AKP-MHP FAŞİZMİ DÖNEMİNDE ÇETELER
2015 yılına kadar olan süreçte AKP iktidarı Bakurê Kürdistan’da uyuşturucu diğer yasadışı çeteleri kullansa da hem gençlik öncülüğündeki toplumsal direniş hem de konjektür bu yapıların palazlanmasını engellemiştir. 2010 yılında Siirt valisi “Dağa gideceklerine fuhuş yapsınlar” diyerek bu özel savaş politikasının açıklıkla ortaya seriyordu. Fakat bu konsept ciddi bir tahribat yaratamadan etkisizleştirilebildi. 2010-2014 arasında gençliğin dinamik yapısı ve serhildanlara öncülük etmesi diğer faktörlerle birlikte Türk devletinin Çökertme Eylem planı temelinde Kürt soykırım planlarını güncellenmesine neden oldu.
AKP-MHP faşist kliği güncellenen soykırım planı çerçevesinde iktidar oldu ve bu temelde Kürt halkına karşı saldırıya geçti. 2015 sonrası dört parça Kürdistan’da Kürt halkına karşı topyekûn fiziksel bir saldırı geliştirildi. Fakat bu soykırımın sadece bir yanına oluşturuyordu. Diğer yanı ise Kürt halkının maneviyatını ve zihinsel yapısını egemenlik altına almak ve Türk faşizminin nesnesi haline getirmekti. Bütünsel bir biçimde ele alınan bu planlamalarda devlet her adımı birbirini tamamlayacak biçimde öngörülmüştü. Gençlik yoğun fiziksel saldırılarla öncüsüz bırakılacak, öncüsüz bırakılan gençlik çetelerin yozlaştıran faaliyetlerine açık hale getirilecekti. Özel savaş planları bu temelde devreye girdi ve bu planların pratikleşmesinde yasadışı faaliyetler yürüten çeteler önemli bir rol oynuyordu.
Bu bağlamda hem uyuşturucu hem de bahis, fuhuş gibi toplumsal ahlakı aşındıran faaliyetler doğrudan devlet görevlilerin eliyle artırılacaktı. Bugün de geçerli olan bu politikada uzun süre faşist hükümetin içişleri bakanlığını yapan Süleyman Soylu kritik bir rol oynadı. Sedat Peker’in itiraflarında mafya ve çetelerle ilişkisi açığa çıkan bununda ötesinde ardından gelen bakanın Uluslarasın mafya ile ilişkisini dolaylı olarak açıkladığı Soylu tıpkı öncülleri olan İsmet Sezgin ve Mehmet Ağar gibi çete faaliyetlerinin odağındaydı. TC’de içişleri bakanlığının aynı zamanda çeteleri sevk ve idare görevi bakiydi. Türk devletinin Kürt düşmanlığının açık bir göstergesi olan Süleyman Soylu Bakurê Kürdistan’da uyuşturucu diğer yozlaştırıcı faaliyetlere şemsiye olacak örgütlenmeler geliştirdi. Özel Hareket Birlikler, Osmanlı Ocakları vb. adlar kurulan sözde dernekler çetelerin çatısı konumuna geldi. Bir yandan Kürt gençliğine dört koldan saldırılırken diğer yandan bu çete örgütlenmelerinin Kürt şehirleri ve mahallerinde egemen olmasına çalışılıyordu. Bekçi örgütlenmeleri de bu amaçla atılmış adımların başında geliyordu. İhanetçi odaklar bekçi kılıfı ile resmi görevli haline geliyor ve bu maske ile mahallerde uyuşturucu satımı, fuhuş gibi faaliyetlerin merkezine yerleştiriliyordu. Bu politikanın hiç sonuç almadığını düşünmek doğru olmasa da özgürlük hareketinin topyekûn direnişi kırılamadı. 2023 yılında Soylu görevden alınınca ona bağlı ekiplerde birer birer tutuklanmaya başladı. Bu tasfiye süreci aynı zamanda devlet ile çetelerin ilişkisini bir kez daha kanıtladı. Çünkü uyuşturucu ticaretinden ya da organize suç örgütü kurmaktan tutuklanan kişiler sadece sıradan çeteler değil polis amiri ve jandarma komutanı gibi resmi görevlilerdi. Lice’de Temmuz 2024 yılında astsubay olan eşi ile birlikte uyuşturucu ticareti gerekçesiyle tutuklanan jandarma komutanı sadece basit bir örnektir.
Soylu’nun ve ekibinin tasfiye edilmesi kuşkusuz bu planın değişmesi anlamına gelmiyor. Sadece farklı aktörlerin aynı zeminde öne çıkmasına neden oluyordu. Çünkü zaten bu tasfiyenin bir boyutunu da bu gayrı meşru faaliyetlerde elde edilen zenginliğin paylaşılması oluşturuyordu. Yeni bakan olan Ali Yerlikaya’da hem geçmişten kalan çeteler hem de kendisine bağlı yeni palazlanan çetelerle aynı faaliyeti sürdürmeye devam etmektedir.
ÇETELERİN İŞLEYİŞİ VE YÖNTEMLERİ
Bakurê Kürdistan’ın Amed, Batman ve Van başta olmak üzere tüm büyük kentlerinde ve şehirlerinde bu çeteler tek merkez olmak üzere farklı farklı biçimde örgütlenmiştir. Bu çeteler her zaman tek merkezden yönlendirilmekte, kendi aralarındaki rekabetlerini de devlete dayanarak çözmektedirler. Bu merkez geçmişte JİTEM üzerinden örgütlendirilirken günümüzde daha çok MİT ile İçişleri Bakanlığının ortak koordinesi söz konusudur. MİT tüm özel savaş aygıtlarının zihinsel ve pratik merkezi olduğundan bu konuda görevlendirilmiştir. İçişleri Bakanlığı ise özellikle polis ve bekçilerin yönlendirilmesi temelinde bu merkezde yer almaktadır. Kuşkusuz çıkar farklılığı nedeniyle örneğin valiler ya da jandarma komutanları hatta hakim ve savcılar kendilerine bağlı çeteler oluşturmaktadır fakat tüm çetelerin faaliyetlerinin bu merkezden yönlendirilmektedir. Aksi durumda zaten yargı eliyle müdahale edilmektedir. Özel savaş basınına yansıyan çetelerin tutuklanması, gözaltına alınması vb bu temelde ortaya çıkmaktadır. Zaten Bakurê Kürdistan’da devlet dışı bu faaliyetlerin yürütülmesi mümkün değildir.
Çetelerin adları, şefleri ya da pratik iş yapan elemanlarının adı değişebilir fakat çetelerin genel profili aynıdır. Yoz bir yaşam süren ve bu faaliyetlerden zenginlik elde eden kişiler pratikte çetelerin yöneticisidir. Bu kişiyi toplum tanır. Kendini her zaman faşist TC siyasal partileri içerisinde ifade eder. Bu kişi ya AKP ya da MHP’nin gençlik kolları yöneticisidir ya da üyelik ile faşist iktidar partisi ile bağını kurmuştur. Her zaman iktidarın temsilcileri ile boy boy fotoğrafları da vardır. Onlardan takdirname almıştır. Çünkü bu sadece onun yoz faaliyetleri için çalışma ruhsatı değil aynı zamanda rakiplerine göz dağı verme zeminidir. Her çete yöneticisi kendini farklı bir siyasal kimliğe sahip devlet görevlisi ile ifade eder. Çetenin görünürdeki lideri aslında faaliyetlerde elde edilen paraların aslan payını devlet görevlileri ile paylaşmak zorundadır. Hem kendi çetesinin içindeki devlet görevlisine hem de ona dayanak olan siyasi ya da bürokrat kliğine düzenli olarak ödeme yapar. Bu tipleriin halk, ahlak, gelenek gibi dertleri yoktur. Tek düşünceleri sefil yaşamlarını devlet görevlilerine kulluk altındaki ve çevresindeki insanlara ise sözde patronluk taslayarak geçirmektir. Toplum içerisinde belli bir korku yaydıkları doğrudur fakat bu toplum gözünde sürekli aşağılık bir tip olarak göründükleri gerçeğini değiştirmez.
Çeteler arası çatışmalar da bu sivil tipler şahsında onların arkasındaki siyasi ya da bürokrat klikler üzerinden yürür. Zaman zaman basına servis edilen uyuşturucu çetesine, fuhuş çetesine operasyon gibi olaylar çeteler arası çıkar çatışmasının yansımasıdır. Bu çeteler bir şekilde tutuklandıktan sonra bu çatışmayı sonuca bağladıktan sonra teker teker tahliye edilirler. En son dolandırıcılık çetesi olarak adları basına çıkarılan Engin-Dilan Polat gibi tiplerin kısa sürede serbest bırakılması bu süreci aslında açıklıkla gösterir. Ayhan Bora Kaplan çetesinin yargılama süreci incelendiğinde asıl rekabettin devlet çeteleri içerisinde yaşandığını pratikte de insana göstermektedir. Bir çete üzerinden AKP’ye yakın, Soylu ’ya yakın, MHP yakın odaklar polisler ve hâkim savcı gibi devlet görevlileri çatışmaktadır. Sonucu da “yasalar” değil, bu çatışma belirler. Bu nedenle yüzlerce yıl ceza ile yargılanan ya da bu cezalara mahkûm edilen kişiler bazen göz açıp kapanana kadar tahliye edilirler.
Türkiye genelinde bu şekilde işleyen süreç Bakurê Kürdistan’da biraz daha farklı ve örtük yürür. Çünkü Kürdistan’da çeteler ve devlet içi klikler rekabet etse de özel savaş zemininde ortaktırlar ve bu ortaklık üzerinden daha az sürtüşerek hareket ederler. Bu sürtüşmenin asıl amaç olan Kürt halkının özellikle de gençlerinin yozlaştırılması faaliyetinin aksamasına yol açmaması esas alınır. Bu nedenle bölgeler, kentler MİT’in ilgili birimi ve İçişleri Bakanlığının oluşturduğu merkezden çetelere dağıtılır ve aslında görevleri ve yerleri belirlenir. Küçük işler yaparak palazlanan yerel çeteler ise devlet ile ilişkiye girerek, devletten görev alarak palazlanırlar. Çok fazla deşifre olan ya da devletin belirlediği sınırları aşan olursa da ya başka çetelerle ya da doğrudan devlet görevlileri ile müdahale edilir. Fakat Kürt soykırımının temel ayaklarından biri olarak görülen bu alanın kesinlikle boşalmasına izin verilmez. Son 9 yılda Bakurê Kürdistan’da çetelerin büyümesi, uyuşturucunun olabildiğine yaygınlaşması, bahis gibi insanları tüketen kumarın sokak aralarına kadar inmesi devletin bu planlamasının doğrudan sonucudur. Yine fuhuşun hiç olmadığı kadar artması da bununla bağlantılıdır.
Yakın zamanda Gever’de özgür basının deşifre ettiği Ayşegül Akdoğan adlı özel savaş elemanı tarafından yönlendirilen fuhuş çetesi aslında tüm çetelerin anatomisini ortaya koymaktadır. Ayşegül Akdoğan kadınları fuhuşa ve uyuşturucuya süreklerken devlet eliyle korunmaktadır. Korucu olan babası ve astsubay olan abisi bu çetenin devletten görev olduğunu kanıtlamaktadır. Bu çetenin faaliyetleri aynı zamanda savcı ve hakimler tarafından güvenceye alınmıştır. Çünkü devlet çetelerinin Bakurê Kürdistan’da yaptıkları suç olarak görülemez. Nitekim bu çeteyi deşifre eden haber sonunda evi basılıp göz altına alınmak istenen çete mensupları değil, faaliyetleri açığa çıkaran gazetecidir. Faşist TC’ye göre asıl suç Bakurê Kürdistan’da devlet çetelerinin yoz faaliyetlerinin devlet tarafından nasıl örgütlendiğini halka duyurmaktır.
Çetelerin görünür sivil yüzlerinin ardından bu çetenin devletle iki tür ilişkisi olması zorunludur. Biri çetede pratik çalışmalar yürüten genelde polis amiri ya da jandarma komutanıdır. Bu tiplerin şovenist, ırkçı zihinlerden olması genel doğrudur. MHP’nin bürokratik altyapısını bu tip mafya bozuntusu devlet görevlileri oluşturur. Çetenin asıl şefi görünürde olsa da esas patron bu kişidir ve sömürü ile gasptanda payını ona göre alır. Yukarıda örnekte de gördüğümüz gibi her çetede mutlaka üniformalı bir devlet görevlisi vardır. Pratik olarak faaliyetleri bu unsur örgütler. Uyuşturucu, fuhuş ya da kaçak bahis fark etmez. Çetenin devlet görevlisi bu faaliyetlerin sorunsuz devam etmesini sağlamakla yükümlüdür. Yol kontrol, mekan ayarlanması, vs. sorun olmaması bu resmi üniformalı çete üyesinin görevidir. Durumu bilmeyen yerel polis ya da askerlerin sorun çıkarması durumunda da yine bu çete görevlisi devreye girer. Örneğin uyuşturucu çetesi nakliyat yapacaksa jandarma komutanı olan bu kişilere ajan kimliği vererek yol kontrollerinden sorunsuz biçimde geçmesini sağlar. Çok daha pratik ve çok kullanan yöntem ise resmi araçlarla uyuşturucu nakliyatı yapmaktır. Faşist TC Bakurê Kürdistan’ın her yerini uyuşturucu ile bu şekilde doldurur. AKP-MHP faşizmi Türk devletini bir narkotik çetesine çevirmiştir ve uluslararası arenada da bu durum sıklıkla ortaya çıkmaktadır. Kürt soykırım savaşının masrafları bu şekilde karşılanmaktadır.
Bu tür çetelerin sokaklardaki ayakları ise lümpen kesimin en altında bulunan ve toplum tarafından dışlanan kesimlerinden oluşurlar. Bunların kendi halkına bu düşmanlığı neden yaptıklarının farkında oldukları söylenemez. Çoğu zaten uyuşturucu ile zehirlenmiş bir zihniyete sahiptir. Bazıları ise kolay yoldan zengin olma adına toplumsal tüm ahlaki normdan kendini sıyırmıştır. Bu tipleri çetelerin aracı haline getirmek Türk devleti için oldukça kolaydır. Bu tipler ya uyuşturucuya alıştırılarak çetenin elemanı haline getirilir ya da bahis gibi para oyunlarında borçlandırılarak çetelere mahkûm hale getirilir. Güdülerin oynanması ile birçok lümpen devletin pratik aracı, fuhuşun yayılmasının aracı haline getirilir. Bu şekilde Bakurê Kürdistan’da çetelere alet olmuş birçok insan bilerek ya da bilmeyerek halk düşmanı konumuna gelmiştir. Bu tiplerin çoğu da doğrudan ajanlıkta yapmakta yada düşmana ajan da temin etmektedir.
Bu çeteler bu şekilde çalışırken toplumdan gençleri de farklı farklı yöntemlerle kandırarak hem yozlaştırmakta hem de ruhsuzlaştırarak Kürtlüklerinden koparmaktadır. Uyuşturucu ile sadece zihinleri değil aynı zamanda gündelik yaşamları bulanık hale gelmektedir. Her türlü kumar, bahis gibi uygulamalarla zenginlik hayalleri kurarken vardıkları yer edindikleri maddi birikimleri de çetelere teslim etmektir. Faşist Türk devletinin sömürüp egemenlik altına aldığı Kürdistan ekonomisi bir de bu biçimde darbelenmekte sürekli birilerine borçlu kesimler oluşturmaktadır. Bu şekilde her yerinden sisteme bağlanmış, düşünmeyen, değiştirmeyen toplumsal normları aşınmış Kürt genci üretilmektedir. Devletin istediği nesneleştirilmiş Kürt bireyi bu şekildedir.
YOZLAŞMAYA KARŞI ÖZ SAVUNMA
Soykırım bıçağı sürekli boynunda tutulan Kürt halkının varlığını koruyup sürdürmesi doğrudan kendini savunması ile bağlantılıdır. Bu temelde faşist Türk Devletinin toplumu ve özellikle de gençleri yozlaştırmaya yönelik faaliyetlerine karşı toplumsal bir direniş farzdır. Toplumun kendini her açıdan savunması olarak Önder APO’nun halkımızın olmazsa olması olarak belirttiği öz savunma anlayışı bu noktada çok önem kazanmaktadır. Toplum kendini savunması kanser hücresi gibi toplum bünyesine yayılan bu çetelerin faaliyetleri toplumun kimlik, ahlak gibi yapısal özelliklerinin aşınmasına neden olacaktır. Zaten Türk devletinin amacı da budur. Türk devleti bu nokta belli bir aşamada kaydetmiştir. Bu nedenle bu saldırının öncelik olarak görülmesi ve soykırım saldırısına her alanda direnildiği gibi bu alanda da direnişin daha fazla yükseltilmesi bir zorunluluktur. Faşist devletin saldırılarını kırmak için ona araç olan, onun toplum üzerindeki baskısının artmasını sağlayan çetelerin de etkisiz hale getirilmesi güncel olarak zorunluluk göstermektedir.
Önder APO öz savunmayı birçok katmandan oluşan ve toplum ahlaki ve politik yapısını koruyan bir zırhı olarak betimlemiştir. Bu açıdan bu özel savaş faaliyetine karşı direnişte çok yönlü gelişmelidir. Kürt halkının öz savunmasının temel aktörü olan özgürlük hareketi bu tür yoz faaliyetler yürüten çetelerin şeflerini, onun aletleri ve işbirlikçilerini bir bütün olarak hedeflemektedir. Bu temelde Bakurê Kürdistan’ın her yerinde cezalandırmalar gelişmekte ve kamuoyuna da yansımaktadır. Kuşkusuz bu derinleşerek sürecektir. Özgürlük hareketi il il ilçe ilçe ne yaptığı bilinen, devlet korumasında halk düşmanlığı yapan unsurları tasfiye edecektir. Ülkemizi bu yoz faaliyetler üzerinden zenginleşen ve halkımızı zehirleyen devlet araçlarından temizlemek devrimci görevlerin başında gelmektedir.
Fakat bu hem öz savunmanın hem de bu yoz çetelerin toplum üzerindeki saldırısını kırmanın sadece bir boyutunu oluşturmaktadır. Bu çetelere karşı toplum kadın ve gençlik üzerinden örgütlenmesi zorunludur. Ahlaki ve politik temelde mahalle mahalle örülecek bir örgütlenme devletin toplum bünyesine aşıladığı zehrin panzehridir. Bu açıdan gençlere görev düştüğü gibi toplumun tümüne de bu çetelerin faaliyetlerinin sınırlanmasında görev düşmektedir. Türk Devletinin bu çeteleri bırakın engellemeyi zaten bilinçli olarak palazlandırdığını ifade ettik. Bu açıdan toplum bu görevi kendi üzerine alması gerekmektedir. Gençlerin uyuşturucu, bahis gibi bataklığa düşmesini engellemek kadar bu yoz faaliyetleri yürütenleri mahallerden çıkarmak da önemli olmaktadır. Her mahallede her sokakta yaşayanlar pratik olarak da bu çetelerin faaliyetlerini sınırlayabilir. Zaten bu tip düşkün faaliyetleri yürütenler bellidir ve kendilerini toplum içerisinde saklayabilmeleri güçtür. Bu tipleri mahallerde yaşayamaz, sokakta yürüyemez hale getirmek çok güç değildir. Bunun için yurtseverlerin duyarlı olmaları yeterlidir. Önemli olan her yurtseverin bu bilinçle birlikte ve örgütlü davranabilmesidir. Zaten her yurtsever en başta kendi gençlerini korumalıdır. Kendi gençliğini koruyamayan varlık ve benliğini de koruyamaz. Bu durumda bu çeteler Bakurê Kürdistan’ın hiçbir yerinde rahatlıkla toplumu zehirleyemeyecektir.
Türk devletinin soykırım planı topyekun olduğu gibi devrim halk savaşı da bütünseldir. Tek bir yeri, alanı ya da toplumun sadece bir kısmını içermez. Halkın tümünün yürüttüğü bir savaştır. Bu temelde fedailerin düşmanın saldırılarını kırmakta rolü olduğu kadar yurtseverlerin de düşmanın özel savaşını boşa çıkarma görevi vardır. Öz savunma temelinde yaşamı örgütlemek herkes için ekmek ve su kadar hatta ondan daha fazla elzemdir. Çocukları, gençleri uyuşturucu ve fuhuş gibi bataklığa sürüklenen bir toplum nasıl yaşayabilir. Bu nedenle her yurtsever hem tehlikenin boyutunu görmeli, ciddiyetini görmeli ve ona göre harekete geçmelidir. Devrimci halk savaşından tüm bileşenlerin kendi rolünü kendi alanında oynaması gerekmektedir.
Çetelerin yaygın hale gelmiş olması onları dağıtmanın çok zor olduğu anlamına gelmez. Temel noktalarda örgütlediği geliştikçe bu çetelerin alanı daralır ve tıpkı iplerini elinde devlet gibi çaresi kalırlar. Kürt halkı devrimci halk savaşını içselleştirir ve buna göre hareket kendi ülkesinde kendi Önderliği ile özgür ve özerk yaşayacaktır. Bu toplumsal gücün önünde ne Türk devleti ne de onun çeşitli çeteleri durabilir.
Kendal BAGOK