Cumhuriyet kavramı özgürlük demektir. Cum-hurriyet-huriyet. Arapçada kendi kendini yönetme ve özgürlük demektir. Cumhuriyet kavramı Özellikle Fransız ihtilali ve Amerikan devrimiyle ön plana çıkmış, feodaliteye karşı isyan etmenin temeli olmuştur. Burjuva sınıfı, feodal derebeylere karşı kendi iktidarını kurmak için cumhuriyet kavramına ve çeşitli özgürlük değerlerine sımsıkı bağlı bir şekilde hareket ediyordu, kimi yönleriylede kendisini devrimci ve aydınlanmacı olarak gösteriyordu. Bütün bunlar tabi halkın özgürlük ideallarine uygun hareket edip, iktidara gelmek için kurnazca kullanılan siyasi argümanlar olmaktaydı. Çünkü hiçbir siyasi güç toplumsal hak ve hukuktan söz etmeden, toplumun sorunlarını öne sürmeden toplumu etkileyemez ve kuracağı sistemi toplum nezdinde meşru kılamaz. İşte bundan dolayı cumhuriyet kavramı ve ulus devlet aygıtı son 300 yıldır etkili bir şekilde kullanılmıştır, hala kullanılıyor. Kimi gelişmiş sanayi ülkelerinde halkın mücadele etmesi sonucu bazı haklar elde edilmiş ama özgürlük tam olarak halka ait bir değer haline gelememiş, sistemi devam ettirmek için sadece bir siyasi argüman olarak kalmıştır. Türkiye gibi yarı sömürge ya da çarpık kapitalist ülkelerde cumhuriyet sistemleri açık faşizan sistemler haline gelmişlerdir.
Kapitalist partiler olarak tarif ettiğimiz burjuva düzen partileri adı geçen cumhuriyet sistemleri için de burjuva sisteminin temel lokomotifi olma işlevini görmüş, sistemin her türlü hizmetini layıkıyla yerine getirmişlerdir. Burjuva partilerinin esas adı aslında rantiye partileridir. Bu düzen partileri her ne kadar toplumsal sorunları dillerinde hiç düşürmeleselerde, her defasında topluma hizmet ettiklerini dile getirselerde aslında bu partiler birer sömürü makinesi olarak çalışmışlar, toplumun sırtını kamburlaştırmışlardır. Rantiye partilerinin en büyük sloganları kendilerini halka hizmet eden siyasi kurumlar olarak göstermeleridir. Kapitalist sistemin temel ihtiyacını karşılamak ve sistemin gelişimini sağlamak amacıyla yapılan yollar, barajlar, köprüler yapmayı hizmet olarak gösteriyorlar. Yol yapılacakki çok araba satılsın, baraj yapılacakki elektrik daha çok üretilsin ve teknoloji daha çok kullanılsın, çünkü günümüz tekniği elektriksiz çalışmıyor ve gerekli elektriğin üretilmesi gerekiyor, aksi durumda teknolojik ürünler kullanılamaz, satılamaz. Yollar ve köprülerde aynı amaç için yapılıyor, paralı geçişler rant elde etmenin en iyi yoludur. Teknoloji bir ihtiyaçtır ve yaşamı daha kolaylaştırıyor, geliştiriyor ama kapitalist sistemde bilim ve teknoloji kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda kullanılıyor. Yani insan ihtiyaçları, kapitalizmin para kazanma aracı haline getirilmiş.
Cumhuriyet olarak tarif edilen sistemlerde seçimlerin yapılmasıda halkın kendi kendini yönetmesi olarak gösteriliyor. Demokrasi sadece seçimlerde oy kullanmak olarak bilindiği için halk seçimlerde oy kullandığı için kendi kendini yönettiğine inanıyor, inandırılıyor. Rantiye sisteminde seçimler aslında halkı kandırmanın birer aracıdırlar. Ekonomide ve siyasi yönetimden doğrudan söz sahibi olmayan, sistemi eleştiremeyen, devlete ve hükümete söz söyleme hakkı olmayan baskıcı sistemlerde nasıl oluyorda halk kendi kendisini yönetiyor? Sadece 100 ailenin bir ülkenin siyasetine yön verdiği ve ülkenin gelirinin yarısından fazlasını cebine doldurduğu bir ülkede özgürlük (cumhuriyet) olabilir mi? Evet, saltanat ve imparatorluk dönemlerinde babadan oğula geçen sistem yok ama belli bir sınıfın elinde olan, rant partilerinin halkın tepesine çöreklendiği ve elit kesimin saltanat sürdürdüğü bir rantiye partilerin soygun sistemleri var. Bundan dolayı “gelen yiyor giden yiyor” sözü meşhurdur Türkiye’de. Sınıfların yani zenginlerin ve fakirlerin olduğu sistemde cumhuriyet ve demokrasi kavramları sadece rant partilerinin ve burjuvazinin toplum üzerinde kurduğu sömürü çarkının kirli yüzünü gizlemek içindir. Demokrasi kültürü gelişmeyen birey ve toplumlarda seçimlerde sadece oy kullanmanın kendi kendini yönetme konusunda yeterli olduğu zihniyeti var. Bundan dolayı bir ülkede yolsuzluk oluyor, rüşvet alınıyor, her türlü büyük hırsızlıklar devleti yönetenler tarafından yapılıyor ama bunların hiç biri suç olarak görülmeyip hesap sorulmuyor.
İşsiz, aç ve aşsız kalıp ekmek ve yumurta çalan bir insan hırsız olarak görülüp dışlanırken, hapise atılırken ve toplum içinde lekelenirken, devletin en tepesindekilerin yaptıkları büyük yolsuzlukların ve hırsızlıkların hesabı sorulmuyor, tam tersi bunlar seçim meydanlarında alkışlanıyor. İşte büyük hırsızlara hesap sormayıpta alkışlayan ama aç ve işsizlikten dolayı sadece fiziki olarak yaşayabilmek için ekmek ve yumurta çalan yada alan birini hırsız olarak gören bir toplum tümden bitmiş tükenmiş, yozlaşmış toplumdur. Hırsızlıkların her türlüsüne karşıyız ama büyük hırsızlıkların olduğu bir ülkede her türlü yozlaşma, çeteleşme, mafyalaşma ve kötülüğın daniskası olur, nitekim oluyor. Hırsızlık denince insanların aklına sadece ekmek ve yumurta çalmak geliyor. Devleti yönetenlerin yaptıkları yolsuzluklar, rüşvetler ve usulsüzlükler hırsızlık olarak görülmüyor, bal tutan parmağını yalar olarak görülüyor! İşte bu çürümüş zihniyet yüzünden Türkiye bir karabataklığa girmiş durumdadır. Hadi diyelim adam işsiz ve aç kalmış, bundan dolayı ekmek ve yumurta çalıyor, peki devleti yönetenler çok iyi maaş alıyorlar ve aldıkları maaşın yarısı bile kendilerini çok iyi şartlarda yaşatır. Aldıkları maaşın yarısı bile çok iyi şartlarda kendilerine yetecekken, bunlar neden yolsuzluk hırsızlık yapıyorlar? Aldıkları maaşla geçinemedikleri için mi, yolsuzluk yapıyorlar, devletin arpalığından besleniyorlar?
Kapitalizm zaten hırsızlık düzenidir. En büyük hırsızlık emeğin yasal yollardan gasp edilmesidir. Artı değer, işçinin emeğinin kanunen çalınmasıdır. En büyük hırsızlık artı değere el konulmasıdır. Bir işçi ve emekçi fabrikada günde 200 liralık emek yani değer üretir ama bu ürettiği değerin çeyreğini ancak alıyor, büyük bölümü kapitalistin cebine giriyor. İşte bu resmiyet kazanmış, kanuni, yasal, yasallaşmış hırsızlıktır.
Cumhuriyet aldatmacası ve seçimlerin olması işte adı geçen bu hırsızlığın üstünü örtmek içindir. Bu hırsızlıkların siyasi yollarla üstünü örtme işinide rantiye parti ve hükümetleri yapıyor. Rantiye partilerinin temel görevi kapitalizmin değirmenine su taşıma ve sisteme değişen koşullar içinde taze kan vermedir. Yüz yıldır Türkiye’de, toplumsal sorunlar bir türlü çözülmüyor, çözülemiyor. Çünkü kurulan sistem gerçek anlamda cumhuriyet ve demokrasi değildir, cumhuriyet ve demokrasi maskeli sınıflı sistem saltanatıdır. Cumhuriyet, özgürlük olduğuna göre, Türkiye’de özgürlük varmı ki, cumhuriyet var olsun? Cumhuriyet ve demokrasi kavramlarının sıkça kullanılması, sadece seçimlerde oy kullanmayı kendi kendini yönetme olarak gösterme, halkı kandırmaktan başka birşey olamaz. Gelen yiyorsa, giden yiyorsa, toplumun büyük bir kesimi fakirlikten kırılıyorsa, kimse bu durumdan şikayetçi olmuyorsa, hesap sormuyorsa, soramıyorsa, orada halk kendi kendini yönetebilir mi? Gerçek cumhuriyet (özgürlük) ve demokrasi halkın ekonomisinin olduğu, sınıfların ortadan kalktığı kominalizm ile olur…
Kemal Söbe
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi