Nerde bir Kürt varsa nerede bir Kürd’ün Ortadoğu’da toplumsal yaşama yansıması varsa işgalci TC’nin saldırıları artıyor. 20 yıldır iktidara faşist şef Erdoğan’ın gelmesiyle birlikte Kürtlere yönelik saldırı ve imha politikaları daha da artış gösterdi. Yani Erdoğan ve AKP bütün işgal, bastırma, tecavüz, cinayet vb. politikaların sentezini Osmanlı’dan bu yana kendi içinde yaşatmaktadır. Bu yüzden yapılan son tehditler ve saldırılar özelde Özgürlük Hareketi, Kürt halkı ve bölge halkları için yeni bir şey değil. İşgalci TC devletinin saldırı tehditlerini ilginç bir şeymiş ya da tahmin edilmeyecek bir durummuş gibi ele almak doğru değildir. İşgalci TC devleti zaten sürekli bir saldırı halindedir. Fakat bunları dile getirirken faşist işgalci TC devletinin tehditlerini ciddiye alınmadığı anlamına gelmemektedir. Bölgenin durumu baktığımızda Faşist şef Erdoğan’ın bölgeye yönelik işgal tehditlerinin yeni olmadığını görüyoruz. Bilakis işgalci TC devletinin ve faşist şef Erdoğan’ın saldırı tehditleri arttıkça Kürt toplumunun özellikle Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşayan Kürtlerin örgütlenme durumu daha da güçleniyor. Faşist şef Erdoğan’ın: “Kalan bölgeleri 30 km derinliği kapsayacak şekilde güvenli bir bölge oluşturacağız” açıklamasından sonra Kürdü, Arabıyla, Suryanisi, Hristiyanıyla, Ermeni ve Keldanisiyle Kuzey Doğu Suriye halklarının birbirine kenetlenme, birbirine destek verme durumları daha da güçlendi. Bölge halkının verdiği tepkilerde, her gün yaptığı açıklamalarda bunu somut bir şekilde görebiliyoruz.
Elbette tehditlerin saha yansımalarını da gözlemleyebiliyoruz. Özellikle Şehba hattı, Bab, Ezaz, Minbic bununla bağlantılı olarak Kobanê hattından Girê Spî, Serêkaniye ve Dirbesiye kadar birçok yönüyle saldırı tehditleri var. Fakat en zayfı halka diyebileceğimiz ve işgalci TC’nin saldırmayı hedeflediği bölgelerden biri Şehba diğeri Kobanê hattıdır diyebiliriz. Şehba’yı hedef almak istemelerinin nedeni faşist şef Erdoğan’ın Osmanlı hayallerini gerçekleştirmektir. Şehba-Tıl Rıfet hattını tutacak olurlarsa hem Haleb’e yakın bir konumda olacaklar, hem de halen Efrin hattında kendilerine karşı mücadele eden iradeyi bir bütünüylen ortadan kaldırmak istiyorlar. Yine Kobanî hedefe koymalarındaki neden faşist şef Erdoğan’ın boğazına takılmış bir diken olup, 2014’de DAİŞ eliyle yapamadıklarının intikamını almak istemektedir. Özcesi DAİŞ’in intikamını Kobanê’den almak istiyorlar. Bu iki bölge her ne kadar asıl hedeflerden olsa da işgalci TC devleti nerede fırsat yakalarsa saldırmak isteyecektir. Yani sadece bu bölgelerle sınırlı kalmayıp diğer bölgeleri de hedefine koyma ihtimali söz konusudur.
ÇEKİÇ VE SÜNGÜ ARASINDA KALMIŞ BİR TÜRKİYE GERÇEKLİĞİ VAR
Faşist şef Erdoğan’ın saldırı tehditlerinin perde arkasında birçok farklı neden sayabiliriz. Öncelikle iç siyasette derin siyasi bir kriz ve ekonomik buhranı yaşamaktadır. Diğer yandan da çekiç ve süngü arasında kalmış bir Türkiye gerçekliği var. Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte var olan dengeler birçok yönüyle değişti. Türkiye kendini içte yaşadığı hem askeri, hem siyasi hem de ekonomik krizden kurtarmak ve halknı bu krizleri görmesini engellemek için böylesi bir süreçte Rojava’ya yönelik tehditlerini yine gündemleştirdi. Saldırı tehditlerinin diğer ve en önemli nedeni ise; Medya Savunma alanlarında yaşadığı hezimeti ve yenilgiyi kamoyuna bir başarımış gibi lanse etmektir. Bu işgalci TC’nin karekterinde var olan bir politikadır. Yenilgi yaşadığı bir alanda bunu itiraf etmemek için başka bir alana saldırarak perdelemeye çalışmaktadır. Tüm iktidarcı devletler gibi krizleri başka bir krizle çözmek istiyorlar. Bunun örneklerine Maxmur Mülteci Kampına yaptıkları saldırılarda, Şengal’de Irak ve KDP eliyle yapmak istediler fakat başaramadılar. Son kurtuluş kapısı olarak gördükleri de Rojava olup son bir haftadır yoğunca dillendirmekteler.
Faşist şef Erdoğan’ın Rojavaya yönelik saldırı tehditlerinden sonra halkta önemlli ve güçlü bir tepki gelişti. Halktaki hassasiyete hepimiz şahit olduk. Halk kendi içinde de işgalci TC’ye karşı savaşmak için önemli bir hazırlık içerisine girdi. Bundan önceki saldırılarda halkta azami düzeyde bir kaygı oluşmuş olsa da şimdi bunun tersine halk kendi gücüne ve gösterilecek mücadeleye inancı oldukça yüksek. Yine halkın tüm askeri, siyasi ve toplumsal kurumlarıyla gelişebilecek saldırılara karşı hazırlıklı olduğunu söylemek mümkün.
Önümüzdeki yılda yani 2023’te Türkiye’de yapılacak seçimlerde faşist Erdoğan rejiminin kazanmaması yine aynı yılda 100.cü yılına girecek olan Lozan antlaşmasının tekrardan aktifleştirilmemesi için halk örgütlü bir bilinçle saldırı tehditlerini boşa çıkarmaya hazır.
Siyasi ve askeri yorumcuların basında çıkan analizlerine baktığımızda Türkiye’nin Başur Kürdistan’da yenildiğini kabul etmesi gerektiğini belirtiyorlar. Yine işgalci TC’nin Zap, Avaşin ve Metina’da yaşadığı büyük kayıplar ve morek bozukluğuyla Rojava’da herhangi bir başarı elde edemiyeceği tartışmaya götürmez bir gerçekliktir.
BAŞUR KÜRDİSTAN’IN KAZANIMLARINI KORUMAK İŞGALCİ TC’Yİ BÖLGEDEN ÇIKARMAKLA SAĞLANIR
Yine işgalci TC’nin sahadaki piyonluğunu yapan DAİŞ, ÖSO çeteleri ve Roj pêşmergeleri de bilmelidir ki büyük yılanın yani işgalci TC’nin kafası Zap, Avaşin ve Metina’da ezildi. En büyük işbirlikçisi KDP de işgalci TC’nin yaşadığı son çırpışlara umut bağlamayı bırakmak zorundadır. Başur Kürdistan’ın kazanımlarını korumak ancak işgalci TC’yi bir bütünüyle bölgeden çıkarmakla sağlanabilir.
Amerika ve Rusya’nın TC tehditleri karşısındaki tavırlarını yorumlamaktan çok halktaki duruş bu güçlere karşı büyük tecrübe sahibi olduğunu görebiliyoruz. Efrin’de Rusların Kürtleri tek başına bırakması, Serêkaniye ve Girê Sipî’de Amerika’nın Kürtleri tek başına bırakması Kürtlerde önemli bir bilinç yarattı. Amerika ve Rusya gibi hegemon güçlerin çıkarları neredeyse ona göre hareket ettiklerinin farkındalar artık. Rojava halkı sırtını dış güçlere vermeyeceğini bilmektedir. Asıl iradesini öz gücüne dayandırmaktadır. TC’nin işgal saldırılarına karşı Meşru gücü ve savunmasıyla gerekli karşılığı vermekten geri durmayacaktır.
Rusya bu konuda açıklamalarda bulunmuş olsa da ortalıkta yoğun bir bilgi kirliliği dolaşmaktadır. Örneğin Rusya’nın bazı bölgeleri bıraktığı ya da Amerika’nın Rojava-Türkiye sınır hatlarındaki bazı noktalara konumlandığı vb. bilgiler ortalıkta dolanan yorumlardır. Bunun sahadaki yansıması henüz gözlemlenmemiştir. Bir diğer ortalıkta dolaşan kirli bilgi de Rusya’nın bıraktığı noktalara İran güçlerinin yerleşmesi. Fakat bunun da gerçeği yansıttığını söylemek doğru değil. Şu anda uluslararası koalisyon güçleri ve Rusya’nın sahadaki pozisyonu devam etmektedir. Geniş çaplı bir nokta değişimi yoktur. Fakat rejim güçlerinin denetimi altındaki Şam ve çevresindeki, Siweda sınırındaki bölgelerde bulunan Rus noktaları boşaltılıp İran’a ait güçlerin yerleştirildiğini söyleyebiliriz. Fakat Kuzey ve Doğu Suriye bölgelerinde böylesi bir hareketlilik söz konusu değildir. Koalisyon güçlerinin DAİŞ’e karşı yaptıkları ortak anlaşma çerçevesinde bölgedeki devriyeleri devam etmektedir.
Faşist Şef Erdoğan’ın MYK toplantısından sonra saldırı tehditlerini pratiğe geçirecek bir açıklama yapmamışsa bu Amerika ve Rusya’nın yaptığı açıklamalardan değil halkın gösterdiği tavırdan kaynaklanmaktadır.
Rojava halkı işgalci TC’nin saldırı tehditlerini ciddiye alıyor. Buna karşın da sadece askeri yönden değil; toplumsal, siyasal, diplomatik her yönden Rojava halkı büyük bir direniş göstermeye hazırdır. Çünkü Rojava halkı 2018 Efrin sınavını mücadele azmiyle geçti. Yine 2019 Serêkaniye, Girê Spî saldırılarında köklü tecrübeler kazanılmıştır. 2022’de gelişebilecek saldırılara karşı gösterilecek mücadele ve karşı koyuş Efrin, Serêkaniye ve Girê Spî gibi olmayacaktır. Daha örgütlü ve güçlü bir direniş gösterilecektir.
Dozdar XERÎB
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi