14 Ocak 2014 Salı Saat 08:46
Suriye’de içerisinden geçtiğimiz süreçte ABD ve Rusya uzlaşması çerçevesinde ÖSO olarak adlandırılan güçler yeniden derlenip toparlanmaktadır. Bu ABD’nin uzlaşma şartlarından biri olmaktadır. Bu bağlamda kendisini ÖSO olarak adlandıran bazı grupların yanı sıra Selefilerden oluşan İslami Cephe de yeniden oluşturuluyor. İslami Cephe, “Mücahidin” ve “Cephe Suwar (Devrimciler Cephesi)” olarak ikiye ayrıldı. Bunlar gizlice ABD’li yetkililerle görüşerek silah ve para yardımı konusunda anlaştılar. Böylece eski ÖSO artıkları ve sözde bazı ılımlı Selefilerden oluşan yeni bir cepheleşmeye gidildi. Bu yapılırken aslında ABD’nin daha önce Irak’ta oluşturduğu paramiliter “Sahva” birlikleri tecrübesi esas alındı. Hemen ardından da bunlara Türkiye ve Ürdün üzeri silah sevkiyatı başlatıldı. Son olarak Hatay-Kırıkhan’da bir TIR’da bulunan fakat aranması hükümetçe engellenen ve skandal konusu haline gelen silahların da bu sevkiyatın bir parçası olabileceği belirtiliyor. Fakat burada işin ilginç tarafı bu yeni oluşum ve silah sevkiyatı öncelikli olarak rejime karşı geliştirilmiyor. Bilakis rejim ile ÖSO ve bu yapılanmaya yakınlaşan bazı Selefi gruplar arasında resmi olmayan kısmi bir ateşkese gidildi. Tüm bu yeni dengeler ve oluşumların esas hedeflerinden biri El Kaide bağlantılı gruplardır. Bu da Rusya’nın temel uzlaşma şartlarından biri olmaktadır. Bugünlerde hemen hemen Suriye’nin her tarafında El Kaide bağlantılı Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütüne yönelik büyük bir tasfiye hareketi başlatıldı. Başta Halep, İdlip, Raqqa ve Hama olmak üzere diğer pek çok yerde bu çeteler arası savaşta yüzlerce kişi öldü. Bu savaşta daha önce IŞİD’in yanında duran “Liwa el Tewhid” ve “Ahrar ul Şam” gibi en kalabalık iki silahlı grup da saf değiştirerek IŞİD’e saldırdı. Tam bu süreçte Irak’ta Maliki hükümetinin de Felluce ve Ramadi’de IŞİD’e dönük operasyon geliştirmesi uzlaşmanın ne kadar geniş tabanlı olduğunu göstermektedir. El Kaide’ye dönük bu uzlaşmanın bileşimi içerisinde ABD’den onun baş düşmanı olan İran’a kadar uzanan ilginç bir silsile mevcuttur. Ama ABD ile Rusya arasında sürdürülen görüşmelerde Rusya’nın El Kaide’nin tasfiyesini baş şartlardan biri olarak öne sürdüğü anlaşılıyor. Nitekim Rusya’nın Volvograd şehrindeki art arda gelişen iki büyük patlama El Kaide’nin buna dönük bir cevabı niteliğindeydi.
Mevcut Durumda Suriye’de kelimenin tam anlamıyla ortalık toz duman ve iç savaş zirvede seyrediyor. IŞİD bu saldırılara karşı intikam saldırılarıyla cevap veriyor ve daha da saldırganlaşıyor. Elinde esir tuttuğu onlarca sivili vahşice katlediyor. Öte yandan henüz kırılmış değil ve Rakka ile Til Ebyed gibi yerlerde günlerce süren çatışmalara rağmen kontrolünü sürdürüyor. Yanı sıra güçlerini taktiksel olarak Cebhet el Nusra gibi örgütlere kaydırarak ya da katarak hedeften çıkmayı da amaçlıyor. Fakat görünen o ki IŞİD zayıflatılırsa ikinci hedef Cebhet el Nusra gibi görünüyor. Sonraki hedef de Ahrar ul Şam olabilir. Böylece selefi gruplarının tasfiyesinde başarılı olunursa geriye kalan “ılımlı” kesimlerle bazı aşiret güçleri bir araya getirilerek Batı’nın istediği “askeri muhalefet bileşiminin oluşturulması hedeflenecek.
Her halükarda Suriye’de oluşturulmaya çalışılan yeni dengeler ve planlamaların toplumlara demokrasi ve özgürlükler açısından bir şey getirmeyeceğini şimdiden söylemek mümkün. Zira problem üreten kafalarla çözüm gelişmez. Hatta bu kafa ve zihniyet sadece problem değil kan revan bir tabloyu her geçen gün daha da dayatıyorlar.
Siyasal kargaşa ve Cenevre 2
Askeri alanda yaşanan kargaşa siyasal alanda da yaşanıyor. İstanbul’da toplanan siyasi muhalefet git gide daha da parçalanıyor. Son olarak Suriye Ulusal Konseyi’nden (SUK) birçok kişi ve örgüt muhalefetin çatı örgütü olarak adlandırılan “Suriye Devrimci Muhalifler Koalisyonu”ndan ayrıldılar. Ayrıca SUK Cenevre 2’ye katılmayacağını ilan ederek muhalefet koalisyonunun katılması halinde bu oluşumdan tümüyle çekilebileceğini de ilan etti. Bunun altında yatan sebep ise muhalefetin iç dinamiklere değil dış güçlere bağımlı olması ve o güçlerin siyasal hesapları nasıl uygun düşüyorsa o şekilde tutum takınmasıdır. Askeri ve siyasi alanda yaşanan bu kaos hali Cenevre toplantısını şimdiden boşa düşürüyor. Zaten bu toplantının yapılmayabileceği yapılsa bile formalite olarak kalacağı ve sırf taraflar görüşüyor havasını yaratmak amaçlı olacağı ifade edilmektedir.
Cenevre öncesi İspanya ve Fransa’da yapılan toplantılar çözümü olgunlaştırmaktan ziyade uluslar arası güçlerin kendi çıkarlarını garanti altına alma çabalarından öte bir anlama sahip değildir. Nitekim göründüğü kadarıyla bu toplantılarda Kürt halkı görmezden geliniyor. Bu da daha başından çözümsüzlük demektir zaten.
Rejimin son durumu
Bu tablo içerisinde Suriye rejimi Rusya ve İran’ın direk desteğiyle git gide muhalefet karşısında askeri ve siyasi olarak daha da başarılı olmaktadır. Askeri sahada düzenlediği saldırılarla birçok bölgeyi muhalefetten geri aldığı görülmektedir. El Kaide ve selefi grupların çete pratikleri ise rejimin aynı tarzdaki çete pratiklerini neredeyse gölgede bıraktı ve rejimi siyasal olarak güçlendirmeye hizmet etti. Hatta rejimin bazı çete grupları içerisinde örgütlenerek ve onları yönlendirerek böyle bir tablonun oluşmasında başından beri pratik sahibi olduğu belirtilebilir. Adeta “bakın rejim giderse ülke bu tür vahşi pratikleri sergileyen çetelere kalacak” izlenimi oluşturarak tekrardan meşruiyetini sağlamayı amaçladı ve bunda belli ölçüde başarılı da oldu denebilir.
Diğer taraftan Suriye rejimi içerisinde de eski yapılanma ve dengeler önemli ölçüde değişti. Her şeyden önce rejim büyük ölçüde Rusya, İran ve Hizbullah’ın etkisine girdi. Rejimin cankurtaranı olarak yetişen bu güçler şimdi rejimin iradesine adeta el koymuş durumda. Baas partisi de kendi içerisinde iyice parçalanmaktadır. Beşar Esad ve çevresindeki bir kısım Baasçılar eskisi gibi rejimin tüm güçlerine söz geçirememektedirler.
Suriye rejimi Rojava konusuda da bir yandan kendi “çözüm” alternatiflerini hazırlarken diğer yandan da Kürdistan’ın bu parçası ile ilgili gelişmelerden duyduğu rahatsızlığını hissettirmektedir. Bunu yer yer askeri yönelimlerle de göstermektedir. Daha önce Dêrik ve Halep’in Kürt mahallelerinin bombalanması bununla bağlantılıdır. Yanı sıra kendi “Kürt çözümü”nü de devreye koymaktadır. Örneğin ilk kez Şam’da Arap alfabesiyle Kürtçe dil çalışmaları başlattı. Bu yönüyle Irak rejimini örnek almaktadır. Yanı sıra kendi Kürt kadrolarını hazırlamaktadır. Yani bir tür havuç-sopa politikası izlemekte ve adeta çözüm olacaksa da benim istediğim tarzda olacak demeye getirmektedir. Diğer taraftan dışa dönük siyasetlerinde de Kürt Özgürlük Hareketini “içsel ve kendilerine bağımlı bir yapı” olarak gösterme ve böyle bir imaj oluşturmayı hedeflemektedir.
KDP’li oluşumlar ve sürdürülen özel savaş
ENKS adlı büyük oranda KDP’li kişi ve gruplardan oluşan yapılanma ise bilindiği üzere son derece tutarsız ve dengesiz tutum ve tavırlarla yol almaya çalışıyor. Hantal, çok başlı, KDP’ye ve aslında TC’ye bağımlı bu yapı Rojava devrimine karşı tam bir karşı örgütlenme gibi çalıştırılmaktadır. Bunlar aracılığıyla günlük olarak Rojava şehir ve köylerinde daha önce belli merkezlerde hazırlandığı anlaşılan özel savaş söylem ve iddiaları yayılıyor. Diğer bir ifade ile TC ile KDP arasındaki petro-dolar ilişkisi günlük olarak Rojava’ya yansımaktadır. Son olarak Hewlêr’de Rojava Meclisi ile bu kesimler arasında yapılan görüşmeler, Cenevre diplomasisi açısından belki faydalıydı. Onun dışında bu kesimlerin zaten TC-KDP ve İstanbul’daki Suriye muhalefeti çizgisinde yalpalayarak yürüyecekleri zaten bilinmektedir. Bir yandan durum bu iken diğer taraftan KDP ile Suriye rejimi arasında da alttan alta görüşme ve temasların olduğu bilinmektedir. Suriye rejimi de kendine göre bir denge siyaseti izliyor. Nitekim Suriyeli yetkililer ikide bir KDP’nin “Rudaw” televizyonuna çıkarak “siyasi” demeçler veriyorlar ve güya dengeleri kendi lehlerine çekmeye çalışıyorlar.
Ve Rojava…
Rojava tüm bu kanlı virane tablo içerisinde ve tüm ağır yönelimlere rağmen adeta bir istikrar ve demokrasi adası olarak iradesiyle ayakta duruyor. Zorlanmıyor değil. Bilakis çok zor süreçlerden geçiyor. Ama halkın özgürlüğe ve demokrasiye olan inancı ve motivasyonu tüm bu yönelim ve zorlukları fazlasıyla aşacak güçtedir. Rojava’yı ziyaret eden her kesimden heyetler ve gazeteciler bu gerçekliği kendi ifadeleriyle teslim ediyorlar.
Rojava ve Kürt halkı tüm Suriye için mihenk taşı niteliğindedir. Bir kişinin, çevrenin, örgütün ya da devletin Suriye’de gerçekten neyi istediği ve neyin peşinde olduğunu anlamak için onun Rojava’ya yaklaşımına bakmak yeterlidir. Rojava’ya yaklaşım demokratlığın ve ahlakiliğin ölçütüdür. Çünkü Rojava Kürdistanı Suriye içerisinde en kötü yaklaşıma maruz kalmış ve burada yaşayan yüzbinlerce Kürt kendi topraklarında “ecnebi (yabancı) ilan edilmiştir. Yanı sıra Rojava halkı verdiği mücadelesiyle de rejimden muhalefete, iç güçlerden dış güçlere kadar kimin ne olduğunu ve neyi hedeflediğini deşifre etti. Bunu belge ve ispatlarıyla da ortaya koydu.
Cenevre görüşmeleri öncesi, yaklaşık yüz yıl önceki Sykes Picot anlaşması adı verilen faciayı bu kadim topraklara yaşatan güçler şimdi yine aynı uğursuz oyunların peşindedirler. Yine Kürt halkını ateşe atma planları yapmaktadırlar. Ama bu sefer esaslı bir fark var. Kürt halkı yüz yıl önceki halk değil! Öncüsü, örgütlülüğü, bilinci, birliği, iradesi, meşru savunma güçleri ve tarihi duruşuyla bu sefer kem oyunlara şans tanımamaya azimli ve kararlı…
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info