07 Aralık 2009 Pazartesi Saat 08:19
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
Merkezi Washington’da bulunan düsünce kurulusu The
Washington Institute for Near East Policy’nin 26 Kasim 2009 tarihli internet
sayfasinda, The Washington Institute Türkiye Arastirmalari Programi Direktörü
Soner Çagaptay imzasiyla ve yukaridaki baslik altinda yer alan yorumun genis
özet çevirisi söyledir:
Anadolu’da kirilgan görünen ama saglam bir agaç olan, sert
Anadolu rüzgârlari estiginde rüzgârin gücüne uyum saglayarak inanilmaz açilarda
egilen ve böylece kirilmamayi basaran kavak agaçlari vardir. Türkiye de tipki
kavak agacina benziyor. Ülke yüzyillardir seçkinlerinin öncüsü oldugu güçlü
siyasi, toplumsal ve dis politika tercihleriyle egildi büküldü. 1770’lerde
sultanlar Osmanli Imparatorlugu’nu Batililastirmaya basladi, Mustafa Kemal
Atatürk 1920’lerde Türkiye’yi laik bir cumhuriyet yaparak bu reformlari
sürdürdü ve 20. yüzyilda Türk demokrasisinin çesitli siyasi partileri Bati’yla
birlikte zar attilar ve o zamandan beri Türkler dis politikada Bati yanlisi bir
tutum benimsediler, ülke içinde laik demokrasiyi kucakladilar ve Avrupa
Birligine (AB) dogru yürümeye basladilar.
Bu degisiyor. Kökleri Türkiye’nin Islamci muhalefetine
uzanan Adalet ve Kalkinma Partisinin 2002’de iktidara gelisi, Türk toplumu
üzerinde yeni toplumsal, siyasi ve dis politika rüzgarlari estirdi. Bu güçler
arasinda, dis politikada Islamci ve Bati karsiti ülkelerle dayanisma ve kamusal
alanda ortopraksi yer aliyor ve ille de inanç güdümlü olmasa da homojen dini
pratik ve toplumsal muhafazakarlik gösterileri destekleniyor. Adalet ve
Kalkinma Partisinin yedi yillik iktidarinin ardindan, Anadolu’daki Türkler
Adalet ve Kalkinma Partisinin gücü karsisinda egiliyor, dis politikada
ortopraksi ve Islamci zihniyet ön plana çikiyor. TESEV tarafindan yapilan bir
kamuoyu arastirmasina göre, kendisini Müslüman olarak tanimlayanlarin sayisi
2002 ile 2007 yillari arasinda yüzde 10 artti. Ayrica arastirmaya katilanlarin
neredeyse yarisi, kendilerini Islamci olarak tanimliyor. Ortopraksi de
içsellestirilmis görünüyor: Ankara’daki bürokratlar terfi alabilmek için artik
kendilerini namaza katilmaya zorunlu hissediyorlar. Genelikle inançtan yoksun
bir sekilde dindarligin alenen sergilenmesi, kamu atamasi veya kazançli devlet
sözlesmeleri pesinde olanlar için bir zorunluluk haline geldi. Adalet ve Kalkinma
Partisi yönetiminde Türkiye nereye gidiyor ve Adalet ve Kalkinma Partisi
deneyiminden alinabilecek dersler nelerdir?
–Ilimli Islamciligin
Yükselisi ve Yok Olusu–
Adalet ve Kalkinma Partisinin kökenleri, Türkiye’deki
Islamciligin ana gemisi Refah Partisi (RP) de dahil Türkiye’deki Islamci
harekete uzaniyor. Parti lideri ve Türkiye Basbakani Recep Tayyip Erdogan da
dahil Adalet ve Kalkinma Partisinin kuruculari, bariz bir biçimde Islamci olan,
güçlü Bati karsiti, Yahudi karsiti, demokrasi karsiti ve laiklik karsiti
unsurlar barindiran RP’de dis çikardi. RP 1997’de bir koalisyon hükûmetinde yer
aldi ve laik Türk ordusunu, mahkemeleri ve Bati’yi yabancilastirmasinin
ardindan 1998’de kapatildi. Ancak parti hiçbir zaman tamamen yok olmadi.
Erdogan ve yoldaslari bu deneyimden bir ders çikardi Türk Islamcilarin
basarili olmak için kendilerini yenilemeleri gerekiyordu. Zamanla Erdogan
partiyi Amerikan yanlisi, AB yanlisi, kapitalist ve reformcu bir imajla yeniden
yaratti. Adalet ve Kalkinma Partisi 2001 ekonomik krizinde ülkedeki merkez
partilerin yikilmasindan yararlanarak 2002’de iktidara geldiginde, ilimlilarin
ülkenin laik, demokratik ve Bati yanlisi degerlerini ortadan kaldirabilecegi
endiselerini gidermeye çalisti. Adalet ve Kalkinma Partisi Islamci mirasini
terk etti ve bunun yerine AB üyeligini temin etmek ve Türkiye’yi çok daha
liberal ve Bati yanlisi bir yere çevirmek için çalismaya basladi. O zaman çok
az kisi partinin Türkiye’yi kötüye sürükleyebilecegini düsünüyordu. Neticede
Türkiye 1946’dan beri çok partili bir demokrasiydi hepsi de Batili degerlerin
muhafizi olan etkin özgür medyasi, laik mahkemeleri, büyük bir ticari sinifi ve
güçlü bir ordusu vardi. Ayrica ABD’nin laik, Batili bir Türkiye’ye ve AB
sürecine verdigi destek, Adalet ve Kalkinma Partisini, Bati yanlisi tutumunu ve
reform rotasini sürdürmeye ikna edecek Türkiye’nin liberallesme sürecinin
güvenceleri olarak görülüyordu. Adalet ve Kalkinma Partisi iktidara geldikten
sonra gerçekten de reformlari, is dünyasini ve AB yanlisi politikalari destekledi.
Ancak kisa süre içinde partinin dönüsümü kuskulu görünmeye basladi. Adalet ve
Kalkinma Partisi sözde savundugu liberal degerleri zayiflatmaya basladi.
Örnegin üst düzey diplomatlari özel bir dindar muhafazakârlar havuzundan
seçmeye basladi. Ayni zamanda hükûmetteki yönetici konumundaki kadinlarin orani
düstü. Adalet ve Kalkinma Partisi yönetiminde kadinlar, büyük ölçüde
hükûmetteki karar alma mevkilerinden dislandilar.
Adalet ve Kalkinma Partisinin AB üyeligine iliskin taktik
bakisi partinin liberal degerlere bagliliktan yoksun olmasinin bir kaniti:
Adalet ve Kalkinma Partisi partiye kamuoyu onayi sagladiginda AB üyeligi için
çaba harciyor, ama Türkiye’yi gerçekten Avrupali yapmak için degil. Adalet ve
Kalkinma Partisinin AB’ye iliskin taktik tutumunda tabuta son çiviyi çakan
2005’te Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin, Türkiye’de üniversite kampuslarinda
Islami basörtüsü (Türkiye’de türban olarak biliniyor) takma yasagini onaylamasi
oldu. Adalet ve Kalkinma Partisi Avrupa’nin Türkiye’deki laikligin daha
hosgörülü bir biçime bürünmesine yardimci olabilecegini umuyordu. Ama öyle
olmadi. Bu nedenle 2005’te AB üyelik müzakereleri baslar baslamaz Adalet ve
Kalkinma Partisi AB tarafindan dayatilan zorlu, halk destegi görmeme
potansiyeli tasiyan reformlari gerçeklestirmek konusunda gönülsüz davranmaya
basladi ve böylece üyelik daha az olasi bir hal aldi. Erdogan’in 2008’de
Bati’yi “ahlâksiz” olarak nitelemesi gibi açiklamalar sadece AB
üyeligine verilen destegin azalmasina neden oldu. Adalet ve Kalkinma Partisinin
iktidara geldigi 2002’de AB üyeligine verilen destek yüzde 80 iken, geçen yil
nüfusun üçte biri üyelige destek veriyordu.
Laik Türk kurumlarinin Adalet ve Kalkinma Partisini
dizginleme çabalari geri tepti. Böylece Adalet ve Kalkinma Partisi, geçmiste
hep kaybettigi fay hatti olan Türkiye’nin geleneksel Islamci-laik siyasi
karsitligi yerine laik-Müslüman karsitligini yaratti. Parti basarili bir
sekilde kazanan Müslüman tarafinda yerini aldi. Ayrica Anayasa Mahkemesi
partinin Abdullah Gül’ü cumhurbaskani olarak atamasini önlemeye çalistiginda,
Adalet ve Kalkinma Partisi kendisini Türkiye’nin yoksul Müslüman kitlelerinin
mazlum temsilcisi olarak gösterdi. Iki strateji de ise yaradi: Adalet ve
Kalkinma Partisi Temmuz 2007’de oylarin yüzde 47’sini aldi ve Türk ordusu göz
ardi edildiginde dünyanin sonunun gelmeyecegi gerçegini gözler önüne serdi.
–Otoriter Demokrasi
ve Ortopraksinin Yükselisi–
Ordunun ve mahkemelerin Adalet ve Kalkinma Partisine yönelik
baskilarinin etkin bir sekilde ortadan kaldirilmasi partinin çekirdek
degerlerine dönüsünü hizlandirdi. Adalet ve Kalkinma Partisi muhalifleri
bertaraf ederek, güçler ayriligi ilkesini gözardi ederek ve medyayi kendilerini
elestirmeye cüret ettigi için cezalandirarak çogulculuk gösterilerinden
vazgeçmeye basladi. Bu arada medyanin durumu kötüye gitti. Hükûmet yasal
bosluklari kullanarak bagimsiz medya kuruluslarina el koydu ve Adalet ve
Kalkinma Partisi destekçilerine satti. 2002’de Adalet ve Kalkinma Partisi
yanlilari medyanin yüzde 20’sine sahipken bugün hükûmet yanlilari medyanin
yaklasik yüzde 50’sine sahip. Bu dönemde Adalet ve Kalkinma Partisinin
TÜSIAD’in öncülügündeki Türkiye’nin laik is lobisiyle iliskisi de degisti.
Önceleri Adalet ve Kalkinma Partisinin sahip oldugu iç ve dis destekte büyük
payi olan TÜSIAD ile parti arasindaki iliski, 2007’de Erdogan’in bu kurulusu
hedef almasiyla degisti. Adalet ve Kalkinma Partisi, ailesi TÜSIAD baskanligini
yürüten ve Türk medyasinin neredeyse yarisina sahip olan Aydin Dogan’a
saldirdi. 2009’da Adalet ve Kalkinma Partisi, medya organlari hükûmete karsi
yolsuzluk iddialarini yayinlayan Dogan Yayin’i 3.2 milyar vergi cezasina
çarptirarak kendisiyle uzlasmaya ve Dogan medya organlarinda hükûmet
elestirilerine son vermeye zorladi.
Vergileri ve denetimleri cezalandirmak amaciyla
kullanmasinin yani sira partinin özellikle hükûmete karsi bir darbe komplosu
kuruldugu iddiasinda bulunan Ergenekon davasinda telefon dinleme kayitlarini
kullanmasi muhalefete aman vermemek için kullandigi bir baska araciydi. 2007’de
dava basladiginda Adalet ve Kalkinma Partisini takip edenler, bunu Türkiye’nin
yolsuzluktan temizlenmesi için bir firsat olarak gördüler. Ancak dava bundan
çok daha fazlasi. Adalet ve Kalkinma Partisinin özgürlükleri kisitlamasi için
bir araç. Dava kapsaminda yüzlerce kisi tutuklandi ve bazilari herhangi bir
suçlama olmaksizin 18 aya kadar hapishanede tutuluyor.
Bu tutuklamalarin yani sira yasadisi dinlenme korkusu Türk
liberalleri felce ugratti. Bir filozofun dedigi gibi “ülkeler, polis tüm
vatandaslari dinlediginde degil, tüm vatandaslarin polisin kendilerini
dinlediginden korktugunda bir polis devleti haline gelir.” Adalet ve
Kalkinma Partisinin simdiye kadar politikalarinda ilimliligi dayatan iç
mekanizmalari zekice alt etmesinin bazi sonuçlari oldu: Adalet ve Kalkinma
Partisi Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve toplumsal olarak sorumlu yeni eliti
haline geldi. Parti, devlet ihaleleriyle beslenen, büyüyen bir ticari topluluk
tarafindan destekleniyor. Adalet ve Kalkinma Partisi medya üzerinde etkili ve
Ergenekon davasi yoluyla Türk ordusu üzerinde baski olusturuyor. Ayrica iç
istihbarat kontrolü yoluyla siyasi muhalefeti boyun egmeye zorlama becerisini
de kanitladi. En önemlisi Adalet ve Kalkinma Partisi yasama ve yürütme
organlarini kontrol ediyor. Eski parti mensubu Abdullah Gül ise artik yüksek
mahkemelere hakim atama yetkisine sahip cumhurbaskani.
Yeni elit olarak, “Anadolu’daki rüzgâr” olarak
Adalet ve Kalkinma Partisi Türk toplumunu kendi istedigi gibi sekillendiriyor,
idari eylemleriyle ortopraksiyi tesvik ediyor. Bu nedenle Türkiye’de yükseliste
olan dindarlik degil, daha ziyade hükûmet telkinli toplumsal muhafazakârlik.
Eslerin türbanli olmasi gibi toplumsal muhafazakârlik göstergeleri hükûmetten
atama, terfi ve ihale elde etmek için kriter olarak kullaniliyor. Ancak sorun
toplumsal muhafazakârligin kendisi degil ve muhafazâkar bir Türkiye elbette
Avrupali olabilir. Sorun, bu tür hükûmet önderligindeki bir projenin liberal
demokrasi fikriyle bagdasmamasi. Ve Türkiye’nin bir elit projesi olma niteligi
göz önüne alindiginda Adalet ve Kalkinma Partisi önderligindeki toplumsal
muhafazakarlik Türk toplumunu yeniden sekillendiriyor. Geçen yil Istanbul’da,
Adalet ve Kalkinma Partisi yönetimindeki Istanbul belediyesine is basvurusunda
bulunan genç Müslüman-Rum Ortodoks bir Türk kadinla tanistim. Is mülakatinda
sayet basörtüsü takmayi kabul ederse ise alincagi söylenmis. Rum Ortodoks
oldugunu söyledigindeyse, din degistirmesine gerek olmadigi, sadece basini
örtmesinin yeterli oldugu belirtilmis.
–Bati Karsiti ve
Islamci Rejimlerle Dayanisma–
Adalet ve Kalkinma Partisinin dis politika hesabinin bir
bölümünü din olusturuyorsa diger bölümünü de ülke içi emelleri olusturuyor.
Adalet ve Kalkinma Partisi selefi RP’nin iktidardan çekilmeye zorlandigi
1990’lardaki olaylardan ders çikardi. Adalet ve Kalkinma Partisi artik biliyor
ki ancak güçlü halk destegine sahip olursa iktidarda kalabilir. Bu nedenle
parti Bati’yi elestirerek kolay bir popülist dis politika taktigi izliyor ve
basarili da oluyor. Sadece Türklerin ABD ve Bati’ya yönelik tutumlari
kötülesmekle kalmiyor, Adalet ve Kalkinma Partisi Türk kimliginin dönüsümü
vasitasiyla dis politikasina büyük destek sagliyor. Eger Türkler önce dis
politika arenasinda kendilerini Müslüman olarak görürlerse, gün gelecek iç
politika arenasinda da kendilerini Müslüman olarak göreceklerdir ve bu da
partinin konumunu daha da güçlendirecektir.
Geçmiste Türkiye’nin dis politika paradigmasi, Bati’da yatan
ulusal çikarlarinin desteklenmesine odakliydi. Türk hükûmetleri, ABD ve Avrupa
ile yakin isbirligi halinde oldular ve Orta Dogu ve küresel politikayi kendi
ulusal güvenlik çikarlari merceginden gördüler. Bu, Israil’le bile isbirligini
mümkün kildi.
Ancak Adalet ve Kalkinma Partisi Türkiye’nin çikarlarina
farkli bir açidan -siyasallasmis Islamcilik merceginden- bakiyor.
