İki aydır, İran’da süren halk ayaklanması, devletin tüm bastırma girişimlerine rağmen her geçen gün, daha da kapsamlı bir hal alarak devam etmektedir. Tüm bastırma girişimlerime rağmen, hala bu direnişin devam ediyor olması, bir devrim durumunun oluşması yönünde, ciddi bir umut oluştururken, öte yandan ciddi bir öncülüğün de, açığa çıkmış olmaması, bir dezavantaj olarak görülebilir. İran’da yaşananları doğru anlamak, öngörülerde buluna bilmek için, İran tarihselliği ve toplumsal yapısını tanımak yararlı olabilir.
İran tarihsel olarak imparatorluk geleneğine sahiptir, dolayısıyla birçok halkın, dinin ve mezheplerin, yer aldığı birçok kültürün kaynaşıp, birbirlerini kabul etmesi ile oluşmuş, sosyal bir yapıya sahiptir. Ha keza, siyasal yapısı da imparatorluk geleneğine bağlı olarak, farklılıklar üzerine kurulu, eyalet ve bölgeler biçiminde örgütlenmiş, bir yapıya sahiptir. Her ne kadar, şahlık döneminde, Fars milliyetçiliği, belirgin bir unsur olarak öne çıksa da, İslam devrimi ile birlikte Şialık ideolojisi argümanıyla geliştirilmek istenen, Fars milliyetçiliğine rağmen, İran hiçbir zaman klasik ulus devlet formunda, bir devlet olamadı. Nitekim İran ismi de, bu özelliği nedeniyle, Şahlık tarafından, tüm İrani halklar ülkesi olarak kabul edilsin diye seçildi. Şahin Şah ismi de Şahların Şah-ı sıfatıyla tüm aryen halklarının kralı olarak tanımlandı.
Günümüz İran’ında, Farslar, Azeriler, Kürtler, Araplar, Beluciler, Türkmenler, olmak üzere, onlarca halktan, yine bir o kadar da, din ve mezhepten oluşan, sosyal bir yapıya sahiptir. Son direnişte de görüldüğü gibi, milliyetçi eğilimler örneğin Türkiye’de olduğu gibi halkları tamamen, birbirine karşı konumlandırabilmiş değildir. Birçok noktada, birlikte hareket edebilmekte dayanışma içerisinde olabilmektedirler. Son direnişte Kürdistan’da başlayan, “Jin Jiyan Azadî” sloganı da, Zin Zendagi azadi, sloganı olarak Azerbaycan’dan, Belucistan’a, Huzistan’dan, Tahrana kadar tüm halkların, ortak slogan haline gelmiştir.
İran, emperyal bir devlet kültürüne sahiptir. Küresel ölçekte gücünü kaybetmiş olsa da Orta Doğu düzleminde yaşanan tüm gelişmeler de şu ya da bu şekilde kendisini hissettirir. Ve mutlaka bir role sahiptir. Yani İran’ı hesaba katmadan, Orta Doğu’da bir oyun kurmak mümkün değildir, bu tarih boyunca böyle olmuştur.
1925’ten itibaren Şahlık monarşisi tarafından yönetilen İran toplumu güçlü tarihsel birikimi, etnik ve kültürel çeşitliliği, entelektüel toplumsal altyapısı ile Şah diktatörlüğünü ve İngiliz hegemonyasına karşı sürekli bir bağımsızlık ve özgürlük arayış içerisinde olmuştur. Bunun en dramatik örneği ise, Başbakan Musaddık’ın başına gelenlerdir. Musaddık Hükümetinin, İran petrol şirketlerini millileştirerek ABD ve İngiliz egemenliğinden ülkeyi kurtararak, şah despotizmini zayıflatmak istemiş. Buna karşı ABD, Britanya ve şah yanlısı ordu tarafından 15 Ağustos 1953 tarihinde darbeyle devrilerek etkisiz hale getirilmiştir. Bu durum İran toplumunda ciddi bir travma olarak yer etmiştir. Bu nedenle dışarıdan müdahalelere karşı aşırı bir duyarlılığa sahiptir sonraki tüm İran yönetimleri bu duyarlılığı halkların direnişi karşısında hep kullanmıştır.
ÇALINMIŞ BİR DEVRİM
Şah despotizminin polis, ordu ve istihbarat yapılanmasıyla tüm İran toplumunu, despotik bir cendere içerisine aldığı bir dönemde 70’li yılların tüm dünyadaki sol, sosyalist devrimci atmosferinden, İran toplumu da yoğunca etkilenmiştir. En güçlü direniş örgütü olan İran Komünist Partisi, yine sosyalist halkın fedaileri, İslami çizgiye sahip halkın mücahitleri ve Komala başta olmak üzere irili ufaklı onlarca devrimci örgüt öncülüğünde Şah’a karşı halk ayaklanmaları başlatıldı. Yoğun çatışmaların yaşandığı bu ayaklanmaların sonucunda İran ordusu da saf değiştirerek direnişçilerin yanında yer aldı. Şah ve yönetim erki ülkeden kaçınca 11 Şubat 1979’ da devrim süreci gerçekleşmiş oldu. Devrim inisiyatifinin sol sosyalist kesimlerin eline geçmemesi için alelacele Paris’te bulunan molla Ayetullah Humeyni, özel bir uçakla Tahran’a gönderildi. İran devrimi, başlangıçta tüm bu güçlerin ortak yönettiği bir devrimken kademe kademe diğer öncü güçler tasfiye edildiler.
Kürt halkının özgürlük, yerinden yönetim ve federasyon tarzındaki taleplerine, saldırılarla karşılık verilerek Kürdistan coğrafyasında, devrimin hemen sonrasında katliamlara başvuruldu.
Dolayısıyla, böyle bir başlangıcı olan, devrimlerin halklar lehine özgürlükçü bir gelişim seyri izlemesi beklenemezdi, nitekim öyle de oldu. Daha sonraki süreçlerde anti Amerikancılık anti Siyonizm söylemleri ile gerici molla rejimini güçlendirirken, Orta Doğu’da Şii eksenli, hegemonyasını kurmak için tüm çatışmaların bir biçimde tarafı olarak geleneksel emperyalist karakterini bugüne kadar canlı tutmayı başardı. Bunu da yine halkının tüm maddi değerlerini harcayarak gerçekleştirdi. Bu politikanın sonucu halka yoksulluk, sefalet ve despotizm olarak yansıdı. Zaman zaman toplumu bastırıp sükuneti sağlamış görünse de İran halkları, hiçbir zaman molla rejimini ve dayattığı yaşamı benimsemedi. Her fırsatta tepkisini göstermekten geri kalmadı.
KÜRTLER
İran toplumunun, en büyük bileşimlerinden biri de Kürtler ve Kürdistan’dır. 1639 yılından bu yana Doğu Kürdistan, İran egemenliğindedir. İran rejimi Kürtlerin varlığın doğudan inkâr etmese de ulusal taleplerini kabul etmemekte, kendini yönetme iradesini tanımamaktadır. Doğu Kürdistan’da, ulusal bilinç son derece güçlüdür. Ancak Kürt nüfusunun Şii ve Sunni olarak bölünmüş olması, İran rejimi tarafından kullanılmaya elverişli bir zemin olmuş, mevcut Kürt partileri bunu aşabilecek ideolojik ve örgütsel bir performans gösterememişlerdir.
PJAK bu konuda en avantajlı örgüttür. Demokratik ulus ve kadın özgürlük çizgisi, İran’da yaşayan tüm hakları, özgürlük talebi olan tüm kesimleri kapsama yeteneğine sahiptir. Nitekim Kürt toplumu içinde de tüm mezhep ve çevrelerde, örgütlü olan tek yapı PJAK’tır.
Genç Kürt kadını Jina Amini’nin saçının gözüktüğü gerekçesiyle gözaltına alınıp burada öldürülmesi sonrası, başta Kürdistan olmak üzere tüm İran’a, dalga dalga yayılan halk ayaklanmaları başladı. İran halklarının, birikmiş öfkesinin patlamasına vesile olan bu olay Jin Jiyan Azadî sloganıyla başta kadınlar olmak üzere toplumun tüm kesimlerini, etrafında toplamayı başarmıştır. Apocu hareketin, kadın özgürlük çizgisinin bölgemizdeki, başta kadınlar olmak üzere tüm toplum üzerinde ciddi bir etkisinin olduğu görülmüştür. Elbette bu durum beraberinde ciddi bir sorumluk üstlenme sonucunu da doğuracaktır. Hiçbir şeye kayıtsız kalmak mümkün değildir. Senin insanlığa mal ettiğin, sloganla insanlar sokağa dökülüp, özgürlük talebiyle direnirken sessiz kalman mümkün değildir. PJAK’ın tutumu da böyle olmuştur.
İran devleti, hep yaptığı gibi dış güçler, Siyonizm, şeytan Amerika, söylemlerini kullanırken, öte yandan da Kürdistan ve Belucistanı adeta şeytanlaştırarak, toplumun özgürlük talebini zayıflatmak toplumlar arasında var olan dayanışmaya darbe vurmak ve zaman zaman kontra eylemlerle süreci provoke etmek isteyecektir. Nitekim kimi girişimleri de olmuştur. Demokratik ulus ve özgürlükleri önceleyen bir söylemde ısrar etmek, mümkünse tüm halkların ortak bir devrimci Koordinasyon’da bir araya gelmesini sağlayacak örgütlülük yararlı olacaktır. Öncüsünü yaratamamış halk hareketlerinin güçlü sonuçlar alması mümkün değildir. Halk hareketleri, ciddi bir örgütlülüğe kavuşturulamazsa bir süre sonra sönümlenecektir. Bu nedenle örgütsel güçlü bir müdahale zorunludur. Bu aşamada halk eylemlerinin örgütlendirilip sürdürülmesi yararlı olacaktır. Ancak kararlı halk ayaklanması ve süren üçüncü Dünya Savaşı dengeleri farklı koşullar oluşturmaya yatkındır. Bu nedenle tüm seçenekler göz ardı edilmeden, hazırlıklı olmak, buna göre uygun koşullar oluştuğunda doğru adımları atabilmek, halk ayaklanmalarının bir devrimle sonuçlanmasında belirleyici olacaktır.
Ali DİLOK