Kürtler; İran, Irak, Suriye ve Türkiye’yi kapsayan alanlarda on milyonlarca insanla dünyanın en büyük devletsiz etnik gruplarından biridir. Bu durum ise örgütsüz ve merkezi olmayan, dağınık bir topluluk binyıllarca nasıl ayakta kalır, nasıl devletleşemez veya Özerk bir yapıya kazanamayacağının en kusursuz örneğini yarattı. Tüm dünya tarih sayfalarına da böyle geçti.
Zaman zaman bağımsızlık naraları atılıp bununla ilgili girişimler olsa da, bağırsaklarından işbirlikçi ve teslimiyetçi hastalığını atlatamayanların sahte bağımsızlık çabaları hasta yataklarında kalakaldı. Bağımsız bir yapı kazanamamanın ve aşılması gereken en büyük engel, Kürdistan’ı kendi içinde yönetilmesine izin verdiğimiz ve bununla ilgili yüzyıllardır gerçek bir mücadele yürütemediğimiz, ‘’Düşman Gerçekliği’’ öznesidir.
Neyse ki, bu tarihsel hata ve eksikliklerimizi Kürt Gerçekliği ve kişiliğinde analiz eden, tez ve sentezlerle çözümleyen, Ortadoğu’da Kürdistan gerçekliğini ortaya çıkaran, Savunmalar ve çözümlemelerde aydınlatan Önder APO ile biraz daha derli toplu bir örgütlülükle kazanımlar elde eden, düşmanla sürekli ve kararlı bir savaş veren bir güç ortaya çıktı. Toplumun tüm klik ve düşüncelerine, düşman kontrolünün olmadığı, daha gerçekçi bir ‘’Özgürlük’’ kavramı hakim olmaya başladı.
Bu özgürlük çığlığının en gür ve düşmanı korkutan boyutu bugün İran ve Doğu Kürdistan’da yaşanmaktadır. Ülkeyi kasıp kavuran gösteriler ilk olarak Kürdistan vilayetlerinde hız kazandı. Mahsa Amini’nin -ya da anadili Kürtçesi Jina Amini’nin- geçen ay ahlak polisleri tarafından katledilmesi, İran’ın ve Kürdistan halkının din adamlarına karşı uzun süredir kaynayan öfkeyi körükleyen olay oldu.
Göstericilerin kilit sloganlarından biri olan “Jin Jiyan Azidi (Kadın, yaşam, özgürlük)”, bölgenin tarihsel Kürt mücadelesine dayanmaktadır. Her kuşaktan erkek ve kadın, 50 yıldır çiğnenmiş hakları uğruna savaşmak için Molla Rejimine karşı alanlarda, parklarda, üniversitelerde bir araya geldi. On yıllardır bitmeyen adaletsizlik ve baskıdan bir nebze olsun huzur bulacakları güne kadar sokakları terk etmeyecekmiş gibi direnişe devam ediyorlar.
Halk, acil bir yönetim ve toplumsal dönüşüme gitmesi gerektiğini çok iyi biliyor. Bunun yerine devletçi/iktidar yönetiminin en etkili silahı olan zor yöntemlerini devreye sokarak tüm alanları askeri kışlalara, cezaevlerini ölüm yerlerine, karakol ve tenha yerleri işkence hanelere dönüştürdü.
Bunu ağırlıklı olarak direnişin en etkili verildiği Kürdistan şehirlerinde uygulamaya koymaktadır. Özellikle Sine şehri askeri bir üs haline getirildi ve tamamen askerileştirildi. Yıllardır bu sistemin nasıl işletildiğini çok iyi biliyoruz. Uluslararası düzeyde acil bir eylem olmadan bu şiddetin sona eremeyeceği açıktır.
Ülkenin Kürt toplumuna yönelik vahşet tarihinin bir parçası olan 2019 BM raporuna göre, İran’da tutulan siyasi mahkumların yarısını ve idam edilenlerin orantısız bir şekilde yüksek bir kısmını Kürtler oluşturmaktadır.
Doğu Kürdistan halkı yaşadıkları topraklarda, değişen tüm rejimlerde direniş ve mücadele kültürünü bir an olsun bırakmadı. Mesela; İran’ı 1925’ten 1979’a kadar yöneten Muhammed Rıza Pehlevi monarşisi, Kürtleri bazen zorla asimile ederek ya da aşiret liderlerinin gücünü azaltarak kontrolü merkezileştirmeye çalıştı. Kürtler, Şah Rıza Pehlevi’yi devirmek için protestolara katıldı ve 1979’da kazanan Şii devrimcilere karşı savaşmaya devam etti. 1980’de İran-Irak savaşı patlak verdiğinde, İran’ın yeni din adamları Kürt direnişini ezme çabalarını artırdı.
İran, geçen ay da dahil olmak üzere Irak’ta sınır ötesi saldırılar düzenleyerek misilleme yaptı ve buradaki Kürt grupları protestolarda parmağı olmakla suçladı. Kürt yetkililer 28 Eylül’deki hava saldırılarında en az biri çocuk olmak üzere 10 kişinin öldüğünü söyledi.
Ali KASIM