Partinin dis politikasi tüm Müslüman ülkelere sempati
göstermiyor, daha çok Islamci, Bati karsiti rejimlerle (örnegin Katar ve Sudan)
dayanismayi destekliyor, laik, Bati yanlisi Müslüman yönetimlere (Misir, Ürdün,
Tunus) uzak duruyor. Bu çatalli strateji, özellikle hükûmetin Filistin
topraklari konusundaki tutumunda belirginlik kazaniyor. Adalet ve Kalkinma
Partisi hükûmeti Batili ülkelere Hamas’i “Filistin halkinin mesru yönetimi
olarak tanimasi” çagrisinda bulunurken Filistin Yönetimi Baskani Mahmud
Abbas’i “gayrimesru bir yönetimin lideri” olarak niteliyor.
Israil ile iptal edilen tatbikatlarin gösterdigi üzere
Adalet ve Kalkinma Partisinin alakart, ahlaki dis politikasi ikiyüzlülükten
muaf degil. Ocak ayinda Erdogan Israil Cumhurbaskani Simon Peres’in yani sira
Yahudileri ve Israillileri Dünya Ekonomi Forumunda “insan öldürmeyi iyi
bilmekle” elestirdikten sonra Sudan Devlet Baskan Yardimcisi Ali Osman
Taha’yi Ankara’da agirladi. Bu tehlikeli bir tutum çünkü -özellikle Adalet ve
Kalkinma Partisi yönetiminde yetisen nesillere- sadece Islamci rejimlerin kendi
halklarina veya diger devletlere saldirma hakki oldugunu ima ediyor.
Bazi uzmanlar bu retorigi iç politika yapma veya sadece
Erdogan’in kendini kaybetmesinin örnekleri olarak görerek önemsemiyorlar. Ancak
Erdogan kurnaz bir politikaci ve simdi de Türk toplumundaki degisikliklere
karsilik veriyor. Adalet ve Kalkinma Partisinin yedi yildir süren Islamci
retoriginin ardindan kamuoyu siyasi olarak birlesik bir “Müslüman dünya”
fikrini benimseyecek sekilde degisti.
Adalet ve Kalkinma Partisi dis politikasini artik evde
memnuniyetle karsilayan bir izleyiciye sahip ki bu da saglamlasma olasiligini
artiriyor.
Adalet ve Kalkinma Partisi yönetiminde Türk kimliginin
dönüsümünün kapsamli sonuçlari var. Islamci bir bakis açisiyla yönlendirilen
Türkiye’nin kendi ulusal çikarina olsa dahi Batili dis politikayi desteklemesi
giderek daha da imkânsizlasacak. Uzun zamandir Müslüman bir ülkenin Yahudi
devletiyle rasyonel, isbirligi yapan bir iliski sürdürmesine model olusturan
Türkiye-Israil iliskileri kötülesmeye devam edecek. Böyle bir gelisme Türk
kamuoyunun onayiyla karsilanacak ve partinin popülerligi daha da güçlenecek.
Böylece parti bir tasla iki kus vurmus olacak: ülkeyi eski müttefikinden uzaklastirmak
ve kendi güç merkezini desteklemek.
Ayni dinamik Türkiye’nin AB ve ABD ile iliskisi için de
geçerli olacak. ABD enerjisinin çogunu köktencilige muhalefet etmekten Iran’in
nükleer programina karsi çikmaya kadar Müslüman ülkelere adarken Adalet ve Kalkinma
Partisi bu politikalara sert bir retorikle karsi çikacak ve herhangi bir yakin
isbirligi ihtimalinin disinda kalacak.
–Adalet ve Kalkinma
Partisi Deneyiminden Alinacak Dersler–
Anadolu’daki kavak agaci gibi Türkiye de Adalet ve Kalkinma
Partisi yönetiminde ülke içinde hüküm süren rüzgarlarla dönüsüme ugradi. Bu
baglamda, Türkiye’deki Adalet ve Kalkinma Partisi deneyiminden çesitli dersler
çikartilabilir.
Islam’in dogusundan beri Müslümanlar, tipki baska inanislara
sahip olanlar gibi, kendilerini kültürel-dini bir topluluk olarak
düsünmüslerdir. Ancak 11 Eylül saldirilari bunu degistirdi ve küresel Müslüman
toplulugun kültürel-dini bir topluluktan dini-siyasi bir topluluga dönüsmesine
yol açti. Uzun süre saldirilarin ABD’ye zarar vermeyi amaçladigi düsünüldü.
Fakat simdi saldirilarin baslica hedefi, Müslümanlari birlesik bir
“Müslüman dünya” kavrami etrafinda harekete geçirmekmis gibi
görünüyor.
Adalet ve Kalkinma Partisinin Türkiye’nin kimligini
Islamcilarla özdeslesecek sekilde dönüstürmesi bu zeminde görülmeli. Sayet bu
dönüsüm 11 Eylül saldirilarindan önce gerçeklesseydi, görmezden gelinebilirdi.
Ancak Türk kimliginin 11 Eylül’den sonra dönüsmesi Türklerin ABD ve Bati’yi
müttefikleri olarak görme yetisini kaybettikleri anlamina geliyor.
Adalet ve Kalkinma Partisi deneyimi ayni zamanda
Islamcilarin Islam’i, evde dogustan bagnaz olarak yeniden tasavvur ederek
tahrif ettigini gösteriyor. Ayrica Islamcilar Islam’i Bati karsiti ve ideolojik
güdümlü dis politikalarinin temeliymis gibi göstererek de tahrif ediyorlar.
Adalet ve Kalkinma Partisi iktidara geldikten yedi yil sonra
Türkiye’deki Islamcilar köklerine dönüyorlar. Adalet ve Kalkinma Partisi
deneyimi ayrica demokratik olarak seçilmis olsalar da iktidardayken
Islamcilarin bagnaz, çogunlukçu güdülerince yönlendirildiklerini, demokrasiyi
yiktiklarini ve toplumlari dönüstürdüklerini gösteriyor. Türkiye’de Adalet ve
Kalkinma Partisi Türk dis politikasini Bati’dan uzaklastirdi, Türk kimliginin
Islamciliga dogru dönüsümünü katalize etmeye yardimci oldu ve ortopraksinin
yani sira güçler ayriliginin görmezden gelinmesiyle tanimlanan bagnaz görüsünü
empoze etti.
Buna ek olarak Adalet ve Kalkinma Partisi tecrübesi, Islami
partiler ilimli olduklarinda bunun sadece stratejik bir degisimi degil, ayni
zamanda yurt içi ve yurt disindaki güçlü muhalefete bir taktik cevabi
yansittigini da kanitliyor. Bu güvenlik duvarlari bir kere zayifladiginda
Islami partiler, halkin duygulariyla yönlendirilen bir süreç içinde geriliyor.
Yapilan son bir yoklama, partinin 29 Mart yerel seçimlerinde oyunun kurallarini
degistiren yüzde 50 barajini geçebilecegini ileri sürerek Adalet ve Kalkinma
Partisinin popülaritesinin Davos olayindan sonra yüzde 10 arttigini gösteriyor.
Adalet ve Kalkinma Partisinin yenilenmis Islamciligi seçimlerde ise
yarayabilir. Ancak Batili müttefiklerinin yani sira AB katilim süreci de dahil
olmak üzere ülkenin demokrasi ve liberallesme süreci daha da kötüye gidecek.
2002’de birçoklari Adalet ve Kalkinma Partisi’nin iktidara
gelisinin Türkiye’yi, “Orta Dogu’ya geri dön” ve Islami kimligi daha
fazla benimse firsatiyla birlikte temsil ettigini ileri sürdüler. Bu tarz bir
degisikligin, 20’nci yüzyilin basinda Türkiye’yi Bati’ya yönelten Atatürk’ün
milliyetçi ve laiklestirici reformlarini yeniden düzenleyerek Türkiye’nin
“normallesmesine” yardimci olacagi yönünde bir umut vardi. Bununla
birlikte sonuç o kadar olumlu olmadi. Türkiye’nin Adalet ve Kalkinma Partisi
tecrübesi, en nihayetinde Islamciligin Batiyla uyumlu olmayabilecegini
kanitliyor.
Çeviri: Tsiatsan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info