HABER MERKEZİ – Devlet olanakları ve ideolojik aygıtları ile belli bir planlama çerçevesinde Faşist ittifak toplumu etkileyebilmektedir. Bu planlamaların özü, Beyaz Türk faşizminin en ulusalcı kanadının sürekli vurguladığı gibi dinsel bir toplum yaratmak değildir. Çünkü AKP’nin hedefi ahlaki değerlerle değil maddi çıkar güdüsü ile hareket eden bir elit ve onun güdümünde dinsel duygularla kolayca yönlendirilebilen, ahlakla değil çıkar eksenli hareket eden geniş bir yığın yaratmaktır.
AKP-MHP faşizmi sistematik bir şekilde ifade etmese de topluma giydirmek istediği elbisenin modeli Türk-İslam Sentezinde ifadesini bulmaktadır. Bunun pratik yansımalarına, yani toplumda yaratmak istediği dönüşümlere bu pencereden bakabiliriz. 17 yıldır egemen olan ve demokrasi karşıtı hegemonik iddiaları olan AKP’nin toplumsal değişim projesi doğal olarak vardır. Başından itibaren yeşil faşizme uygun bir ideolojiye sahip bir yığın yaratma hedefi olsa bile son 5 yıldır MHP ile kurduğu faşist ittifak sonrası bu açıdan belirgin adımlar attığı açıktır. Baştan belirtilmesi gereken AKP’nin tüm faşist yapılar gibi toplumu sürü olarak gördüğü ve yönlendirmeyi esas aldığıdır. Devletin çobanlığını yaptığı tüm farklılıkları dışlayan tek tip bir sürü, faşizmin toplum rüyası budur. Erkek egemen bakış, itaat, biat, şefe sadakat, farklı olana düşmanlık bu rüyanın asli sütunlarıdır.
Faşizmin Toplum Rüyası: Tek Tip Bir Sürü Toplumudur
MHP’nin bu açıdan uzun yıllara dayalı bir hedefi olduğu açıktır. Lümpen alt sınıfları ve orta alt sınıfları özellikle de Kürt düşmanlığı üzerinden bir itaat topluğu biçiminde örgütlemek geleneksel faşizmin çerçevesine de uygundur. Yeni dönemde iktidar olanakları ile devlet bürokrasi içerisinde uzun süredir yönlendirdiği kadrolar üzerinden bu projeyi yaygınlaştırmak ve sivil çetelerini bir iç savaş durumuna hazır tutmak temel hedefidir. Kitle dönüşümünden çok, dar ama etkili bir taban dönüşümü ile toplum üzerindeki etkinliğini artırmak istemektedir. Bahçeli’nin güncel rüyalarına karşın MHP’nin tek başına iktidar olma ihtimali varoluş sebebi nedeniyle oldukça zordur. Bu nedenle mevcut konumla kazandığı kitleden fazlasını değil, bu konumunu kendi zihniyeti doğrultusunda olabildiğine kullanmak istemektedir. Son kertede kilitlendiği saçma da olsa bir ideoloji vardır ve faaliyetlerinde bu ideolojik bakış tek belirleyen olmasa da esastır.
Devlet olanakları ve ideolojik aygıtları ile belli bir planlama çerçevesinde Faşist ittifak toplumu etkileyebilmektedir. Bu planlamaların özü, Beyaz Türk faşizminin en ulusalcı kanadının sürekli vurguladığı gibi dinsel bir toplum yaratmak değildir. Çünkü AKP’nin hedefi ahlaki değerlerle değil maddi çıkar güdüsü ile hareket eden bir elit ve onun güdümünde dinsel duygularla kolayca yönlendirilebilen, ahlakla değil çıkar eksenli hareket eden geniş bir yığın yaratmaktır. Dinsel atıfları bu hakikat ışığında erimektedir. Dinsel kılıfın bilinçli ya da bilinçsiz olarak inşa ediliyor olması gerçeği değiştirmez. Yani AKP’li kurmayların kendilerinin dindar olup olmamaları arzuladıkları toplumun ana eksenin saf çıkar olduğu gerçeğini etkilemez. Kuşkusuz AKP binyıldan fazladır içinde birçok türev barındıran Devletçi İslam geleneğine dayanmaktadır. Fakat toplum yapısında yaratmak istediği asıl dönüşüm Devletçi İslam’ın kapitalist moderniteyle sentezidir. Bu sentezde asıl rengini veren de kapitalist modernitedir. Etkilenen alt sınıfların yaşam biçiminde dinsel motiflerin belirgin olduğu doğrudur fakat bu motifler kazındığında altında kapitalist modernite hayranlığı ile burjuva özentisi bir yaşamın çıktığı da açıktır. Bireycilik en geçer akçedir. Ama dini ve şovenist söylemlerle bezenmiş bir bireycilik.
Kültür ve medyada toplumun önüne sürülen örnekler her açıdan düzeysiz, düzeysiz olduğu kadar pişkin, iktidar olmanın verdiği kibir ile dolu kişiliklerdir. AKP’nin liberallerden önemli destek aldığı ilk dönemlerin aksine faşist ittifak döneminde kanaat önderi diye sunulan “Yerli” ve “Milli” aydınlar şeklinde adlandırılan kişiler küfür ve zırva dışında iki mantıklı cümleyi art arda kuramayan insanlardır. Medya kendini insan sanan bu kişilerle doldurulmuş ve toplum bunlar aracılığıyla tek tipleştirilmeye çalışılmaktadır. Kültür dünyası çöle çevrilmektedir. Sorgulayıcı felsefi düşünce ve gerçek aydınlar bir kez daha düşmanlaştırılmıştır.
“Üç kıtaya egemen olan ecdadımız” edebiyatının süreklileştirilmesi zayıf konumun farazi, bir geçmişe dayanılarak örtülmesi klasik bir yöntemdir fakat AKP-MHP faşizmi bu noktada kör göze parmak sokar. Kara-Yeşil Faşizme göre tarih bir kez daha yazılmaktadır. Bu yeni tarih diziler, tarih dersleri gibi yöntemlerle yaygınlaştırılmaktadır. Ümmetin lideri Osmanlı güzellemeleri ile yeni padişaha biat sağlanmaya çalışılmaktadır. Değindiğimiz üzere Türk İslam Sentezi olarak ifade edilen kendi içinde çelişkili akıl yürütme şeklinin zaten bütünsel bir bakış yaratabilmesi mümkün değildir. Çünkü ümmetçilik ve milliyetçilik sentezlenmeye çalıştığında açığa usa uygun bir çerçeve çıkmaz. Bir birine uyumlu tezler ortaya koymak zaten bu zihniyete yabancı bir olgudur. Çünkü tutarlılık aynı zamanda sistematik bir değerler silsilesini gerektirir. Oysa Türk İslam Sentezi çıkar ve egemenlik arzusu dışında bir çekirdeği olmayan kısır, yavan bir sistematiktir. Öte yandan bu ideolojinin salgıladığı ruh hali ile faşizmin tutarsız dış politikalarını kabullenme sağlanmaktadır. Bu şekilde iki gün önce düşman olan bugün ortak ve kardeş, dün stratejik ortak olanın bugün düşman olması normal karşılanabilmektedir.
Faşist İttifak Özgür İradesi Olan Kadından Korkar
Faşizm erkek egemen bakış açısının yeniden ve daha ince ama daha köklü olarak oluşturulmasını esas alır. Ataerkil zihniyetin en bayağı özellikleri topluma erdem gibi sunulur. AKP-MHP faşizmi süs olarak kadını kendi saflarında yer verir ama ona göre kadının esas yeri evi, kocasının bir adım gerisidir. Kadına yönelik politikalarının çeşitli biçimlerde örtmeyi de unutmaz. Fakat cinsiyetçi bakış açısını en üst perdeden vurgulamadan edemez. Dinciliğin en kaba şekli kadın konusunda devreye girer. Faşizm döneminde sürekli artan kadına şiddet olaylarının kadın katliamına evrilmiş olması iktidarın bu niteliğinin doğrudan yansımasıdır. Devlet yurttaşlardan nasıl ki sürekli bir itaat bekliyor aksi durumda her tür zoru açıkça uyguluyorsa, onun mikro düzeydeki kopyası şeklinde inşa edilen erkek aynı şeyi kadına yapmakta ve sınırsız bir şiddet kullanımını normal görmektedir. Kadına yönelik suçları sürekli affetmeye çalışan, tecavüzün evlilik perdesi ile suç olmaktan çıkarılabileceğini düşünen ve bunu yasal hale getirmeye çalışan eril bir mantık iş başındadır. Topluma saldırı olan faşizm her şeyden önce kadını hedefler ve faşist iktidar döneminde hiçbir kadın güvende değildir. Erkek şiddet uygulayabilir, taciz edebilir ve öldürebilir çünkü arkasında onu koruyup kollayan devletin olduğuna emindir.
Faşist ittifak en çok kadından, özgür iradesi olan kadından korkar. Özgürlük hareketine yönelik düşmanlığı Kürt soykırımcısı özünün yanında erkek egemen bakış açısından da beslenir. Kendi hastalıklı anlayışının yayılması için sadece erkeği biçimlendirmeyi esas almakla yetinmez aynı doğrultuda bir kadın tipolojisi de yaratmayı amaçlar. Kadın niteliklerini kaybetmiş köle bir kadın imal etmek faşizmin temel hedeflerindendir. Bu açıdan özellikle Erdoğan şahsına hayranlıkla bezenmiş bir kadın topluluğu da açığa çıkarmıştır. Fakat bu perde onun kadın düşmanı yanını örtmez. Sadece erkek aklı ile şekillenmiş köle kadının en az erkek kadar özgür kadına düşman olduğuna yeni bir kanıt sunar.
Korku atmosferinde sürekli tedirgin bir toplum yaratmak faşizmin toplum mühendisliğinde merkezi bir yer kaplar. Hem karşıtlarının hem de yandaşlarının temel duygusunun korku olmasına dikkat eder. Karşıtlarını demokratik mücadeleden caydırmak, etkisiz kılmak için kendini olduğundan güçlü göstermesi elzemdir. Yandaşlarının ise sürekli tehdit altındaymış gibi hissetmesine ve faşist iktidar olmaksızın toplumsal yaşamın paramparça olacağı kanısının oluşmasına dikkat eder. Bunun için özel savaş aygıtlarını yoğunca kullanır. Bu, yönlendirdiği kitlenin daha sıkı bir şekilde kendine bağlı kalmasını sağlar. Tüm faşist tahayyüllerde korku içinde bir toplum ve güvenli liman olan devlet vardır. Faşist ittifak bu genel temayı oldukça yoğun olarak işler. “Beka sorunu” bu korku sopasının görünür vurgulama biçimidir. Fethullahçı yapı bir korku unsuru olarak sürekli kullanılsa da korkuları geliştiren asıl dinamik her zaman olduğu gibi Kürt halkıdır. Bilinçsiz kitleler adını bile söylemedikleri şehirlerde ölen askerlerin onların öcü olan Kürtlerden koruduğuna emin hale getirilir. Bu korku bilinçaltına işlendikten sonra her militer politikaya kolaylıkla onay alabilir.
Bu projede Kürt halkının yeri ise aslında olmamaya kabullenmektir. Kürt kelimesi istismar için bile kullanılmamaktadır. AKP-MHP faşizminin beklentisi maddi olanaklar sunulmuş Kürt işbirlikçiliği üzerinden soykırımı kabullenen bir Kürt toplumu oluşturabilmektir. AKP’nin ilk yıllarındaki Özgürlük Hareketine alternatif Kürt hareket yaratma vb. tasfiye planları soykırım hedefinin gölgesinde rafa kaldırılmıştır. Bireysel haklar bile sözü edilmemesi gereken konular kapsamına alınmıştır. Faşist Erdoğan’ın “Kürt Sorunu çözülmüştür” demesinin nedeni budur. Kürt halkının toplumsallığının eritilmesi tek hedeftir.
Bu açıdan bugünlerde süreklileştirilen gerilla mezarlıklarına saldırı iyi algılanmalıdır. İnsanlık dışı bu işkence faşizmin klasik sadizminde sınır tanımazlığını örnekleyen bir olgudan ibaret değildir. Ve sadece devletin çetelerinin histerik duygularını okşayarak yönelttiği bir saldırı da değildir. Faşizmin yaşamını yitirmiş bedenlerden bile korktuğunu gösterir bu hareket fakat bu sadece gerçeğin bir yanıdır. Çok bilinçli ve uzun süre göz önüne alınarak planlanan bir stratejinin adımlarından biridir; gerilla mezarlarını tahrip etmek. Bu şekilde soykırımın zihinsel bir boyutu tamamlanmak istemektedir. Kürdün özgürlüğü için mücadele ettiğini bu uğurda bedeller verdiğini bile unutturarak halk olmanın temeli oyulmak istenmektedir. Kendince özgürlük hareketini tasfiye edecek ve halka onu hatırlatacak hiçbir şey de bırakmayacak. “Kürtler her zaman köleydi” düşüncesi zihinlerde yer aldığında soykırım önemli mesafe kat etmiş olacaktır. AKP-MHP faşizminin tam olarak yapmak istediği ve başaramayacağı şey tam da budur.
AKP tüm bu çerçeveyi toplumun en derinlerine dahi aktarabilme hedefi ile örgütlenmektedir. Kadın kolları, gençlik kolları gibi örgütlere faşizmin verdiği önem bu nedenledir. Fakat bu faşist toplum projesinin atası olan 12 Eylül’ünkine benzer akıbeti yaşayacağı ve bu sonucun yine Kürt özgürlük hareketi tarafından sağlanacağı kesinidir. Ayrıca kısa vadede kısmi sonuçlar alabilirse de 12 Eylül gibi uzun süre etkili olabilmesi ve kalıcılaşabilmesi mümkün değildir. Çünkü hem toplumsal durum hem de dünya koşulları buna uygun değildir. Bununda ötesinde AKP-MHP faşizmi iyi kötü bir devlet mekanizması yaratabilecek yetenekten yoksundur. Şimdi bu noktaya bakabiliriz.
Faşizminin Dayanakları
AKP-MHP faşizminin dayanaklarını ele almak onun yaratabileceklerinin sınırlarını sergilemekle kalmaz aynı zamanda bize bu iktidarın potansiyelini, kurumsallaşma ihtimaline dair de fikir verir. Fakat bu çabada genel değerlendirme yöntemlerinin önünde kimi zorluklar vardır. Özellikle merkez kapitalist devletlerde görebildiğimiz klasik ulus devlet zemininde bir hükümetin zemini organik ilişki kurduğu toplumsal tabakalar, sınıflar, programını hayata geçirme performansı, ülke dışı aktörlerle ilişkileri ve devlet yapısı ile uyumluluğu gibi faktörler üzerinden irdelenir. Faşist sistemler içinse dünyanın her yerinde dayanaklar esasta zor aygıtlarının konumu ile anlamaya çalışılır. Krizlerle bariz bir ilişkisi olan faşist hareketlerin dayanakları daha çok bu krizlerin ortaya çıkardığı zeminlerde yükselir. Bunun yanında kendini ne kadar zamana yayabileceği sorusu faşizmin dayanaklarına dair araştırma ile çakışır. Çünkü faşizm(geleneksel diktatörlükleri faşizmle karıştırmamak gerekir.) her ne kadar ulus devlete içkinse de ulus devletin faşist yüzü ancak bazı dönemlerde inkâr edilmez kriz hallerinde açığa çıkar ve bir süre sonra farklı maskeler takma zorunluluğu vardır. Türkiye dışında dünyada 30-40 yılı aşan faşist örnekler yok gibidir.( Sırasıyla İspanya ve Portekiz’de kurulan 35 yıllık Franco rejimi ile 40 yıllık Salazar rejimi en uzun süren faşist iktidarlar olarak istisnai örneklerdir.) Ulus devlet kendini faşist çekirdek üzerinden inşa etse de bu çekirdeğini sürekli sergilemez. Çünkü faşizmin belirgin bir özelliği de ulus devletin ideolojik çarpıtmalarını(Ulus iradesi, parlamenter sistem, erkler ayırımı, hukuk devleti vs.) açıkça bir kenara bırakmasıdır. Bu nedenle faşizmin genel görüntüsü araçları, mantığı ulus devlete içkin olsa da dönemseldir. Bu durumlarda esas sorun faşizmi doğuran krizin nasıl sonuçlanacağı ve faşizm sonrasına geçiştir.
