Türkiye’de tarih üzerine araştırma yapma, incelemede bulunarak görüş oluşturma daha çok sağcı, muhafazakar, milliyetçi vb. kesimlere bırakılmış gibi. Tarihe sosyalist, devrimci ve demokrat kesimlerin ilgisi dışında olan bir konuymuş gibi gibi yaklaşılmaktadır. Oysa, sosyalist, devrimci vb. kesimler için tarih en temel konular arasında yerini aldığı gibi, sosyalistler için “genel dünya görüşü” olarak kabul edilen “Diyalektik ve Tarihsel Materyalizmin” de en temel ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Buna göre de dünya ölçeğinden sosyalist ve devrimciler için tarih her zaman en temel konulardan biri olmuştur. Siyasal, toplumsal değerlendirmelerde ve felsefi bakış açılarının geliştirilmesinde de hep bu yön esas alınmıştır.
Bilimsel Sosyalizmin temellerini oluşturan Marks ve Engels’in yaklaşımlarında bunu görmek mümkündür. Marks, Morgan’ın “Eski Toplum” adlı yayınlandığı kitapta yer bilgileri önemli görmüş ve Engels’e Morgan’ın dile getirdikleri üzerinde bir incelemede bulunarak, kitaba dönüştürmesini istemiştir. Engels’in “Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni” adlı çalışması böyle ortaya çıkmıştır. Yine 19.yy’da Alman arkeologlarının Ortadoğu’da yaptığı kazılarda, Yunan uygarlığı öncesine ait bulgulara rastlaması, o zamana kadar ki tarih, devlet, uygarlık vb. konularda var olan görüşleri sorgulatmış ve arayışlara neden olmuştur. Bunların sonucu olarak da tarihe ve yaşanmışlıklara dair bilgiler çoğalırken, doğruya yakın görüşlere ulaşılabilmiştir. “Göbekli Tepe” örneğinde olduğu gibi bugün bile, tarihe ilişkin yeni bulgulara ulaşıldığında benzeri tablolarla karşılaşılabilmektedir.
Böyle bir gerçekliğe rağmen Türkiyeli sosyalistlerin, devrimcilerin tarihe ilgisinin bazı teorik belirlemeleri fazla aşamamış olması üzerinde durulması gereken bir husustur. Fakat burada belirtilenlerden yola çıkarak Türkiye’de sosyalistlerin, devrimcilerin, tutarlı araştırmacı bilim insanlarının/tarihçilerinin varlığının reddi de söz konusu değildir. Tarihe yaklaşım ve Türkiye tarihi konusunda Hikmet Kıvılcımlı’nın kayda değer yaklaşımlarını Yine Doğan Avcıoğlu, Çetin Yetkin, Server Tanilli vb. gibi tarihçileri, düşünce insanlarını ve bunların önemini unutmamak gerekir. Ancak bunlarla sınırlı kalmıştır. Türkiye’deki mevcut hiçbir sosyalist hareket görüşlerini temellendirirken bunların tarihle olan bağını kurma gereğini duymamaktadır. Daha çok Osmanlı’nın son dönemi ile başlayan bir tarihi ele alış söz konusudur. Siyasal, sosyal, kültürel vb. konulara dair görüş oluştururken de bunun ötesine geçilmemektedir.
Türkiyeli sosyalist ve devrimci hareketin tarihe, özellikle de Türklerin tarihine dair bu yaklaşımı ayrıca irdelenmeye muhtaç olsa da, bunu TC’nin ilanıyla oluşturulmaya çalışılan “Türk Tarih Tezi” ve “Güneş Dil Teorisi” ile doğrudan olan bağını da görmek gerekmektedir. Türkiyeli sosyalist ve devrimcilerin “Kemalist aydınlanma” içerisinde almış oldukları ya da yaşadıkları biçimlenmenin de böyle bir sonucun ortaya çıkmasında etkili olduğunu söylemek mümkündür.
“Kemalist aydınlanmanın” kök olarak her ne kadar kaynağı “Avrupa aydınlanmasından” ve onun “ulus devletçi”, “milliyetçi” damarlarından almış olsa da, gelişim zeminini kentlerde bürokrasi ve akademilerde, eğitim kurumlarında bulmuştur. Laik düşünce yapısı, sosyalist, devrimci düşüncelerden daha çok bu zemin içerisinde akademilerde, eğitim kurumlarında ve aydınlar içerisinde gelişip boy vermiştir. Bu düşünce yapısı Laik, sol söylemlere ihtiyaç duyduğunda onları kullanmaktan geri kalmayan Kemalizm’le de direkt ve doğrudan ilişki içerisinde olmuştur. Bu da beraberinde Kemalizm’in tarih ve toplum düşüncesinden etkilenmeleri gibi bir sonuç ortaya çıkarmıştır. Kemalizm’in; kökleri Orta Asya’ya dayalı “Türklük” düşüncesi yerine kökleri Anadolu’ya, Mezopotamya’ya dayalı geliştirdiği “Türklük” düşüncesi de bunlar arasında yerini almıştır. Dikkat edilirse genel olarak Türkiye’deki sosyalist, devrimci vb. hareketlerin formüle ettikleri görüşler hep mevcut TC Devlet sınırları içerisinde kalan düşünceler olmaktadır. Onun ötesine geçemedikleri gibi sorunlara çözüm arayışları da yine bu sınırlar içerisinde kalmaktadır. Böyle olunca hem geçmişe hem de geleceğe dair tutulan projeksiyon da buna göre belirlenmektedir.
Bugüne kadar Türkiye’deki sağcı, milliyetçi, ırkçı faşist düşünce yapısı, Türkiyeli, sosyalistlerin, devrimcilerin, aydınların bu konuda bıraktığı boşluğu, adeta boş bir tarlayı sürer gibi sınırsız bir şekilde kullanmışlardır. Bunun bir sonucu olarak da ortaya çok çarpık bir “Türk” tarihi çıkmıştır. Bu çarpık düşünce yapılanmasının karşıtı oluşmayınca ya da kendini etkili bir konuma getirmeyince, sanki dile getirdikleri doğruymuş, Türklerin geçmişi/tarihe onlara aitmiş, anlattıkları gibiymiş gibi yanılgılar gelişmiş, boy vermiş, sanki doğruymuşçasına kabul görmüştür. Zaman zaman Türkiye’de kendine sol, ya da sosyal demokrat adı veren vb. çevrelerin “gerçek milliyetçilere söylüyoruz” vb. gibi sözcükler kullanıyor olmaları da bunu göstermektedir.
O nedenle de yanılgılı bir tarih yaklaşımı ve tarih anlatımı olduğunu söylemek mümkündür. Bu yanılgıların başında da Türklerin yaşadığı toplumsallığa ve toplumsallığın reddi olan sömürü, egemenlik ve devlete yaklaşım gelmektedir. Adeta toplum olmak reddedilmekte, küçük görülmekte, aşağılanma olarak kabul edilmektedir. Bunun karşısında da sömürü, yağma talan, devlet olma, katliamlar, işgaller kutsanmaktadır. Bugün Türkiye toplumuna tarih deyince bunların anlatılmasında, okullarda bunların öğretilmesi, TV ekranlarında, sinemalarda, kitaplarda, gazete ve dergilerde bunun propagandasının yapılıyor olması da bunun bir göstergesidir.
Cemal ŞERİK
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi