11 Ocak 2017 Çarşamba Saat 08:51
Kürdistan Coğrafyası’nın önemi çoğu yerde vurgulanır ama
hemen şu soru da peşi sıra akla gelir: “Kürdistan dışında da önemli coğrafyalar
var, ama onlar özgürdür. Kuşkusuz Kürdistan dışında önemli yol güzergâhları,
zengin doğal kaynaklar vardır. Coğrafi etken tek başına Kürt parçalanmışlığını
ifade etmez. Ama Kürt Coğrafyası’nın önemli bir kare parçasında olduğu ve çok
zengin doğal kaynaklara sahip olduğu, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının geçiş
yolunda olduğu, herkesin üzerinde anlaştığı da doğrudur. Bu coğrafya üzerinde
bir tek otoritenin hâkim olması çoğu gücün işine gelmez. Bu nedenledir ki,
coğrafi faktör Kürdistan’da çok önemlidir. Tarih boyunca Kürdistan’a egemen
olmuş güçler, merkezlerini Kürdistan’da kurmamışlardır. Kuranların da
hükümranlığı uzun sürmemiştir. Yönetmek ama uzaktan yönetmek ve bilerek
yönetmek çok akıllıca bir politika olarak tarih sahnesine çıkmıştır…
Ayrıca, “Kürdistan Coğrafyası’nın ulaşılmazlığı, Kürt
aşiretlerinin çetin direnişi çevre imparatorluklar için doğal bir sınır
oluşturmuştur. Parçalı yapıyı derinleştirmek, birbirine karşı savaştırmak
coğrafi faktörün bir sonucu olarak da gelişmiştir. Kendi yapılarının yarattığı
yapılanma kadar, dışarıdan da bölünmüşlerdir. Kendi içlerinde birbirlerini
etkilerken, kendilerini çevreleyen devletlerden de etkilenmişlerdir.
(Kürdistan’da Aşiret Olgusu)
Adeta Kürtlerin bir talihsizliği olarak bu bağlamda
karşımıza çıkan “dünyanın merkezine ev sahipliği yapmak olgusu
parçalanmışlığın, içe dönmenin ve ihanetin batağına girmenin adı oluyor.
Dünyayı yönetmek isteyen her güç, Kürdistan’ı denetime alması gerektiğinin
farkına varmıştır. Bu Kürtlerin dışında gelişen, yurt edindikleri coğrafyanın
karakteristik özelliğindendir.
Sümerler Aryen kültüründen etkilenerek Mezopotamya’nın güney
derinliklerinde medeniyetlerini kurarlarken, yanı başlarında bulunan işgücüne
de ihtiyaç duyarlar. Kürdistan’da doğal zenginlik kaynaklarının olması, bol
maden kaynakları ve açılım sahası olarak stratejik konumu, tüm güçlerin
iştahını kabartmıştır. Asurlar ise gelişen bir askeri güç olarak, silahlarının
yapımı için gerekli olan demir madeni için Mitanni topraklarına adeta her gün
tecavüz etmekten geri durmamışlardır.
Persler, Yunanlılara savaş ilan edip onlara doğru yol
alırlarken, Kürdistan’dan geçerler. Ardından İskender’in de, Hindistan’a
uzanabilmesi için, Kürdistan toprakları üzerinden geçmek zorundadır. Üstüne
üstlük, bu topraklarda 200 yıl boyunca kalan Helenler eklendiğinde, nasıl bir
işgal ve istila tarihi yaşandığı daha iyi anlaşılmaktadır. Eksik olan
İskitlerdir, onlarda Ktesiphone’ye ve o ünlü Babil’in zenginliklerine
ulaşabilmek için buradan geçmek isterler. Sonuç, Kürdistan’ın tam anlamıyla
kavga arenasına dönüşmesidir. Romalılar, Sasanilere karşı tüm savaşlarını
Kürdistan’da verirler. Tersi de aynı şekilde doğrudur. Bu istilacı güçlere
ayrıca Partlar da eklenebilir. M.S. VII. yy’a gelindiğinde İslamiyet, açılım
yapabilmek için Kürdistan’ı boydan boya işgal eder. Kuzeye İslamiyet’i yaymak
için poligon sahası yine Kürdistan’dır. Tabi ki Haçlı Seferleri ve daha sonra
Moğolların Mısır’ı ele geçirmek için Kürdistan’ı bir çekirge sürüsü gibi geçip
gitmeleri de cabası! Ardından sadece toz duman ve yakılmış şehirler bırakarak!
Peşi sıra Osmanlılarla Safevilerin savaşları ve derken günümüze kadar bu işgal
devam eder. Modern Çağ’ın emperyal güçleri ise petrol ve su gibi temel doğal
kaynakların paylaşım savaşlarında, son yüzyıldan beri Kürdistan’ı
sömürmektedirler. En son halka şimdilik Ortadoğu’nun işgal edilmesi olarak
görünürken, gelecekte de eksilmeyecek savaşlar, Kürtleri bekliyor. Gelecekte
Ortadoğu’da su ihtiyacı dikkate alındığında, yirmi – otuz yıl sonra Kürdistan
yine gündemden düşmeyeceğe benziyor.
Şimdilerde, bir “Kürt İsrail’inin’’ oluşturulma planları bu
amaçlarla bağlantılı olsa gerektir. Bu yukarıda sayılan nedenlerden dolayı,
Kürdistan hep işgalin ve savaşın alanı olmuştur. Kürtler istediği için değil,
Kürdistan dünyanın en güzel cenneti olduğu için de değil! Kürdistan kutsal
kitapların deyimiyle “iki nehir arasında, yeryüzündeki cennet olsa da, işgalin
gerekçesi bunlar değildir! İşgal ve istilanın temel nedeni Kürdistan’ın
dünyanın en jeo-stratejik alanlarının başında gelmesinden kaynaklıdır. Ayrıca
Kürdistan’ın, tarihin ilk yerleşim alanı olmasından bu ülke hep diğer emperyal
güçler için çekim merkezi olmaktadır.
Tekrar konumuza dönersek, Kürdistan’ın kapladığı coğrafik
konum onun sosyo-kültürel yapısını da etkilemektedir. Kürtlerin Tarihi akış
içerisinde, esasta konar ve göçer aşiretler biçiminde kendi yaşamlarını idame
ettiklerini belirtmiştik. Aşiretlerin göçebelik ve hayvancılık gibi temel yaşam
tarzları ve uğraşları, bölünmüşlük nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır.
Göçebelik ve hayvancılıkla uğraşma, kırlarda yaşayanların aynı zamanda var olma
nedenidir. Çünkü besleyeceği ve bununla kendisini yaşatacağı hayvanlarıyla,
kendi yaşamını garantiye aldığında bir nevi rahatlığa kavuşmuş olacaktır. Ve ne
kadar çok hayvan besleyebilirlerse, o kadar kendilerini bolluğa kavuşmuş
sayacaklardır. Bunun içindir ki, yaşamın en sert ve çetin olanı, yaşamın en
yumuşağına tercih edilir. Yani önce yaşam, sonra rahatlık gelir. Yani yaşama
savaşı belirleyici temel faktördür. Dediğimiz gibi daha iyi yaşayabilmek için
daha fazla hayvan, daha fazla hayvanı besleyebilmek için daha fazla mera, yani
“merg gerekir. Bu kendi başına bir kavga gerekçesi olabilir.
Çünkü genel yaşam formu, konar-göçerliktir. İhtiyaçlar
benzerdir. Bunun içindir ki, -uygarlık değerleriyle buluştuktan
sonra-karşılıklı birbirini güçlendirme değil, komşuyu zayıflatarak daha fazla
mera elde etmenin yolu olmaktadır. Bu temel yaklaşım ve zihniyet yapılanması,
dışarıdan gelipte işgal ve istila etmek isteyenlere karşı direnişi değil,
tersine uzlaşmayı hatta onunla komşu aşirete karşı işbirlikçiliği geliştirir.
Özcesi, aşiretler bu istilacılarla uzlaşmış ve onlara yardımcı olmuşlardır.
Kürt ihanetinin çekememezliği, parçalanmışlığı ve tabii ki işgalcilerle
ortaklaşmanın ve yanına geçerek, kendi benzerine saldırmanın ya da saldırılar
yaşanırken sessiz kalmanın maddi temellerini burada görmek yanlış olmaz.
Belki de coğrafik konumlanıştan kaynaklı Kürdistan’ın
sürekli işgal ve istilalara maruz kaldığını dikkate aldığımızda, yaşanacak olan
sürgit bir ihanettir. Bu öyle bir ihanettir ki, çoğu zaman bu onursuz duruşun
içerisine giren bile bunun farkında değildir. Ne de olsa, kendi aşireti
korunmuştur. Ne de olsa, kendileri yaşayabilme zeminini bulmuşlardır. Bu öyle
bir trajedidir ki, birileri işgalcilere dayanarak kendisine yaşamın kapısını
aralarken, diğerleri de ülkenin en ücra köşelerine çekilerek neredeyse bilinen
“medeniyetin dışına çıkmışlardır. Dediğimiz gibi bu stratejik konumlanış ve
onunla bağlantılı olarak oldukça sert bir coğrafik yapılanış ile yanı sıra söz
konusu aşiret özellikleri, sürekli olarak birleşmeleri ve merkezileşmeleri
engellemiştir. ‘’Kürt çıkmazı ve kapanı’’ tekrarlanmış, adeta bir yaşam haline
gelen aşiret didişmeleri, çekememezlikleri işgal ve istilacıların akınlarıyla
birleşince, Kürt’ün o bilinen egemenlerin meşhur yaranmacı, işbirlikçi tutumu
belirginlik kazanmıştır. Çokça bahsedilen Kürt “Teşîsi” olgusu bu
olmalıdır herhalde!
Bu ise, hep durmadan sıfırdan başlamaktır. Böylesine uğursuz
bir rolü oynarlarken, kendilerinin de daha özgür ve serbest yaşayacakları ve
tabii ki daha da kuvvetlenerek çıkacaklarını düşünmeleri, büyük bir naiflik ve
dar kafalılık olmuştur. Elbette, Kürdistan Tarihi’nde çokça görülen dağların en
sert ve ulaşılmaz yerlerine göçüp yaşama alanları kurup, inşa ettikleri de
görülmüştür. Ve bu davranışları küçümsememek gerektiği açıktır. Özgür yaşam
arayışının yanı sıra, kendi başlarına ve boyunduruktan uzak yaşam arayışı
olduğu da muhakkaktır. Kürdistan’da asıl görülen davranış bu olmuştur. Kürtlük
eğer bu kadar işgal ve istilaya karşı direnerek bugünlere gelebilmiş ise bunun
bir nedeni de bu özgürce yaşama arayışının varlığı olduğu su götürmez bir
gerçektir. Ne var ki bir taraftan böyle görkemli direnişler varken, diğer
taraftan ise her zaman görülen, en küçük kırıntılar için bu halkın sözde
egemenleri olanların, dış güçlerden medet ummayı bir yaşam biçimi haline
getirdikleri de bir o kadar nettir. Ve bunu yaparken de insanı
onursuzlaştıracak birçok tavır ve davranışı sergilemekten çekinmemişlerdir.
Bunun için de, her gelene adeta “buyur paşam demişlerdir. Feodalizmin o meşhur
olan “bükemeyeceğin eli öp! ilkesini harfi harfine uygulamışlardır. Salt
uygulamakla kalmayıp bu işbirlikçi tutumu içselleştirerek, geleneksel bir
işbirlikçi çizgi haline getirmişlerdir. Bu kendi özüne saplanan bir hançer olsa
da, gerçekleştirilen budur.
Birkaç bin yıl sonra da olsa aynı topraklarda, aynı doku
üzerinde, aynı yol ve yöntemlerle tekerrür ediyor bu gerçeklik! İşgalcinin
yanına geçerek, ona yol göstererek, akıl vererek, kendi kanından, soyundan
olanın kuyusunu kazarcasına çalışılmaktadır. Buna düşmanların özel böl parçala
yöntemleri de eklendiğinde, yaşanan soykırım ve tarihsel dramın kökenleri
olanca açıklığıyla gözler önüne seriliyor. Sonuç olarak, bölünme ve parçalanma,
Kürt toplumunun değer yargılarını dağıtmış, neredeyse iskeletini bile
parçalamıştır. Ne yazık ki bu durum, bütün Kürtler tarafından henüz tam olarak
bilince çıkarılan bir olgu olmaktan uzaktır. Bir gerçeklik bu iken, diğer bir
gerçeklik ise birbirine karşı içine girilen tutumlar ve mücadele yöntemidir.
İşgalcinin saflarında yer alması bu gelenekten kaynaklıdır. Hedeflenen yalnızca
bir parçacık çıkardır. Ona düşen aslan payı değil, arta kalandır. Bu hedef için
düşmanın özel yönetmelerine ve planlanmış ihanete de gerek yoktur. Gerekli olan
sadece oldukça büyük bir bencillik ve belleksizliktir.
3-KÜRTLERİN ANALARINA İLİŞKİN KISA BİR DEĞERLENDİRME:
Kürdistan Tarihi’ne ve bu coğrafyada gelişen uygarlıklara
giriş yapmadan önce çok kısa da olsa insanlığın buraya kadar ki yürüyüşünü ana
hatlarıyla çizmek yerinde olabilir.
Bugün Kenya olarak bildiğimiz ülkede, tarih öncesi (prehistorya)
dönemden birçok dinozor ve timsah fosili bulunmuştur. En eski fosil kalıntıları
200 milyon yıl önceye endekslenmektedir. En eski insan fosilleri ise “şimdilik
Kenya’da Turkana Gölü çevresinde bulunmuştur.
Dinazorların yaklaşık 65 milyon yıl öncesinde yok
olduklarını ve yok oluşlarından 5 milyon sonra -yani yaklaşık 60 milyon yıl
öncesinde- ilk primatların görülmeye başladıklarını ortaya çıkan fosillerden
biliyoruz. Primatların Doğu Afrika’da ilkel araçları tutabilen ve iki
ayaküstünde yürüyebilen bir tür olarak gelişme gösterdikleri de kanıtlanmıştır.
Hominid denilen insansı aileyi bilim bu dönemle başlatıyor. Artık diğer
maymungillerle -milyon yıllar sürse de-insan ailesine doğru yolun çatallaşmaya
başladığını da biliyoruz. İlkel Hominid olarak adlandırılan bu türü sırasıyla
Homo Habilitis (yetenekli insan), Homo Erectus (iki ayağı üzerinde dik duran
insan, 1 milyon yıl ile 220 bin yıl arası), 220 bin yıl önce Homo Erectus’un
yerini Neanderthal (Almanya’nın Düsseldorf kenti yakınlarındaki Neander vadisinde
1856’da bulunan fosilden ismini alıyor) insanı alır. Neanderthallerin (Üst
(yukarı) Paleolitik Çağ’ın başlangıcında sayıları azalsa da, 35 bin yıl
öncesine kadar da yaşamlarını sürdürdüklerine yönelik kanıtları bugün Avrupa’da
ortaya çıkan bulgulardan biliyoruz. Daha sonra ise-yer yer Neanderthaller’le
aynı tarihi sürece denk gelse de- gelişecek olan Homo Sapiens’tir. Homo Sapiens
(düşüncen insan) türünün başlangıcı 300 bin yıl öncesine kadar gitmektedir.
Homo Sapiens türü, bugünkü yeryüzündeki insanların anası ya da atası olarak
kabul edilmektedir. Homo Sapiens’ler, Üst Paleolitik Kültürü (M.Ö. 60 -20 bin)
yaratmışlardır.
2.inci resim-Rif Vadisi
Şimdilik en eski insan yapımı alet 2,5 milyon öncesine (Homo
Ru-dolfensis 2,5 ile 1,8 milyon yıl arasında yaşamış) dayandırılmaktadır
İnsanın ilk çıktığı yerler olarak yukarıda belirttiğimiz gibi Kenya’nın Turkana
Gölü çevresidir. Yine Tanzanya ve Etiyopya’yı da coğrafik şartlarından dolayı
katmak yanlış olmayacaktır. Omo Irmağı çevresi ile Kuzey Kenya ile Güney Batı
Etiyopya arasındaki Rodolf Gölü’nün kenarlarıdır.
Afrika’da ilk insan hareketlenmesini henüz Homo Erectus
aşamasındayken 1-1,5 milyon önce ilk kez Afrika’dan Ortadoğu’ya doğru
hareketleri kanıtlanmıştır. Ortadoğu’da en büyük insan yoğunlaşmasını ise 1
milyon yıl öncesine rastlıyoruz. Bin yıllar alan bu göç ya da yayılış birkaç
koldan yapılacaktır. Bir kol Afrika’nın kuzey batısından Avrupa’ya açılırken,
bir kol Great Rift Valley diye bilinen Büyük Rift Vadisi’nden -bugünün Etopya-
Somali coğrafyası -Suudi Arabistan’a geçerken, diğer bir koldan ise Nil’den
yukarıya çıkarak Sina Adası’ndan Ortadoğu’ya geçilecektir.
Göç dalgası sürecektir. Ortadoğu’dan geçip Asya’ya ulaşan
guruplar da vardır. Örneğin 800 bin yıl öncesine ait insan fosilleri Çin’de ve 1
milyon yıl öncesine ait ise Java Adası-Endonezya’da bulunmuşlardır. Yine
Avrupa’da (İspanya, Fransa) 700-800 bin yıl öncesine kadar giden insan
fosilleri bulunmuşlardır. Daha eskilere tarihlenen Homo Ergaster fosili ise 1,8
milyon öncesine gidiyor. Bulunduğu yer ise Gürcistan’dır. Benzer bir şekilde
dünyanın birçok yerine bu dalga sürüp gitmiştir. İnsansı gelişim sürdükçe bu
kez daha gelişkin olan insan türleri, bu göç dalgasını farklı zamanlarda
sürdüreceklerdir. Bunun içindir ki hem Homo Sapiens türünün hem de
Neandertaler’in yayılışını başka kıtalarda da görebilmekteyiz.
Dünyanın birçok yerine, belirttiğimiz gibi Homo Sapiens’ler
dağılacaklardır. Ancak insan yerleşiminin süreklilik kazandığı yerlerin başında
Ortadoğu, daha doğrusu Altın ya da Bereketli Hilal olarak Prof. James Henry
Breasted tarafından isimlendirilecek olan coğrafya gelecektir. Buna iyi bir
örnek Şanidar Mağarası’dır.
Şanidar Mağarası, bugün Kürdistan’da Hewler kentinin
Mêrgesor bölgesinde bulunmaktadır. Eski bir tarihsel yerleşim yeri olmasının
yanı sıra 9 Neanderthal insan iskeleti bulunmuştur. Bu iskelet kalıntılarının
tarihi 60 bin yıl öncesine gitmektedir. Burada elde edilen bulgularda bu
insanların ölüleri için ayinler yaptıkları, ölülerini çiçeklerle süsleyerek
gömdükleri de tespit edilmiştir. Ölü gömmeler için ünlü arkeolog Lewis Mumford,
Tarih Boyunca Kent çalışmasında: “İlk insanın ölüye olan saygısı, belirli bir
toplanma mekânı ve sonuçta daimi bir yerleşim yeri aramasında pratik
ihtiyaçlardan daha önemli bir rol oynamıştır belki de dediği ekleyelim.
3.inci resim-Şanidar Mağarası
“Neanderthal insanı ile Homo Sapiens türünün 60 bin yıl
kadar önce bu topraklarda yan yana yaşadıklarının ve insanın Homo Sapiens
türüne evrilmesinin en güçlü ipuçları Şanidar’da ortaya çıkmıştır. Homo Sapiens
türünün yarattığı ilk kültür örneklerinden kabul edilen Orta Paleolitik dönemin
Musteriyen kültür örneklerine ait bulgulara Şanidar’da 52 bin yıl öncesine ait
olarak rastlanmıştır. S. Teber’in ifadesiyle, “Homo Sapienslere geçişin
izlerini ve örneklerini sergilemede özellikle Şanidar mağarası en öğretici
verileri sağlamıştır. (Uygarlığın Doğuşunda Kültür ve Kürtler-Mehmet Sait
Yıldırım)
Başka önemli bir kalıntı ya da bulgu ise Süleymaniye
yakınlarında bulunan Hazarmert Mağarası’dır. Tarihi 40 bin yıl öncesine
endeksleniyor. Yine önemli başka bir tarihi kalıntı ise -25 bin yıl öncesine
endekslenen-Kerkük civarlarında bulunan Zerzi Mağarası’dır.
Kürdistan dışında mağara yaşamı başka coğrafyalarda da
görülmektedir. Örneğin Lübnan bunlardan sadece bir tanesidir.
1 milyon yıl içerisinde insanların Altın Hilal’de
yoğunlaşmaları yaşanırken, 20 bin yıllarında son Buzul Çağı’nın sona ermesi
yaşanacaktır. Havaların ısınması sonucu iklim ve bitki örtüsünün yaşama uygun
hale gelmesiyle birlikte yeni gelişmeler yaşanmaya başlar. Altın Hilal’in hem
bitki zenginliği, hayvan bolluğu, mevsimlerin uygunluğu, su kaynaklarının
bolluğu, toprağın müsaitliği bu gelişmeyi hızlandıracaktır. Daha sonra tarihe
Doğal Toplum olarak geçecek bu tarihi süreç, esasta giderek Neolitiğe
evirilecektir.
Doğal Toplum’u insanın ilk toplumsallaşmaya başlamasıyla ele
alacak olursak, primatlardan kopan ilk insan topluluğundan hiyerarşik topluma
kadar uzanan tarihi süreç olarak ele almak yerinde olabilir. Temel formu 20-30
kişilik klan topluluğudur. Doğal toplum aynı zamanda: Mezeolitik, Paleolitik ve
Neolitik merhalelerini de kapsamaktadır. İnsan türü daha önceleri doğada
avcılık ve toplayıcılıkla geçimini sağlarken giderek yerleşerek kendi
ürettikleriyle de yaşamasını sürdürür düzeye gelecektir. Temel karakteri
avcılık ve toplayıcılığın hakim olduğu bir yaşam kültürüdür. Özellikleri: Ateş
kullanılabilmesi, kaba taşlardan, ağaçlardan.
Paleolitik Dönem’e Kaba Taş Devri de denilmektedir. (2
milyon ile 20 bin yıl önce): Temel karakteri avcılık ve toplayıcılığın hakim
olduğu bir yaşam kültürüdür. Özellikleri: Ateşi kullanılabilmesi, kaba
taşlardan, ağaçlardan hayvan diş ve boynuzlarından -ok ve mızrak da dahil
-aletler yapabilmesidir. Klan biçiminde yaşamaktadır. Çocuklar klanın ortak
değeridir. Klan bilincinin sembolü totemdir. Doğa ile bütünlük esastır. Klan,
kadın Ana etrafında oluşan bir birliktir. Çocuk, Ana ile tanınmaktadır.
Erkeklerin dışa karşı savunma rolü vardır. Sihirsel düşünüş bu döneme aittir.
Mağara sanatı yaygındır.
Mezeolitik Dönem’e Yontma Taş Devri de denilmektedir. (20-15
bin yılları arası): Mezeolitik Dönem
küçük taşları da işleyebilmektedir. Estetiği daha gelişkindir. Avcılıkta
uzmanlık gelişmiştir. Olta, balta ve zıpkınlar kullanılmaktadır. Köpek
evcilleştirilmiştir. Hayvanlar evcilleştirilmiştir. Doğada yabanıl tahıllar
bilinmektedir. Sihirsel düşünüş daha fazla gelişmiştir.
Neolitik Dönem’e Cilalı Taş Devri de denilmektedir. Ancak
Neolitik, Köy Tarım Devrimi olarakta bilinen, insanlığın hafızasının en
gelişmiş form alan çağıdır da. (M. Ö. 15-3 bin yılları arası): Ziraat
yapılmaktadır. Çiftçiliğe geçiş yapılmıştır. Evcilleştirme çok gelişmiştir.
Küçük çapta da olsa sulamayla tarım yapılmaktadır. Tarlalar açılmaktadır.
Çobanlık gelişmektedir. Klandan köy toplumuna doğru oradan da kabile ve aşirete
geçiş yaşanmaktadır. Ortakçı düşünce yapısı ve ortak mülkiyet zihniyetinin
gelişmiş olduğunu görüyoruz. Toplumsal artı ürün gelişmektedir. İnsanlık
tarihinin en büyük icatları bu tarihi sürece denk gelir. Köyden kasabalara
geçişin yaşandığı çağdır da.
Neolitik dönemde en belirgin olarak öne çıkan Kadın
Kültürü’dür. Neolitiğin bir Kadın Devrimi olduğu artık kabul gören bir tezdir.
Ana yanlı bir toplum söz konusudur. Yaşam kadın ekseninde şekillenmektedir. Ana
Tanrıça Kültürü esastır. İnsan ilişkileri daha eşitlikçi ve özgürcedir. Daha
adaletli ve paylaşımcıdır.
Neolitik Dönemin icatlarını sayacak olursak: M.Ö. 8. bin
yıla geldiğimizde ağırlıklı olarak hayvanlar evcilleştirilmiştir. Tarım için:
Değirmen, Dibek, Havan, Madencilik, Çanak-Çömlek, Dokumacılık, Kazma, Saban ve
Yontma Taş araçları icat edilmişlerdir.
Neolitik dönem aynı zamanda tümden bir dil devrimidir. Dilin
oluşmasını bizler ilk işaret diline kadar götürecek olursak bu bizleri milattan
önce 40-50 bin yıl öncesine götürebilir. Ancak dilin en somut geliştiği tarihi
süreç neolitik çağdır. Dil gurupları giderek neolitik dönemin sonuna doğru
ayrışacaktır. Kürdistan’da Ari diller esasta bu süreçte gelişeceklerdir. Gordon
Childe’nin belirttiği: “Neolitik Devrim bir kültür çağıdır. Tüm tarımsal,
zanaatsal, ulaşım, barınma, sanat, yönetim, din alanlarında devrim niteliğinde
gelişmeler yaşanmıştır dediği çağ esasta bu çağdır. Prof. Dr. Hauptmann’ın:
“Bu bölge Avrupa’da olsaydı, dünyadaki yankıları büyük boyutlarda olacaktı
dediği yer yine Kürdistan’dır ancak, oluşum süreci ise Neolitik Çağdır.
Braidwood’un, “Dünyanın hiçbir yerinde yaşam Toros-Zagros dağ silsilelerinin
kavisli eteklerindeki yaşam kadar anlamlı olamaz dediği yer yine bu
mekanlardır. Alman arkeolog Klaus Schmidt, gördüklerinden duyduğu heyecanı
“Çayönü’nde o günlerde bilim tarihi yazılıyordu diyecek kadar coşkuyla yer
altında çıkarılan arkeolojik bulguları karşılayacaktır. Aynı Klaus Schmidt’in
hem eleştiren hem de hayıflanarak: “İçinde İncil isimlerinin geçmemesi ve
sansasyonel buluntular sunmaması nedeniyle bu topraklarda hak ettiği ilgiyi
görmeyen birçok arkeolojik bulguya işaret ettiğini de belirtelim.
Bugün dünyada en eski neolitik bulgulara bizler
arkeologların ALTIN ÜÇGEN, ÇEKİRDEK BÖLGESİ diye tabir ettikleri coğrafyada
karşılaşıyoruz. Altın Üçgen’i arkeologlar Amed’in kuzeyi (Ergani’ye kadar),
Fırat’ın (Halfeti civarlarında) doğusu ve batısı ve Batman ile Siverek arasına
kadar uzanan hat olarak tarif ediyorlar. Kimi bilim insanı bu hattın
Qerejdağ’ın (Karacadağ) etrafını çemberlediğini ifade etmektedir. Ancak, ortaya
çıkan bulguları ve bulundukları yerleri dikkate aldığımızda, bu üçgenin bir
ayağını İlam ve Kermanşah’a kadar uzatıp, oradan bir çizgi çekerek Antep’in
güneyiyle bağlamak belki daha yerinde olabilir.
