülmüş kadın gerçekliğine karşı bir öfkenin
olması gerektiğini haykırmakla kalmamış, aynı zamanda cinselliğe indirgenmiş
aşkın, şehvetin pençesinde can çekiştiğini ve bu durumun insanlığın sonunu
getireceğini de haykırmıştır. Nitekim yaşamının daha sonraki dönemlerinde bu
durumu çok daha güçlü bir ifadeye kavuşturarak şunu söyleyecektir: “Şehvet
varoluşun dehşetini yaşatır. Bu açıdan Nietzsche’nin, yaşanan durumun vahametini
ortaya koyabilmek için kırbacı özellikle seçtiğini düşünülebilir. Çünkü çağın
rengini belirleyen bu durumun vahameti, ancak böylesi bir mecazla
anlatılabilirdi. Dolayısıyla Nietzsche gerçekliği, tüm bu belirtilenlerden de
anlaşılacağı üzere bir kadın düşmanlığı değil, tersine bir özgür kadın
arayışçılığıdır.
Ekin Gever
Kürdistan
Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org
– www.lekolin.net – www.lekolin.info