Kapitalizm ve milliyetçilik özünü bencillikten alır. Özel mülkiyete sevdalı olma durumu, kendini beğenmeyi, en üstte görmeyi, dokunulmaz kılma zihniyetine yol açar. Her şey, ben ekseninde varlık bulur, biz kavramının bir önemi kalmaz. En üstte yer alan ben duygusu toplumun varlığının kendisine borçlu olduğunu düşünür, ben olmadan biz kavramının bir değeri olmayacağını düşünür ve bu noktada herkesi ben duygusu etrafında toplar. Çünkü ben duygusu varsa ve yaşama hâkim olmuşsa biz duygusunun bir önemi kalmamıştır. Güçlünün zayıf üzerinde egemenlik kurması, toplumsal değerlerin küçük bir iktidar kliğinin hizmetine girmesi ve devletli sınıflı sistem böylece kuruluyor ve doğal toplumsal yaşam adeta yok ediliyor. Egemenlik ve iktidar zihniyeti sanayileşmeyle beraber milliyetçilik ve kapitalizm olarak son şeklini alıp insanlığa kan kusturur hale geliyor. Etnik kimlikle övünme, bir bez parçası olan bayrak karşısından hazır olda durma, başka kimliklere ve halklara düşmanlık yapma ve daha kötüsü soykırım yapmaya kalkmak insanlığın bittiği noktadır.
Bir halkın ve kimliğin yokluğu üzerinde kendini var etmek ve bununla da övünmek insani iflasın ta kendisidir. Bir toplum, başka kimliklere ve halklara zarar vermeden, demokratik olmak şartıyla kendi kimlik ve ulusal değerlerini sevebilir, değerli hale getirebilir, ama kendi bayrağıyla ve kimliğiyle diğer kimlikleri, halkları küçümsemek hatta yok saymak ve bu temelde kendini var etmek doğal ve bozulmamış insan türünün yapacağı bir şey değildir. Ancak bozulmuş, insan olmaktan çıkmış, insani erdemlerini kaybetmiş ve ucube hale gelmiş olanların yapacağı şeylerdir. İnsani değerlerini yaşatanlar insani davranırlar ama bu özelliklerini kaybedenler hiçbir değeri yaşamazlar. Kapitalizm ve milliyetçilik aslında insanın kendisine ait olmayanı yaşadığı bir zindan sistemidir. İnsan bu zindanda cehennem hayatı yaşar. Bir düşünün ki, doğada tek bir ağaç ve tek bir bitki var. Bu, doğanın dengesinin bozulması ve doğanın yaşanılamaz hale gelmesi olur. Doğanın iyi bir dengeye sahip olması biyolojik çeşitlilikle ve her bakımdan zengin bir doğayla mümkün olabilir. Hayatta her şey tek tek tek olursa hayat yavan ekmek gibi olur, yani hayatın tadı tuzu olmaz.
Her bakımdan zenginlik ve çeşitlilik insan yaşamını daha yaşanılır kılar ve anlamlı hale getirir. İnsan hem doğayla hem de insanla uyumlu olmak zorundadır. Bu uyumun bozulması hem insanı hem de ekolojik dengenin bozulmasına yol açıyor. İnsan toplumu toplumsal kaldığı ölçüde değer yaratmış ve başarılı olmuştur. Toplumsal yapının dağılması, bencillik ve aşırı bireyselleşmenin öne çıkması bütün yaşamsal değerleri yok etmenin eşiğine getirmiştir. Sadece kâr amaçlı yapılan ekonomik üretim, kapitalizmin hırslarından dolayı toplumsal yaşam için kullanılmıyor. Bir taraftan insanlar aç bırakılıyor ama diğer taraftan da ne kadar gıda çöpe atılıyor. Önder Apo, kapitalizmdeki üretim ilişkilerindeki dengesizliği ve üretilen ürünlerin halkın önemli bir bölümüne ulaşamaması ya da yeterli ulaşamamasını, kapitalizmin bir toplumsal, ekonomik sistem olmadığını bir yam yamlar, haydutlar sistemi olduğunu tespit etmiştir. Korkunç bir maddi üretim olacak ama korkunç bir yoksulluk olacak. Bu büyük bir çelişki değil midir?
Üretim halkın ihtiyaç duyduğu maddi imkânları üretmekse, üretilen yüz milyonlarca ton her türlü gıda, tekstil, teknoloji ve daha birçok ürün varken ama toplumun çoğu yoksulluk içinde yaşıyorsa bu sisteme toplumsal ve ekonomik bir sistem demek mümkün müdür? Milliyetçilik kapitalizmin bir zihniyeti olarak şekilleniyor ve sınıf/emek bilincinin ve dünya halklarının kapitalizme karşı birlik olmasını engellemek için bilinçlice kullanılıyor. Milliyetçilik, en başta yapanlara zarar vermiştir bunun tarihte örnekleri var. İnsani ve toplumsal değerler göz önüne alındığında milliyetçilik kesinlikle bir ihtiyaç değildir bir zehirdir. Dahası, bir toplumun, sürekli kendi etnik kimliğinden ballandıra ballandıra söz etmesi ve bunu yaparken de sanki bu dünyada başka milletler ve toplumlar yokmuş gibi davranması, var olduğunu düşünse bile küçümsemesi aşağı görmesi bir ruhsal hastalıktır. Her gün, okullarda ne mutlu Türküm demek nedir ve böyle söylemenin Türk halkına ne faydası var? İnsanda biraz akıl ve mantık olur. Bir toplum, her gün kendi etnik kimliğinden söz etmekle nasıl mutlu olur, anlamış değilim. Bir papağana konuşma öğretilir ve papağan ne öğrendiyse onu konuşur ama konuştuğunun ne anlama geldiğini de bilmez, onu konuşmaya ihtiyacı olmadığını da bilmez ama konuşur çünkü konuşturulmaya alıştırılmış, beyni alabora edilmiş, ruhu felç edilmiş. Aksi halde, İnsani değerlerini kaybetmiş, parayla ve eşyayla övünen, buna ihtiyacı olmadığı halde milli kimliğinden sürekli bahsetmek ve diğer kimlikleri halkları küçümsemek, asimilasyon nasıl açıklanır? İnsan karşıdaki insana değer verdiği ölçüde değerli olur ama karşıdakini yok saydığı ve aşağıladığı zaman aslında kendisini yok sayıyor ve aşağılıyor. Karşıdakinin varlığı insanın varlığını anlamlı yapar. İnsan tek başına bir hiçtir ve değeri yoktur. İnsan, insan ile, kültür, kültür ile, toplum toplum ile değerli olur. Tek olan hiçbir şeyin değeri olmaz. Çeşitlilik ve renklilik değerlidir ve birinin varlığı diğerinin varlığına anlam ve zenginlik kazandırır. Bir gül/çiçek bahçesinde çok çeşitli güllerin ve çiçeklerin olması o bahçeyi güzel yapar. Bir yemeğin yanında salatanın turşunun, biberin olması o yemeğin lezzetine lezzet ve tat katar. Hayat her bakımdan çok çeşitlilikle anlamlı hale gelir. Hayat çok çeşitliliğin bir ifadesidir. Tekçilik, kapitalizm ve milliyetçilik toplumsal değerlere ve insanlığa düşmandır. Devletli sınıflı sistemin son modeli olan kapitalizmin ve Milliyetçiliğin özgür bir toplum ve dünya için aşılması olmazsa olmazdır. Bunun yolu da Demokratik Uygarlık ve komünalizmdir.
Kemal SÖBE