Muhtemeldir ki bu coğrafyada daha birçok yeni yerleşim
yerleri bugünkü tabirle “Şehirler keşfedileceklerdir. Şimdiden en eski yer
olan Göbekli Tepe (Xerawreşk)’dir. Yaklaşık M. Ö. 12 bin yıla
endekslenmektedir. Yine M.Ö. 11 binlere varan Urfa’ya yakın Nevala Çore. Yine
Diyarbakır’ın Ergani sınırları içinde Çayönü (Çemê Kota Ber ya da Qote Berçem)
ve Gıre Heciyan, Batman’da ise Çemê Xallan’ı da ekleyebiliriz. Antep etrafında
bulunan Oylum Höyük, yine Adıyaman’ın kuzey batısında ise Titriş’tir. Bunların
tümü Altın Üçgen diye belirtilen coğrafyada bulunuyor. Ayrıca Güney
Kürdistan’da Süleymaniye civarında ise Çermok ve Gıregewre’yi eklememiz
gerekiyor. Ganj Dara ve Giyan buluntuları ise Doğu Kürdistan’ın İlam ve
Kermanşah şehirlerine yakın düşmektedirler. Sözünü ettiğimiz yerleşim
yerlerinin nüfusları 1000-1500 arası tahmin edilmektedir.
4.inci resim Göbekli Tepe (Xerawreşk), Çayönü-Kota Ber
Çem ile Altın Üçgen ve Altın Hilal ya da Bereketli Hilal
Altın Üçgen’deki yerleşimleri daha iyi gösterebilmek için,
bir üçge-nin ayaklarına benzeterek yeniden vermek iyi olabilir. Üçgenin
tepesine Çemê Kote Ber’i-Ergani olarak koyarsak:
a-Üçgenin Doğu Kolu: Gırıkê Heciyan-Ergani, Çemê
Xallan-Batman Siverek arasında, Kortik Tepe- Bismil’de, Nemrik, Qermez
Dere-Güney Kürdistan’da, Tepê Guran-Loristan’da, Ali Koş-Zagros dağ
silselesinin en güney ucunda, Çemê Zewi-Hewler’de, Tepe Gewro, Xalat
Çermok-Diyala ile aşağı Zap arasında, Karim Şahr-Kerkük’ün doğusunda, Tepe
Serab-Ganj Dara ve Giyan ise Kermanşah’ta…
b-Üçgenin Batı Kolu: Tepecik ve Tülintepe-Elazığ,
Cafer Höyük-Malatya, Gritille, Heyaz Höyük, Samosata-Adıyaman, Newala
Çore-Adıyaman…
c-Üçgenin Orta Kolu: Göbekli Tepe-Urfa, Gürcü Tepe,
Sefer Tepe, Hamza Tepe, Karahan Tepe…
Ayrıca: Yukarıda dile getirilen yerleşimlerin yanı sıra
Paleolitik ve mezolitik çağda kalan birçok yerleşimi sıralamak yine mümkündür:
Palanlı-Adıyaman-Malatya, Yazılı Kaya-Kağızman, Yedisalkım-Van, Geveruk ve
Tirişin-Hakkari, Asiyab-Zagros etekleri gibi…
Özce Afrika’dan çıkışla başlayan göçün Altın Hilal’e
yaklaşık bir milyon öncesinde ulaşmasıyla bu coğrafya da kesintisiz insan
yaşamının sürdürüldüğüne tanık oluyoruz. Dünyanın birçok yerine yayılışlar yaşanmıştır.
Ancak Altın Hilal ve özelde de Altın Üçgen diye bilinen coğrafyada yaşam
emareleri kesintisiz sürmüştür. Dünyanın diğer coğrafyalarıyla arasındaki büyük
fark budur. Bu farktan dolayıdır ki bu topraklarda-coğrafik koşullarında
elverişli olmasından da kaynaklı- insanlığın kültürel hafızasıyla biriken
değerler bu coğrafyada Doğal Toplum’un en gelişkin formu olan Neolitik’e
öncülük etmişlerdir. Tarihçilerin de bu hattı Altın Hilal olarak
isimlendirmesiyle teyit ettikleri ya da onure etmeleri bu gerçeklikle
bağlantılı bir durumdur.
İlk kasabaların ya da şehirlerin oluşması ardından gelişim
seyri devam edecektir. Bu gelişim seyri dalga dalga Altın Hilal’de dünyanın
diğer yerlerine yayılacaktır. Yayılışın bu tarihi süreçten sonra esasta
kültürel bir yayılış olduğunu unutmamak gerekiyor.
Başkan Apo bu yayılış için: “Neolitik Toplum M.Ö. 6 ve 4 bin
yılları arasında Orta Dicle ve Fırat boylarında gelişmiş Khalaflaşma Kültürü
denen aşamaya uğrarken, M.Ö. 6 yıllarında Kuzey Afrika -Mısır-, Aşağı Fırat, Basra
Körfezi ve Orta Anadolu’ya, Çatalhöyük’e, yaklaşık M.Ö. 5000’de Kafkasya, Kuzey
Karadeniz, Balkanlar, Kuzeydoğu İran, Hindistan, Pencap ve İndus kıyılarına,
4000’de Çin’e, tüm Avrupa’ya, 3000’de Amerikan kıtasına ulaşmıştır demektedir.
Tel Khalaf Kültürü birçok bulaşa imza atan kültürdür.
Bunlara birkaç örnek verecek olur isek: Çömlek, balta, saban, yün eğirme,
dokuma, öğütme, tekerlek, köy mimarisi, bakır taşından yarı madeni aletler.
Tarihçilerin ortak bir tespiti ise: “Genel bir kabul
göstermektedir ki, M.Ö. 6. ve 4. bin yılları arasındaki buluşlar -neolitik
toplumun Tel Khalaf Kültürü-, ancak Milattan Sonra 16. yüzyıldan itibaren
ortaya çıkan buluş ve teknolojilerle kıyaslanabilir denilmesidir.
Yine “Neolitik toplumun Verimli Hilal’de “Tel Khalaf
kültürü altında kalıcı bir kurumlaşmaya yol açtığı dönem, aşiret gruplarının
şekillendiği bir aşama anlamına da gelmektedir. M.Ö. 6.000-4.000 yılları
arasında yaklaşık olarak iki bin yıllık bir süreyi yaşayan bu dönem, uygarlığı
hazırlayan “temel icatlar süreci gibi çok önemli bir rol oynamaktadır .
5.inci resim-Tel Khalaf Kültürü
Tel Khalaf Kültürü Neolitik Kültürle şekillendiği için
komünal, ortakçı ve barışçı bir kültürdür. Tarımcılık esastır. Kültür böyle
şekillenmiştir. Ne var ki güneyden gelen Amorit Kültürlü çoban kabileler Altın
Hilal’e adım adım yerleşirler. Silahlı ve savaşçı olan bu kabilelerin tarihte
şekillendirecekleri kültüre daha sonra El Ubeyd Kültürü (M.Ö. 4200-3200)
denilecektir. Bu kültür Tel Khalaf Kültürü’nden gelişkin olduğu alanlara kadar
sızacaktır. Ve süreçle de etkin hale gelecektir. Ana merkezleri Eridu ve Ur
Şehirlerinin çevreleri olmaktadır. Tel Khalaf Kültürü daha çok köye dayanırken
El Ubeyd Kültürü ağırlıklı olarak kasaba ve şehirlere daha yatkın bir
kültürdür.
Benzer bir şekilde ancak daha da gelişkin kültür olarak Uruk
Şehir Kültürü olacaktır. Bu M.Ö. 3500-3000 yıllarına denk gelen bir şehirleşme
kültürüdür. Hem Tel Khalaf hem de El Ubeyd Kültürlerinden etkilenen bu kültür
farkını çok erkenden ortaya koyacaktır. İktidarın, devletleşmenin temellerinin
en sağlam atıldığı kültür ya da kültürsüzlük çağı da oluyor. Benzer bir şekilde
birçok şehir gelişecektir. Ancak ilk çıkış merkezi Gılgamış’ın Kenti olan Uruk
Şehri’dir.
Uruk’tan-Sümer çağına geçişin yapıldığını bugün bize ortaya
çıkarılan tabletler söylemektedir. Tarih Sümerlerde başlamasa da “Tarih
Sümerlerde Başlar diyen Noah Kramer Sümerlerin birçok icadı bulduklarını
söyler. Başkan Apo ise: “Sümerlerin tarihsel gelişmeye temel katkılarını ana
hatlarıyla şöyle sıralayabiliriz: a- Yazının icadı, b- Matematik ve takvim, c-
İlk kapsamlı mitoloji ve teoloji, d- Devlet kurumu ve siyaset, sınıflaşma, e-
Yasalar ve yazılı hukuk, f- Şehircilik, tapınak, zanaat, ticaretin
merkezileşmesi, g- Özel ve kolektif mülkiyet, h- Kutsal aile ve hanedanlık, i-
Yazılı edebiyat ve destanlar, müzik, j- İlk kolonileşme ve emperyalizm diye
sıralar.
Devam Edecek: -“Toprak Kadar Eski Halk, Kürtler ve
“Altın Üçgen
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi Yayınları
Tarih Şimdidir-Kürdistan Tarihine Özlü Bir Bakış
Kasım Engin
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html
0
21
TR
HE
:” ”
:””
” “,” ”