17 Nisan 2022’de Zap-Avaşin hattında sömürgeci faşist TC Devleti işgal ve soykırım saldırılarını yeniden yoğunlaştırdı; aslında bu saldırılarla daha çok, önceki saldırılara bir şekilde aşama kaydettirmek istedi. Çünkü 11 Şubat 2021’de Gare işgal saldırısında hüsrana uğrayarak yaşadığı hezimeti, bir nevi ikinci Zap yenilgisiyle kırılmış, moralmen çöküntüye uğramış, propaganda gücünü kaybederek psikolojik bir yıkıntı yaşar hale gelmişti. Ardından aynı yılın 24 Nisan’ında bu yenilgi halini/psikolojisini aşmak için Metina, Zap ve Avaşin’e yönelik başlattığı saldırıyla özel-kirli savaş güçlerini moral, motive edebilmek ve siyasal propaganda gücünü etkili kılmak istemişti.
Ancak güçlü bir gerilla direnişiyle karşılaşınca, hedefine ulaşamadı. Teknik güçlerinin sonuç vermediğini görünce de elinde olan destekçilerinden temin ettiği kimyasal zehirli gazları yoğun bir şekilde kullanmaya başladı. Ondan da sonuç alamayınca hareket ettikleri alan içinde o zamana kadar elinde tuttuğu bazı mevzileri terk etmek zorunda kaldı.
Böylece Efrin, Serekani ve Gıré Sipe işgalleriyle yarattıkları havayı Güney Kürdistan’daki işgallerle tamamlama istemi sonuç vermemiş oldu, Apocu ruhla, dönemin temel taktiğiyle donanımlı gerillanın büyük direnişi ona böyle bir imkan tanımadı ve yaratmaya çalıştığı havayı tersine çevirdi. Buna rağmen psikolojik savaşa dayalı bir başarı havası yaratma çabasından da vazgeçmedi. 17 Nisan 2022 işgal ve soykırım saldırısını da bunun için başlattı.
Başlattığı bu saldırıyla da amacına ulaşamadı. Daha yaptığı ilk hamlede ciddi kayıplar verdi. Verdiği bu kayıplar onun moral olarak bir yıkım daha yaşamasına neden oldu. İşgal saldırısının başlatıldığının ertesi günü ‘Savaş Bakanı’ Hulisi Akar’ın “hedefimize ulaştık, şimdi ikinci aşamaya geçildi” sözleri de tamamen bu yenilgili ruh halini gizlemeye yönelikti. Zaten ikinci aşamayla kastettiği; arazi taraması ve ardından da içerine girecekleri çekilme sürecini başlatma eğilimleriydi. Hatırlanırsa Yaşar Büyükanıt’ da Zap yenilgisinin ruh halini; geri çekilmeyi “tereyağından kıl çeker gibi başardık” sözleriyle gizlemeye çalışmıştı.
Aslında sömürgeci faşist TC Devleti’nin başlattığı 17 Nisan soykırım ve işgal saldırısını birçok boyutu ile ele almak gerekir. 2021’de yaşananlara bakıldığında bunun gerekliliği daha net anlaşılmış olacaktır. 2021 yılında AKP-MHP faşizminin saldırı gücü kalmamış, tükendiği ve bir enkaz haline geldiği her yönüyle açığa çıkmıştı. Uçaklarını bile pistlerden kaldıramıyordu. Kendini askeri teknik açıdan yenilemeyi bir yana bırakalım, elinde olanları bile onaramaz bir hale gelmişti. Elinde olanları tüketmişti. Uluslararası anlamda tecrit olmuştu. Özel-kirli savaş güçlerini yerinden oynatamaz, sağa-sola kimi görürse dilenen ona avuç açan, bir hale düşmüştü. Böylesi bir durumda bırakalım Özgürlük Gerillasına kapsamlı bir saldırıda bulunmayı, iktidarını koruma şansı bile kalmamıştı. Güçlü bir muhalefet olsa, şiddetli bir çıkışla onu alaşağı edebilirdi. Yıkılmanın arifesindeyken, toplumsal muhalefetin örgütsel olarak zayıf olması; Erdoğan-Bahçeli faşist iktidarını ayakta tuttu. AKP-MHP faşist diktatörlüğü de bunu kullanarak, fırsata çevirmek istedi. Ona bu imkanı sunan, koşullarını oluşturan Ukrayna savaşı oldu. Denilebilir ki, Ukrayna savaşı AKP-MHP faşist diktatörlüğüne harekete geçmek için aradığı koşulları sundu. O da bunu değerlendirdi.
Ukrayna savaşının çıkacağı önceden biliniyordu. ABD’nin bu konuda hazırlıkları vardı. Hata ABD’nin, Ukrayna dışında Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu içerisinde yer alan ülkelerde benzeri hazırlıkları olduğuna dair tartışmalar söz konusuydu. O nedenle Ukrayna savaşı bu anlamda “eli kulağında” dercesine beklenendi.
Ukrayna savaşı, soykırımcı-işgalci TC Devleti için de Özgürlük Gerillasına karşı planladığı saldırıları uygulamaya koymak için tam bir fırsat yarattı. Ukrayna savaşının neden olacağı uluslararası ekonomik, siyasal vb. sonuçlar TC Devleti’nin aradığı koşulları fazlasıyla sunmaktaydı. Başta da adeta Rusya’ya “doğal gaz ve enerji” bağımlısı haline gelen Avrupa devletlerinin yaşayacağı zorlanma kendini çok açık bir şekilde göstermekteydi. Böylece TC Devleti de hem Özgürlük Gerillasına yönelik başlatmayı planladığı imha saldırısı, hem de önemli bir bölümünü işgal altında tuttuğu Başur Kürdistan’ın tamamının işgali planını uygulamaya koymak için aradığı koşullara kavuşmuş olmaktaydı. Ona bu imkanı sunan da Başur Kürdistan’da bulunan Avrupa devletlerinin ihtiyaç duyduğu doğal gaz ve enerji kaynaklarının varlığıydı. KDP ile de bu konuda tam bir uyum halinde hareket etmekteydi.
Ukrayna savaşını kendisi için bir fırsat olarak gören TC Devleti aradığı ortamın oluşmasıyla birlikte, Özgürlük Gerillasını imha ve Başur Kürdistan’ın tamamını işgal planını devreye koymak için harekete geçti. Güney Kürdistan Bölgesel Yönetiminin Mesrur ve Neçirvan Barzani yine Kubat Talabani vb.lerinin içerisinde yer aldığı bilinen isimleri Ankara’ya çağırarak görüşmeler yaptı. Hewler-Süleymaniye hattında bir dizi görüşmeler yürüttü. Ardından da Mesrur Barzani’yi Avrupa devletlerinin başkentlerine gönderdi. Mesrur Barzani yaptığı görüşmelerde “Ukrayna savaşında Avrupa’nın doğalgaz kullanım rezervi sınırlandı.” “Gelin bizde doğalgaz var, onu size biz sağlayabiliriz.” “Bizi her şekilde kullanabilirsiniz.” “Ancak bunun olabilmesi için, TC Devleti’nin Başur Kürdistan’ı işgal etmesine Özgürlük Gerillasını imha saldırısına onay ve destek verin” diyerek kendisini sunan bir kişi rolünü oynadı. Londra’da İngiltere başbakanın karşısına da böyle çıktı ve ondan; bu görüşme çok yararlı olduğu, her zaman böyle görüşmelerden memnun kalacağı mealinde ’övgüler’ aldı. Bu şekilde soykırımcı TC Devleti Başur Kürdistan’ın tamamının işgali ve Özgürlük Gerillasının imhası karşılığında, KDP ile birlikte Başur Kürdistan’ın enerji ve doğal gaz kaynaklarını Avrupa’ya pazarladı. Başta İngiltere olmak üzere NATO’nun da desteğini alarak 17 Nisan 2022 yılının Başur Kürdistan’ın tamamının işgali ve Kürt soykırımını hedefleyen saldırısını başlattı.
Böylece KDP’yi de yanına alarak yedekleyen TC Devleti, “Ukrayna savaşı başladı, koşullar oluştu, o koşullardan ben neyi götürebilirim, neyi kendi haneme geçirebilirim?” dedi ve bir çakal politikası izleyerek; Avrupa devletlerinin doğalgaz ve enerji kaynaklarının kısıtlandığı, Rus enerjisini almada sorunların çıktığı bir ortamda-süreçte Başur Kürdistan doğalgaz ve enerji kaynaklarının Avrupa’ya taşırılması rolünü üstlenmiş oldu.
Soykırımcı TC Devleti sadece bununla da yetinmedi. Bir yanda Çakal politikası güderek savaşın neden olduğu sonuçlardan yararlanmak isterken, diğer taraftan o güne kadar izlediği ikili oynama karakterine göre davranmaya da devam etmek istedi. Bunun bir sonucu olarak da hem Ukrayna’yı hem de Rusya’yı idare etmeye çalıştı. Irak özgülünde de benzeri bir politikayı KDP’yi kendinin bir eki ve uzantısı olarak kullanarak; İran- Irak- İsrail-ABD ile yürüttüğü ilişkilerde de yürütmek istedi. Tabii bu da tutmadı. Irak’ta, Başur Kürdistan’da İsrail ve ABD üslerine, istihbarat merkezlerine yönelik yapılan saldırıların da bir hedefi/parçası haline gelmekten kendini kurtaramadı. Yine benzeri bir sonuçla farklı bir biçimde de olsa Ukrayna savaşında da karşılaştı. Öyle ki, “Cami ile Kilise arasında sıkışan beynamaz ”a döndü. Sattığı SİHA’larla Ukrayna rejimine, Avrupa devletleri ile ABD’ye yaltaklanırken, Rusya’ya da hem “biz ticaret yapıyoruz” mesajını vererek “idare etmesini” istedi hem de Rusya’ya karşı uygulanan ambargoyu bir biçimiyle kendisi için geçersiz bir hale getirdi. Gelinen aşamada ise, her iki taraf içinde ne kadar güvenilmez olduğu açığa çıktığı gibi “Dimyat’a pirince giderken, eldeki bulgurdan oldu.” Son dönemde Ukrayna yönetiminin Türkiye’yi eleştiren açıklamaları yine Rusya’nın üstü kapalı bir biçimde TC’nin Ukrayna’ya verdiği destekten duyduğu rahatsızlığı dile getirmeye başlaması da bunu gösterdi. Bu da TC’nin izlemiş olduğu çok yüzlü politikalarla artık kimseyi idare edemez hale geldiğini ve elinde kendini kullandırmaktan başka bir yolun kalmadığını bir kez daha gözler önüne serdi.
Bu yaşananların bir sonucu olarak, yüksek perdeden kullandığı ses tonu birden pısırık bir hal aldı. Düne kadar sırtını çevirdiği Ortadoğu devletlerine yeniden yüzünü çevirmek zorunda kaldı, komşusu olan devletlerle diplomasi trafiğini yoğunlaştırmaya başladı. Sorun yaşadığı Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Mısır, Yunanistan, Ermenistan vb. devletlerle ilişki arayışı içerisine girmek zorunda kaldı. Her ne kadar içerisine girdiği bu diplomasi trafiğini -kendi iradesine dayalı geliştiriyor izlenimi vermeye çalışsa da- ABD’nin dayatmaları sonucunda başlatmak zorunda kaldı.
Amerika, Türkiye’nin o dengelere oynayan politikasının, giderek Türkiye’yi ABD’den uzaklaştırdığını, bunun da daha farklı sorunlar ortaya çıkarabileceğini gördüğü için TC Devleti’ne böyle bir dayatmada bulundu ve Arap ülkelerini devreye koydu. Katar’a daha fazla rol vererek; R.T. Erdoğan’ın BAE’e, Suudi Arabistan’a gidişini, Mısır’a yönelik ‘sıcak’ mesajlar vermesini sağladı.
Çakal politikasının iflas ettiği böylesi bir süreçte, ABD söylem düzeyinde de olsa giderek kendisinden uzaklaşma eğilimi içerisine giren TC’yi tekrar kendisine yakın bir mevziye; Ortadoğu’da belirlediği sınırların içerisine girmeye zorladı ve TC de bunu kabul etmek zorunda kaldı. TC’nin dışarıdaki çözümsüzlüklerle dolu arayış hali Türkiye içerisinde de çok bariz görüldü. Dikkat edilirse eskisi gibi sesini gürleştirmekten neredeyse vazgeçti. Daha çok savunmada kalan, muhalefet kesimlerinin saldırılarını barajlayarak hafifletmeye çalışan bir pozisyona düştü. Türkiye’deki sistemiçi ‘muhalefete’ dair yönelimlerde de bunun etkisi kendisini gösterir bir hal aldı. Soykırımcı TC Devleti’ni, onun siyasal yürütücüsü olan AKP-MHP faşist diktatörlüğün, güçsüzleştiren, herkese boyun eğer hale getiren Apocu Ruhla direnen, yeni dönem gerilla taktiklerini başarıyla uygulayan Özgürlük Gerillasının Direnişi karşısında yediği güçlü darbeler ve verdiği büyük kayıplardır. Bunun bir sonucu olarak 17 Nisan 2022 Başur Kürdistan’ın tamamını işgal etme ve Özgürlük Gerillasını imha politikasının sonuçsuz kalmasıdır. Aynı şekilde sadece AKP-MHP faşizminin değil benzeri bir akıbeti adeta onların uzantısı/eki haline getirdiği AKP-MHP faşizmi gibi “dün dündür, bugün bugündür” diyebilecek bir manevra gücü olamayan KDP de yaşar bir hale geldi. Mevcut durumda AKP-MHP faşist diktatörlüğü de KDP de iyice sıkışmıştır. Bu sıkışma “batan gemiyi önce fareler terk eder” misali görüntülerin olduğu fotoğraf karelerinde bile kendini dışa vurdu. AKP-MHP-KDP vb.lerinin içerisinde bunun dışa vuran yansımalarını görmek de olanaklı bir hale geldi.
Cemal ŞERÎK
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi