BU HATTIN KÜRT ÖZGÜRLÜK HAREKETİ AÇISINDAN ÖNEMİ
Bu boru hattı canlanacaksa Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim güçlerinin hakim olduğu topraklar üzerinden geçmesi bir avantaj sağlıyor. Eğer Avrupa ülkelerine yol açan böylesi bir stratejik durum söz konusu ise burada en önemli güç olan QSD, doğal olarak bu denklemin önemli faktörlerinden biri olacaktır. Bize göre ABD’nin Kuzey ve Doğu Suriye topraklarında o kadar stratejik ve önemli yerler varken özellikle bu bölgede stratejik üslerini sıkıştırmasının en büyük nedeni budur. Yoksa ABD’nin Fırat’ın doğusunda İran’ın birkaç aşiretle ilişki kurmasına rahatsızlık duyacağını sanmıyoruz. Yani Dêra Zor bölgesi Rojava yönetiminin sosyal politik açısından uluslararası arenada siyaset yapmaya imkan sunan önemli bir bölge durumundadır. Bazı politik tartışmaların yapılacak platform veya masada önereceği önemli bir alan ancak, Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi açısından ifade ediyoruz; ne kadar bu önemin farkında olduğunu bilmiyoruz.
Bu bölgenin (Tenef-Ebu Kemal-Dêrazor) önemini anlamak açısından QSD’nin 2017 yılında ilk Dêra Zor hamlesi sürecinde yaşananlar bazı stratejik bilgiler veriyor. Tabi özellikle ABD ne gibi dayatmalarda bulundu, ne gibi telkinlerde bulundu, Ebu Kemal Sınır Kapısına gidiş süreci nasıl yaşandı gibi bazı sorular o süreçte bire bir içinde olanlar ve şahit olanlar daha iyi bilir, ancak hem ABD, hem Rusya, İran ve Suriye rejimi dayatmaları başta Ebu Kemal ve Dêra Zor olmak üzere bölgenin önemini ortaya çıkarıyor.
ABD ve Rojava Özerk Yönetimi ile DAIŞ’e karşı yapılan ortak hamle çerçevesinde Rakka, Tabka, Dêrazor ve Ebu Kemal hattına kadar ki özgürleştirme operasyonları Rusya’nın karşıt hamlesine neden olmuştu. Rusya, özellikle Efrin işgal sürecinde yaptığı bazı açıklamalar da, Efrin’in işgalci TC tarafından işgal edilmesi Özerk Yönetimin Rakka, Tabka ve Dêrazor özgürleştirme hamlesini kendileri ile yapmamasının sonucu olduğu imasında bulunuldu.
Çünkü Rakka ve Dêrazor özgürleştirme sürecinde ABD’nin Ebu Kemal’in alınmasını sıklıkla dayatıldığını, zaten adeta bir yarış vardı. Yani suyun kuzeyinde QSD’nin ABD destekli yürüttüğü bir operasyon vardı, suyun güneyinde ise Rusya destekli Suriye rejim güçlerinin yürüttüğü bir operasyon vardı. Suyun kıyısından Ebu Kemal’e doğru adeta koşar adımlarla kim önce varılacak ve Ebu kemal’ı alacak yarışı vardı. Rejim QSD den önce Ebu Kemal’e varıyor ve Rusya hava desteği ile Ebû Kemal DAIŞ’ten alınıyor.
Irak tarafından ki DAIŞ çeteleri Ebu Kemal’i tekrardan geri almak için büyük bir saldırı gerçekleştiriyor ancak bu kez QSD güçlerinin desteğiyle DAIŞ çeteleri yenilgiye uğruyor ve amacı sonuçsuz kalıyor.
SONUÇ OLARAK;
Enerji, dünyanın küreselleşmesiyle devletlerarasında yalnızca ekonomik nitelik içeren bir araç olarak değil aynı zamanda devletlerarası siyaseti belirleyen gerek arz eden ülkeler açısından gerekse tüketim merkezlerine ulaştırırken nakil hatlarının bulunduğu ülkeler açısından son derece önemli bir güç unsuru haline gelmiştir. Sanayileşmiş ülkeler açısından enerji konusu bir ulusal güvenlik meselesidir ve olmaya da devam edecektir. Enerji kaynakları elde edilirken güvenilirliği, sürekliliği ve çeşitli kaynak ve alternatif güzergâhlara sahip olması, ülkelerin vazgeçilmez hedefleri arasında yer almaktadır. Burada enerji kaynaklarını temin ederken kullanılan yöntemlerden en önemlisi enerji nakil hatlarıdır. Bu nakil hatları geçtiği güzergâhlardaki ülkeleri bile konumu itibariyle önemli hale getirmektedir. Bu bağlamda enerji nakil hatlarının geçtiği güzergâhları elinde bulunduran devletlerin büyük askeri ve ekonomik gücü bünyesinde barındırması gerekmektedir. Aksi takdirde ülkelerin ekonomik ve siyasi anlamda istikrara ulaşmaları çok zor olacaktır. Tarihte önemli ticaret yolları Ortadoğu’da iken günümüzde ise enerji nakil hatları ticaret yollarının yerini almıştır. Ortadoğu’daki petrol rezervlerinin bolluğu birçok ülkeyi cezbetmektedir. Enerji kaynaklarına sahip olan devletlerin dünya egemenliğine yerleşmesi anlayışıyla bölgeye ilgi artmıştır. Bu anlamda dünya petrol rezervlerinin %8,5’ini elinde bulunduran Irak hükümetinin Akdeniz üzerinden Avrupa’ya ulaştıracağı Kerkük-Banyas Petrol Boru Hattı Irak için ekonomik önem taşımaktadır. 800 km uzunluğunda yılda 35 milyon ton petrol taşıyabilecek şekilde inşa edilmiştir. Eğer günümüzde boru hattı tam kapasite çalışabilseydi, Irak’ın yıllık petrol üretiminin %15’ini Kerkük-Banyas Petrol Boru Hattı ile taşınacaktı. Fakat Irak hükümetinin yaşadığı siyasi istikrarsızlık dönemleri sebebiyle boru hattı birçok kez kapatılmıştır. 1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle Birinci Körfez Savaşı başlamıştır. Eğer Irak’ın Kuveyt’i işgali gerçekleşseydi dünya petrolünün yaklaşık %20’si Saddam Hüseyin’in eline geçmiş olacaktı. Böyle bir durum ise dünya petrol fiyatlarının kontrolünü imkânsız hale getirecekti. 6 Ağustos 1990 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin uyguladığı ambargo kararıyla petrol üretimi günlük 2.149 varil iken 285 varile düşürülmüştür. Bu durumdan etkilenen bir başka ülke ise Türkiye’dir. Türkiye BM’nin Irak’a olan yaptırımlarına destek vermek amacıyla ve Çöl Fırtınası Operasyonu sırasında topraklarını ABD’ye açmıştır. Yıllık 2,5 milyar dolarlık ticaret hacmi olan Kerkük-Yumurtalık boru hattı Türkiye tarafından BM’nin Irak’a uyguladığı ambargo sebebiyle kapatılmıştır. Bu gelişmeler sonucunda Irak’a karşı 13 yıl uygulanan ambargo sonucunda Türkiye’nin geliri yılda yaklaşık 2,5-3 milyar dolar azalmıştır. 1996 yılında başlatılan Gıda Karşılığı Yardım Programı kapsamında Irak’a yönelik ambargo kaldırılmış ve ABD’nin Irak’ı işgali 2003 yılına kadar yaklaşık 3,3 milyar varil petrol ihracıyla 62 milyar dolar gelir elde etmiştir. Irak’ın işgalinden önce Saddam’ın Ruslarla yaptığı petrol anlaşması ve 11 Eylül saldırılarından sonra ABD kitle imha silahı ürettiğini düşüncesiyle Irak’ı işgal etmiştir. Irak’ın işgalinden sonra Rusya, Fransa ve Çin gibi ülkelerle yapılan petrol anlaşmaları iptal edilmiş ve Irak petrolleri, ABD önderliğinde ve işgale destek veren ülkeler arasında pay edilmiştir. Ele alınan bu çalışmada, Irak petrollerinden en büyük payı alan ABD petrol şirketlerinin yapmış olduğu petrol anlaşmaları ABD’nin bölgede tek güç olmayı hedeflediğini göstermektedir. Aynı zamanda Irak’ın işgaliyle Kerkük-Hayfa Boru Hattının açılması tekrar gündeme gelmiştir. Boru hattının tekrar açılmasıyla Kerkük petrolünü İsrail üzerinden Akdeniz’e ulaşması planlanmaktadır. Boru hattı hem İsrail’in enerji ihtiyacını karşılamış olacak hem de Ortadoğu petrolünü Akdeniz’e ulaştırırken ABD’nin kontrolünde olacaktır. Kerkük-Banyas Petrol Boru Hattı’nın tekrar petrol akışının gerçekleşmesiyle birlikte bölgede Rusya ve İran’ın ABD karşısındaki gücü daha da artacaktır. İran petrol ihracatında Hürmüz Boğazı’nda güvenlik koşullarının bozulması durumunda petrol ihracatına devam edebilmek için Kerkük-Banyas Petrol Boru Hattı gibi Akdeniz’e kıyı olup ve Avrupa’ya petrol ihraç eden alternatif bir boru hattı olmasını çabalamaktadır. Rusya petrol şirketi ise Lübnan’daki Trablus bölgesinde petrol arama çalışmalarını yapmak için Lübnan hükümetiyle sözleşme imzalamıştır. Rusya bu bölgede yer alırken boru hattının yeniden faaliyete geçmesi halinde Rusya, boru hattının bir kısmını kontrol altına alma hakkını elde edecektir. Bu durumda Kerkük-Ceyhan petrol boru hattı işlevini yitirmiş olacaktır. Rusya da Ortadoğu’nun Avrupa pazarına petrol ihracının büyük bir bölümünü kontrolü altında tutacağına inanmaktadır. Bu gelişme enerji alanındaki Rusya-Batı rekabetini de hızlandırmış olacaktır. Sonuç olarak, Kerkük-Banyas Petrol Boru Hattı bulunduğu konum ve güzergâhı açısından ABD, Rusya ve İran gibi ülkeler açısından son derece önemli bir bölgededir. Dolayısıyla bu kadar önemli bir bölgeye sözde komşu olan işgalci TC, bölgedeki operasyonlarda zaman zaman yer alması hem ekonomik hem de stratejik olarak değerlendirilebilir. Netice itibariyle temel amaç güvenlik olmakla birlikte ekonomik güç olmadan güvenlik tesis edilemeyeceği için bölgede söz sahibi olabilmek mühimdir.
Fırat ALİ