AKP iktidarı bir yargı kararıyla cumhuriyet Türkiye’sinin Ayasofya’ya verdiği müze statüsünü iptal edip camiye çevirdi. Erdoğan Lozan anlaşmasının yıl dönümü olan 24 Temmuz günü Cuma namazını yanına aldığı Türk İslam sentezcileri ile birlikte büyük propagandalarla kıldı. Türk devlet geleneğinde bu biçimde mesaj verme adettendir. Erdoğan 24 temmuzda kıldığı Cuma namazıyla cumhuriyet kanunlarını, politikalarını değil, Osmanlı fethi kanununu ve politikasını esas aldığını ilan etmiş oldu. Yargıtay’ın Ayasofya hakkında verdiği cami kararının hemen sonrasında yaptığı uzun konuşmada da Osmanlı tarihini, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u ele geçirdiği gün ve günlerde yaşadıklarını, söylediklerini uzun uzun anlatarak adeta fetihiyi tamamladığını, güncellediğini anlatmaya çalıştı. Zihniyetini ve esas aldığı politikaları daha açık ve net ifade etti.
Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesinin nedenleri ne olursa olsun, Erdoğan ve AKP zihniyetinin fetihçi olduğunu çok daha net göstermiş olması bakımından önemli bir gelişmedir. Ayasofya kararı, Türk devletinin Erdoğan liderliğinde kuzey Suriye, Başur Kürdistan ve Irak yanında Libya topraklarını hangi zihniyet ve politik amaçlarla işgal ettiğini şüpheye yer bırakmayacak açıklıkta göstermiş oldu.
Türk devleti tıpkı birinci dünya savaşı ortamındaki akılla hareket ediyor. O gün ki İttihat Ve Terakki partisinin yerini bugün AKP ve MHP almıştır. İttihat Ve Terakki liderleri, savaş ortamını fırsata çevirip Osmanlının kaybettiği coğrafyaları yeniden işgal edebileceklerine inandıkları için savaşa dahil olmuşlardı. Türk devleti AKP-MHP yönetiminde benzer bir refleksle sürmekte olan 3. Dünya savaşına müdahil olmuştur.
AKP-MHP, Osmanlının 1. dünya savaşında kaybettiği ve Kemalistlerin Lozan’da kabullenmek durumunda kaldıkları toprakları ele geçirmek istiyor. Bu yanıyla 24 Temmuz Ayasofya cuması, Lozan’da çizilmiş sınırlara meydan okuma anlamına geliyor. Erdoğan, Demirel’in Türkiye Irak sınırları için belirttiğinin bir benzerini Lozan’ın çizdiği sınırlar için belirterek, Lozan’ı başarısız bulduğunu ve kabul edilmemesi gerektiğini söylemişti. Bu zihniyetteki tüm Türkler, öncelikle Osmanlı toprağı saydıkları ancak 1. Dünya savaşında kaybettikleri Başur ve Rojava Kürdistan topraklarını geri almak istiyor. Irak ve Suriye devletlerinin içinde bulunduğu durumu ve Lozan anlaşmasının inkar ettiği Kürtlerin halk olarak varlıklarının AB ve ABD tarafından kabul edilmemiş olmasını fırsat olarak kullanmaya çalışıyor. Türk devleti başını Almanya’nın çektiği AB dış politikası ile ABD’nin politikalarından güç alarak Osmanlı sınırlarına dayanmaya çalışıyor. Resmi statü kazanamadıkları için güçsüz olduğunu düşündüğü Kürtlerin durumunu, devlet sistemleri toparlanamamış Irak, Suriye ve Libya’daki ortamı fırsat görüp kullanmak istiyor. Suriye ve Irak’taki işgali Kürtlere dönük değişmemiş uluslararası inkardan zemin buluyorken, Libya’yı ise Türk İslam sentezinin mücahit asker kabul ettiği İhvan ve selefi cihadistlere dayanarak işgal etmeye çalışıyor.
Türk devletinin laik Kemalist çizgiden iktidar İslam çizgisine kaymış olmasını doğru okumak gerekir. Türk İslam çizgisi yayılmacıdır. Milliyetçi, faşist ve din istismarcısıdır. Bunlara göre Kürdistan ve tüm Arap sahası anlamında Arabistan kendilerine ait olup İngiliz, Fransız emperyalistlerince ellerinden haksızca alınmıştır. Ayasofya üzerinden verilen mesaj ve 24 Temmuz cuması ile ‘artık bunu kabul etmeyeceğiz’ mesajı verilmek istenmiştir. Bu nedenle Libya işgali sadece Erdoğan Sarraç ihvan ittifakı olarak okunamaz. Türkiye’nin Libya işgalini ihvancıların ittifakı üzerinden okunmasını ve böyle algılanmasını isteyenler, Kemalistler ve Ergenekoncu milliyetçilerdir. Geçmişte olduğu gibi bugün de Türk egemenleri emellerini İslam’ı kullanarak gizliyorlar. İslam, Türk egemenleri elinde temel yayılma aracı olmuştur. Bugün de araçtır.
Aldığımız bazı bilgilere göre Libya ve Suriye sahasına sürülmüş Türk askerleri ve çoğu Arap kökenli çetelere verilen seminerlerde ve eğitimlerde, Daiş ile yapılmak istenen ancak başarılamayanın Osmanlı mirası üzerinden Erdoğan liderliğindeki Türklerin kendileri yapacak deniliyormuş. Osmanlının Müslüman halklara dönük politikaları yeniden yorumlanıp işleniyormuş. Türk kökenli asker ve paramiliter guruplar, çoğu MİT elemanı da olan Diyanet memurları ve Menzil, İsmailağa, Hizbullah gibi dinci guruplara üye eğitmenlerce, Arap kökenli guruplarıysa ağırlıkta Mısır ihvan kadroları eğitiyormuş. Bu eğitimlerde Arap kökenlilere, kuzey Afrika liderliğinin Mısır-Suriye ihvanına verileceği, bunun için Libya’daki Sarraç hükümeti yasallığının iyi kullanılması gerektiği sıkça belirtiliyormuş. Libya’da elde edilecek başarı ile Tunus ihvanı da güçlenerek iktidarı ele geçirecek ve akabinde tümü birlikte yönünü Mısır’a verecekmiş. Bunun için Türk devleti Sisi yönetimini, Müslümanlar içinde sürekli teşhir ederek meşruiyet ve yasalığını gözden düşürmeye devam edecekmiş. Suriye yönetimine açıktan destek olarak okunabilecek hiçbir adım atılmayacakmış.
Eğitimlerde anlattıkları stratejiye göre, Mısır-Suriye ihvanı eliyle kuzey Afrika hattında yapılacakların bir benzerini Türk devleti bizzat kendisi Suriye ve Irak’ta yapacakmış. Kürt özgürlük mücadelesi üzerindeki terörist damgasını uluslararası arenada tüm imkanlarını zorlayarak kullanıp, Başur ve kuzey doğu Suriye topraklarını işgalle gerekçe edecekmiş. Suriye ihvanı, Bakurdaki din istismarcısı Kürt hainleri ve KDP’nin tümü olmazsa da Barzani ailesinin desteğini alarak bu işgale içten dayanak yaratmaya çalışacakmış.
Hem Libya hem de Rojava ve Başur Kürdistan işgallerinin şimdiye uluslararası alanda beklenen tepkiyle karşılanmamasının nedeninin de ABD, İsrail politikalarına bağlanarak, bu planlarının dış desteğe dayandığı ima ediliyormuş. Erdoğan’ın İsrail ve ABD’ye ihvancı Sünni bir hat oluşturup İran’ı sınırlandıracağı, Daiş örneğini vererek Müslümanları radikal unsurlardan temizleyeceği sözü verdiği de söz konusu eğitimlerde siyasi analiz olarak işlendiği belirtilmektedir.
Libya’da hedeflerine ulaşmaları halinde, bunun Suriye-Irak-Kürdistan hattındaki yayılmayı kolaylaştıracağı, sonunda Osmanlı İslam sınırlarını kapsayan yeni bir Müslüman devletin Türkler liderliğinde kurulacağı, her milletin Osmanlıdaki Sancaklar gibi özerk statü sahibi olacağı belirtilmektedir. Hata Mısır ve Suriye’yi tıpkı Hidivlik dönemindeki gibi birlikte ele alacakları ve daha fazla özerklik verileceği dilendiriliyormuş. Ak Denizi İslam gölü yapmayı planlamış bu saldırganlığın sonuç alıp almayacağını birlikte göreceğiz. Ancak ister sonuç alsın ister almasın çok kanlı bir proje olduğu yeterince görülmüştür.
Türkler her ihtimale karşı birincisinden dar yedek bir plan da hazırlamış deniliyor. Buna göre büyük planları tutmazsa Libya’da siyasi çözüm-masaya oturma adı altında ABD, AB ve Arap birliğine tavizler verilip karşılığında Başur ve Rojava Kürdistan işgalini onaylatmak biçiminde tasarlanmış. Bu planla yeni bir Kürt soykırımı yapılarak, Kürtlerden arındırılmış Rojava ve Başur alanlarına birlikte hareket ettiği çeteleri yerleştireceklermiş. Bu bilgileri veren kaynağım, Erdoğan’ın Serekani ve Gre Sıpi işgalinde ısrar etmesinin nedenini yanına aldığı ihvancıları emperyal amaçlarına katmaya ikna etmek olduğunu belirtti. ABD ve Rusya’nın da bu projeye çok karşı olmadığını göstermek istediğini ifade etti. Kaynağım Ayasofya’nin cami yapılmasının benzer bir amaçla yapıldığını söyledi.
Mısır’ın Libya’ya asker gönderme kararı alması anlatmaya çalıştığımız Türk planından Arapların da haberdar olduğunu gösteriyor. Bu nedenle Mısır’ın Libya’ya asker gönderme hamlesi, Türklerin birçok planını bozabilir. Osmanlı en kritik süreçlerinden birinde Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın hışmına uğramış, Ruslara ve İngilizlere teslim olup ancak canını kurtara bilmişti. O günlerde Mir Muhammet biraz daha akılı davranmış olsaydı Osmanlı Kürdistan ve Mısır olmak üzere ikiye bölünebilirdi. Kim bilir belki bu defa böyle bir şey olabilir; Mısır Hidiv geleneğini güncelleyerek Arap sahasında, Kürtler de tarihlerinden aldıkları derslerle Anadolu ve Mezopotamya’da güç olur ve Ortadoğu Türk İslam sentezi belasından kurtulmuş olur…
Mehmet Gören
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi