15-16 Ekim’de “Âlimler ve Medreseler Birliği” adlı bir kurum Amed’te 7. Alimler Bulaşması etkinliği çerçevesinde “Ümmettin İlim ve Düşünce ile Gelişmesi ve Kalkınmasında Ulemanın Rolü” adlı bir panel düzenledi. Bir de toplantıya katılan kişilere bakalım; Faşist AKP’nin resmi yayın organı Yeni Şafak gazetesinin yazarı Yusuf Kaplan, eski Hizbul-kontra hükümlüleri Enver Kılıçarslan, HÜDA-Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu ve Taliban Sözcüsü Zebihullah Mücahid gibi isimler. Sadece bunlar değil tabi. Libya’dan Başurê Kürdistan’a Ürdün’den Afganistan’a kadar birçok “Âlim’’, Amed’teki toplantıda yer almış. Batman ve Mardin’deki üniversitelerden sözde hocaların da konuşmalar yaptığı belirtiliyor. İki gün süren farklı başlıklar altında yapılan oturumların ardından 18 maddelik bir sonuç bildirgesi yayınlanmış.
Bu toplantıyı Cihadist zihniyetin düzenlediği sıradan bir toplantı gibi ele almak çok yanıltıcı olacaktır. Bu zihniyetin İslam’ı nasıl istismar ettiği ve çarpıttığı kuşkusuz başlı başına önemli bir konu fakat biz güncel politik anlamına yoğunlaşacağız. Bu toplantıya katılan tüm kesimlerin sömürgeci Türk devleti tarafından desteklendiği ve bu toplantının MİT tarafından organize edildiğini bilmek gerekiyor. Afganistan’dan Libya’ya kadar faşist AKP-MHP’nin yeni Osmanlıcı hayallerinin yerel işbirlikçilerinin bu toplantıya katılmış olması bu durumu zaten kanıtlıyor. Kanıtlamasına lakin örgütlenme bizzat zaten halkımızın Hizbulkontra olarak tanıdığı örgütün çeşitli kolları tarafından düzenlenmiş. Binlerce yurtseveri katleden ve şimdi işgalci sömürgeci Türk devletinin resmi bir kurumu gibi sadece Bakurê Kürdistan’da değil, Başurê Kürdistan’da ve Rojava’nın işgal altındaki bölgelerinde çalışma yürüten bu yapının, Kürtlükle de İslamla da bir ilgisi olmadığı açıktır. Halkımız bu yapının ne kadar Kürt olduğunu geçmişte JİTEM ile kurduğu ilişkiden ne kadar Müslüman olduğunu ise yurtseverleri cami girişlerinde ve namaz kılarken katletmelerinden iyi bilmektedir. Bu nedenle Kürdistan’ın başkentinde düzenlenen bu toplantının Kürt halkının soykırımını kendi var oluş gerekçesi gören AKP-MHP faşist iktidarının iç ve dış politikalarından bağımsız olarak ele almak mümkün değil.
Peki, MİT bu kadar “Âlim”i Amed’e niye toplamış? Bunu toplantıda yapılan konuşmalar ve özellikle sonuç bildirisindeki ifadelerle kendileri bize anlatıyor.
İlk olarak faşist AKP-MHP iktidarının kalemşörü Yusuf Kaplan’ın toplantı da yaptığı konuşmaya bakalım. Konuşmasına başlamadan katılımcıların geldiği yerler için Irak ve Suriye Kürdistan’ı yazmasına itiraz eden ve bunun mantık hatası olduğunu sadece Irak ve Suriye yazılması gerektiğini ifade ederek, ne denli ırkçı biri olduğunu kanıtlayan bu şahıs, bu toplantıya katılıp kendine Kürt diyenlere onların Kürdistan diye bir ülkelerinin olmadığını, Türk faşizminin bunu kabul etmediğini açıkça belirtti. İslam’dan uzaklaşmanın bölgeye ne kadar zarar verdiğini uzun uzun anlatan Kaplan son olarak çareyi herkesin ama özelliklede İslam ülkelerinin hakimlerinin İslam’a dönmesi olarak gösteriyor. Batı ve emperyalizme sözde saldıran Yusuf Kaplan, Tayyip Erdoğan’dan bahsetmiyor, Türk Devletine işaret etmiyor. Fakat çaresinin ne olduğunu biliyoruz. Faşist AKP-MHP iktidarı kendini güçlü hissettiği ve yeni Osmanlı’yı kuracağına kendisinin de inandığı birkaç yıl önce bu çareyi açıkça Türk Devletinin öncülüğündeki hilafet devleti olduğunu söylüyorlardı. AKP’nin çete örgütlenmesi SADAT bu amaçla bu şahsında katıldığı konferanslar düzenliyordu. Yusuf Kaplan şimdi biraz çekingen, ne de olsa faşist iktidarın bu dış politikası çöktü. Bugünlerde Kürt soykırım savaşına seferber edilen ekonomisi battı ve durumu biraz düzeltebilmek için faşist şef Erdoğan o zaman düşman ilan edilen başta Suudi Arabistan olmak üzere tüm devletlerin kapısını aşındır. Bu nedenle yüksek sesle olmasa da yeşil Türk faşistlerinin hülyasını tüm Ortadoğu’ya çare diye sunuyor.
Önce Mısır ile arasını düzeltmek için Müslüman Kardeşler örgütünün faaliyetlerini sınırlayan ve yöneticilerini ülkesinden çıkaran şimdi de BAAS rejimi ile Kürt karşıtlığında birleşmek için Suriye’deki Cihadist çeteleri satmaya hazırlanan faşist AKP-MHP iktidarı MİT’in düzenlediği bu konferansla bölgedeki Cihadist yapılara hala onların arkasında olduğu mesajını vermek istiyor. Aynı zamanda Batılı emperyalist güçlere Cihadist örgütlerle onlara hala zarar verebileceğini bu kozu hala elinde tutuğunu göstermek istiyor.
Öte yandan ABD’nin uzlaşarak Afganistan’da iktidarı sunduğu Taliban’ın dünyada reklamını yapmanın da bu toplantının ana amaçlarından biri olduğu anlaşılıyor. Zaten Taliban sözcüsünün katılıyor olması bu toplantının daha fazla bilinir olmasını sağladı. MİT’in bir yandan Taliban sözcüsünü panel dedikleri bu gösteriye dahil ederek bu grubun destekçisi olacağını kanıtladı. Diğer yandan bunu resmi bir devlet daveti çerçevesinde değil de güya sivil bir dini grubun çatısı altında yaparak hem içerde hem dışarda gelebilecek tepkilerin önünü kesmek istedi. Zaten bu toplantıda hem konuşmaların ağırlık bir kısmına hem de sonuç bildirgesine damgasını vuran husus tüm İslam devletlerinin Taliban Afganistan’ını desteklemeye çağrılmasıdır. Türk devleti Orta Asya’da Taliban’a dayanarak etkinliğini artırmayı amaçlamakta bunun içinde Taliban’ın uluslararası arenada kabul edilen bir aktör olmasını istemektedir. Taliban sözcüsü bu toplantıda şu ifadeleri kullanmıştır; “Afganlar çoğunlukla ehli sünnet ve’l cemaatten olup Hanifi mezhebindendir. İmam Hanifi, bir kişinin haksız yere tekfir edilmesini kabul etmez. Bu mezhep çok ihtiyatlı bir mezheptir. Aynı şekilde alimlerin belirttiği menheç ve yol üzereyiz.” Burada Taliban sözcüsü, selefilerden (DAİŞ vb.) ayrı ve kabul edilebilir olduklarını sadece Arap devletlerine değil, esasında kapitalist merkez devletlere anlatmayı hedefliyor. Zaten ısrarla Batı’nın Taliban Afganistan’ı tanımasını istediklerini vurguluyor.
Âlimlerin buluşmasında ipleri kimin tuttuğu açıktır. Toplantıda Faşist Türk devletiyle ya da onun politikalarıyla çelişkili tek bir kelime bile kullanılmamıştır, kullanılamaz da. Bu da toplantıyı yapan ulemanın kimin uleması olduğunu berrak bir biçimde ortaya koyar. Bu örgütler uzun zamandır Türk devletinin stratejisinin önemli bir parçası ve MİT’in bölgedeki araçlarından biridir. Önder APO El Kaide ve Taliban gibi örgütlerinin iç yapısını ve onların bölgedeki ulus devletlerle ilişkisini ve politikanın sonuçlarını yıllar önce yazdığı son savunmasını net bir biçimde tarif etmişti;
“Afganistan ve Pakistan’da da yaşananlar farklı değildir. Hizbullah, El Kaide ve Taliban cambazlıklarına rağmen gerçeklik örtbas edilememektedir. Unutmamak gerekir ki, her üç maskeli kuruluşu, yani Hizbullah, El Kaide ve Taliban’ı da (Türkiye, Pakistan, Katar ve İran) uşak ulus-devletler kurmuş olup, şimdi de bunları ABD ve AB gibi hegemonik efendilerinden daha çok pay kapmak için şantaj aracı olarak kullanmaktadır. Birlikte inşa ettikleri bu komplo, suikast ve katliam araçlarını birbirlerini terbiye etmek ve daha çok pay elde etmek için birbirlerine karşı kullanmaktadırlar. Belki de tarihte en iğrenç komplo oyunları için icat edilen araçlarla karşı karşıyayız. Bu komplocu oyun araçlarıyla âdeta çelik çomak oynar gibi oynanarak halklar ve kültürleri katledilmektedir. Açık ki bu araçlarla ne sistem Ortadoğu’da daha çok yer bulabilir, ne de işbirlikçileri olan ulus-devletler iflah olabilir.”
Bu toplantıda vurgu yapılan ve saldırılan bir durumda kadınların son yıllarda artan özgürlük mücadelesi oldu. Kadın düşmanlığını sonuç bildirgelerinin 17. Maddesine de yansıtan faşist Cihadistler kadınların özgürlük arayışlarını emperyalizmin oyunu şeklinde yansıtarak büyük bir çarpıtmaya da başvuruyorlar. Kapitalist modernitenin kadını nesneleştirdiği ve sahte bir özgürlük algısı yarattığı ne kadar doğruysa bu zihniyetin kadını köleleştirmeyi esas aldığı da o kadar doğrudur. Aslında görünüşte ne kadar zıt olsa da iki anlayış da kadını ikinci sınıf gören eril zihniyetten yani aynı kaynaktan beslenmektedir. Biri kadının bedenini tehdit olarak sunup zorla örtülerin ardına kapatırken diğeri kadın bedenini mezata sunmaktadır.
Aslında ikisi de bugün İran’da halk ayaklanmasının şiarı olan “Jin, Jiyan, Azadî”nin ifade ettiği kavramların düşmanıdır. Hele kadın düşmanlığını her gün yeniden kanıtlayan kadın özgürlük mücadelesinin öncülerini suikastlarla hedefleyen MİT’in beslediği Cihadist örgütlerin mayasında kadın düşmanlığı barizdir ve Kürt kadın özgürlük hareketinin dünya çapında etkisinden korkmaktadırlar. Bildirilerin de “kadınların hak ve hukukunu İslam çerçevesinde korumak ve güçlendirmek” dediklerinde neyi kastettiklerini Taliban’ın vahşetine maruz kalan Afganistanlı kadınlar da Hizbulkontra’nın kezzap saldırıları hala hafızalarında olan Kürdistanlı kadınlar da çok iyi anlamaktadır. MİT kadınların gelişen mücadelesini bu örgütler eliyle kırmaya ve çarpıtmaya çalıştığı açıktır.
MİT kuşkusuz bu toplantıyla sadece dış politikada bir hamle yapmak istemiyor. Aynı zamanda Kürdistan’ın başkentinde İslam’ı istismar eden ihanetçi kesimlerin Kürt soykırımında oynatmak istediği rolü gösteriyor. Kürt ihanetçileri yaptıkları konuşmalarda mahcup bir şekilde Türk devletinin eski ırkçı uygulamalarına ve ulusalcıların şimdiki bakış açılarına değinirken Kürdün gölgesine bile düşman olan iktidara tek bir kelime etmiyorlar. Toplantı da tek yaptıkları Kürt özgürlük hareketine saldırmak. 40 yıldır yürütülen Kürt halkının varlık ve özgürlük savaşının Kürtlere zarar verdiğini arsızca ifade ediyorlar. Kürtlerin en büyük sorunu PKK’dir diyorlar. Bunların gerçek yüzünü görmeyen samimi dindar kesimlerin bu ifadeleri tekrar tekrar okuması gerekir. Kürtlüğe bu denli yabancı olarak Müslüman olunamayacağı açıktır.
Bir yandan da Kürt toplumu içerisinde teşhir olduklarını itiraf etmek zorunda kalıyorlar. Kürt halkının dindar olmasına karşın ağırlıklı kesiminin onların ümmetin birliği söylemine kanmadığını belirtiyorlar. Ve bu konuda ideolojik mücadele yürüteceklerini sonuç bildirgelerinin 15.maddesinde ilan ediyorlar. Ne yapacakları ise açık. Onlar ancak Kürt halkının boğazına dayanmış soykırım kılıcını parlatabilirler. Kürt halkı bu kılıcı kırdığında ihanetçilerin de hiçbir misyonu kalmayacak.
Öte yandan Hizbulkontra’nın bu faaliyeti MİT’in stratejisine göre pratikleştirdiğinin başka bir kanıtına daha dikkat çekmeliyiz. Alimler buluşmasının 2015 yılından bu yana yapıldığını ifade ediyorlar. 2015 yani Kürt soykırımını tamamlamak için faşist Türk devletinin “Çöktürme Planını” pratikleştirmeye başladığı yıl. Zaten bu planda İslam’ın devletçi yorumunun bölgede ağırlık kullanılacağı ifade ediliyor ve Hizbulkontra’nın tüm kollarının bu yıldan itibaren doğrudan kayyumlardan aldıkları desteklerle faaliyetlerini artırdığı biliniyor. Âlimler Buluşmasının da Çöktürme planındaki strateji temelinde gerçekleştirildiği anlaşılıyor.
Son olarak Âlim’in sözlük karşılığında; çok bilen, bilgili, hoca, İslami düşünceye hakim kimse yazıyor. MİT’in düzenlediği bu toplantılarda bir araya gelenlerin ne çok bildiklerini ne birilerine bir şey öğretebilecek hoca oldukları ne de zalimle her tür mücadeleyi farz kabul eden İslami düşünceye hakim oldukları açıktır. MİT’in Âlimleri olsa olsa kukla olabilir, buluşmaları da kukla sahnesi olur. Kuklaların değil esasında onların ipi tutanın ne söylediğine ne yaptığına bakmak şarttır. Ortadoğu’nun da Kürdistan’ın da MİT’in kuklalarına değil, halklar mücadelesini Demokratik İslam’la buluşturan gerçek alimlere ihtiyacı vardır.
Kendal BAGOK