Depremin iktisadi boyutları çok daha can sıkıcı boyutlarda seyredeceği beklenmelidir. Milyonlarla ifade edilen bir nüfus hareketliliği beklenmektedir. Almanya kaçmış dış göçe zemin sunmaktadır. Bu nüfus hareketliliği üretimi ister istemez etkileyecektir. Üretime etkileri oldukça olumsuz olacak ve ülke ekonomisine de yansıyacaktır. Büyük nüfus dalgalanması ekonomik yıkımlara da yol açacaktır. İhracat ve ithalatı, döviz kurunu da etkileyecektir. Birçok merkez neredeyse haritadan silindi. Büyük kentlere, sanayi merkezlerine yoğun bir nüfus akışı olması kaçınılmazdır. Haritadan silinen merkezlerdeki ekonomik yapı da çökmüştür. Üretimde beklenmedik daralmalara neden olacaktır. İşsizlik artacak kitlelerin alım gücü düşecektir. Yapay büyüyen kentlerde daha şimdiden ev kiralarında patlama yaşanmaktadır.
Deprem felaketinin tonlarca enkazı, moloz yığını bile kendi başına ciddi bir sorundur. Yeniden imar ve yeni şehirler kurmak da ayrı bir sorundur. İktidarın deprem sürecinde sergilediği kötü performans, beceriksizliği, afeti yönetememesi, duyarsızlığı, bilerek insanların ölümüne sebebiyet vermesi, ekonomi konusunda da benzer bir durumda olduğunu göstermektedir. Ranta dayalı kentleşme, denetimsizlik, usulsüzlük, yolsuzluk inşaat sektörü üzerinden ekonomik büyüme sağlanmaya çalışıldı. Faşist iktidar ağırlıklı olarak betona yatırım yaparak Türkiye ekonomisini ayakta tutmaya çalıştı. Zaten halktan toplanan deprem yardımları da betona aktarılmıştır. Yola, köprüye harcanmıştır. Açıkçası bu konuda da halka yalan söylemişlerdir. Halkı açlıkla terbiye etme aşamasına gelmiş bulunmaktadırlar.
En iyimser bir değerlendirmeyle, gıda tedarik zincirinin bozulmasına bile yol açacak türden bir iktisadi sorunla karşı karşıya olduğunu söylemekle yetinelim. Bu konular, ilerde daha çok tartışılacak konular olduğunu şimdiden belirtmekte fayda vardır. Depremin yıktığı yerleşim alanların ülke ekonomisine katkıları, getiri ve götürüleri, uzun vadede ki etkileri önemli bir konu başlığı olarak önümüzde durmaktadır.
DEPREMİN DEMOGRAFİK BOYUTU
Irkçı ve milliyetçi değerlendirmelere bakılırsa daha şimdiden bir demografik sorunla yüz yüze oldukları anlaşılmaktadır. Deprem bölgesinden göç etmek zorunda kalan insanların bir daha dönecekler mi? dönseler bile ne zaman ve hangi şartlarda dönerler sorusunun cevabı henüz yoktur. Fay hattı üzerine kurulan çarpık kentleşme ve denetimsiz imar çalışmaları, devletin rantçı yaklaşımdan nemalanmasına yasal zemin sunan imar barışı kararı neticesinde büyük bir felaket yaşandı. Depremin vurduğu ilerden Maraş, Adıyaman, Malatya ve Hatay’da yaşayan Kürt ve Alevi kesimlere devletin düşmanca yaklaşımı neticesinde bu alanlardan tümüyle göçertme gibi bir politika izlenmesi muhtemeldir. Kürtlerin yaşadıkları coğrafyalarda demografik değişime gideceklerinin alenen söylüyorlar. Hem deprem bölgesi için ve hem de Suriye sınırları içinde işgal ettikleri alanlarda yeni nüfus hareketliliği meydana gelme ihtimali vardır.
Kürtler ve Aleviler demografik değişimden en çok zarar görecek kesimlerdir. İster zorla ister deprem felaketinin doğal sonucu olsun, alandan göçenlerin tekrardan dönmeleri zaman alacağı gibi belki de bir daha geri dönmeme riski de her zaman vardır. Milyonlarca insanın barınma sorunuyla karşı karşıya olduğu bir felaket karşısında öncelikli sorunu, barına bileceği bir yer temini ve geçine bileceği bir iştir. Bunu bulacağı en elverişli alanların başında ise bu nüfusu taşıyacak sanayi kentleridir. İstanbul, İzmir ve Ankara başta olmak üzere benzer potansiyeli olan şehirlerdir. Buralara göçecek olanların için de Kürtler, Araplar ve değişik kimlik ve inanca sahip kesimlerden insanların gidişi de pek doğaldır. Faşist zihniyete sahip birtakım kesimler bu durumu kendileri için tehlikeli görmektedirler. Faşizm tamda böyle bir durumda hortlamışçasına ortaya çıkmaktadır. Bu da demektir ki, deprem bölgesinden Türkiye’nin içlerine dağılacak halk için ciddi bir güvenlik sorunu vardır. Bu riskli ortamı devletin kedisi hazırlamaktadır.
Deprem alanında bir takım çete guruplarının linç girişimleri, ev basmaları, insanlara işkence etmeleri ve katletmeleri, talan ve yağmalama görüntüleri basına servis edilmişti. Yine Kürt ve Alevi yerleşkelerine zamanında müdahale edilmemesi, yardımların bilerek gönderilmemesi ve geciktirilmesi, kırsal kesimdekilerini ise kaderine terk edilmeleri tam bir düşman hukukunun uygulanmasıdır. Deprem felaketinin vurduğu Kürt coğrafyasında olup bitenleri de bu düşman hukuku çerçevesinde ele almak gerekir. Aslında deprem bölgesinde yaşananda, yaşatılanda tam bir kopuştur. Sömürgeci soykırımcı zihniyetin pratikleşmesidir.
AKP-MHP faşist iktidarının Kürtlere düşmanlığı ezel-ebettir. Bu gerçek bilinmelidir. Rojava’ya saldırıları ve Kürt coğrafyasını işgal etmeleri bu kirli, soykırımcı politikaların sonucudur. Depremle birlikte Kürtleri bekleyen risk alanları giderek fazlalaşmaktadır. Demografik yapının değişimi de bu alanların başında gelmektedir. Êfrin somutunda yaşanan işgal ve talan, benzer diğer alanlar için de devreye girebilir. Bu durumdan Türkiye’de ki Araplar da etkilenecektir. Etnik milliyetçilik, depremle birlikte Türkiye’nin gündeminde daha fazla yer alacağa benziyor. Daha öncede Türkiye’nin bazı yerlerinde Kürtlere yönelik katliamların gerçekleştiğini göz önünde bulundurursak, bu durumun genelleşmesini tetikleyen çok sayıda veri vardır. Faşist AKP-MHP iktidarı bunun fikri alt yapısını hazırlamaktadır. Faşist rejimlere has uygulamalarla Türkiye, mevcut iktidarla birlikte biat toplumu yaratma peşindedir. Muhafazakâr, milliyetçi, dinci soykırımcı zihniyet depremin yaratığı mağduriyeti sonuna kadar kullanacaktır. Depremi fırsata çevirecektir.
Kuşkusuz depremle birlikte ortaya çıkan yeni durumu birçok açıdan ele almak durumundayız. Siyasi, ekonomik ve demografik açıdan Kürtleri yakinen ilgilendirmektedir. Yaklaşan seçimlerin ertelenmesi seçeneği de dahil olası bütün senaryolar Kürtlerin kaderini etkileyecek gelişmelerdir. Bu depremin ortaya çıkardığı en büyük derslerden biri de önderlik paradigmasına duyulan ihtiyaçtır. Örgütlü halk kitleleri devleti beklemeden afet anlarında organize olabilmektedir. Kendi yaralarını sarabilmektedir. Devlet sadece engelleyici pozisyonda varlığını göstermiştir. Devletin imkanları yardım için değil engel için kullanılmıştır. Ordu, emniyet güçleri OHAL için teyakkuza geçirilmiştir. Yerelden örgütlü halk dayanışması devletten daha erken kendi imkanlarıyla deprem enkazına koşmuş ve ilk müdahalede bulunmuştur. İlk yardımları ulaştırmıştır. Bu depremden çıkarılması gereken en büyük ders örgütlü halk olmanın ortaya çıkardığı güçtür. Bu güç her türlü zorluğun üstesinden geleceğini bu depremde ispatlamıştır. Kendi savunmasını kendisinin yapmasıdır. Devletten yardım beklemenin faturası halkta büyük hayal kırıklığı yaratmıştır. Tepkilerin devlete karşı öfke seline dönüşmesinin nedeni, her şeyi merkezileştiren, bütün yetkileri tek kişi diktatörlüğünde birleştiren sistemin tıkanmasından kaynaklanmaktadır. Çok güvendikleri ‘Kutsal devlet’ yutturmacası halkların düşmanı olduğu, Maraş depremiyle birlikte bir kez daha pratikte ispatlanmıştır.
Demokratik sistemden, öz yönetimden, öz savunmadan yoksun toplumların bu türden felaketler karşısında örgütsüz olmaları, hazırlıksız yakalanmaları kaçınılmazdır. Çözümler, demokratik sistemin inşasından aranmalıdır. Halkların özerk yönetim modellerine, öz savunmasına, paralel örgütlenmelere ne kadar çok ihtiyaç duyulduğunu pratikte deneyleyerek, depremle birlikte daha iyi anlaşılmış oldu. Maraş depreminde, devlet yıkıma, felakete, ölümlere yol açarken, engelleyici, baskıcı olmaya çalışırken, halkların dayanışması yaşatır olmuştur. Halklar arası bu dayanışma ruhu özlemini çektiğimiz demokratik toplumun ta kendisidir. Halkları kaynaştıran, Demokratik ulus modelidir. Her türlü musibeti çözecek yegâne güç halkların örgütlü gücüdür.
Rauf KARAKOÇAN