TC devletinin uzun süre Türkmenleri özellikle de Irak’ta yaşayan Türkmenleri kendi politikalarına araç haline getirmek istediği biliniyor. 2003 yılındaki ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra yoğunlaşan bu çabasında farklı farklı yöntemler denese de faşist bir grubu örgütlemekten öteye bir başarı kazandığı da söylenemez. Aksine Irak Türkmenlerinin çoğu, halkları birbirine düşüren TC politikalarından etkilenmedi. Fakat bu Türk devletinin klasik politikasından vazgeçtiği anlamına gelmiyor.
AKP-MHP faşist hükümeti son birkaç aydır Türkmenlerle ilgili girişimlerine hız verdi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu birkaç ay önce Hewlêr’e geldiğinde KDP yönetimi ile yaptığı toplantıda kendilerine bağlı Türkmenlerin yürüteceği faaliyetlerin engellenmemesi için talimat verdikten sonra Irak Türkmen Cephesi ile görüşmeye gitti. Bu faşist yapıyı teşvik edip çeşitli sözler veren Çavuşoğlu Türkmenlerle ilgili planlara ağırlık vereceklerini gösterdi. Türkmenlere yakın zamanda Hewlêr ve Süleymaniye’yi de yönetecekleri müjdesini ileten Çavuşoğlu bu şekilde asıl niyetini de dışa vurdu.
Bu ziyarete yakın zamanlarda kamuoyuna Türkmenlerin Başurê Kürdistan’da bulunan Türk üslerinde askeri eğitim gördüğü yansıdı. Türk subaylarının azımsanmayacak sayıda kişiye temel askeri eğitim verdikleri belirtildi. Birkaç binle ifade edilen bu kişiler arasında diğer etnik gruplara da yer vermeye çalıştıkları biliniyor. Masraflarının Türk Devletinin karşıladığı bu eğitimden KDP güçlerinin bihaber olmasının mümkün olmadığını da eklemek gerekir.
Türk Devletinin “Çökertme Planı”nı uygulamadaki temel araçlarından olan MİT’in 2016 yılından itibaren Irak Türkmen Cephesine bağlı Kerkük merkezli Türkmeneli İstihbarat Teşkilatı(TİT) adıyla gizli bir çete örgütlediği zaman zaman ifade ediliyordu. Özgürlük Hareketi sempatizanları başta olmak üzere Kürt halkına yönelmiş bu çeteye bağlı 40 kişinin Türkiye’de istihbarat eğitimi görüp 2020 sonbaharında Kerkük’e dönerek kirli faaliyetlere başladığı bilgileri basına yansımıştı.
Bu askeri hazırlık ve faaliyetlerin yanında MİT uzman kişilerden oluşan bir heyet aracılığıyla Türkmen partileri ve sivil toplum kuruluşlarıyla toplantılar gerçekleştirdi. Bu sene yapılacak Irak seçimlerine Türkmen partilerinin ortak bir listeyle girmesini sağlamaya uğraşan bu toplantılar sonucunda bir protokol imzalanması hedefleniyor. Başarılı olup olmayacağı oldukça şüpheli bu adımı, tüm bu girişimlerin siyasi ayağı olarak değerlendirebiliriz.
Bu gelişmeler ışığında Türk devletinin Türkmenler üzerinden bölgede yeni bir hamle geliştirmek istediğini ifade edebiliriz. Bu noktada birbirini dışlamayan bütünsel olarak ele alınabilecek iki olasılıktan bahsedebiliriz.
Türk devleti Başurê Kürdistan’ı kendi sınırına yakın bölgelerden doğrudan işgal girişimleri söz konusu fakat temel ve tarihi hedef olarak gördüğü Kerkük ve Musul’a sarkmak için farklı yöntemler kullandığı biliniyor. Garê operasyonunun diğer faktörlerle birlikte Musul’un tepesini tutmayı hedeflediğini unutmamak gerekir. Kürt soykırımı temelinde Kürdistan’ın diğer parçalarını da önce işgal ve ardından ilhak etmek isteyen faşist hükümet kendine sözde yerel müttefikler yaratmaya da uğraşıyor. Nasıl ki Rojava’da DAİŞ artıklarını “Milli Ordu” şemsiyesi altında toplayıp, Kürtlerin üstüne saldıysa Türkmenleri de Başurê Kürdistan’da aynı çerçevede değerlendirmek istiyor.
Özellikle Rojava ve Başurê Kürdistan arasında bir duvar çekmeyi amaçlayan hamlesi Türkmen bölgesinde Habur’u anlamsız kılacak yeni bir kapı ile nihayetlendirmek için TC’nin Türkmen desteğine sahip olması şart. Fakat Haşdi Şabi içerisinde önemli bir Türkmen yapısı var. Şii Türkmenlerin çoğu bu temelde örgütlü ve Türk Devletinin politikalarına mesafelidir. Bu temelde kendine bağlı çeteleri askeri olarak uzmanlaştırmak sadece Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşta değil, aynı zamanda diğer Türkmenleri etki altına almak için de önemli olmaktadır. Bu çetelere aynı zamanda bölgedeki Araplar başta olmak üzere diğer halklara karşı da işgalciliğin sopası rolü de biçilmektedir. Kerkük’te yapılan kirli faaliyetleri bu temelde herkese verilen gözdağı olarak ele alabiliriz.
Diğer taraftan Türk Devleti Türkmen partileri tek bir potada birleştirip, kendini bağımlı kılarak zaten oldukça karışık ve gerilimli olan Irak’ta siyasi ağırlığa sahip olmayı ve işgalini de bu zemin üzerinden yürütmeyi planlıyor. TC, bu yıl yapılacak seçimi bu temelde önemli bir fırsat olarak görüyor. Daha önce buna benzer bir hamleyi Türkiye’ye kaçmış olan Irak eski Cumhurbaşkanı yardımcısı Tarık Haşimi eliyle Sünni Araplar üzerinden yapmaya çalışan ve büyük oranda başarısız olan Türk Devleti şimdi aynı şeyi Türkmenler üzerinden denemeye çalışıyor.
Irak Türkmen Cephesi, Türkmen partileri içerisinde en az etkili yapılardan biri. Zaten varlığını Özgürlük Hareketi ve Kürt halkının karşıtlığına adayan bu yapı Irak’ta siyaset yapan bir oluşum gibi davranmaktan bir süredir vazgeçmiş gibi davranmaktadır. Irak’a dair herhangi bir politika ya da öneri beyan etmeyen bu yapı sürekli Türk Devletinden aldığı faşist-ırkçı milliyetçiliği yaymaya çalışmaktadır. Boyutu ve etkisi küçük olan bu örgütün TC ile ilişkileri Türkmen yapıları bir araya getirme projenin merkezinde yer almasına yol açıyor. Türkmen partilerinin çoğunun bu ittifaka sıcak bakıp bakmadığı net değil ama ağırlığının bu cephede yer almayacağı tahmin edilebilir. Ayrıca geliştirilen askeri çabalarda bu siyasi projenin tamamlayıcı faktörü olarak ele alınabilir. Çünkü Irak’ın mevcut konumunda askeri potansiyeli olmayan herhangi bir siyasi oluşumun ciddiye alınması mümkün değil.
AKP-MHP faşizminin yeni Osmanlı hülyası çerçevesinde Türkmenlere dair bu geleneksel politikanın bir üst boyuta taşındığını ifade edebiliriz. Esasta kendine de yönelmiş bu tehdide karşı KDP’nin atıl olması aslında onun durumunun gafletle bile açıklanamayacağını göstermektedir. Türk yayılmacılığının bölge için ne kadar büyük bir tehdit olduğu gerçeği her geçen gün bölge halkları için bilinen bir durum haline geliyorsa da devletlerin aynı oranda net tavır aldığını söylemek mümkün değil. Eğer Türkmenler Türkiye’nin aparatı haline gelirse, bu işgalci politikanın en büyük kurbanın yine kendileri olma ihtimali fazladır. Yüzyıllardır bir arada yaşadıkları halklarla çözülemez bir çelişkinin parçası olmamaları gerekir. Zaten Türk devletinin Türkmenlerin hakkını korumak ya da onların durumunu düzeltmek gibi bir amacı yok, sadece kendi devlet çıkarlarını esas alıyor. Türkmen halkının zor duruma düştüğü geçmiş dönemlerde TC’nin ne kadar kayıtsız kaldığı hatırlanabilir. Bu açıdan Türkmen kesimlerle demokratik ilişki geliştirmek kritik bir önem taşımaktadır.
Faşist Türk yayılmacılığının politikalarını boşa çıkarmak için mevcut durumu önemli oranda teşhir etmek ve halkları bu tehlikeye karşı uyarmak gerekir. TC’nin bölgedeki neredeyse tek ortağı olarak kalan KDP’nin bu noktada ciddi bir tavır almayacağı açık. Fakat Başurê Kürdistan kamuoyuna bu tehlikeye karşı bilinçli kılmak bu oyunun bozulmasında temek bir faktör olacaktır.
Ari TUFAN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi