29 Ocak 2011 Cumartesi Saat 09:46
Kültür, genel anlamda tarihsel birikimle şekillenmiş, varlık kazanmış, gelenek oluşturmuş, birikim ve yaratım sahibi olmaktır. Kültür çok komple ele alınması gereken ve yaşamsal anlamda korunup geliştirilmesi gereken bir alandır. Canlıdır, toplumsal olandır çünkü. Halklara da toplumsallıkla yaratılanı yaşamsal kılmak, korumak ve güçlendirmek düşer.
Yaşadığımız çağda ve sonradan oluşturulmuş toplumsal gerçeklik ve kültür, ilkselliğinden ziyade başkalaşıma uğramış, içi boşaltılmış bir gerçekliğe büründürülmüştür. Kültür denince insan aklına gelen nedense birçok şey gelebilir. Mesela kültür denince benim aklıma gelen halkların tarihsel birikimleri, yaşadığı anı biçimlendiren ve geleceğe bunun üzerinden yön veren, planlayan yaşamsal bir olgu olduğudur. Ama bu gün yaşadığımız çağda kültürden eser yok ve halklar açısından taşıdığı anlam ters yüz edilmiş durumda. Sanat’tan spor’a yaşamsal bütün alanlar kültürel anlamda yozlaşmayı yaşmaktadır. Toplumun bütün hastalıkları da bu durumdan kaynağını almaktadır. Günümüz toplumu ve insanı sağlıksız, hastalıklı bir yapıya kültürsüz, yani sanatsız, sporsuz, dilsiz bırakılarak ya da bu olgular içi boşaltılıp, yozlaştırılarak topluma nüfuz ettirilmektedir. İşte bu noktada uyanmak ve gerekeni yapmak, beş bin yıldır birikip bu günlere gelmiş algı’yı değiştirip yeniyi yaratmak çabası önemlidir.
Spor yapan birey veya toplum sağlıklı, zinde, psikolojik olarak rahat, kendine güvenen, kişilik olarak kendisini yaratmış bir birey veya toplum olarak karşımıza çıkacaktır. Spor sağlıklı insan varlığının kaynağıdır. Toplum olarak sosyal, psikolojik, fiziki sağlık spor yoluyla kazanılır ve korunur. Toplumun genç, dinamik kalmasını sağlayarak, insan sağlığını koruyarak, kişisel yeteneği geliştirerek toplumsal alanda hizmet eder. Yani özcesi insanı eğitir. Toplumsal hiçbir olgu, anlam verilerek eğitim konusu yapılmazsa kültür alnına giremez. Eğitim derken de salt teorik, akademik eğitimden bahsetmiyoruz. Yaşamın öğreticiliği, anlamı ve bu anlamda gelişen kültürden bahsediyoruz.
Bugün spor evrensel dil niteliği taşıyan, dinleri, dilleri, sosyal konumları ne olursa olsun halkların birbirileriyle iletişim sağladığı, ilişkiler geliştirdiği bir düzeye ulaşmış durumdadır. İnsanları bir araya getiren, kaynaşmayı, tanışmayı ve bunun yanında oyun oynamayı, oyundan zevk olarak katılmayı geliştiren bir zihniyetten uzak, kazanmaya kilitlenmiş ve bunun için her şeyi yapabilecek uç bir noktadadır. Giderek sadece yarışan, kazanmaya kilitlenmiş, ulusların savaşı da diyebileceğimiz ve dünyada hâkim kılınmaya çalışılan bir kültür halini almıştır. Kısaca savaş kültürünün bir parçası haline gelmiştir. 5000 yıllık tarihsel ve toplumsal olgulara göre biçimlendirilmiş durumdadır. Toplum için yerine göre ve zamanın özelliklerine göre toplumun çelişkilerini veya özelliklerini yansıtan, dönem dönem yönlendiren pozisyondadır. İzleyici için zevk veren, milli duyguları körükleyen, ulusların çatışması izlenimi veren bir olguya dönüşmüştür. Oynayan, yani sporcu sadece bu emellere alet alarak kullanılıyor.
Spor kültürleşmenin yaşamsal anlamda temel bir öğesidir. Ortasındadır yaşamın, tamda içinde… Yaşamı bir bütün olarak ele alır ve tarihsel bakışımızı bu esas üzerinden geliştirirsek göreceğiz ki yaşamın her alanı iç içe örülmüş, öncesi sonrası olmayan tersine bir birileriyle bağlantılı, birbirini besleyerek, dönemsel olarak insanın yaşam ihtiyaçlarına göre öne çıkan ya da normal seyirde devam eden herhangi bir olgudur. İnsan yaşamı için bir biçim, anlayış bu anlamda kültür şekillenişidir. Kültürleşme olmadan toplumsal değerler şekillenemez. Bu olgu spor alanında da geçerlidir. Spor’daki kolektif tarz, insan ilişkileri, davranış biçimleri, centilmenlik, mütevazılık kültürünü oluşturur. Bir yaşam biçimi, üslubudur.
Ama günümüze geldiğimizde işler hiçte başında olduğu gitmemiş, kültür, yaşam tarzı, ahlak, ilişkiler anlamında büyük tahribatlar yaşanmış, yaşamın içeriği boşaltılmıştır. Sapma denilen olgu bu anlamda kendisini var kılmıştır. Özellikle spor anlayışı ve kültürü ahlaki anlamda dejenere olmuş, yozlaşmaya sürüklenmiştir. Hal böyleyken yaşamın diğer alanlarının durumları daha da iyi değildir. Ne dedik yukarıda toplumsal yaşam olgularının bir birilerini etkilediği, bütün olduğu ve parçalı ele alınmamasının gerektiğini vurgulamıştık. Spor kendi alanında kültürel yozlaşmayı yaşarken yaşamın diğer olgularının sağlıklı, ahlaklı, kültürlü seyir aldıklarını belirtmek tarihi bir yanılgı olur. Hiyerarşik sınıflı devletçi sistemler tarihin her aşamasında sporu toplumlar üzerinde egemenlik sağlamak ve bu egemenliklerini sürdürmek için kullanmışlardır. Bu yöntemlerin hayat bulmasını amaçlayan birçok yöntem uygulamışlardır. 19. yüzyıldan günümüze kadar bakıldığında, egemenlikli sistem farklı kıtalarda ve farklı biçimlerde sporu kendi sistemsel amaçları için kullanmada her türlü yolu reva görmüştür. Sporun etkili bir dil olduğunu keşfedip, en pervasız biçimde, ahlaktan yoksunlaştırarak, kültürel yozlaşmayı geliştirerek, etkili bir toplum kırım aracına dönüştürmüştür. Toplum kırımı en çokta ahlaki ve kültürel anlamda derinleştirmiş, bu anlamda yönelmeyi gözü kara geliştirmiştir. Şiddeti körükleyen, halklar savaşını besleyen yanı da madalyonun diğer yüzüdür.
Bu alan üzerinden toplumun politik ahlaki dokusu paramparça edilmeye çalışılmış, böylece kendisi olmaktan çıkan, toplumsal refleksleri duyarsızlaşmış yığınlar topluluğu oluşturulmaya çalışılmıştır. Yaşam bir bütündür ve bu çerçeveden bakacak olursak hakikati göreceğiz. Bugün baktığımızda sporun ne kadar zengin, farklı ve değişken bir alan olduğunu görebiliyoruz. Şimdiye kadar egemen zihniyete bırakılan, kapitalist tekelci sistemin insafına terk edilen bu alana artık kendi özüne kavuşma zemini açılmalıdır. Şiddetten arınmış, halkların demokratik komünal değerlerini temsil eden, insani değerleri ve paylaşımı geliştiren, toplumsal olarak etkinliğine kavuşturacak çalışmaları yürütmek tarihsel anlamda bir görevdir.
Munzur Kızılırmak
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info