10 Mart 2010 Çarşamba Saat 15:57
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
Yüksel Genç eşbaşkanlığını yaptığı Demokratik Toplum
Kongresi’ni anlattı: DTK bir demokrasi platformudur
Hedef demokrsiyi geliştirmek
‘DTK çok açık anlamıyla bir demokrasi platformu. Bölge’de
örgütlü olan sivil toplum örgütleri, sosyal örgütlenmeler, ekonomik yapılar
neyse, bu tür örgütlerin birleştiği bir platformdur DTK. Bölge’nin
demokratikleşmesini hedefliyor.’
Siyasal gücümüz bastırılıyor
‘Bölge halkının genel kanaati şu: 29 Mart seçim başarımızı
devlet ve hükümet hazmedemedi mümkünse siyasal gücümüzü bastırmak istiyor.
Böyle mümkün değilse yok etmek istiyor. Yapamıyorsa güçsüzleştirmek istiyor.’
DTK demokrasi çatısıdır
Gazetemizin yazarlarından, bundan birkaç ay öncesine kadar
yayın koordinatörümüz olan ve en son Demokratik Toplum Kongresi (DTK)
Eşbaşkanlığı’nı yürüten Yüksel Genç’le kamuoyunun merak ettiği Demokratik
Toplum Kongresi örgütlenmesini, haftasonu düzenleyecekleri ‘Uluslararası
Müzakere ve Çözüm Deneyimleri Konfaransı’nı, Kürt toplumunun önde gelenlerine
karşı yürütülen tutuklama furyasını, baskıları ve KCK’nin açıkladığı ‘Barış ve
çözüm deklarasyonu’nu konuştuk…
Haftasonu Diyarbakır’da ‘Uluslararası Müzakere ve Çözüm
Deneyimleri’ başlığı altında çok önemli bir konferans düzenliyorsunuz. Nedir bu
toplantının amacı?
Her şeyden önce bu konferansı çok önemsediğimizi belirteyim.
Konferans aslında bir ilk. Ama devamı gelecek. Kürt meselesini dünyadaki benzer
örnekleriyle bir defa tartışmak yetmeyecek. Konferansımızla öncelikle şunu
yapmak istiyoruz. Kürt sorununa benzer sorunlar yaşamış ülkeler, devletler bu
problemlerine nasıl yaklaştılar? Çözmüş olanları nasıl çözdüler? Ne tür bir
süreç izlediler? Müzakere süreçleri nasıl işledi? Kimlerle nasıl bir muhataplık
ilişkisine girdiler? Bu ortamların yaratılması için neler yaptılar? gibi
soruların ele alındığı, sorunun ve çözümün tarafı olanların kendilerinin
anlatılacağı bir konferans bu.
Hangi örnekler konferansta enine boyuna konuşulacak?
Yani İngiltere’yle İrlanda ve İskoçya sorunu bir gündemimiz.
Bu oturumda İrlanda ve İskoçya problemlerinin öznelerinin yanı sıra,
İngiltere’den çözüm sürecine dahil olmuş taraflar da konferansımızda yer
alacak. Konferansımızın ekseri oturumları bu tür bir bileşimle olacağı için çok
önemli. Dünya Kürt sorununa benzer sorunlar yaşamış ülkelerle dolu ve bu
ülkelerin büyük bir kısmı esasında eski ve köklü devletler. Bu devletler benzer
sorunları yaşayıp çözmüşler ya da bir şekilde çözmek durumunda kalmışlar.
Neredeyse tamamı tıpkı Kürt meselesinde olduğu gibi ciddi çatışmalar yaşamış,
çok ciddi can kayıpları, mali kayıplar, toplumsal erozyonlar yaşamışlar. Ama
hepsinin geldiği nokta barışçıl çözüm. Dönüp dolaşıp geldikleri nokta bu
sorunun özneleriyle, devletin, devletin aktörlerinin bir araya gelip, çözüm
konusunda kafa yorması ve bir süreç başlatmasıyla ilgili oluşmuş. Örneğin
İngiltere’nin İrlanda, İskoçya örneğinde göreceğiz. Bunu konferansımız masaya
yatıracak. İngilizler ne yaptılar, İrlandalılar, İskoçyalılar buna nasıl
yaklaştılar? Hatırlarsanız İngiliz eski Başbakanı Blair İRA’yı kasdederek,
‘Şeytan’la bile olsa masaya otururuz demişti.’ Konferansımız İspanya örneğini
de ele alacak. Yine İspanya’dan İspanya tarafını temsilen ve Basklıları,
Katalanları temsilen kişiler katılacak. Bu isimler bu soruna Basklıların ve
Katalanların nasıl yaklaştığını, İspanya devletinin nasıl yaklaştığını, nasıl
bir çözüm yolu müzakere edildiğine dair süreci bize anlatacak.
Kürtler ne bekliyor konferanstan?
Basklılar, Katalanlar, İrlandalılar, İskoçyalılar, Güney
Afrikalılar nasıl çözdüler sorunlarını, nasıl bir rasyonalite paydasında
buluştular Kürtler de bunu görecek. Ve biz Kürt sorununun çözümüyle ilgili
dünya deneyimlerinin Kürt sorunuyla birlikte karşılaştırmalı olarak ele
alınmasını Türkiye’deki çözüm sürecine en büyük katkıyı sunacak şekilde yapılan
bir çalışma olduğunu düşünüyoruz.
Hükümet de dünyadaki bu tür örnekleri incelediğini
söyledi…
İçişleri Bakanı’nın böyle bir demeci oldu. Hatta Cemil Çiçek
de hükümet sözcüsü olduğu dönemde böyle bir şeyden bahsetti. Türkiye dünyadaki
örneklerin çözümsüzlüğü derinleştiren yöntemlerini örnek alıyor. Türkiye açılım
denen sürece geldiği noktada ya tasfiye ya da yok sayarak kendince yaptım oldu
anlayışının doğru olmadığını yetkili ağızlardan itiraf ediyor. Yanlış
hatırlamıyorsam hükümet yetkilileri de Kürt sorununda çözüm için bazı şeyleri
yeniden masaya yatırmaktan bahsetti. Samimiyetle yeniden masaya yatıracak ve
dünyanın tecrübe ettiği çözümsüzlüğü tekrarlamamak üzere kendilerine samimi
yaklaşacaklarsa konferansımız zaten çok ciddi bir ön açıcı işlev görecektir.
Buna da katkı olsun diye mi düzenleniyor bu toplantı?
Kesinlikle çözüme taraftar ise AKP şimdiye kadarki
pratiğinin tahlili ile yüzleşmesiyle yeni bir süreç başlatacaksa
konferansımızın verilerinin en çok da hükümete katkısı olacağına inanıyorum.
Açılım sürecinde hükümetin izlediği çizgi nereye geldi?
Açılıma biz başından beri kimi tedirginliklere ve
güvensizliklere rağmen ‘acaba çözüme dönük bir psikolojik ortam bir çözüm
zemini ve temeli olur mu’ beklentisi ile yaklaştık. Kürt toplumunda da bir
beklenti oluşturdu ve öyle çok oluşturdu ki bir dönem sonra iş çözüme doğru
evrilmeyince, İçişleri Bakanlığı nezdinde yapılmış kimi toplantılar ve
hükümetin yer yer Başbakan’ın barışın gerekliliğine ve anaların gözyaşına dair
sözleri de somut bir adıma dönüşmeyince güvensizlik tırmandı. Aynı zamanda
açılıma paralel olarak, açılım adı altında operasyonların yürüyor olması Kürt
toplumunda bu güvensizliği iyice derinleştirdi.
Evet. Kürt halkının zihninde açılım böyle bir yer etti.
Ancak son dönemde tutuklamaların ve gözaltıların artması hükümetin Kürt
tarafından gelen diyalog çağrılarını yanıtsız bırakması, operasyonların sürüyor
olması gibi nedenlerden dolayı işler daha kötüye gidiyor, sert bir çatışma
ortamına doğru sürükleniyor Türkiye diye düşünüyorken PKK’den bir açıklama
geldi. Bizim gazetede ‘4 adımda barış’ önerisi diye anılıyor. Beklenenin aksine
PKK ‘çatışmasızlık süreci’ni bozmadı. Bu açıklamaya siz nasıl bakıyorsunuz?
Ben KCK’nin açıklama yapacağım diye duyuru yaptığında,
Kürtlere yönelik tutuklamalar, baskılar ve sindirme hareketleri karşısında
şiddetin tırmanacağı, ateşkes sürecinin sonlanacağı gibi bir kaygı duyuyordum.
Türkiye’deki şiddet sarmalını tırmandırabilecek çok ciddi kaygı içindeydim. Ama
açıkçası KCK fırsatçılık yapmadı. Yaşanan olumsuzluklara bakıp ‘Ben
vazgeçiyorum ateşkesten sen ha bire saldırı halindesin’ demedi. Bunu demediği
gibi barış ve demokrasi deklarasyonu diye bir metin yayınladı. Açıkçası benim
yüreğime su serpti, onu da belirteyim. Daha olumsuz sonuçların doğmasını
bekliyordum. Bunun olmaması beni oldukça umutlandırdı. Peki deklarasyonda olan
maddeler çok ağır maddeler mi? Bilakis belki de şimdiye kadarki KCK
deklarasyonları arasında en minimum, demokrasi ve barış koşullarına içerlenmiş
deklarasyon biçiminde duruyor. Bir de siyasal alanda Kürt siyasetçilerine dönük
tutuklanma furyasının durmasını istiyor. Deklarasyonun bir koşulu bu. Ve bu,
çok yapılmayacak bir şey değil sonuçta 14 Nisan operasyonları yanlış
operasyonlar, çözüme hiçbir şekilde sığmayan operasyonlar.
AKP, 29 Mart seçim kampanyasını tutuklamalar yoluyla
devam mı ettiriyor hâlâ?
Halkın genel kanaati şu ‘Bizim seçim başarımızı devlet ve
hükümet hazmedemedi korktu ve mümkünse bizim siyasal gücümüzü bastırmak
istiyor. Böyle mümkün değilse yok etmek istiyor. Yapamıyorsa güçsüzleştirmek
istiyor.’ Yaşanan operasyonları ‘seçimlerde elde edilmiş başarıya devlet tepkisi
olarak’ görüyor.
Deklarasyon ile devam edelim. Deklarasyonda ifade edilen
taleplerin minimum makul talepler olduğunu söylediniz. Şu ana kadar hükümetten,
parlamentodan BDP dışında muhalefetten Cumhurbaşkanı’ndan hiç ses çıkmadı.
Hatta yeni tutuklamalar devam ediyor. Medyada da tam bir sessizlik hakim. Zira
demokratik ve barışçıl güçlerden de pek ses seda çıkmadı. Nedir bu sessizliğin
manası?
Yani KCK’nin ‘4 adımda barış önerisi’ 14 Nisan’dan beri
sürdürülen operasyonların durdurulması ve tutuklanan Kürt siyasetçilerinin
serbest bırakılması, Öcalan’a ev hapsi, diğeri sorunun aktörleriyle diyalog ve
müzakere.
Önemli buluyorum, diyalogtan bahsederken KCK benimle
yapacaksın dememiş. Muhataplarla demiş. Müzakere süreci için ucu açık o kadar
çok alan bırakmış ki… Bunları elbette sadece ben söylemiyorum. Bütün bu ileri
sürdüklerimi ‘4 madde’ye bakan her barış ve demokrasi yanlıları da söylüyor.
Deklarasyon açıklandığı sırada bu kesimlerin tümü deklarasyonu çok makul
buldular. Zaten devletin gelmesi gereken en asgari pozisyonlar bunlar.
Dolayısıyla KCK’nin bu yaklaşımını barış ve çözüm aşamasına sunulmuş çok büyük
bir katkı olarak düşüyorum.
Buna rağmen hükümet ve medya neden sessiz? Açıklamayı
görmezden gelerek bir tür KCK’yi aktör dışı tutmayı düşünüyorlar. Elbette bütün
bunları diyaloğa girmemek müzakere sürecinden kaçınmak için yapıyorlar. Diyalog
nasıl olursa olsun başladığı andan itibaren örneğin ‘operasyonları durdurun’
diyecekler, buna karşın hükümet durdurmayacağını söyleyecek. O zaman işin gerçek
iç yüzü kamuoyu nezdinde açığa çıkmış olacak. Asıl diyalogtan kaçmalarının
sebebi de budur.
Gelelim Demokratik Toplum Kongresi’ne. Üzerine çok konuşuldu
ama herkes tuttuğu yerden tarif etti. Nedir DTK? Amacı ne? Bileşimi kimlerden
oluşuyor? Sizden dinleyelim…
Şimdi esasında Demokratik Toplum Kongresi bir demokrasi
platformudur. Çok açık anlamıyla bir demokrasi platformu. Bölge’de örgütlü olan
sivil toplum örgütleri, sosyal örgütlenmeler, ekonomik yapılar neyse, bu tür
örgütlerin birleştiği bir platformdur DTK.
Bölge’nin daha demokratikleşmesi. Bölge’nin ortak algısının
oluşturulabilmesi için hedefleri var. Aslında buna benzer demokrasi
platformları birçok yerde yapıldı. Türkiye’nin batısında da demokrasi
platformları var. Fakat her ne hikmetse Bölge’deki demokrasi platformundan
bazıları rahatsızlık duyuyor. Yani ben DTK’ye yönelimi demokrasiden korku
olarak yorumluyorum.
DTK’yi herkesin farklı yorumlamasını bir açıdan olumlu
buluyorum. Çünkü DTK bir platform olarak henüz kendini yapılandırabilmiş,
kimliğini genel hatlarıyla ortaya koymuş olsa bile pratikte tümüyle açığa
çıkmış bir yapı değil henüz. Oluşum aşamasında bir yapı. Oluşum aşamasındaki
bir yapıyı herkes kendince yorumlar. Biz bunları anlayabiliyoruz, herkes belki
kendi beklentisine göre bir başkası da kendi korkusuna göre bir anlam yüklüyor.
Ama DTK ne kişilerin kendi beklentisine ne başkalarının korkularına göre
şekillenmiş bir platform değildir. Bölge’nin demokratikleşmesi, Kürt sorununun
çözümü başta olmak üzere sosyal sorunların ve sosyal barışının ve sosyal
rönesansın oluşabilmesi için bir tür platform. Sosyal yanı daha ağır olan bir
platformdur. Örneğin bir ekonomi çalıştayı yaptık. Bu çalıştayda şu soruya
yanıt aradık. Bir, Bölge’deki kaynaklar en adil nasıl paylaşılır? İki, Kürt
halkının ihtiyaçlarına ve istihdamına en uygun en fazla nasıl sunulabilir? Üç,
bu biçimde elde edilecek zenginlik Türkiye’yi nasıl etkiler. Bu sorulara yanıt
aramaya çalışan bir platform nasıl korkutur? Anayasa çalıştayı yaptık. Anayasa
çalıştayı insanların sandığı gibi baştan sona bir anayasa formatı bile
çıkarmadı. Anayasa çalıştayında Türkiye toplumunun bütün hassassiyet ve
korkularının esas alınarak demokratik bir anayasa nasıl yapılırın cevabını
aradı. Böyle bir şey nasıl olur da korkutabilir? Akıl almaz bir şey. Örneğin
biz inanç çalıştayı yaptık. Toplumsal barışın ve en önemli dinamiği ve
unsurudur inançlar. Türkiye çok inançlı bir memleket ve ülke bunu kabul etmek
durumunda. Türkiye’nin çok inançlı olmasının en önemli temsil alanı da Bölge.
İnançlar kendi inançlarındaki birleştirici buluşturucu ve ortaklaştırıcı
unsurları öne çıkararak toplumsal barışa, Türkiye demokrasisine nasıl katkı
sunarızı tartıştı. Bunları yapmış bir DTK hangi korkuya karşılık gelebilir?
Sadece demokrasi korkusuna karşılık gelebilir. Türkiye’de DTK’ye dönük
önyargıları beslenerek, hatta devletin haksız ithamlarıyla sindirme yaklaşımı,
tutuklama yaklaşımı içinde olundu. İşte Eşbaşkanınımız Hatip Bey haksız yere
tutuklandı. Bunlar hep esasında demokratikleşme korkusunun dışarıya
yansımasıdır. Bu korkulardan dolayı kriminalize etmeye çalışıyorlar DTK’yi?
DTK’nin bileşenleri kimler somut olarak?
DTK’nin bileşenleri az önce de söyledim henüz kendini
tamamlamamış ama kadın örgütleri var, yaklaşık 800 delegasyonu var, farklı
inanç düşüncesinde olanlar da var. Sendikalar var. İşverenler var. İslami
örgütlenmeden olup da gelenler de var. æzidîlerden de var. Süryani gruplar da
var. Aleviler de var. Bölge’nin en büyük bileşkesi durumunda. DTK bütün
unsurların, farklı unsurların bir araya gelip herkes eşit herkes farklı
anlayışıyla yola çıkarak kuracakları karşılıklı ilişkiler bütünüdür. Türkmenler
de var, Alevi Türkmenler de var. Örgütlü yapılardan aydınlardan kurulmuş bir
bileşimiz. Bu bileşenlerin toplumun ihtiyaçlarına ulaşabildiği oranda
bileşenleri ile var olan bir oluşum bu.
Kendi iç hukukumuzu düzenlemek için bir tüzük tartışması
başlattık. Bu tartışmaları 5-6 ay içerisinde tüketip. bileşenlerin de bu
anlamda bütün görüşlerini alıp en azından hukuki olarak, yasal olarak bitirmeyi
düşünüyoruz.
Evet evet. Bir tür çatı platformu, dediğimiz bileşenlerden
oluşuyor.
YÜKSEL GENÇ
90’lı yıllarda İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler
Bölümü’nden mezun olduktan sonra PKK’ye katıldı. 1999 yılında PKK Lideri
Abdullah Öcalan’ın ‘Barış Grupları’nın gelmesi’ çağrısı üzerine sırtında
silahıyla Türkiye’ye döndü. Ama hemen tutuklandı. 5 yıl hapis yattı. Çıktıktan
sonra barış faaliyetlerinin içine girdi. Gündem ve Günlük gazetelerinde köşe
yazarlığı yaptı. ‘Barış Umudu’ adında bir kitabı yayınlandı. Şu an tutuklu
bulunan eski DEP Milletvekili Hatip Dicle ile birlikte DTK Eşbaşkanlığı’nı
yürütüyor.
Hükümeti davet ettik umarız gelirler
Konferansa hükümetten kimseyi çağırdınız mı?
İçişleri Bakanlığı’nı davet ettik. Beşir Atalay’ın gelmesini
umuyorduk. İşleri dolayısıyla katılamıyorsa bile kendilerinin belirleyeceği
birisinin gelip sunum yapabileceğini bildirdik. Bakanı çağırdığımıza göre
hükümeti çağırmış oluyoruz. Bakan bu çağrımıza yoğunluk gerekçesi ile olumlu
yanıt vermedi. Katılamayacaklarını bildirdiler. Ancak yerine birini gönderip
göndermeyecekleri konusunu yanıtlamadılar. Umarız gelirler. Çünkü biz bu
çalışmaya devleti temsilen birilerinin gelmesini isteriz. Gönül isterdi ki
Bakan ya da Bakanlık veya hükümet artık bu tip sivil organizasyonların çözüm amaçlı
yaklaşımlarına birebir dahil olabilse, dinleyebilse. Yani ‘ben düzenlerim onlar
katılır’ anlayışından koparak bazen de onların, sivil örgütlerin faaliyetlerine
katılmaları daha fazla fayda sağlayabilir. O anlamda hükümetimiz bir eşiği
geçebilmiş değil. Sivil organizasyonların bu tip çözüm perspektifli
yaklaşımlarına dahil olabilmeliler. Anlaşılan o ki bunla ilgili de bir sürece
ihtiyaç var.
RAMAZAN PEKGÖZ – gunlukgazetesi
Kürdistan
Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org
– www.lekolin.net – www.lekolin.info