01 Şubat 2016 Pazartesi Saat 12:23
Finlandiya ve İsveç gelir dağılımını eşitlemek için herkese
sabit ücret ödeme yoluna gidiyor. Komünizmin korkusuyla titreyen batı,
girişimciliği ve serbest piyasa azmiyle 20. yüzyılda topladığı tüm artı değeri
kendi halkına eşit paylaştırdığında yeteceğine inanıyor artık. Ortak üretmeyi
reddeden batı ortak tüketim fikrine razı olmuş durumda. Bunun ideolojisiz bir
komünizm olduğunu örtbas etmek için imdatlarına demokrasi, eşitlik ve insan
hakları söylemleri yetişecektir. Ortadoğu ise bu söylemlerin ve bilirkişilerin
nasihatlarının toplumda yarattığı yanılsamaların arasında doğal kaynaklarının
uçuşunu izleyecektir. Mutlu İskandinavlar evcilik oynarken Suriye bölgesi yeni
kaynak arayışlarında olanların, mezhep savaşında üstünlük kurmak isteyenlerin,
ulusal parçalanmışlığını toparlamak isteyenlerin, cihatçı hareketlerin ve
yerelde varoluş mücadelesi veren halkların kazanıdır. Bu kazanda tarih boyunca
alışılagelmiş dengeler tekilliğini çoklu, çapraz ilişkilere bırakmaktadır.
Soğuk savaş dönemi alışkanlığımız olan kutuplu dünya, çok kültürlü savaşın
cereyan ettiği bu topraklarda aslında kültürlerin savaştığı iddiası
medeniyetler savaşı, ve son olarak batının yarım asırdır uğruna savaşmayı
bıraktığı mezhep savaşları ele alınacak dengelerdir.
KUTUPLU DÜNYA
21. YY ile iki kutuplu dünya siyasetinin eriyeceği inancı
önce Ukrayna sonra da Suriye çıkmazında patlak verdi. Rusya genişleme
stratejilerine ara vermeye niyeti olmayan NATO karşısında ilk kez dişini
Ukrayna olaylarında göstermişti. Hemen ardından Ortadoğu’daki son güvencesi
Suriye rejiminin arkasına kolladı. Bu sert çıkışı ABD’nin bir an duraksamasına
neden oldu. Rejim karşıtı söylemler yerine uzlaşmacı tavır takındı. Batı
destekli muhalifler ile rejimin masaya oturması kararlaştırıldı. Suriye rejimi, muhalifler, DAİŞ ve YPG’nin
bölgedeki savaşları sürerken, dünya bölge üzerine siyası çarpışmaya giren ABD
ve Rusya’nın etrafında saflarını tutmaya başladı. Türkiye, her ne kadar
“stratejik derinlik ine güvenip yönünü Ortadoğu kültürüne çevirse de ilk
fırsatta Kürtlere darbe vurmak istedi ve NATO ilişkilerini güçlendirme
stratejisine geri döndü. Temmuz ayında incirlikte ABD ye verdiği tavizler,
Irak’a asker çıkardığında Arap ülkelerinden aldığı ültimatomlar ve güney
sınırına tampon bölgelerle egemen olma planlarına Suriye’den gelen engeller
tekrardan NATO’nun bir numaralı taşeronu haline getirdi Türkiye’yi. Türkiye bu
ilişkiye güvenmese de mecbur olduğunu saklayamıyor. Karşılığında ise KDP ve
İsrail ile girdiği yasadışı ekonomik ilişkileri yürütüyor, Kürt Hareketine saldırılarını
meşrulaştırıyor ve DAİŞ’i yine bu çıkarlar için manipüle ediyor. Öte yandan
Esad rejimi uçurumun kenarından dönüp Rusya’nın desteğiyle otoritesini
güçlendirmeye başladı. Suriye batının batı Asya üzerindeki baskısına bir
direniş noktası haline geliyor. İran, Arap dünyasıyla ilişkilenebildiği tek yer
Suriye’yi batının batı Asya üzerindeki baskısına bir direniş mekânı olarak
görüyor. Batıya karşı Rusya ve Çin’le
oluşturduğu ittifaka Suriye hattını da ekleyerek safını sıkılaştırıyor. İran ve
batı destekçisi Suudi Arabistan’ın arası hayli gerildi. İranla başlayan nükleer
anlaşmalar Rusya’ya uranyum sevkiyatı yapıyor gerekçesiyle bozuldu. Avrupa ise
temkinli yaklaşıyor ve müdahalesini daha çok kendi kamuoyunu rahatlatmak adına
yapıyor. Cihatçıların yoğun tehdit altına aldığı Fransa bölgede Rus
istihbaratıyla işbirliği içinde olacağını söylerken Almanya koalisyon
saldırılarına destek için İncirlikten kullanım izni aldı. Ve tüm bu
karışıklıkların olmasa da asıl nedeniymiş gibi görünen DAİŞ Fırat’ın batısında,
Ramadi ve Halep’te aldığı darbelerle atfedilen görevini tamamlayamadan sönmeye
başladı. Bir tarafta Rusya, İran, Suriye diğer tarafta ABD, Türkiye, Suudi
Arabistan safları sıkılaştırıp Çin ve AB ülkelerinden de aldıkları destekle
bölgede etkin olma çabası içindeler.
MEDENİYETLER SAVAŞI
11 Eylül saldırısından sonra ABD’nin İslam
dünyası üzerindeki baskı politikasını arttırması İslamofobiyi arttırmış.
Ortadoğu’ya yönelmeleri salt doğal kaynak amaçlı değil aynı zamanda batı
karşısında blok halinde durabilecek İslam ülkeleri ittifakını önleme amaçlıdır.
Anglo-arap krallıklarının çözülmesinden sonra Arap Baharıyla da Batının kukla
devlet yaratma stratejileri bir kez daha darbe aldı. Kendi egemenlik alanını
güçlendirmek için küresel sömürge savaşlarını dinlere ve kültürlere
dayandırdılar. El Kaide ve DAİŞ gibi
oluşumlarla da kaos ortamı yaratıldı ve on binlerce insan yaşamını yitirdi.
Charlie Hebdo, Paris saldırısı gibi olaylarda yaratılan kaos ortamında
İslamofobi meşruiyet kazanarak batılı bürokrasinin başta göçmenler olmak üzere
Ortadoğu halkı üzerindeki tahkim ve ötekileştirme politikalarını mümkün
kılmıştır. İslam dünyasının dağınık duruşu kaosu derinleştirmektedir. Tekfirci
örgütler pratikleriyle İslamofobiyi arttırırken, İslam medeniyetine lider ülke
olmaya hevesli Türkiye Avrupa Birliği ile vardığı göçmen anlaşmasında İslam
dünyasının gardiyanlığını üstleniyor. Öte yandan liderliğe hevesli bir diğer
ülke İran’ın uygulanan ambargo ve diğer İslam ülkelerinden yalıtılması
politikası altında bu hevesi suya düşüyor. Türkiye İran ilişkilerinin
gerginliğinden nemalanan Batı, liderliğe
Suudi Arabistanı oturtmak niyetinde. Devletler arasında yaşanan İslam dünyasını
temsiliyet sorunu, Batının provokasyonlarıyla yeşertilen radikal İslami
tutumlar ve halkların Batıya duyduğu hüsran gerçekliği kaos ortamını
derinleştirmektedir. İdealist dinci söylemlerle ortaya atılan ve Batı
karşıtlığıyla cihada çağrı yapan tekfirci grupların paravan örgüt statüsünü
aşamamaları bu kaos dinamiklerinden kaynaklanmaktadır. Böylelikle Suriye’de
muhalifler ve DAİŞ’in her ne kadar muhafazakar görünseler de Batı tarafından
İslam medeniyetine vurulan darbenin taşeronları oldukları rahatlıkla
görülebilir.
MEZHEP
AYRILIĞI
2003
yılında Amerikan işgaliyle siyasi çehresi değişen Irak’taki gelişmelere paralel
olarak 2004’de Ürdün kralı Abdullah’ın ortaya attığı Arap dünyasını kuzeyden
kuşatan “Şii Hilali , Lübnan’dan başlayarak Suriye ve Irak’tan geçiyor,
Körfez’de sonlanıyor. Medeniyetler İttifakı toplantısı için 2006 Kasım’ında
İstanbul’a gelen İran eski cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi ise verdiği bir
röportajda “Şii Hilali nin gerçek dışı bir kavram olduğunu ve Ortadoğu’da
kargaşa doğurmak için üretildiğini söyleyecektir. Tüm bu söylemler bir tarafa
Şii Hilali sosyal-demografik bir gerçeklik olarak o coğrafyada mevcut ve bazı
tarihi dönemlerde etkisini kaybediyor, bazı dönemlerde tekrar etkin hale
geliyor. İçinde bulunduğumuz zamanda ise yeniden etkinleşti. Irak’ın Saddam
sonrasında Şii bir yönetimin eline geçmesi, Hizbullah’ın İsrail karşısındaki
2006 zaferiyle Lübnan ve çevresinde giderek Sünnileri de kapsayan bir itibar
elde etmesi, 2011’den itibaren Suriye’de olup bitenler ve son olarak Husi
hareketinin vekaletiyle İran’ın Yemen’de hüküm sürer hale gelmesi,
Ortadoğu’daki tüm Arap ülkelerini ve tabii ki Türkiye’yi rahatsız etti. Fakat
bu gelişmelerden Suudi Arabistan’ın duyduğu rahatsızlık ve hissettiği tehdit
diğerlerinden çok fazlaydı. Karşı bir hamle olarak Riyad rejimi Irak ve
Suriye’de kendi vekillerini İran’ınkilerin karşısına dikti. Yemen’de ise
doğrudan müdahil olmayı tercih etti. Petrol fiyatlarındaki düşüşle birlikte
ekonomide önemli bir daralma yaşayan Suudi yönetimi, Suriye’de de Rusya-İran
hattının etkin müdahalesi sonucunda Sünni etkinlik alanı sınırlandı. Öte yandan
Tahran’ın ABD ile Nükleer Müzakerelerin başlamasının ardından bölgede
inisiyatif alanının genişlemeye başlaması da önemli bir sorun oluşturmaya
başladı. Suudi yönetimi, bu gelişmeler karşısında Riyad’da peş peşe iki
toplantı gerçekleştirdi. Bir yandan Suriye’deki İslamcı-cihatçı güçleri bir
araya getirerek, Suriye’de geçiş öncesinde güç arttırmaya çalıştı. Diğer yandan
da İslam ittifakı adıyla Sünni Cephe kuruldu. Türkiye’nin de yer aldığı
İttifak, mezhep temelli bir bölge savaşı ekseninde konumlanma ve bu yönde askeri
bir güç yığınağı oluşturmayı da içeriyor. Suriye’den sonra Lübnan üzerinde de
nüfuzunu arttıran İran’ın Siyonistlere tehdit oluşturuyor olması İsrail’in bu
ittifakı teşvik etmesinin ve KDP’yi de dahil etmesinin temel nedenlerindendir.
Yeniden kutuplaşan dünyanın sürtünme noktası jeopolitik önem
kazanıyor ve bu önem üzerindeki Kürt nüfusunu da aynı ölçüde taraf kılıyor.
Askeri, siyasi ve diplomatik alanda eksiksiz sorumluluk üstlenen Kürt hareketi
dış müdahaleler ve yönlendirmelerden bağımsız etkin rolünü üstleniyor bölgede.
İki kutup, iki medeniyet ve iki mezhep arasında, halkların demokratik yaşamı
adına vereceği savaşı kabaca DAİŞ’e karşı cephede vermesinin yanında taraflar
arası diplomaside de vermek durumundadır.
Berken Sipan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar
Merkezi
www.lekolin.com –
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info – www.navendalekolin.com
0
21
TR
II-CN
:” ”
:””
” “,” ”
:II-CN