20. yüzyılın başlarında İngiliz hegemonyacılığının öncülüğünde ulus devlet tarzında dizayn edilen Ortadoğu, ilk başta olduğu gibi, günümüzde de bu sistemle ayakta kalamayacağını göstermektedir. Yüzyıl önce Sykes – Picot anlaşmasıyla oluşturulan Ortadoğu dengesi, artık miadını doldurmuştur. Başını ABD’nin çektiği uluslararası güçler de bu dengelerin değişmesinden yanadır. Fakat kendi çıkarlarına denk düşecek bir sistem kurmak için mevcut dengelerin bozulmasından yanadırlar. Türk Devleti, İran vb. devletlerin başını çektiği bölge güçleri mevcut statükoyu korumak isterken, diğer taraftan küresel sermaye güçleri de azami kar elde etmek için sermayenin daha hızlı ve güvenli bir şekilde dolaşımını sağlama amacındadırlar. Fakat mevcut sistem azami kar elde etme ve sermayenin rahat dolaşımı önündeki en büyük engel durumundadır. Tekçi, ulus devlet faşizmi, sömürünün toplumun tüm gözeneklerine sızmasını engellemektedir. Ortadoğu’da yaşanan kaos ve krizin temelinde bu yatmaktadır. Uluslararası güçler ile bölgedeki statükocu güçlerin arasında yaşanan 3. Dünya savaşı, kaynağını buradan almaktadır. 3. Dünya savaşı, önceki Dünya savaşları gibi güçlerin kutuplaşarak birbiriyle savaştığı bir karakterde olmamaktadır. Uzun süreye yayılmış, her dönem farklı bir alanda yoğunlaşan bir karaktere sahiptir. Bu yüzden çeyrek asırdır farklı boyut ve tarzda devam etmektedir.
Kapitalist modernitenin açığa çıkarmış olduğu Ortadoğu krizinin derinleşmesinde önemli paya sahip devletler, sömürgeci – faşist Türkiye ve İran molla rejimidir. Sorunun kaynağı olan bu zihniyetle sorunun çözülemeyeceği bilinen bir gerçektir. Bu anlamıyla mevcut statükonun devamından yana izledikleri politikalar, kaosun derinleşmesinin temel kaynağı durumundadır. Özellikle toplumsal sorunlara yaklaşımları ve uyguladıkları politikalar, bu statüko koruyuculuğunun en bariz örneğidir. Bu toplumsal sorunların en başında da Kürt Sorunu gelmektedir. Bu yüzden 2020 yılı boyunca da bu krizin en derin yaşandığı alan Kürdistan olmuştur.
Maneviyatın coğrafyası olarak bilinen Ortadoğu, sorunların çözümünde dışarıdan gelen, kendi kültürel dokusunun dışında kendine uymayan bir çözümü kabul etmez. Yıllardır yaşanan toplumsal, kültürel, yönetimsel ve ekonomik sorunların çözülememesinin, kendi gerçekliğine denk bir çözüm üretilememesinin temel nedenidir. Kürt Halk Önderi Abdullah ÖCALAN’ın felsefesi ışığında örgütlü ve ciddi bir deneyime sahip aktif bir toplumsal muhalefetin açığa çıkması bu ihtiyaca cevap olabilecek niteliktedir. Kürdistan ve Ortadoğu’da, iktidarcı ve hegemonik sisteme karşı, halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesini yürüten bir güç olması bölgenin en acil ihtiyacı olan demokrasiye olan inancı artırmıştır. Artık sürdürülememezliği anlaşılan sistemin yok saydığı, başta Kürtler olmak üzere, tüm katliamdan geçirilmiş, ötekileştirilmiş ve yok sayılmış kesimlerin varolma mücadelesini sürdüren üçüncü çizginin varlığı bir umut yaratmıştır. Bu çizgi ne hegemonik küresel güçlerin ortaya koyduğu çözümü ne de statükoda ısrar eden bölgesel faşist ulus devletlerin çözüm modelini benimsemeyen, özgürlükçü ahlaka dayalı, demokratik ulus felsefesi ışığında çözüm arayan bir çizgidir. Alternatif olan bu çizgi, ne ABD nede Rusya’nın bölgede kendi politikalarını, Kürtleri hesaba katmadan, istedikleri gibi yürütmelerini engellemektedir.
Bu denklem içinde her ne kadar Rusya ile ABD birbirine karşıt bir pozisyon içinde duruyorlar gibi görünse de, özünde her ikiside kapitalist sistemin Ortadoğu’ya egemen kılınması mücadelesi vermektedir. Aralarındaki mücadele sadece ve sadece sistem içi iktidar mücadelesidir. Kimin bu egemenliğe öncülük edeceği mücadelesidir. Ortak hedef, bölgenin kapitalist sisteme açılması ve kapitalist sistemin öncü güçlerinin bölgenin tümüne hakim olmasıdır. Araçlar ve ittifaklar ayrı olurken, amaç birdir.
Kapitalist sistemin 2002 yılında AKP ve Erdoğan’ı Ortadoğu’da Ilımlı islam projesi üzerinden iktidara getirdiği; AKP’yi model parti, Erdoğan’ı model devlet adamı, Türkiye’yi ise model devlet olarak sunduğu bilinen bir gerçektir. Temel amaç bölgede ılımlı islam projesini hayata geçirmek ve Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etmekti. Fakat gelinen aşamada ne Erdoğan kendisine biçilen bu rolü oynayabildi, ne de Ortadoğu’da ABD’nin istediği projeyi hayata geçirebilecek bir politika yürütebildi.
Başta komşu ülkeler Suriye, Irak ve İran olmak üzere diğer bölge devletleri ile sıfır sorun çizgisi üzerinden hareket eden AKP, Katar dışında sorun yaşamadığı ülke kalmadı. Suriye, Mısır, Libya vb ülkelere yaptığı müdahalerle, yaşanan krizin daha da derinleşerek, içinden çıkılmaz bir hal almasına neden oldu. 2020 yılı boyunca işgal ettiği Afrin ve İdlib’de devşirdiği çeteleri ihraç etmediği tek bir Arap devleti kalmadı.
Ortadoğu’da gericiliği ve tutuculuğu ayakta tutan AKP’nin bölgeye dönük politikaları oldu. Bundan kaynaklı hiçbir Arap devletinde itibarı kalmamıştır. Sıfır sorun politikası, her tarafta soruna dönüşmüş durumdadır. Çünkü iç ve dış tüm politikalarını Kürt soykırımını, Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye ederek, sonuçlandırmaya adamıştır. Diplomatik imkanların tümünü bu hedefe ulaşmak için seferber etmiş durumdadır. Katar’dan tutalım Irak’a kadar tüm devletlerle girdiği ilişkilerde Kürtlerin Kuzeybatı Suriye ve Kürdistan’ın herhangi bir parçasında statü elde etmemesi için var gücüyle çalışmaktadır.
Suriye’de mevcut iktidarın bir an önce gitmesi ve desteklediği Müslüman Kardeşler vb İslamcı grupların oluşturacağı yeni iktidarın mevcut rejimi koruyan ve sistemi olduğu gibi tutması gereken bir politika izledi. Bununla Suriye’deki iç savaşın uzamaması ve buradan Kürtlerin herhangi bir kazanım elde etmemesi amacını güdüyordu. Bu olmayınca, bu defa Afrin, İdlib ve Serekani ile Gri Sipi’yi işgal etti. Bununla beraber Yeni Osmanlıcılık hedefinde olan Erdoğan ve AKP iktidarı, Suriye üzerinden tüm Ortadoğu’ya sirayet ederek, bölgeye hakim olma ve kendisini İslam aleminin yeni Sultanı olarak ilan etme derdindeydi. Libya’ya olan müdahalesi de yine aynı amaç doğrultusunda bir dürtüydü. Her tarafa silah ve asker üzerinden güç gösterisi ile giren Türk devleti, 16. Yüzyıldaki gibi ‘Allah Allah’ nidaları ve modern Yeni Çerileri olan ‘’islami’’ çetelerle bu amacına ulaşma derdindeydi. Fakat ilk okul müsamerelerinde yaşanan mutlu son burada yerini acı bir ‘Allah Allah!!’ şaşkınlığına bıraktı. Çünkü buna başta Kürtler olmak üzere, İran ve Şia toplumu ile Arap dünyası direnç göstererek karşı çıktı. Diğer taraftan ise ABD, İsrail ve diğer müttefiklerinin bölgedeki çıkarlarına uymadığından, Türkiye’ye verilen destek, tümüyle olmasa da, büyük oranda çekildi. Bu yüzden NATO blokundan uzaklaştıkça, Rusya’ya yanaştı. Rusya ile girdiği ilişkide Kürt soykırım politikalarını diplomatik çalışmalarının en ön sırasına koydu. Rusya bunu fırsata çevirip, Türk devletiyle taktik bir ilişki kurdu. Bir yandan Türkiye’yi yanında tutmaya, NATO blokundan uzaklaştırarak, bu bloku Ortadoğu’daki etkinliğinde zayıflatmaya çalıştı. Diğer yandan ise Türkiye’yi Kürtlere karşı bir sopa olarak kullanmaya başladı. Bu şekilde Kürtleri Rojava’da sıkıştırıp Esat rejiminin elini güçlendirmeye çalıştı. Rusya ile Türk devletinin ilişkisi halen de bu düzeyde taktik bir ilişkidir. Karşılıklı çıkara dayalıdır. Ortadoğu ve özellikle de Kafkaslarda izledikleri politikalardan kaynaklı Türk devleti ve Rusya’nın karşı karşıya gelmesi, bugün olmasa da yarın, an meselesidir.
Yakın zamanda Irak Başbakanı Mustafa el Kazımi’nin Erdoğan’ın daveti üzerine Türkiye’ye gitmesi de yine Kürtlerin Şengal ve Rojava’daki varlıklarının ortadan kaldırılması amacını taşıyordu. Fakat Erdoğan açısından anlaşılmayan nokta, Kaziminin Irak’ın geneline ilişkin tek başına karar vereceği bir durumun söz konusu olmadığıdır. Irak oldukça parçalı ve birçok gücün kendi çıkarları çerçevesinde etkin olduğu bir alandır. Bununla beraber Kazimi, Irak’ta Sunni, Şia ve Kürt etkenlerini göz önüne almadan bir politika belirlemesi mümkün değildir. Sahadaki Haşdi Şabi etkisini göz önünde bulundurmak zorundadır. Kaldı ki, ne Haşdi Şabi nede Irak devleti içinde yer alan diğer etkili unsurlar Şengal’de TC yada KDP’nin hakimiyet kurmasına izin vermez.
Bu anlamıyla Türk Devletinin Suriye, Libya ve Mısır’da olduğu gibi Irak’ta da yürüttüğü Kürt karşıtı diplomasi çalışmaları boşa çıkmış durumdadır.
Yeni dengelerin oluşturulduğu Ortadoğu’da çok denklemli, günlük değişen politikaların içinde, kendi varlığının gerekçesi haline getirdiği Kürt soykırımını sonuçlandırma politikalarının gerçekleşmediği bir yıl daha geride kaldı. Sıfır sorun ile başlanan diplomasi ve dış ilişki politikaları her tarafta sorun olarak Erdoğan ve AKP iktidarının elinde patladı.
Yunus YILMAZ
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi