11 Aralık 2013 Çarşamba Saat 09:34
ABD’nin BOP planı çerçevesinde Afganistan ve Irak’a yapmış olduğu müdahale kısa süreden sonra tıkanma ile yüz yüze gelince Ortadoğu’yu dizayn planı GOP olarak değiştirildi. Daha sonra Mısır, Tunus, Libya da ortaya çıkan bu durum Genişletilmiş Ortadoğu Projesinin hayata geçirmek için bir fırsat olarak değerlendirmeye çalıştı. Mısır, Tunus ve Libya’da Sünni hattın güçlü olmasından kaynaklı ABD için kısmı düzeyde bir başarı olarak görünse de bu durum Suriye’de ciddi bir tıkanma ile yüz yüze kaldı. Suriye’nin yanı başında Lübnan Hizbullah’ı bir taraftan Şii iktidarının güçlü olduğu Irak ve İran’ın bulunması bu durumun pekte kolay olmayacağını gösteriyordu. Bu dengeleri ciddi bir güç olarak hesaba katmayan, Suriye rejimini Mısır, Libya ve Tunus’tan daha zayıf ve güçsüz gören emperyal güçler ne kadar yanıldıklarını yeni yeni anlamış görünüyorlar. Emperyal güçler kısa sürede Suriye’de sonuç aldıktan sonra yönlerini İran’a çevireceklerini ve İran’a yönelikte bir müdahalenin söz konusu olacağı hemen hemen herkesin konuştuğu bir durumdu. Oysa Rusya ve Çin gibi ülkeleri arkasına alan İran devleti hem uluslararası diplomatik alanda hem de Suriye topraklarında bu güçlere karşı aktif bir savaş yürüttü. Amerika Suriye politikası konusunda Türkiye tarafında ciddi anlamda yanıltıldı. Suriye’de halkın çoğunluğunun Sünni olduğu küçük bir kısmın alevi olduğu dolaysıyla Sünniler üzerinden muhalefet oluşturulsa kısa sürede rejimin düşeceği hesabı üzerinden Suriye politikasında Sünni çizgiye kaydı ve dolaysıyla mezhepsel bir politika gütmeye başlandı. Bu politika Suriye rejimini ve bölgede ki Şii fay hattını harekete geçirdi bölgede ki Şiiler doğalında müdahale karşıtı bir konuma itti.
Gelinen aşamada ABD Suriye’de ciddi bir muhalefet oluşturmazken mevcut kriz hali de ABD’nin bölgede ki çıkarları açısında çokta faydalı bir durum değildir. Onun için ABD Suriye rejiminin çözümü için Rusya ile masaya oturmak zorunda kaldı. ABD’nin Suriye konusunda ki başarısızlığının diğer bir adı ise İran karşısında ki başarısızlığıdır. Bundan kaynaklı İran’a yönelik müdahale ufukta gözükmezken ABD’nin bölgede ki çıkarları için mevcut durumda en iyi yol İran ile bir biçimiyle uzlaşır bir yol bulmaktan geçiyor. İran ve ABD’nin nükleer konusunda ki uzlaşması ABD’nin bu başarısızlığın bir sonucu olarak görmek gerekiyor. ABD ve İran’ın uzlaşmasının bölge siyaseti üzerinde yansımaları olacaktır. Başta Suriye konusunda ABD kendi siyasetini daha yumuşatmak İran’ı da rahatlatacak bir politikayı esas almaya çalışacaktır. 22 Ocak’ta Cenevre’de yapılması beklenen bu toplantı her ne kadar Suriye sorununa bir çözüm arayışı olsa da özünde ABD, Rusya ve İran gibi ülkelerin bölge üzerinde ki hesapları konusunda uzlaşma arayışı olarak değerlendirmek daha yerinde olacaktır.
Yalnızlaşan Türkiye’den, kaybeden Türkiye’ye
Türkiye bu süreçte hem içerde hem de dışarda en yalnızlık durumu yaşamaktadır. Özelikle dış politikası konusunda dönem dönem Amerika ile çelişkiler yaşadı. Amerika, Türkiye’yi daha genel ve kapsamlı bir model ülke için hazırlamaya çalışırken Türkiye’nin Kürt hassasiyetinden kaynaklı iç ve dış politikada kendi hassasiyetlerinin Amerika hassasiyetlerinin önüne geçmesi, Türkiye’nin bu konuda ki başarısızlığı Amerika’yı bölgede zorlamıştır. Bazı Amerika stratejistleri Amerika’nın Suriye politikasında ki başarısızlığından Türkiye’yi sorumlu tutması pekte yabana atılır bir durum değildir. Yine Cemaat ile AKP arasında ki çelişkilerden birinin de dış politikada ki anlaşmazlık olması tesadüfü değildir. Türkiye devleti dış politikada İran, Rusya, Irak, Suriye ve Amerika ile sorun yaşamaktadır. Mevcut durumda bölgede KDP yönetimi dışında AKP ile iyi ilişkiler içinde olan başka bir güç söz konusu değildir. İçerde ise AKP ciddi bir yalnızlığı yaşamaktadır.
AKP ve Erdoğan iktidarı üç önemli dönemeci yaşadı ilk iki dönem AKP ve Erdoğan zihniyetinin dış güçlerden almış olduğu destek ile devlet içinde kendini örgütleme dönemi ki bu dönemde zayıf ve güçsüzdür devlet yapısı içinde örgütlenmek için ciddi ittifaklara ihtiyaç duymuştur. Üçüncü dönem ise kendine güvenen tek başına devleti ele geçirebileceğine inanan ve dış politika da Amerika’yı da es geçebileceğini, kendine göre bir dış politika oluştura bileceğine kanat getiren bir AKP ve Erdoğan söz konusudur. 2002 süreci ile 2007 yılları arası AKP ve Erdoğan’ın birinci dönem dediği parti oluşum sürecinde Amerika’ya giderek uluslararası sermaye gücünü arkasına almış, Kürt inkar ve imha politikası karşılığında ordu ile uzlaşarak ordu aracılığı ile devlette ortak olmaya çalışmasını birinci dönem olarak görmek gerekiyor. Bu dönemde irtica ve bölücü hareketler devletin güvenliğini tehdit eden iki temel politika olarak iç politikaya damgasını vurmuştur. Ordu ile AKP bu iki esas üzeri uzlaşmışlardır. İşte Cemaati bitirme planı olarak 2004 yılında MGK toplantısında ortaya çıkan belge, AKP ile Ordu arasında ki bu gizli anlaşmaya dayanmaktadır. İkinci dönem ise, 2007 ile 2010 yılları arası ki bu dönemde AKP ile Cemaat arasında yapılan ittifaka dayanmaktadır. Bu ittifak ile AKP, ordu ve Ergenekon kesimini devlet içinde tasfiye ederek yerine Cemaati devlete ortak etmiştir. Zaten bu dönemde MGK toplantısında devletin güvenliği için irtica bir tehlike olmaktan çıkarıldı. Ve orduya karşı bir operasyon başlatıldı. Ergenekon operasyonları cemaat ile AKP ittifakı sonucu Üçüncü dönem ise, 2010’dan başlayıp günümüze kadar gelen süreçtir. Bu süreçte AKP tek başına devletin tüm kurumlarını ele geçirmek istediği dönemdir. Bunun içinde Cemaati devlet kurum ve kuruluşlarında tasfiye etmeye çalışmaktadır. Yine dış politikada Amerika’yı da es geçerek kendilerine göre yeni Osmanlıcılık denen bir dış politikayı bölgede hakim kılmak istedi. Cemaat ve Amerika ile yaşanan sorunlar AKP ve Erdoğan’ın bu yaklaşımlarından kaynağını almaktadır. Amerika’nın Gezi olaylarında ki tutumu yine Amerika basın yayın organlarında AKP ve Erdoğan karşıtı yazıların son dönemlerde yoğunluk kazanmıştır. Amerika’nın Suriye politikasında ki başarısızlığının faturasını Türkiye çıkarması yine en son CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Amerika gezisi ABD’nin AKP’ye alternatif bir arayış içinde olduğunu, AKP’nin iç ve dış politikasında ciddi anlamda kaygı duyduğunun göstergesi olarak algılamak gerekir.
Onun için AKP önümüzde ki seçimleri kendisi için oldukça önemli görmektedir. Bu seçimlerde AKP istediği başarıyı sağlayamazsa AKP ve Erdoğan için baş aşağı gidişin başlangıcıdır. Aksine istenilen başarıyı sağlarsa AKP, Amerika ve Cemaat karşısında ciddi bir başarı elde etmiş olacak kendi kamuoyunun güvenini arkasına alarak bu emperyal politikalarından ısrar edecektir. Aynı zamanda Cemaatte yönelik operasyonlar yani devlet kurumlarında tasfiyesi ve örgütlenme alanlarının sınırlandırma çalışmalarına hız verecektir. Cemaatte bu durumun farkındadır. Onun için Cemaatte her ne kadar AKP ile geçici çelişkilerini dondurmuş gibi görünse de esasta başka güçlerle ittifak arayışı içinde olacaktır. Ya da yeni oluşumlarla AKP’yi zayıflatmaya çalışacaktır.
92 çizgisine karşı Rojava devrimi
Rojava’da ki devrim Kürtlerin bölgede ve uluslararası alanda ki statüko ve ittifaklarını etkileyecek güçte ve etkidedir. Bu saatten sonra Kürtler açısında hiç bir şey eskisi gibi olmayacağı gibi hiçbir güçte eskisi gibi Kürtlere yaklaşmayacaktır. Rojava’da ki devrim başta Kürtler içinde ciddi bir ayrışmayı kendisi ile beraber getirecektir. KDP ve Barzani ailesinin Rojava devriminde bu derece korkmaları ve ısrarla orada söz sahibi olmaya çalışmaları öyle düşünüldüğü gibi orada ki zenginlik kaynaklarının paylaşımından kaynaklanmıyor. Barzani ailesi için orada ki zenginlik kaynaklarından daha önemli bölgesel ve uluslararası alanda ki rollerinin kaybetmesinden duyulan korku ve kaygıdır. Şimdiye kadar emperyal güçler açısında dört parça Kürdistan’ın prensleri gibi görülen ve bölgede ki Kürt stratejileri konusunda danışılması gereken bir aile olarak görülen Barzani ailesi Rojava devrimi ile bu uluslararası ve Kürdistan prensi rolünü kaybetmektedirler. Artık Kürt ve Kürdistan konusunda yeni ve daha güçlü muhataplar çıkmaktadır. Bu durum KDP ve Barzani ailesi açısında sonun başlangıcı olarak görülmektedir, işin gerçekliği de budur. Rojava da hangi çizgi başarı kazanırsa Kürdistan’ın dört parçasında da kazanacak olan çizgi o olacaktır. KDP’nin 1992 yıllarındaki çizgide ısrar etmesi onu daha fazla Kürt karşıtı ittifaklarla bütünleştirirken Kürt ulusal çizgisinden de uzaklaştırıp yalnızlaştıracaktır. Mevcut durumda Kürt ulusal çıkarlarını temsil eden PKK etrafında birçok Kürt partisi bir araya gelmiş ve birbirlerine yakınlaşmışlardır.
Bölgede AKP’nin yaşadığı yalnızlık kadar KDP de aynı şeyi yaşamaktadır. Mevcut durumda KDP, İran, Irak, Suriye ve kendi içinde Goran, YNK, Yekgirtu ve Komala İslami hareketi ile ciddi sorunlar yaşamaktadır. Yine gecen seçimlerde KDP’nin oy dağılımını bakıldığında KDP oylarının % 70 Duhok, %30 oyunu da Hewlêr’de almıştır. Aslına bakılırsa KDP Duhok ile sınırlı kalmış bir parti konumuna gelmiştir. Bu durum KDP’yi AKP’ye daha da yakınlaştırmaktadır. Mesut Barzani’n Amed ziyareti ile içine düşülen bu yalnızlıktan çıkmanın çırpınışları olarak görmek gerekir.
Mesut Barzani, Amed ziyareti ile tüm Kürt kamuoyunda şunu bir kere daha ispatladı: Birincisi KDP 1992 çizgisinde devam etmektedir. Bu ziyaretin esas amacı ise herkesin bildiği gibi Rojava devrimini boşa çıkartmak için AKP ile ittifak anlaşmasıydı. İkincisi, Rojava devriminin ilan edilen Kürdistan Özerk yönetiminin uluslararası resmi tanımının önüne geçmek, Rojava’ya konulan ambargonun daha da derinleştirmek ve Kuzey Kürdistan’da KDP’nin destek verdiği işbirlikçi bir parti oluşumuna giderek PKK üzerinde baskı kurmaktır. Yine AKP ise kendi acısında seçim yatırımı ve bu geziyi de çözüm sürecinin bir parçası olarak ele alıp kendi kamuoyunca propaganda aracı olarak kullanmaktı. Mesut Barzani’nin Amed gezisi için hava yolunu değil de kara yolunu tercih etmesi ise kendi akılmendlerinden almış olduğu perspektifle bağlantılıdır. Bunlara göre Mesut Barzani’n karadan Amed’e kadar gitmesi Kuzey Kürdistan halkında ciddi bir duygulanmaya yol açabileceği ve adeta ikinci Habur vakasının yaşana bileceği tahmini üzerinde böylesi bir yol tercih edilmiştir. Böyle bir durum olsaydı ciddi bir kamuoyu yaratılacaktı ve psikolojik olarak sürecin üstünlüğü ele geçireceklerdi.
Sonuç olarak gelinen süreç itibariyle PKK hareketi bölgede ciddi bir güç kazanmaktadır. Cenevre 2 toplantısına Kürtlerin bağımsız bir taraf olarak katılması bu çizginin bölgede giderek daha da kök kazanmasına yol açacaktır. Yine Kürdistan’ın dört parçasında ilk defa egemen güçler bu kadar zayıflamış kendi aralarında ki ittifakları dağılmış durumdadır. Böylesi boşlukta Kürt hareketi de tarihinin en büyük en örgütlü hareketiyle sürece öncülük etmektedir. Onun için bu fırsattın Kürtler açısında istenilen kazanımlara dönüştürülmesi için her zamankinden daha fazla başarı kesin görünmektedir. Ciddi hattalar yapılmasa Rojava devriminin başarıya ulaşmasıyla Kürdistan’ın dört parçasında sömürgeci politikalar iflasını ilan etmek zorunda kalacaklardır.
Lekolin.org Haber Merkezi
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info