Gün geçmiyor ki bir kadın katledilmesin, taciz ve tecavüze maruz kalmasın, gün geçmiyor ki bebekler katledilmesin, çocuklar kaybolmasın, cinsel istismara uğramasın! Gün geçmiyor ki gençlerimiz arasında fuhuş ve uyuşturucu yaygınlaştırılmasın!
Bu toplum nereye gidiyor? Özellikle Türkiye ve Bakur Kürdistan’da neler oluyor? Bu yoz, insanlık dışı suçlar kimler ve kimlerin eliyle yapılıyor?
Bakur Kürdistan ve Türkiye’de kadına yönelik şiddet ve katliamlar her geçen gün artıyor. Neredeyse her gün haber sayfalarında yukarda saydığımız olaylara ilişkin nefes kesen, kan dondurucu başlıklar önümüze çıkıyor. 2024’ün ilk dokuz ayında 295 kadın henüz bu yılı bitirmemişken bu sayı 300’ü çoktan aştı. Bu kadınlar Eril zihniyetin hedefi olarak katledildi! Sadece Eylül ayında 34 kadın ve 1 çocuk bu zihniyet tarafından öldürüldü, 20 kadın ile 4 çocuk “şüpheli” bir şekilde yaşamını yitirdi!
Bunların yanında kamuoyunda ‘Yenidoğan Çetesi’ olarak bilinen ve AKP’li eski Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’na ait bir hastanenin de aralarında olduğu 19 özel hastanenin adının karıştığı bebek katliamları, gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. İnsanlığın bu kadar yerlerde süründürüldüğü bir dönem görülmedi. İnsanları kendi çocuklarının ölümü için para yatırır duruma getiren bu Çete yapılanması cenazeleri vermek için bile ailelerden para aldığı ortaya çıktı. Çete grubunda yer alanların tümü AKP-MHP ile bağlantılılar.
Toplum içerisindeki yozlaşma ayyuka çıkarken buna sebebiyet veren asıl zihniyetin tarihi ve günümüzdeki varlığı bilince çıkarılmadan buna karşı doğru temelde bir öz savunma gelişmeyeceği de tartışmaya götürmez bir gerçek.
Devletli uygarlığın ve eril zihniyetin, sömürü ve tahakkümüne direnen demokratik uygarlık güçlerinin destansı mücadelesinde kadının her zaman başat bir yeri olmuştur. Eril zihniyet ilk olarak doğa ve kadına yönelmiş, ilk tahakküm ve sömürü pratiklerini kadın ve doğaya karşı hayata geçirmiştir. Hayatın hakikati olarak kadın ve doğanın ayrılmazlığı, birinin diğerini tamamlaması ve temsil etmesi bu iki yaşam kaynağını devletli uygarlığın temel hedefi haline getirmiştir. Önderlik eril zihniyet ve devletli uygarlığın kadına yönelik yaklaşımını dair; “İlk güçlü otoritenin kadın üzerinden kurulması rastlantı değil. Kadın organik toplum gücü ve sözcüsüdür. O aşılmadan ataerkillik zafer kazanamaz. Daha ötesi, devlet kurumuna geçilemez. Ana kadın gücünün aşılması stratejik bir anlama sahiptir” değerlendirmesinde bulunuyor. Yani yönelim ideolojik ve sistemseldir.
Bu bağlamda son beş bin yıllık tarih esas itibariyle ana kadının oluşturduğu komünal özgürlükçü sistem ile eril zihniyetin oluşturduğu iktidarcı ve tahakkümcü sistemin mücadele tarihidir. İnsanlık tarihinde, karşıt değerlerin, hakikatlerin ve sistemlerin ideolojik ve politik olarak karşı karşıya geldiği kesitini ifade etmektedir. Ana kadın toplumumun doğayla uyumlu komünal, özgürlükçü, ahlaki ve politik hakikatinin yok edilerek yerine mülkiyetçi, iktidarcı, tahakkümcü ve eril zihniyetin konulma savaşıdır.
Beş bin yıllık eril zihniyetin ve devletli uygarlığın temsilini yapan faşist TC rejiminin gölgesinde toplumsal yozlaşma gün aşırı derinleşirken kadına yönelik soykırım politikalarına meşruiyet kazandırılmaya devam ediliyor. Esamesi bile kalmayan adalet “güçlü, zengin, erkek” olandan yana işlemeye son sürat devam ediyor. Tarihi geçmişi oldukça köklü olan bu eril zihniyet; kamuoyu baskısıyla alınan kararların dahi uygulanmadığı, İstanbul Sözleşmesi’nin devre dışı bırakıldığı, 6284’ün tartışmaya açıldığı bir ortamda göz göre göre gelen kadın cinayetleri, istismar haberlerinin arttığı yoz bir ortam yarattı.
Kadınlar üzerindeki çok yönlü baskı hem faşist iktidarın hem çeşitli siyasal islamcıların söylemleriyle perçinleniyor. Yıllardır “fıtrat” denilerek toplumsal yaşamın bu biçimde dizayn edilmeye çalışılması eşitsizliği olağan şeymiş gibi gösteriyor. Dolayısıyla kadınlara yüklenen özellikler günün sonunda erkeklerin saldırganlığını da meşrulaştıran bir koşulmuş gibi kadınlara sunulmaktadır. Öte yandan da faillerin durumu -madde bağımlılığı, psikolojik rahatsızlıkları- cinayetlerin olağan vakalar şeklinde lanse etmeye çalışmakta. Bu yaklaşım, faşist iktidarın elinde, yandaş medyada, hukukta, toplumsal alanlarda yeniden üretiliyor.
Kadınlara, çocuklara yönelik bu kirli suçların siyaset üstü bir vicdan ve insanlık sorunu olarak görülmesi adına iktidar ve çevresi, tüm özel savaş araçlarıyla sorunun politikliğini örtbas etmek için harekete geçiyor. Bir yandan da kadınların yan yana gelebileceği alanları kriminalize ederek kadınların şiddetin karşısında örgütlü bir dayanışmanın parçası haline gelmesini engellemeye çalışıyor.
Özel savaş rejiminin uyguladığı politikaların öncelikli hedef kitlesi şüphesiz kadınlar olmaktadır. Özellikle doğaları gereği özgürlük arayışları güçlü olan genç kadınları bu politikalarının temel uygulama alanı olarak görmektedir. Toplumun en dinamik kitlesi olan gençliğin geleceği değiştirme dönüştürme potansiyeli bilindiğinden en fazla bu kitlenin örgütlendirilmesinden bu kitlenin bilinçlenmesinden korkulmaktadır. Bu nedenledir ki eril zihniyet ve ulus devletin başta eğitim alanı olmak üzere ekonomik, siyasi, toplumsal alanlarına müdahale edip kendi sistemi içine çekmeye çalışmakta. Eril zihniyetin kirli politikaları bunlarla sınırlı kalmıyor elbet! Kendi faşist sistemine çektiği gençleri bu sistemde eritip kendi kimliğinden, kişiliğinden ve öz değerlerinden uzaklaştırıp sisteme uyumlu birer köle kişiliğe dönüştürmek istemektedir.
TOPLUMU YOZLAŞTIRMANIN BİR DİĞER AYAĞI FUHUŞ VE UYUŞTURUCU
Eril zihniyet, gün geçtikçe sadece güdülere ve bireysel tatminlerine mahkum edilen bir toplum yaratmaya çalışırken birçok alanda fuhuş ve uyuşturucu bir devlet politikası olarak yaygınlaştırılmakta. Güncel rakamlara göre Türkiye’de resmi olarak 70’ten fazla genelev bulunmaktadır. Kapitalist systemin metalaştırdığı 100 binden fazla kadın bu fuhuş bataklığına sürülmektedir. Fuhşa itilen kızlar neredeyse 13-14 yaş alt sınırında.
Kürt illerinde bir devlet politikası olarak işletilen fuhuş ve uyuşturucu tuzağı, özel savaş politikalarıyla harmanlanarak geliştiriliyor. Kürt gençliğinin kendisi için başkaldıracak potansiyel risk olarak gören işgalci TC, Kürdistan da bu risk grubunu etkisiz kılacak her türlü özel savaş politikası uygulamaktadır. Bu politikaların başında özellikle lise kapıları olmak üzere her yerde uyuşturucu dağıtımı ve satışı, fuhuşun geliştirilmesi, ajanlaştırılmanın yaygınlaştırılması, tarikat örgütlenmeleri adı altında gençliğin zihnen uyuşturulması, spor sanat, sanal bağımlılık vb gelmektedir. Bu tür özel savaş araçlarıyla gençliğin özgür düşünmelerinin, irade kazanmalarının kendi toplumsal gerçekliklerini görmeyecek noktaya gelmelerini amaçlamaktadırlar. Özcesi arayışlarının önüne geçilerek, mücadeleden uzaklaştırılmaları istenmektedir.
YOZLAŞMAYA KARŞI JIN JİYAN AZADÎ
Eril zihniyet ve devletli uygarlığın Kürdistan özelinde tüm dünyada geliştirmeye çalıştığı yozlaşmaya karşı çözümün yolu Önder Apo’nun geliştirdiği Demokratik ekolojik kadın özgürlükçü paradigma ışığında etkili bir mücadeleden geçmektedir. Kürt kadın hareketinde kadın kurtuluş ideolojisi olarak formüle edilen bu hakikat Jin Jiyan Azadî şiarıyla dünya kadın mücadelesini yeni bir aşamaya taşımıştır. Bu şiar ve felsefenin ışığında yozlaştırılmaya çalışılan toplumsallık yeniden öz dinamikleri üzerinden gerçek karakteriyle buluşturmaktadır. Bu bağlamda Jin Jiyan Azadî felsefesinin Kürdistan’da ortaya çıkması da elbette tesadüfi değildir. Doğru toplumsal çözümleme, iyi tarihsel okuma ve bütünlüklü ideolojik bakışın fikir, zikir ve eylem birliğinde etkin örgütlenmenin doğal sonucudur. Böyle bir zemine oturan Kürt Özgürlük Mücadelesi ve Kadın Hareketi’nin elli yılı bulan mücadelesi, tarih boyunca eril sisteme direnmiş, bu sistemin dışında kalmış tüm ezilenlerin tarihini, mirasını ve mücadelesini kendi kazanımı olarak gören ve sahiplenen yeni tarihsel anlayış ve bakış açısının yol açtığı bir gelişmedir. Bu mücadeleyi kendine esas alan her toplum, kadın ve gencin eril zihniyete karşı etkili bir öz savunma geliştirebileceğine şüphe yoktur.
Militan RÊHAT