Türk faşizminin tüm türevleri, şovenist Türk solcuları, Arap şovenistleri, Avrupa’nın ütopik solcuları, Rojava’daki işbirlikçi Kürt çevreleri. Yan yana gelmez gibi görünen bu kesimlerin son zamanlarda ortak bir paydaları var; PKK’yi Rojava Devrimi üzerinden ABD politikalarının bir parçası olarak göstermek.
Varlığını Kürdün yok olmasına bağlayan ve 2015’den bu yana AKP-MHP iktidarı bünyesinde kutsal ittifak kuran her çeşitten Türk faşisti, ABD’yi PKK’nin arkasındaki güç olarak gösterip sadece Türk toplumunun algılarıyla oynamayı amaçlamıyor aynı zamanda Kürt direnişi karşısındaki çaresizliğine gerekçe yaratıyor. Türkiye sosyalist hareketinin önemli bileşenleri uzun zamandır çeşitli platformlarda Kürt halkıyla hem Rojava’da hem de Türkiye’de antifaşist ittifakla mücadele ederken Kürt halkının mücadelesinden uzak duran şovenizm hastalığından muzdarip bazı sol kesimler ise bu tutumlarını ABD ile açıklamaya çabalıyorlar. Antiemperyalist bir yaklaşım olarak sundukları bu söylemlerinin faşistlerle aynı olması bile pozisyonlarını gözden geçirmeye yetmiyor.
Başta Suriye rejimi olmak üzere Arap şovenistleri ise Kürt halkını yabancılarla birleşmekle suçlayarak Kürt halkına karşı işledikleri suçların unutulacağını sanıyorlar. Bu suçu işlerken yabancı kanunlar ve emperyalist silahlar kullanmış olmaları da işin cabası. Avrupa’nın devrimci örgütleri ve gençleri hem DAİŞ hem de Türk faşizmine karşı Rojava devrimcilerinin yanına sipere koşarken bazı Avrupalı solcuların Kürtler ABD ile işbirliği yapıyor diyerek bu mücadeleye dudak bükmeleri ise aymazlık kavramının tanımını oluşturuyor.
Son olarak işgalciden soykırımcıya kadar hizmetlerine girmek için kapısını aşındırmadıkları devlet kalmayan ENKS gibi çevrelerin devrimcilerin başarılarını ve şimdiki konumlarını ABD’ye bağlamaları trajikomik bir piyese benziyor. Kendi halkının katilleri ile işbirliği yapmakta beis görmeyenler ülkenin her yerini kan ve terle yeşertenleri yabancılara bağlı gibi göstermeye çalışmak ancak Kürt işbirlikçiliği gibi karman çorman bir zihniyetin ürünü olabilir.
Şimdi de gerçeklere gelelim. ABD’nin PKK’ye bakışını anlamak için gerilere 1979’a kadar gitmek gerekiyor. Bu sene ABD’nin istihbarat birimleri PKK’yi küçük fakat gelişme potansiyeli olan ABD’nin bölgesel çıkarlarını tehdit eden bir grup olarak tanımlıyorlar. İran’daki ABD büyükelçiliği baskını sonrası kamuoyuna yansıyan belgelerde yer alan bu tespit ABD’nin uzun erimli PKK stratejisinin ana gövdesini oluşturuyor. ABD ideolojik ve politik karşıtı ve ortadan kaldırılması gereken bir örgüt olarak gördüğü PKK’ye karşı bu bakışın tüm gereğini de yerine getirdi, getiriyor. Daha 1985’de TC-PKK mücadelesini bir NATO savaşına çeviren kararın altında ABD’nin imzası vardı. 1990’larla birlikte Kobra ve Apaçi helikopterlerinden tutalım son model savaş araçlarını Kürt soykırımında kullanması için Türk devletine veren yine ABD’ydi. TC 1990’larda Bakurê Kürdistan’ı boydan boya yakar, binlerce insanı infaz ederken icazeti ve desteği aldığı adreste başta ABD olmak üzere kapitalist merkez ülkelerdi.
ABD’nin PKK stratejisinin en yalın halini 1999 yılında görüyoruz. Önderliğin esareti ile sonuçlanan ve ABD’nin yeni Ortadoğu politikasının da başlangıcı olan 1999 yılındaki Uluslararası Komplo baştan sona bir ABD planıydı. Hatta dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın bu komplonun başarısı için herkesten fazla çabaladığını söylemek abartı olmayacaktır. Zaten Bülent Ecevit ABD’nin bunu neden yaptığını anlamadığını ifade ederek komplonun asıl sorumlusunun ABD olduğunu itirafta etmişti. 2003 yılında PKK’ye yönelmiş en büyük saldırılardan biri olan ihanetçi güruhun tasfiye saldırısını teşvik eden de henüz Irak’ı işgal etmiş ABD’nin kendisiydi. ABD’nin PKK stratejinin en üst makamdan dile getirilişi ise Kasım 2007’de gerçekleşiyordu. Zamanın ABD başkanı Bush TV’ler karşısında PKK’nin düşman olduğunu ilan ediyordu. Bunlar çok mu geride kalan örnekler o zaman 2018 Kasım ayındaki karar anımsanmalı. Bu tarihte ABD Özgürlük Hareketinin üç öncüsü hakkında tutuklama kararı çıkarmakla kalmamış, bunu sağlayanlara da büyük miktarda para vaat etmişti. ABD’nin PKK’ye karşı attığı adımlar daha da artırılabilir fakat mesele ABD’nin on yıllardır aynı çizgide politika yürüttüğü gerçeğidir. Ve kuşkusuz bu politika nedensiz değildir.
ABD kapitalist sistemin hegemonik gücüdür. Kürt halkını soykırım kıskacında tutan Ortadoğu düzenini kuran ve derinleştiren emperyalist sistemin en temel ülkesidir. Bu çerçevede Kürdistan’ın özgürlüğünü hedefleyen PKK’yi kendi bölge düzenine bir tehlike olarak görmesi normaldir. Çünkü PKK’nin mücadelesini verdiği bir Kürdistan ve Ortadoğu’da ABD’nin sömürüye dayalı sistemi işlemez olacaktır. Fakat politik mücadeleden daha derin bir çelişki söz konusudur. Sovyetlerin yıkılışının ardından kapitalist modernitenin alternatifsiz kaldığını ilan eden ABD karşısında demokratik sosyalist ideolojisiyle PKK başka bir dünyayı temsil etmektedir. Kapitalizm, endüstriyalizm ve ulus devlet üçlüsüne demokratik modernite paradigması ile cevap veren Önderliği ve bu sistemin inşa kurmayı PKK’yi ciddi bir karşıt olarak görmektedir. Aynı zamanda PKK’nin kapitalizm karşıtlığını sadece teorik düzeyde bırakmıyor ve hem kurduğu sistemle hem de bizzat kendi sürdürdüğü yaşamla bunu pratikleştiriyor.
İdeolojik mücadele içerisinde olan ABD ile PKK’yi aynı hat üzerinde gösterenler Rojava’yı işaret ediyor. Rojava Devrimcilerinin Önderliğin paradigmasıyla hareket ettikleri de DAİŞ’e karşı mücadelede ABD başta olmak üzere uluslararası koalisyonla beraber savaştıkları da açık gerçekler. Peki, bu bir çelişki mi oluşturuyor? Aslında iki taraf için de gerilim barındıran bu durum büyük bir yarık anlamına gelmiyor. Keza ortada çerçevesi belli iki tarafında tavizler verdiği ya da diğerini kendi çizgisine getirdiği bir antlaşma ile yapılmış bir ittifak yok. İnsanlık düşmanı faşist DAİŞ’e karşı mücadelede kesişen yollar var. Bu durumu özellikle ABD sözcüleri neredeyse sürekli beyan da ediyorlar.
Devletçi uygarlığın birikmiş her tür kirini barındıran DAİŞ’e karşı mücadele etmek isteyenleri Rojava devrimcilerinin ret etme imkânı da bunun bir mantığı da yoktu. Nazilere karşı direnen güçler ABD’ye ya da başka bir güce Nazilere karşı savaşmayın derler miydi? Bunun ötesinde Önderliğin paradigması devletçi uygarlık temsilcileri halkın demokratik iradesini ve sistemini tanıması durumunda iki sistemin beraber yaşamasına olanak veren demokratik çözümleri de içeriyor. Bu çerçevede paradigmasına güvenen Özgürlük hareketinin eşitlik temelindeki uzlaşılara kapalı olmadığı biliniyor. Bu ABD için de Suriye Rejimi ve hatta TC için de geçerli. Fakat bu devletçi güçlerin zihinsel yapısı mevcut durumda buna olanak tanımıyor.
Bu temelde ABD, PKK’nin yaratığı kazanımları sadece Rojava’da değil, Kürdistan’ın tüm parçalarında kendi çıkarı için kullanmayı ama bir yandan da PKK çizgisini tasfiye etmeyi hedefliyor. Bu çerçevede uzun yıllara dayanan stratejisinde değişen bir şey yok. Bunun ne kadar gerçekleşeceği ise kuşkusuz süregiden ideolojik mücadelenin seyri ile ilgilidir. Çünkü PKK’nin de paradigmasında da bir değişim söz konusu değildir.
Türk faşistlerinden Arap şovenistlere kadar statükocu güçlerin bu propagandayı niye yaptıkları biliniyor. Onlara söylenecek çok fazla bir şey yok. Demokratik değerlere sahip olduğunu iddia eden güçlerin ise propagandalara ne kadar kandıklarını görüp pozisyonlarını değiştirmeleri gerekir. Aksi durumda sol ya da demokratik olma iddiası havada kalacaktır.
Kendal BAGOK
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi