16 Aralık 2019 Pazartesi Saat 06:41
Ortadoğu bölgesi hem merkezi
uygarlığın hem de demokratik uygarlığın doğuşuna ev sahipliği yapmıştır. Ortadoğu
bugünde merkezi uygarlığın kaderini belirlemede stratejik bir rol oynamaktadır.
Ortadoğu insanlığın ilk Neolitik yaşam alanı, manevi ve inanç merkezidir. Üç
kıtanın birleştiği, önemli ticaret ve göç yollarının bulunduğu, dinlerin, Peygamberlerin
inançların ve kültürlerin ana yurdu, yeraltı ve yer üstü maddi zenginlik
kaynakları bakımından dünyanın haznesidir. Bu özelliği Ortadoğu’nun tarih
boyunca çatışma ve savaş alanına dönüşmesine neden olmuştur. Günümüzde
yaşanmakta olan 3. Dünya savaşı da Ortadoğu merkezlidir ve dünya dengelerini
belirleyecek düzeydedir. Binlerce yıl önceden Sümer-Akat-Babil-Asur
imparatorlukları dünyaya hâkim olmanın yolunun ancak Ortadoğu’ya hâkim olmaktan
geçtiğini bilerek emperyalist işgal savaşılarını başlattılar. Bugünkü hegemonik
güçlerde aynı anlayışla benzer tarzda emperyalist yayılmacı politikalar
sürdürmektedirler. Bir taraftan işgal, istila ve talancı emperyalist güçlerin
saldırları, diğer taraftan bunlara karşı halkların, kültürlerin, inançların,
sömürgeleştirilen ulusların, ezilen sınıfların, kadınların ve gençlerin
direnişi gerçekleşmektedir. Savaşın bir cephesinde kapitalist modernite güçleri
yer alırken, diğer cephesinde ise Demokratik Modernite güçleri yer almaktadır.
Ortadoğu sistemi doksanlı yıllara
kadar Reel sosyalist blok ile kapitalist blok arasında oluşan dengeye bağlı
olarak şekillendi. Doksanlarda iki kutuplu dünya sistemi dağılınca dünya da
olduğundan daha fazla Ortadoğu dengeleri değişti ve yeni sistem arayışları
gelişti. Sovyet-Reel sosyalist blokun dağılması yeni güçlerin, devletlerin ve
örgütlerin doğuşuna zemin sunan bir boşluğun gelişmesine neden oldu. El-Kaide,
Taliban, Daiş gibi onlarca grup ve örgüt etkili olmaya başladı. Sovyet
karşıtlığında kapitalist sistem tarafından örgütlenip desteklenen paramiliter
karşı devrimci güçler iktidar olmak istedi ve sistemin bölgeye müdahale etmesi
için gerekçe yapıldı. Diğer taraftan ideolojik açıdan alternatif olan
hareketlerin, doğan boşlukta kendilerini toplumsal güç düzeyinde örgütlemeleri sistem
tarafından ciddi bir tehdit olarak algılandı. Özellikle Kürt Özgürlük Hareketi
öncülüğünde Kürdistan’da gelişen ve bölgede Bolşevik tarzında yeni bir dünya
devrimine yol açabilecek Kürdistan devriminin hızla büyümesi bölgesel iktidar
blokları ve işbirlikçileri kadar küresel emperyalist güçleri kaygılandırdı ve NATO
düzeyinde müdahale etme kararına sevk etti. Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan
şahsında 9 Ekim 1998 yılında Kürt Özgürlük Hareketine yönelik gerçekleşen
uluslararası komplo 3. Dünya savaşını en önemli saldırılarından biri oldu. Türk
devleti üzerinden Suriye’nin işgali o zamandan planlandı. PKK Önderliğinin bu
komloyu görüp boşa çıkarmasıyla işgal 2011 yılına kadar ertelenmiş oldu.
Blokların çökmesiyle doğan boşluğu
doldurmak için sistem adına ABD 1990
Körfez savaşıyla Ortadoğu’ya askeri müdahalede bulundu ve 3. Dünya savaşı
böylece başlamış oldu. Müdahalenin amacı bölgenin yeniden dizayn edilerek tek
kutuplu ve tek sistemli “yeni dünya
düzenine uyumlu hale getirmekti. AB, Rusya ve Çin gibi küresel güçlerin savaşa
katılmasıyla savaşın yönü ve boyutu da değişti. Çok denklemli, karmaşık ve çok
taraflı uzun süreye yayılacak bir savaş durumuna dönüştü. Dünya sistemi
açısından denge unsuru olan Ortadoğu bu kez dünya sistemini etkileyecek ve geleceğini
belirleyecek büyük savaşın merkezi haline geldi. Gerek küresel emperyalist
güçler gerekse de bölgesel iktidar güçleri bu savaşta yer alarak ittifaklar
geliştirdi. Savaşa dahil olan güçler çıkarlarına göre hem çatışır hem de
uzlaşır halde bir politika yürütmektedirler. Savaşın ne zamana kadar süreceği
ve nasıl sonuçlanacağı kestirilememektedir. Kesin olan istikrarın uzak olduğu
ve savaşın daha geniş bir coğrafyada yayılacağıdır. Bundan dolayı her güç
kendini bu dünya savaşına göre planlamakta ve mevzilendirmektedir.
Küresel sistemin ABD öncülüğünde
geliştirdiği 1990 Körfez savaşı 3. Dünya
savaşının başlangıcı ve ilk saldırı halkasıydı. 9 Ekim 1998‘de PKK Önderliğine karşı geliştirilen uluslararası komplo
ise bu savaşın ikinci saldırı halkası olarak gerçekleşti. 2001
New York saldırıları sonrası Afganistan’da El-Kaide ve Taliban’ a karşı askerî harekât
savaşın üçüncü halkası oldu. 2003 Irak müdahalesi dördüncü halka ve Suriye
işgali 3. Dünya savaşının beşinci halkası olmaktadır. TC’nin Rojava’yı işgal savaşı ise en son halkası olmaktadır. Yaklaşık
sekiz yıldır Suriye’ de savaş yürütülmektedir. Bu savaşın diğer savaşlardan bir farkı da her
gücün kendine bağlı örgütlediği EL-Kaide, Daiş, El-Nusra, ÖSO, SMO benzeri
derleme çete grupları üzerinden savaş yürütmesidir. Devletler resmi ordularından
ziyade paravan örgütler ve kontra güçler üzeri savaşmaktadırlar. İşgalci Türk
devleti tüm bu çetelerin hamisi ve merkezi rolünde bu savaşa dahil olmuştur.
Kobani savaşıyla Kürtler DAİŞ’i yenince DAİŞ’ in yerini Kürtlere karşı soykırım
düzeyinde her türlü kirli savaş yöntemlerini kullanan Türk devleti almış
bulunmaktadır. DAİŞ’ in oynadığı görevi şimdi Türk devleti oynamaktadır. Devrimci
mücadele açısından 3.Dünya savaşında sömürgeci güçlere ve onların DAİŞ gibi
çetelerine karşı en büyük savaşı Kürtler vermişlerdir. Kobani’yle başlayıp
Rojava Onur Direnişiyle devam eden direniş 21. Yüzyılın en görkemli direnişi
olmuştur ve tarihe yön veren bir karaktere sahiptir.
3.Dünya Savaşının Karakteri
Ortadoğu’da ilk kez PKK Önderliği
A. Öcalan’ın “3. Dünya savaşı
olarak tanımladığı bir savaş yaşanmaktadır. Bu savaşın temel amacı 20. Yüzyılda
oluşturulan siyasal sistemlerin aşılarak 21. Yüzyılın siyasal sisteminin
Ortadoğu merkezli kurulmasıdır. Tarihi olması ve tarihi fırsatlar sunmasının nedeni
eski dengelerin yıkıldığı ve yeni dengelerin kurulmak istenildiği bu tür
siyasi, askeri mücadele ve savaş süreçlerinin yüzyılda bir yaşanıyor olmasıdır.
Stratejik anlamda değişim ve dönüşümlerin yaşandığı önemli süreçler olmaktadır.
Dolayısıyla bu süreçler olağanüstü değişim, dönüşümün yaşandığı ve hegemon
güçlerin tam anlamıyla hakimiyet sağlayamadığı ve bu sayede boşlukların ortaya çıktığı
sistem karşıtı devrimci mücadeleler için büyük avantajları olan hassas kaos
dönemleridir. Kendini korumanın bile başarı sayıldığı, ancak bunun ötesine
geçilerek kendini büyütmenin ve yeni alanlara açılmanın daha büyük başarı görüleceği
geçiş süreçleridir.
3. Dünya Savaşı’nın kendine has
karakteri bulunmaktadır. Bunu anlamak ve kavramak doğru mücadele açısından
hayatidir. Günlük değişkenlik ve hareketlilik arz eden bir nitelik
taşımaktadır. Siyasi, askeri ilişkiler, çelişkiler ve çatışmalar çok karmaşık
nitelikte yaşanmaktadır. Böylesine tarihsel geçiş dönemlerinde siyasi ve askeri
düzeyde jeo-politik, jeo-stratejik düşünmek büyük önemdedir. Özellikle coğrafik
bakımdan Ortadoğu ve savaşın merkezinde bulunan Kürtler açısından bu çok daha
önemli bir durumdur. Kürtler başta olmak üzere Ortadoğu devrimci güçleri
jeo-politik ve jeo-stratejik gerçekliği düşünerek mücadele stratejilerini
belirlemek zorundadırlar. “Eski
dengelerin, statükonun aşıldığı, yeni dengelerin, yeni statükonun kurulmak
istendiği, tarihi geçiş süreçlerinde jeo-politik, jeo-stratejik düşünebilmek
daha da önemli hale gelmektedir. Siyasi, askeri mücadele, savaş, siyasi,
diplomatik ilişkiler, stratejik, taktik ittifaklar, ilişkiler ve ileriye
yönelik hamlelerin daha da yoğunluklu, derinlikli düşünülerek yürütülmesini
gerektirir. Verili durumda Kürdistan, Ortadoğu merkezli yaşanmakta olan 3.
Dünya Savaşı’nın içerisindedir. Böyle bir süreçte jeo-politik, jeo-stratejik
olarak düşünmek, daha da önemli olmaktadır (A. Öcalan)
Kapitalist Küresel Güçlerin Savaştaki Amacı
3. Dünya savaşı Ortadoğu için stratejik
planların yapıldığı ve stratejik kararların alındığı savaştır. Otuz yıldır çeşitli şekillerde 3.
Dünya savaşını sürdüren küresel egemen güçlerin temel amaçları vardır. Birincisi finans kapital sistemine
bağlı olarak sermayenin serbest ve güvenli dolaşımını sağlamaktır. İkincisi sistemin ve bağlı bulunduğu
sermayeyi güvenceye kavuşturmaktır. Bunun için tehlike arz eden yapıları yeniden
dizayn etmektir. İsrail devleti sistemin Ortadoğu’daki temel kalesi
görüldüğünden sistemin güvenlik sorunu aynı zamandan İsrail’in güvenlik sorunu olarak
görülmekte ve tüm politika ve savaş planları bu çerçevede hazırlanmaktadır.
İran’a karşı müdahale ve Şii ekseninin geriletmesi de bu kapsamda ele
alınmaktadır. Üçüncüsü bölgenin su
havzalarını, yer altı ve yer üstü enerji kaynaklarını, stratejik nokralarını,
kara ve deniz ticaret yollarını denetime almaktır. Dördüncüsü sisteme alternatif olabilecek demokratik halk
hareketlerinin önünü kesmek, sınırlamak, kendine göre kullanmak, denetime
alamadığını yapabilirse tasfiye etmektir. En temel amaçlardan birisi Kürdistan
ve Ortadoğu devrimini engellemektir. Demokratik halk mücadeleleri eğer önlemezlerse
küresel güçler Ortadoğu siyasal ve coğrafik yapısını daha fazla parçalayacaktır.
Sistem kaos ve kriz halini ancak iktidar güçlerini ve toplumsal yapıları küçük
parçalara bölerek yönetebilmektedir.
1990’lardan bu yana savaş
ağırlıklı olarak Arap sahasında gerçekleşti. Çeşitli Arap devletleri üzerinde
müdahaleler yapıldı. Afganistan sonrası Irak, Libya, Mısır, Yemen, Irak ve
Suriye ulus-devlet rejimlerine müdahale edilerek içten parçalandı, iktidar
değişimleri yapıldı ve savaş alanlarına dönüştürüldü. Savaş Türkiye ve
İran’ında bizzat içinde bulunduğu Suriye’de odaklanmıştır. Dolayısıyla
müdahalenin yönü İran ve Türkiye’ye doğru kaymaktadır. Çelişkiler artacak ve
savaş derinleşecektir
Eskide Israr Eden Dar Statükocu ve Korunmacı Yaklaşımlar Başarısız
Olacak ve Aşılacaktır
3. dünya savaşının temel bir
özelliği sürekli hamleler tarzında ilerlemesidir. “Eskisi gibi kalıp kendimi ve statümü koruyayım gibi dar ve pasif
savunma tarzının başarı şansı olmayacaktır. Kendi sınırlarında kalarak savunma
gerçekleştirilemez. Özellikle devrimci güçler açsından bu çok daha geçerlidir.
İktidarcı-devletçi güçler sürekli saldırı halindedirler. Devrimi korumanın yolu
devrimci mücadelenin daha fazla güçlendirilmesi ve yeni alanlara taşırılmasıdır. Aksi takdirde kuşatmaya ve darbelenmeye
uğramaktan kurtulamayacaktır. Bu açıdan her güç savaşı sınırları dışına taşımak
istemektedir. Siyasal, askeri ve toplumsal gücünü doğru temelde
pratikleştiremeyen, bunu yeni kazanımlara dönüştürmeyen, korunma pozisyonunda
kalan güçler saldırı altında kalarak dağılma ve yok olma tehlikesiyle karşı
karşıya kalmaktadır. Türk devletinin sürekli saldırı halinde olmasının bir
nedeni de budur. Aslında Türk devleti Kürdistan devriminden korktuğu için bu
kadar saldırganlaşmakta ve savaşı sınırların ötesine taşımaktadır. Devrimci
güçler kendisini kuşatmaya almadan kendisi bulundukları alanlara kadar gidip
devrimci güçleri kuşatarak darbelemek, sınırlandırmak ve hamle yapamaz düzeye
getirmeyi hedeflemektedir. İran’ın savaşı kendi topraklarının dışında tutma stratejisi
de aynı düşünceye dayanmaktadır. PKK
Önderliğinin “Savaşan halk gerçekliği
tanımı bu realiteyi ifade etmektedir.
Savaşın ortasında bir coğrafyada bulunan ve soykırım kıskacında tutulan Kürt
halkı için kendini savaşa göre konumlandırmak varlığını koruma ve özgürlüğünü
sağlamanın yegâne yolu olmaktadır. Böylesi sert savaş ortamlarında barış beklentileri,
siyasal çözüm arayışları gerçekçi değildir ve bir karşılığı da yoktur. Tek çare
devrimci halk savaşı perspektifiyle savaşan halk gücünün örgütlendirilmesi,
direnir ve savaşır düzeyde donatılmasıdır. Siyasal demokratik çözümün yolu da devrimci
halk savaşından geçmektedir. Küresel ve bölgesel iktidarcı güçlerin
saldırılarını püskürtmek ancak devrimci halk savaşının büyütülmesiyle
gerçekleşecektir. Barış ve kardeşlik ancak faşist karşı devrimci güçlerin,
geriletilmesi ve aşılmasıyla mümkün olacaktır. Dar, savunmacı anlayışlar emperyalist
işgal saldırılarını durduramayacağı gibi devrimsel hamleleri de
gerçekleştiremezler.
Kaos ve Çatışma Süreçleri Yüzyılda Bir Gerçekleşen Geçiş Sürecini İfade
Etmektedir.
3.Dünya savaşı köklü değişimlerin
yaşandığı 20. Yüzyılın sistemi yerine 21. Yüzyıl sisteminin geçirilmeye
çalışıldığı bir savaştır. Kapitalist hegemonik sistem bu konuda stratejik bir
düşünce değişimi yaptı ve stratejik kararlar aldı. Yüz yıllık dengeler,
statüler ve sistemler değişiyor, değişecek. Ne devlet düzeyinde ne toplumsal
örgütlenmeler düzeyinde Ortadoğu’da kimse eskisi gibi yaşayamaz, aynı durumda
kalamaz ve mücadele edemez. Herkes kendini yeni dünya gerçekliğine göre
düzenlemek ve planlamak durumundadır. Herkes bir biçimde bu savaşın içinde bir
yer alacak ve ittifaklar yapacaktır. Belki de birden çok ittifaklarda yer alma,
günlük ilişkilerde bulunma, kısa, orta ve uzun vadeli planlar, politik ve
taktik ilişkiler geliştirilme zorunda kalacaktır. Zira bu savaş ortamı esnek,
politik ve yaratıcı tarzlar gerektirmektedir.
Böylesi tarihi değişimler ve
fırsatlar yüz yılda bir açığa çıkmaktadır. Dünya eski dünya değildir ve Ortadoğuda
eski Ortadoğu değildir, Ortadoğu iktidar güçleri ve toplumları da eskisi gibi
kalmayacaktır. Savaşlar gelişen teknik ve nano teknolojik silahlar sayesinde
yer yüzünden gökyüzüne çıkarılmıştır. Teknik sayesinde savaşlar artık gökyüzünde
yürütülmektedir. “Siber savaşlar dönemine
geçilmiştir. Eski klasik savaş tarzları büyük ölçüde etkisini yitirmiştir.
Geçen 20. Yüzyıl iki klasik dünya savaşıyla şekillenmişti. 21. Yüzyılda 3.
Dünya savaşıyla şekillenecektir. Güç dengelerine bağlı olarak mücadele daha da
sertleşecektir. Dolayısıyla bölgede bu gerçekliğe göre kendini düzenlemeyen, değiştirip
buna göre mücadele araç ve yöntemlerini geliştiremeyen güçlerin başarma şansı
olmayacaktır. “Ben, güzel bir laf olsun
diye ‘Ne eskisi gibi yaşanır ne de savaşılır’ demiyorum. Karşımızdaki düşman
gerçekliğini, Kürt halkının geldiği düzeyi, Kürdistan, Ortadoğu bölgesinin ve
dünyanın içerisinde bulunduğu siyasi, askeri durum, bunu dayatmaktadır.
Dolayısıyla isteseler de ne eskisi gibi yaşayabilirler ne de savaşabilirler.
Bunun imkanları, koşulları bir biçimde kalmamıştır. Buna göre eskisi gibi
yaşamakta ve eskisi gibi savaşmakta ısrar etmek aşılmaktan, kaybetmekten,
sonuçsuz kalmaktan başka bir duruma yol açmaz. Dolayısıyla bundan böyle, buna
göre yaşamaktan ve savaşmaktan başka bir seçenek yoktur. Tarihsel, toplumsal
gerçeklik ve içinde bulunduğumuz koşullar, bunu dayatmaktadır. Tarihsel bir
dönümün içindeyiz. Bu da tarihsel kararları gerektirmektedir. Büyük savaş eylemliliklerinin
gerçekleştirilmesini gerektirmektedir. Bunun anlaşılması, kavranması gerekiyor.
“ (A. Öcalan)
Yeni dünya koşullarında ve açığa
çıkan tarihi fırsatlar ışığında gerek sistemler ve gerekse toplumsal hareketler
kendilerini bu nesnel koşullara göre uyarlamaz ve araçlarını yaratarak mücadele
yürütmezlerse sürece cevap olamayacak, daralacak, müdahaleye açık hale gelecek
ya da aşılacaklardır. PKK Önderliğinin: “Ne
eskisi gibi yaşanacak ne de eskisi gibi savaşılacak belirlemesi tamamen paradigmatik, jeo-politik ve jeo-stratejik düşünce
gücüne dayanmakta ve tarihi bir perspektif sunmaktadır. Ortadoğu ve
Kürdistan’daki gelişmelere göre eskisi gibi yaşanamayacağını ve
kazanılamayacağını, başarının ancak jeo-politik ve jeo-stratejik düşünme
tarzıyla devrimci halk savaşının örgütlendirilmesiyle gerçekleşebileceğini
öngörmektedir.
3. Dünya Savaşında Ortadoğu Halklarının Durumu
Daha önce yaşanan dünya
savaşlarında Ortadoğu’da genelde belirleyici olan iktidarcı-devletçi blokları
olmuştur. Dünya savaşları halkların soykırımı, katliamı ve parçalanmasıyla
sonuçlanmıştır. Örgütlü ve baskın olan egemen güçler bölgeyi istedikleri gibi
dizayn etmiştir. Fakat 3. Dünya savaşında halkların ve toplumsal kesimlerin bir
mücadelesi vardır ve savaşın bir tarafıdırlar. Halklar eski durumda değildir, direnen
konumdadırlar. Demokratik Modernite güçleri dünyayı değiştirme iddiasındadırlar
ve bunun paradigmasını temsil etmektedirler.
Özellikle Kürtler eski Kürtler değildir, 20. Yüzyılın Birinci ve ikinci
dünya savaşında statüsüz, önderliksiz, örgütsüz ve stratejisiz durumları
nedeniyle “yok hükmünde sayılan Kürtler 21. Yüzyılın 3. Dünya savaşında Ortadoğu’da
en örgütlü, stratejik önderliğe ve alternatif toplumsal sisteme sahip direnişçi
halk olarak temel aktörler arasında yerlerini almaktadırlar. Ortadoğu
halklarının ve Küresel demokratik mücadelenin öncülüğünü yapmaktadırlar.
Halklar, uluslar, kadınlar,
gençler ve inanç grupları küresel ve bölgesel despotik iktidar güçlerine karşı
özgürlük mücadelesi vermektedirler. “Arap baharı, adaletsizliğe karşı gelişen
ayaklanmalar, İran’daki halk isyanları, Kürdistan devrimine bağlı gelişen
Rojava devrimi ve direnişi özünde kapitalist sisteme ve onun bölgedeki despotik
iktidar-devlet rejimlerine karşı demokratik halk hareketlerini ifade etmektedirler.
Paradigmatik yönü zayıf, ideolojik ve politik önderlikten yoksun olan, daha çok
tepkilere dayanarak gelişen “Arap Baharı gibi halk hareketleri emperyalist dış
güçler tarafından istismar edilerek değiştirilmek ve aşılmak istenen bölgesel
iktidarlara karşı kullanılarak yönlendirilmiş ve sisteme entegre edilmiştir. Bu
bakımdan söz konusu halk hareketleri haklı ve toplumsal bir zemine dayansa da
ideolojik, politik ve örgütsel açıdan kapitalist modernite ve onun bölgedeki
işbirlikçi iktidar güçlerine karşı alternatif olma özelliğine sahip
değildirler. Önderlik sorunundan dolayı paradigmatik değişimi gerçekleştiremezler.
Sosyal demokrat hareketler gibi daha çok iktidarlaşmayla, iktidara ortak
olmayla ya da iktidarları değiştirip yumuşatmayla sınırlı kalmaktadırlar. Buna
rağmen sistemi ve bölgesel iktidar yapılarını zorlamakta, değişime tabi tutmakta
ve demokratik mücadele zemini yaratmaktadırlar. Kürdistan devrimi ise
ideolojik, politik ve stratejik bir önderliğe dayandığından hem teorik hem de
pratik açıdan gerçek anlamda sistem karşıtı bir durumu ifade etmekte ve küresel
düzeyde Demokratik Modernitenin öncülüğünü yapmaktadır. Rojava modeli
Demokratik Moderniteye dayalı gelişen Demokratik Ortadoğu Konfederasyon
sistemidir. Bunun için küresel ve bölgesel devletçi güçler Kürdistan Özgürlük
Hareketini hedeflemekte ve ona karşı ittifak halinde mücadele etmektedirler. Küresel
hegemonik güçlerin Kürt Özgürlük Hareketinin tasfiyesini ve Demokratik Rojava Kuzey-Doğu
Suriye sistemini yok etmeyi amaçlayan Türk işgaline onay ve destek vermelerinin
esas nedeni bu olmaktadır.
Ortadoğu’da Kürdistan’ın Jeo-Politik ve Jeo-Stratejik Konumu
Dünya için Ortadoğu’nun stratejik
önemi neyse, Ortadoğu içinde Kürdistan’ın stratejik önemi odur. Ortadoğu’ya hâkim
olmak dünyaya yön vermek ve şekillendirmede ne kadar önemliyse, Kürdistan’a hâkim
olmakta Ortadoğu’ya ve Anadolu’ya hâkim olmak için o denli önemlidir. Kürdistan
hem Batı’ya hem de Doğu’ya açılımın ve hakimiyetin sağlandığı coğrafyadır. Tarihte
başat birçok hegemon gücün Kürdistan’ı işgal etme ve hâkim olma istemi bu
stratejik öneminden ötürüdür. Sümer-Akat-Babil-Asur-Pers Sasani-Roma imparatorlukları
Kürdistan’ı her zaman elde tutulması gereken stratejik konumda
değerlendirmişlerdir. Arap islam güçleri için mutlaka zapt edilmesi gereken ve
bu amaçla seferler düzenlediği Ekrad diyarları olmuştur. Yunanlıların Kürdistan coğrafyasına dönük
değerlendirmeleri bilinmektedir. Kürdistan coğrafyasını stratejik anlamda
savaşçı halk “Karduk ülkesi, dağlarını
ise “aşılamayan, yaman, sarp sıra
dağlar anlamında “Zagros
olarak isimlendirmişlerdir. Türkler Kürdistan jeo-politik ve jeo-stratejik
konumu sayesinde yeni bir yurt edinebilmiş ve Batı’ya açılabilmiştir. Stratejik
Osmanlı-Roma-Bizans 1071 Malazgirt savaşı ve Osmanlı-İran 1514 Çaldıran savaşı,
Kürdistan’da gerçekleşmiştir. Atatürk’ün
kurtuluş savaşını Kürdistan’dan başlatmasının nedeni Kürtlerin ve Kürdistan’ın
stratejik konumunu, Kürdistansız bir Anadolu’nun olamayacağını, olsa bile savunulamayacağını
iyi bilmesindendir. Yahudilerin Mısır’dan Kürdistan-Urfa coğrafyasına kadarki
alanı “Kutsal topraklar şeklinde
tanımlaması ve ele geçirme istemi yine stratejik öneminden ileri gelmektedir. Kısacası
tarih ve coğrafya bilinci olan herkes bilir ki, Kürdistan’a hâkim olmak
Anadolu başta olmak üzere, Ortadoğu’ya hâkim olmaktır. Kürdistan coğrafyası,
böylesine jeo-politik, jeo-stratejik konumdadır.Küresel kapitalist güçlerin ve
lobilerin Anadolu üzerindeki planlarını Kürdistan coğrafyasının stratejik konumunu
hesaplayarak yapmaktadırlar. Kürtlerin soykırım kıskacına alınmaları ve
yüzyıldır çözümsüz bırakılan Kürt sorunun asıl nedeni de yine bununla
bağlantılıdır. Türk devleti üzerinden Kürdistan’a hakimiyet sağlamaktadırlar.
Bu coğrafyayı sürekli istikrarsızlaştırmakta ve çatışmalı durumda tutarak
politikalarını gerçekleştirmektedirler. Kürdistan’ın 1.Dünya savaşında en çok
tartışma konusu yapılması ve devletler arasında parçalara bölünmesinin nedeni
yine ifade edilen jeo-stratejik, jeo-politik öneminden dolayıdır. Ortadoğu’ya hâkim
olmak içinde Kürdistan, özellikle Kürdistan’ın Ortadoğu’daki jeo-politik önemi
hesaplandığında Kürtlerin yaşanmakta olan bu dünya savaşında en fazla stratejik
düşünmesi gereken bir halk olduğu anlaşılacaktır. Gerek savaşın ortaya
çıkardığı tarihi fırsatları değerlendirme, gerekse stratejik ülke ve halk
konumunu kalıcılaştırma, varlığını öz yönetim temelinde statüye kavuşturma
bakımından koşullar Kürtler için kaderini tayin etme önemindedir. Kürtlerin
ulusal birlik içinde bunu değerlendirmemesi halinde yüz yıllık bir fırsatı
kaçırmış olarak soykırımcı ulus devlet rejimleri tarafından soykırıma uğratılma
tehlikesiyle yüz yüze kalacaklardır. 3.
Dünya ve yoğunlaştığı Suriye-Rojava savaşı Türk devleti, Küresel güçler için
stratejiktir, ancak Kürtler için çok daha stratejiktir. Küresel ve bölgesel
devlet güçleri için iktidarlarını, çıkarlarını, sermayelerinin ve enerji
kaynaklarının bir bölümünü kaybetmeyle sonuçlanabilir. Fakat Kürtler için
varlıkların yitirmelerine, tümden soykırıma uğramalarına ve yok olmalarına
sonuçlanma tehlikesi vardır. Bu bakımdan bu savaş Kürtler için büyük bir öneme
sahiptir, stratejiktir ve “varlık-yokluk savaşıdır. “Kürdistan’ın nasıl bir jeo-politik, jeo-stratejik konumu olduğunun
bilincinde olmak gerekmektedir. Kürdistan coğrafyası, Anadolu coğrafyasına hakimdir.
Bu nedenle Kürdistan coğrafyasına dayanılmadan, Anadolu coğrafyasını korumak,
savunmak mümkün değildir. Tarihe bakıldığında, bunun böyle olduğu görülecektir.
Kürdistan jeo-politiği, sadece Anadolu için değil Ortadoğu coğrafyası için de
böylesine bir konumdadır. Ama bu durumu, özelde Anadolu coğrafyası için daha da
geçerlidir. Kürdistan’ın jeo-politik konumunun, Anadolu ve Ortadoğu için nasıl
bir anlamı bulunduğunun anlaşılması, kavranması gerekmektedir. “ ( A. Öcalan)
Yapısal krizler ve Savaşlar Devrimin Nesnel Koşullarını Hazırlarlar
Kapitalist sistemin yapısal
bunalımları ve krizleri savaşlara, savaşlar da doğal olarak halk devrimlerinin
koşullarını açığa çıkartırlar. Devrimlerin alt yapısı, objektif koşulları yani
nesnel koşulları oluşsa da kendiliğinden gerçekleşmezler. Savaşlar sistemin
zayıf noktası olmaktadır. Ezilenler için tarihi devrim fırsatları sunmaktadır.
Eğer devrimci güçler bu koşulları doğru değerlendirebilirse devrim
yapabilirler. Eğer değerlendiremezlerse sistem kaos aralığını uzatabilir.
Kendini onarıp esneterek ömrünü uzatabilir. Ya da kendini restore ederek yeni
bir evreye de taşıyabilir. Devrim ancak
devrimci öncü bir gücün müdahalesiyle gerçekleşebilir. Devrim programı ve
devrimci önderleri olan partilerin halk savaşıyla gerçekleşecektir. Eğer birinci dünya savaşında Lenin’in öngörüsü
ve Bolşevik parti müdahalesi olmasaydı 17 Ekim devrimi gerçekleşemezdi. “Tarihsel toplumsal gerçeklik, durum ve
koşullar her yönden devrim imkanını, fırsatını sunabilir. Bu, nesnel gerçeklik
olmaktadır. Devrimci durumun olması devrimin gerçekleşeceği, devrim ile
sonuçlanacağı anlamına gelmez. Devrimci duruma müdahale edecek, devrim yapmak
isteyecek bir öncünün, örgütlülüğün olması gerekmektedir. Eğer devrim önderliği
olmazsa, devrimci durum her yönden sonuna dek olsa da devrim gerçekleşmez.
Devrim olmaz. Devrimin olması için, devrimi yapmak isteyecek bir devrim
önderliğinin olması gerekmektedir. Eğer ortaya çıkmış olan devrim durumunu,
imkanlarını, fırsatlarını değerlendirecek öncülük ve örgütlülük yoksa ve bunun
iradesini, pratiğini ortaya koymuyorlarsa, devrimci durum ne kadar olgunlaşmış
olursa olsun, devrimin gelişmesi mümkün olmayacaktır. “ (A. Öcalan)
Ortadoğu’da yaşanan savaş ve kaos
ortamı devrimin objektif altyapısını açığa çıkartmıştır. Kürdistan ve Ortadoğu
devrimi için koşullar olgunlaşmıştır. Kürdistan ve Ortadoğu devrimi iç içe
geçmiştir. Geriye Önderlik sorunu kalmaktadır. Kapitalist modernite güçleri bu
gerçekliği iyi bildiğinden sürece müdahale etmemesi için PKK Önderliği sn. A.
Öcalan’a İmralı’da katı bir tecrit uygulamaktadırlar. Devrimsel gelişmeye
önderlik etmesini engellemeye çalışmaktadırlar. Bundan dolayı İmralı iki
paradigmanın mücadele alanı durumundadır. Tarihi gelişmeler Ortadoğu devrimini
gerçekleştirme görev ve sorumluluğunu Kürt Özgürlük Hareketine yüklemiş
bulunmaktadır. “Kırk yıldır, devrim
yapmak için savaşıyoruz. Bu düzeyde devrim koşulları, imkanları ortaya
çıkmamıştı. Kürdistan merkezli Ortadoğu’da devrim gerçekleştirmek için
böylesine büyük imkanlar, fırsatlar, koşullar ortaya çıkmamıştı. Şimdi büyük
imkanlar, fırsatlar ortaya çıkmıştır. Kırk yıldır devrim yapmaya çalışıyoruz,
ama şimdi devrimin gerçekleştirilmesi için bu düzeyde tarihi fırsatlar
yaşanmaktadır. “Devrim, hiç bu kadar
tarihsel olarak güncel hale gelmemişti. PKK, devrim için mutlak anlamda, gerçekten
harekete geçmelidir. PKK devrimci duruma müdahale ederek, Kürdistan Özgürlük
Devrimi’ni ve Demokratik Ortadoğu Devrimi’ni başarmalıdır. Devrimi
gerçekleştirme misyonlarını yerine getirmelidirler. (A. Öcalan)
Sistemin Yapısal Krizi Hegemon
Güçler Arasındaki Çatışma ve Olası Merkez Kayması
Küresel güçler aynı
devletçi-iktidarcı güç bloklarını temsil etseler de kendi aralarında ciddi
çatışmaları bulunmaktadır. Sonsuz büyüme istemi merkezi uygarlık güçlerinin
temel karakteridir. Büyüme gerçekleştikçe daha fazla pay alma arzusu rekabetle
birlikte savaşlara yol açar. Diğer taraftan merkezi uygarlık güçlerinin yayılma
ve sömürgeleştirmesine karşı demokratik uygarlık güçleri olan etnik, ulusal,
sınıfsal, dinsel, kültürel yapılar direniş konumuna geçerek sistemin çözülüşü
için mücadele ederler.
Sistem yapısal kriz içindedir.
Birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşı sonrası oluşturulan BM, NATO, AB gibi
birlikler çağımız ihtiyaçlarına cevap olamamakta ve çözüm sunamamaktadır. AB kriz
halindedir. NATO önemini yitirmiştir. Genel olarak sistemin kendisi yapısal bir
kriz nedeniyle kaos sürecini yaşamaktadır. Paradan para kazanmanın sistemi olan
finans kapital düzende üretim yerine tüketim kültürü ve rantçılık gelişmiştir.
Azami üretim ve kâr amaçlı kapitalist ekonomik politikalar gelir eşitsizliğinin
büyümesine, azınlık bir kesimin aşırı düzeyde zenginleşmesine ve toplumun büyük
çoğunluğunun fakirleşmesine yol açmaktadır. Ekolojik sorunlar alarm
düzeyindedir. Toplumsal yabancılaşma ve yozlaşma sınır tanımaz ölçülere
ulaşmıştır. İkinci Dünya savaşı sonrası sistemin temsilciliğini İngiltere’den
devralan ABD ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Hegemon merkez olmakta
zorlanmaktadır. ABD hem kendi içindeki sorunlarla hem de küresel sistemin
merkezi gücü olmasından kaynaklı sorunlarla uğraşmaktadır. Ya değişip merkezi
bırakacak ya da yeni hamleler yapmak zorundadır. Rusya hem içte ve dışta ciddi sorunlar
yaşamaktadır. Çin küresel bir güç olarak gelişmekte ve ABD ve AB ile rekabet
içine girmektedir. “Ticaret savaşı, denilen mücadele esasta iktidarcı güçlerin
siyasal, ekonomik ve hegemon olma savaşıdır. Merkezi uygarlık evrensel tarih
gelişiminde sürekli merkez değişimi ve merkezi değişime uygun çevre
oluşumlarını yaratmıştır. Osmanlı’dan İngiltere ve ABD’ye kayan hegemonik
merkez rolü 21. Yüzyılda tekrardan değişim yaşayabilir. Yapısal krizle baş
edemeyen merkezler rolünü aynı sistemin başka güçlerine bırakmak zorunda
kalırlar. Sistem bu süreçte kriz ve kaos durumuyla kendini sürdürmektedir.
Ancak bu krizli hal sonsuz olmayacak ve onu da çözen bir sarmala dönüşecektir.
Suriye’de Asıl Savaş Sömürgeci Türk Rejimi ile Kürt Özgürlük Hareketi
Arasında Yaşanmaktadır
Kürtler yüzyıldır sömürge
rejimleriyle çatışma halindedir. Kürt Özgürlük Hareketi 47 yıldır Türk sömürge
rejimiyle mücadele içindedir. 15 Ağustos 1984’tan bu yana kapsamlı bir silahlı
direniş yürütülmektedir. 3. Dünya savaşı her iki taraf için bazı fırsatlar
sunmaktadır. Kürtler açısından yüzyıllık statükoların yıkılması, sömürge
rejimlerinin aşılması, öz yönetim temelinde Kürt özgürlüğünün sağlanacağı
imkanları açığa çıkartmaktadır. Dört parçadaki devrimsel mücadeleye bağlı
gelişen Rojava devrimi bunun somut hali olmaktadır. Türk devleti ise 3. Dünya
savaşını hem Kürt soykırımını tamamlama hem de egemenlik sınırlarını
genişleterek bölgede hegemon olmanın fırsatı şeklinde değerlendirmektedir.
Bunun önünde engel gördüğü Kürt Özgürlük hareketini ve Önderliğini tasfiye
etmek için küresel sistemin desteğini de alarak tüm imkanlarını seferber etmiş
bulunmaktadır.
Rojava devrimi ve bölgede
yarattığı etki Türk devletinin soykırım stratejisini darbelemiştir. Kuzey
devrimi yanında birde Rojava devriminin ortaya çıkması faşist Türk rejimini
derin bir endişeye sürüklemiştir. Mutlaka yok edilmesi gereken beka sorunu şeklinde
ele almıştır. Kürtlere karşı 2012
Serêkanî, 2013 Efrin ve Kobanê, yine 2014 Kobanê savaşlarını doğrudan her
şeyiyle çeteler üzeri bizzat Türk devleti yürütmüştür. 2014 Kobanê savaşı Türk
Kurtuluş Savaşı olan Sakarya Savaşının düzeyini ve niteliğini aşan bir
savaştır. Türk devleti Sakarya Savaşına yüklediği anlamı Kobanê Savaşına da
yükleyerek hareket etti. Buna rağmen Kobani’ de yenilince farklı arayışlara
girip daha büyük savaşlara hazırlanarak 2018 yılında Efrin işgalini
gerçekleştirdi. Bu amaçla seferberlik düzeyinde ırkçı-milliyetçi-faşist AKP-MHP-İYİ
PARTİ-CHP milli savaş koalisyonu biçiminde örgütlenerek Kürtlere karşı topyekûn
savaş kararını alarak uygulamaya soktu. Tarihin en kirli özel savaş
yöntemleriyle uluslararası güçlerin onayı ve desteğiyle 2018 Efrin işgalinden
sonra 9 Ekim 2019 tarihinde Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye işgalini başlattı. Böylece
işgalci Türk devleti 3. Dünya savaşının en şiddetli savaş cephesini Kürtlere
karşı açmış oldu. NATO üyesi ve NATO savaş tekniğiyle donanmış bir ordu ve çete
oluşumlarıyla Türk devleti Kürtlere karşı büyük bir savaş yürütmektedir. Suriye’de
işgalci Türk devleti ile Kürt Özgürlük hareketi arasında devletler düzeyini de aşan
bir savaş yaşanmaktadır. 2014 yılındaki Daiş’ in Kobani saldırısı küresel
sistem odakları tarafından hazırlandı. Amaç Kürdistan devrimini ve öncü gücünü
darbelemek, tasfiye etmek veya sınırlandırmaktı. Daiş yenilgiye uğrayınca aynı
plan Türk devleti üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Efrin işgali 9
Ekim Rojava Kuzey-Doğu Suriye işgal saldırıları bu paralelde gelişti. AKP-MHP
savaş hükümeti Türk devletinin tüm potansiyelini harekete geçirdi, kredilerini
kullandı, rezervlerini tüketti ve Kürt özgürlük hareketi karşısında istediği
sonucu alamayarak daha derin bir krize sürüklendi. Rojava direnişi Türk ve
küresel güçlerin planlarını bozdu, boşa çıkardı. Boğmak istedikleri devrim
direniş sayesinde küresel boyuta ulaştı ve dünya haklarının sahiplendiği bir
mücadeleye dönüştü. Türk devleti Kürt soykırımı karşılığında küresel güçlere
verdiği tavizler ve yaptığı anlaşmalarla daha fazla bağımlı hale geldi. İran ve
bölge savaşında kullanılan bir piyona dönüştü. İçte ve dışta daralarak çöküş
sürecine girdi. NATO üyesi olsa da ittifakları arasında eskisi gibi destek
görmemektedir. Küresel ve bölge devletleriyle olan çelişkileri artmıştır.
Dünyada ve bölgede tecrit durumunu yaşamaktadır. AKP-MHP faşist iktidarı siyasi,
askeri ve ekonomik olarak ülkeyi ve süreci yönetemez hale gelmiştir. Kriz ve
savaş stratejisini çöküşü önlemenin ve ertelemenin aracı olarak kullanması
ancak bir yere kadar olacaktır.
Türk devletinin Suriye’yi yakıp
yıkmasının özel bir sebebi de Halklar Önderi A. Öcalan’ın yirmi yıl boyunca
Suriye’de kalarak tarihi devrim çalışmalarını yürütmüş olmasıdır. Bunun verdiği
öfkeyle Türk devleti Suriye’den tarihi intikam almaktadır.
“Görünüşte, Suriye ile Türkiye savaşmaktadır. Fakat görüntüye
aldanmamak gerekmektedir. Suriye’de, özünde Özgürlük Hareketi ile Türk devleti
savaşmaktadır. Suriye’deki savaşın gerçekliğini bu temelde anlamak ve bu
hakikatin bilinciyle hareket edilmelidir. Türk devleti, benim Suriye’de yirmi
yıl kalmamın Kürt, Kürdistan için ne anlam ifade ettiğini çok doğru,
derinlikli, yetkin olarak bilincindedir. Bu nedenle de kendisi açısından,
Suriye ile tarihsel hesaplaşmaya girmiştir. Tarihsel intikam savaşını Suriye’de
yürütmektedir. Özgürlük Hareketi’ne karşı topyekûn özel savaş, soykırım
savaşını yürütmektedir. Benim Suriye’de yirmi yıl kalmam, Kürt-Kürdistan
varlığı ve özgürlüğü açısından tarihi, büyük sonuçlar ortaya çıkardı. (A. Öcalan)
Esas Savaş Kapitalist Modernite ile Demokratik Modernite Güçleri
Arsında Yaşanmaktadır
3. Dünya savaşının özde iki çizgisi
ve cephesi vardır. Biri halkların özgürlüğünü ve demokratik birliğini temsil
eden Demokratik Modernite cephesi olurken, diğeri de kapitalist modernitenin
sömürücü ve iktidarcı cephesi olmaktadır. ABD, Rusya, AB ve Çin gibi güçler kapitalist
modernitenin küresel eğilimini temsil etmektedirler. İsrail kapitalist
modernitenin Ortadoğu’daki hegemon uzantısı olduğundan bu güçlerin içinde yer
almaktadır. Türk, Arap ve Fars milliyetçiliği ile varlığını tekçi-milliyetçi,
dinci ve statükocu faşist diktatörlük biçiminde sürdüren, Kürt Halk Önderi sn. Abdullah
Öcalan’ın “beyaz, kara ve yeşil faşizm olarak tanımladığı bölgesel güçler ise kapitalist
modernitenin ikinci eğilimini temsil etmektedirler. İki eğilimde aynı
modernitenin antidemokratik sömürücü, iktidarcı ve cinsiyetçi paradigmasına
sahiptir.
Üçüncü eğilim diğer iki eğilime
alternatif olarak özgür birey ve demokratik komün perspektifine dayalı gelişen
Demokratik Modernite sistemidir. Kadın özgürlükçü ve sömürüyü ortadan
kaldırmayı hedefleyen demokratik sosyalist çizgidir. Halkların demokratik
mücadelesini ifade eden ve çözüm alternatifi olarak gelişen demokratik
Modernite çizgisidir. Demokratik Ulus modeliyle alternatif güç ve çözüm haline
gelen halkların Demokratik Ortadoğu Konfederasyonudur. İnsanlığın yüzbinlerce
yıllık komünal toplum geleneğine, Politik ve Ahlaki Toplum hakikatine dayanır. Rojava
Devrimi’yle kendini üçüncü çizgi olarak uygulamaktadır. Demokratik Modernite
çizgisi toplumun binlerce yıllık komünal ilkelerine ve dört yüz yıllık kapitalist
modernite karşıtı hareketlerin mirasına, Önderlik hareketi olarak PKK’nin grup
aşamasından bugüne geçen 47 yıllık ideolojik, politik, kültürel, sosyal ve
askeri devrimci mücadele birikimine ve değerlerine dayanmaktadır. Kürt Özgürlük
Hareketi, Ortadoğu ve dünyadaki sistem karşıtı sosyalist ve demokratik güçlerin,
çevrelerin içinde yer aldığı Devrimci ve Demokratik Halklar ittifakı Demokratik
Modernite cephesi olurken, ulus-devlet sitemleri, iktidarcı-devletçi ve
soykırım rejimleri biçiminde örgütlenen tüm güçler ise Kapitalist modernite
güçlerini ifade etmektedir. Bu iki modernite arasında ideolojik, felsefik,
sosyal, siyasal, ahlaki, kültürel, ekonomik ve askeri savaş yaşanmaktadır.
Ortadoğu’nun ve insanlığın kaderini belirleyecek olan bu büyük savaştır.
Dıjwar SASON
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html