T.C. devleti için düşünüldüğünde bu iki bağlamda da güncel faşizminin dayanaklarını araştırmada bize fazla yardımcı olmaz. Keza T.C. ’de hükümetlerinin işleyişi belli esintileri olsa da liberal demokrasi zemininde değildir. Hükümetler toplumla halkla ilişki kurmayı sadece seçimler çerçevesinde ele alırlar. Bu nedenle siyasi bir partinin, parti programını halka anlatması ve bu çerçevede davranacağına iddia etmesi tali bir durumdur. T.C. ‘de halktan oy alıyor görünmek bile iktidar olmanın esas dayanağı değildir. Oyları kanalize etmek, kitleleri manipüle etmek her ne kadar bir çaba gerektiriyor ve T.C. ’deki siyasi partilerin ana uğraşlarından biri oluyorsa da belirleyici değildir. Bu açıdan faşist ittifakın kitlelerle ilişkisine bakmak bize dayanakları açısında fikir sunsa bile asıl noktaya işaret etmez. Öte yandan faşizm T.C. sisteminde fazlasıyla ayrıksı olarak geçici değil, esas biçimdir. Tersine devletin ‘temsili demokrasinin ilkelerine göre davrandığı, görece demokratik tartışma imkânlarının oluştuğu dönemler sınırlıdır. TC’de hükümetler değişir fakat faşizmle hem hal olan devletin yönetimi şekli bu şekilde değişmez. İktidar birikmesinin açığa çıkardığı her zaman homojen olmayan içinde klikler de barındıran devletin bir çekirdeği vardır. 100 yıla yaklaşan tarihinde T.C. toplam en fazla 15-20 yıl şeklen ulus devletin faşizm dışındaki maskelerini takmıştır. T.C. ‘de faşizm ve bu arada bir önceki bölümde açıklamaya çalıştığımız gibi AKP-MHP faşizmi istisnai bir durum değildir. Çünkü T.C. ‘nin krizi Kürt soykırımı nedeniyle ontolojiktir. Bu da faşizmin dayanaklarının kendinde menkul olmaktan ziyade T.C. rejiminin 97 yıllık geleneğinden devşirmesi anlamına gelir. Bu konuya faşizm sonrası olasılıkları tartıştığımız son bölümde tekrardan döneceğiz. Bu noktada imge olarak Mustafa Kemal’in son 5 yıldaki yoğun kullanımı Ergonekoncuların faşist ittifaka dâhil edilmesinin yanında T.C. ‘nin simgesi olarak vazgeçilmez olduğunun gösterilmesi önemli bir ipucudur. Faşizmin dayanakları tartışıldığında T.C. rejiminin bu özgün yanlarını dikkate almak zorunludur.
Öncelikle AKP-MHP faşizminin T.C. rejimin hegemonik gücü olmaya çalışırken kazandığı mevziler onun temel sütunlarıdır. Yani faşizm sırtını devletle özdeşleşmeye dayamaktadır. Ne kadar devletleşebilirse kendini o kadar sürdürebilir kılar. Devletin maddi ve manevi olanakları onun temel dayanağıdır. Bu durum faşizmin Türk devletinde yaşam bulma tarzından da kaynaklanmaktır. Çoğunlukla devletin en azından örtük desteği olmaksızın faşist hareketler gelişmez lakin birçok faşizm türünde en azından başlarda muhalif bir dil ve bir yere kadar kitle örgütlenmesi söz konusudur. T.C. ’de ise değindiğimiz gibi durum bu şekilde gelişmez devletin kendisi zaten bu biçimde örgütlendiği için daha uç faşist yapılanmalar ise ancak Kara Türk Faşizmi gibi devletin dallarından beslenerek var olabilirler. Bu nedenle devletleşme iç içe geçmiş diyalektik bir süreç olarak bugünkü AKP-MHP faşizminin hem hedefi hem de bu alanda gösterdiği ilerleme onun zemini olmaktadır.
Faşist ittifakın bu konuda da AKP’nin daha önceki 13 yılda tek başına kat ettiği mesafeden daha fazla yol aldığı açıktır. Sadece devletin şeklinde yapılan değişiklikler düşünülürse bu durum daha anlaşılır olur. Hukuksal değişimler her ne kadar T.C. ‘nin hukukla ilişkisinin yavanlığı düşünüldüğünde tek başına çok anlam ifade etmese bile hegemonya inşasında bir etken olduğu kesindir. Erdoğan-Bahçeli faşizmi her tarafı dökülen T.C. devlet mekanizmasını kendi mantığı ile yeniden dizayn etmeye yönelmiştir. Ortaya ne olduğu belli olmayan bir işleyiş çıkmış ve kısa süre faşistlerin kendisi bile yapılan düzenlemelerden şikâyetçi olmuşlardır. AKP teşkilatlarında cumhurbaşkanlığı sisteminde değişim isteklerinin zaman zaman ifade edilmesi bu sistemin faşistler için bile işlevsel olmadığını gösterir. Kabaca faşist keyfiliğin temel işleyiş olduğu bir sistem yaratmıştır fakat hegemonyasında nihai kurumsallaşmayı sağlamamıştır. Zaten Erdoğan-Bahçeli faşizmi için yaşamsal soru devleti ne kadar ele geçirebildiğidir. Hegemonya olma çabası onun en güçlü dayanağı olduğu kadar zayıf karnını da oluşturmaktadır. Faşizmin sözcülerinin her türlü imkâna rağmen kendilerini sürekli tehdit altında hissetmeleri ve bunu ifade etmeleri bundandır. Örneğin İstanbul seçimini rejim sorunu haline getirmelerini, seçimi kaybetmelerini, bunu kabul etmeyerek hukuk cambazlığı olarak bile ifade edilmeyecek gerekçelerle seçimi tekrarlatmalarını bu çerçeveden hatırlayabiliriz. Yine insanları göçe zorlayan kasvetli zora dayalı atmosferinde en ufak bir gevşemeye izin vermemeleri ayaklarının altındaki zeminden emin olmamalarındandır.
Tüm faşist sistemeler de olduğu gibi AKP-MHP faşizminin de dayanaklarının başında devletin zor aygıtları gelmektedir. Asker ve polis kuvvetleri faşizmin topluma saldırıp, tahakkümünü sürdürmesinde başat rol oynamaktadır. Toplumun en ufak demokratik refleksine vahşice saldırması zaten faşizmin olmazsa olmazlarındandır. Faşizmi devletin çıplak zorundan bağımsız düşünebilmek var oluşu gereği mümkün değildir.
Ordu’yu Kendine Bağlı Hale Getirmesi İçin 15 Temmuz Sonrası Yapılan İç Tasfiyeler!
Bu çerçevede faşist ittifakın devletin zor aygıtlarını kendine sadık hale getirmesi oldukça önemlidir. Tarihte kendi zor aygıtları tarafından devrilen ya da bunla yüzleşmek zorunda kalan faşizm örnekleri vardır.(İlk akla gelen Portekiz’deki ordudaki genç subayların öncülük ettiği Nisan Devrimidir, fakat 1944’teki Hitler’e yapılan başarısız suikast eksenli askeri darbe girişimi de bu çerçevede düşünülebilir.) T.C. sisteminde nevi şahsına münhasır bir gelişime sahip olan ordu üzerinde AKP-MHP faşizminin tam hâkimiyet kurduğu söylenemez. Beyaz Türk faşizmi ile girdiği hegemonya mücadelesinde statükonun esas vurucu gücü olan Ordu’da önemli tasfiyeler yaptığı, bunu 15 Temmuz’un ardından geniş boyuta taşıdığı açıktır. Bugün Genelkurmay Başkanı görevinde olan kişinin ismini çok az kişinin biliyor olmasını çok değil sadece 10 yıl önce düşünebilmek olası değildi. Yine de Ordu’nun hem yapısını hem de olanaklarını budayıp geleneksel yapısını allak bulak eden(Ağustos 2019’da İdlip’te işgal hareketinde görevli generaller, tahammüllerin bozulmasını gerekçe yapıp istifa etmesi çok üzerinde durulmayan bir olay olarak akılda tutulabilir.) AKP-MHP faşizminin orduyu kendi ordusu haline getirdiğini söylemek zordur. Esasında çoğu hükümete karşı ordu içi klikler sadece Kürt düşmanlığı üzerinden bir arada tutulabilmekte ve iktidar karşıtı tavır almaması sağlanmaktadır. Bunu darbe girişiminden bu yana 5 yıl geçmesine karşın hala en az ayda bir kez bazı subayların tutuklanıp, ordudan uzaklaştırılıyor olmasından anlayabiliriz. Yine darbe söylentisinin sürekli gündemde tutulmak istemesi bir yandan kitleleri korkutmak içindir fakat aynı zamanda bunun yanında faşist hükümetin kalıcı korkusuna da işaret eder. Ama bu ordunun faşizmin temel dayanaklarından biri olduğu gerçeğini değiştirmez çünkü özellikle Kürt halkına karşı yürütülen savaşta doğrudan faşizmin yalın bir aracı olarak devrededir. Kuşkusuz AKP-MHP ittifakı orduyu sadece araca indirgeyebilmiş değildir fakat isteğinin bu olduğu kesindir. Örgütleme yeteneği olsa özellikle AKP’nin yeni bir orduyu baştan kurmak isteyeceğini de söyleyebiliriz. Aslında ordunun “profesyonelleşme” iddiasıyla biçim değiştirip para eksenli bir yapıya dönüştürülmesi soykırım savaşındaki rolü ve orduyu kendine sadık hale getirme isteği ile ilgili olduğu ifade edilmelidir. Faşist şef Erdoğan’ın işgal hareketlerini yoğunlaştırdığı dönemlerde üniforma giyerek poz vermesi bu ordunun başkomutanı olarak kabul edildiği anlamına gelmez.
Ordu’nun konumundan bahsederken Hulusi Akar’a dikkat çekmemiz gerekir. AKP-MHP faşizminin görünür az sayıdaki simalarından olan ve Erdoğan’ın neredeyse “Mareşal” unvanı vereceği Savunma Bakanı Akar’ın ordu içinde etkinliğini ölçmek oldukça güçtür. Başında bulunduğu ordunun kurmay yapısının neredeyse yüzde sekseni darbe girişimine katılmış ve en azından bu gerekçeyle tasfiye edilmiş bir komutanın bu kadar kritik bir konuma gelme nedeni tıpkı 15 Temmuz günü aldığı tutum gibi belirsizdir. Fakat açık olan faşizmin ordunun sadakatini onun üzerinden sağlamaya çalıştığıdır ve bu da aslında ordunun bağlığının çok ince bir çizgi de seyrettiğinin göstergesidir.
Emniyet Hükümetlerin Daha Fazla Etkili Olduğu Bir Kurumdur
Diğer önemli zor aygıtı olan emniyette ise geleneksel olarak hükümetlerin kadrolaşmaları söz konusuydu. Ordu Beyaz Türk faşizmin kalesi konumunda olurken, güncel hükümetlerin daha fazla etkili olduğu bir kurumdur. emniyet Bu temelde emniyet ve ordu arasında bugünde örtülü süren sürekli bir çekişme halinden de bahsedilebiliriz. AKP sayesinde Fethullahçıların 2000’lerin başından itibaren açıkça bu zeminde güç haline geldiği bilinmektedir. 17-23 Aralık 2013’te AKP-Fethullahçı yapı çatışması da bu alan üzerinden sıcak çatışmaya döndü. Bu nedenle AKP emniyetteki tasfiyelere daha erken başladı. Burada kendine bağlı bir yapı oluşturmaya çalıştı. Mevcut durumda polisin faşizme daha doğrudan bağlı olduğunu ifade edebiliriz. Özellikle MHP’li polisler bu bağlılıkta önemli bir rol oynamaktadır. AKP aynı oranda bir bağlılık ürettiği tartışmalıdır. 90’lar kirli savaşının önemli aktörlerinden Mehmet Ağar’ın da emniyetin iktidara yakınlaşmasında mühim bir rol oynadığı söylenebilir. Bugün faşist ittifakın önemli bir aracı konumunda olan emniyettin iktidar kayması ile taraf değiştirme olasılığı oldukça güçlüdür.
Faşist İttifakın En Güvendiği Kurum: MİT
Devletin zor aygıtlarından faşizmin en güvendiği kurumun MİT olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır. İstihbarat örgütleri 20. Yüzyılda ulus devletlerin temel zor aygıtlarından biri haline gelmiştir. Günümüzde aynı zamanda rıza imalatında da ciddi bir rol oynarlar. MİT için geçen yüzyılda benzer önemden bahsedemeyiz. İttihatçı iktidarın artıklarından daha cumhuriyetin başından itibaren bir kurumsallaşmaya gitmiş olsa bile MİT Türk devletinin iç iktidar sisteminde özgün bir ağırlığa AKP-MHP faşizmi dönemine kadar kavuşmamıştır. Toplumla savaşta her türlü kirli yönteme başvuran bu açıdan atası Teşkilatı Mahsusa ’ya layık olan MİT 50 öncesi Türkiye’de zaten cılız olan sosyalist-demokrat harekete saldırma dışında bir misyon yüklenmemiştir. 1950 sonrasında ise hem maddi hem zihinsel hem de pratik işleyişte doğrudan ABD’ye bağlanan bu kurum halka saldırma konusunda gelişse de bağımsız bir iktidar odağı ya da iktidar olanların çok muhtaç olduğu bir kurum haline gelmemiştir. Öte yandan şefliğine 90’ların ortasına kadar asker kökenli olmayan kimsenin gelmediği MİT bağlılığını yasal olarak ifade edildiği biçimde hükümete değil, her zaman orduya yani asker-sivil bürokrasiye sunmuştur. 2000’lerden sonra yapısal farklılaşma yaşayan MİT, Hakan Fidan’ın şefliğe gelişinden itibaren önce AKP’nin diğer iktidar odaklarla mücadelesindeki temel aracı olmuş 15 Temmuz ardından ise AKP-MHP faşizminin temel dayanağı haline gelmiştir. Sadece özgürlük hareketine karşı savaşta ön plana çıkarılarak değil, aynı zamanda tarihte hiçbir zaman olmadığı gibi propagandası yapılıp ciddi bütçeler sunulması ile de MİT faşist ittifak için vazgeçilmez bir konuma gelmiştir. Faşizmin emperyal rüyaları için de birinci derecede görevlendirilen bu yapı oldukça şişirilmiştir. Faşist ittifakın temel dayanaklarından biri olduğu ne kadar doğruysa aslında içi boş kof bir örgütlenmeye sahip olduğu da o kadar kesindir.
Yine de bu Hakan Fidan’ın etkisiz bir figür olduğu anlamına gelmez. Sadece istihbarat alanında değil, faşist hükümetin dış politikasının belirlenmesinde oldukça aktif olan bu eski astsubay, Erdoğan’ın sırdaşından öteye bugüne kadar ondan ayrı hareket edip etmediğinden bağımsız tek başına ciddi bir aktör haline gelmiştir. Yine de yaklaşık 10 yıldır sistemin en karanlık noktasında arzı endam eden bu şahısın kaderi AKP-MHP faşizminin geleceğine bağlıdır ve tıpkı bu iktidar gibi çöküşe doğru yuvarlanmaktadır.
Oldukça garip bir şekilde AKP-MHP faşizminin iktidarının dayanaklarından biri ana muhalefet partisi konumunda olan Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’dir. Onu iktidardan etme hedefine sahip olması gereken CHP’nin mevcut yönetimi her kritik dönemde faşist iktidara can simidi olmuştur. Bu durumda Kılıçdaroğlu yönetiminin belirgin payı olmakla birlikte daha temel etkenler de söz konusudur. Özgürlük hareketinin T.C.’yi yapısal krize sokmuş olması devletin kendisini zorlamaktadır. Devlet aklı bu süreçten AKP’ye teslim olmadan fakat demokratikleşmeye -ki bu aynı zamanda onun egemenliğinin sonu olacaktır- imkân vermeden çıkmak istemektedir. Faşist ittifakın devlet varlığı için taşıdığı tehlikeleri gören fakat Kürt düşmanlığından da vazgeçemeyen bu çekirdek “devletin bekası” argümanını paylaşmaktadır. İçinde demokrat kesimlerden katı ulusalcı damara kadar birçok hizbi barındıran CHP üzerinde devletin çekirdeğinin etkisi ise barizdir. Asimle olmuş bir Kürt olarak simgesel bir konumu da olan Kılıçdaroğlu bu hassasiyeti temsil etmektedir. Demokratik siyasete saldırının ilk işaret fişeği olan dokunulmazlığın kaldırılmasına “Anayasa’ya aykırı ama destek vereceğiz” diyerek ortak olmaktan Nisan 2017 referandumunu AKP’ye hediye etmeye kadar iktidara sunulan destek kaynağını işte bu Kürt düşmanı kaygılardan almaktadır. Faşizmin karşısında tutarlı bir demokrasi cephesinin oluşmasını da engelleyen bu tutumuyla CHP hükümete destek olmaktadır. Öte yandan CHP içinde faşizmin tehlikelerini net olarak gören özgürlükçü bir kesim de vardır. 2019 yerel seçimlerindeki tablonun oluşması da özgürlük hareketinin stratejik hamlesi, devlet aklını temsil edenlerin faşizmin yönetemediğini görmesi ile beraber biraz da bu kesimden kaynaklanmaktadır. Ayrıca CHP’nin çekingen muhalefeti onu faşizmin saldırılarından koruduğu da şüphelidir. Sözel düzeyde neredeyse sürekli iktidarın saldırısına uğrayan CHP’nin sadece vekili tutuklanmamış, hem düşünsel hem de pratik olarak alanı daraltılmıştır. Buna karşı sokak siyasetini aklından geçirmemesi, kendiliğinden gelişen direniş hareketlerini de frenleyerek faşist iktidarın ömrünü oldukça uzatmıştır. En çok milletvekiline sahip muhalefet partisinin en hafifinden tutarsız pozisyonu Türkiye’de siyasi partilerin bilindik anlamda siyasi partiler olmadığını bize bir kez daha kanıtlamaktadır.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi